Id
stringlengths
0
7
Tag
stringclasses
3 values
Title
stringlengths
1
235
Summary
stringlengths
0
1.64k
Text
stringlengths
10
301k
226288
haber
150 mağazalı Rodi Mood iflas erteleme istedi
null
# 150 mağazalı Rodi Mood iflas erteleme istedi ## Türkiye genelinde 150’ye yakın mağazası bulunan hazır giyim markası Rodi Mood için yapılan iflas erteleme başvurusunda mahkeme önceki gün tedbir kararı verdi Tekstil sektörünün önemli şirketlerinden Rodi Mood mali zorluğu aşamayınca, mahkemeden iflas erteleme talebinde bulundu. Türkiye genelinde 150’ye yakın mağazası bulunan hazır giyim markası Rodi Mood için yapılan iflas erteleme başvurusunda mahkeme önceki gün tedbir kararı verdi. Mahkemenin tedbir kararı ile birlikte, şirket alacaklılara karşı korumaya alınmış oldu. Şirketin piyasaya olan borcunun 100 milyon TL seviyesinde. Tekstilde benzer durumlar Wenice Kids, Hey Tekstil ve sektörün önemli isimlerinden Hikmet Tanrıverdi ve Abdullah Çınar’ın şirketleri için de gündeme gelmişti. **Dinçer Gökçe** 'nin Hürriyet gazetesindeki haberine göre, bünyesinde 1850 kişi çalışan RodiMood için geçtiğimiz günlerde mahkemeye iflas erteleme başvurusu yapıldı. Bakırköy 3 Asliye Ticaret Mahkemesi’ne yapılan başvurudan sonra tedbir kararı önceki gün çıktı. Tedbir kararı, Rodi Giyim Sanayi ve Ticaret A.Ş. ile RDS Tekstil Konfeksiyon Sanayi ve Dış Ticaret şirketlerini kapsadı. Mahkeme şirketlerin faaliyetlerinin denetimi için de kayyum atadı. ## İlk duruşma 16 Nisan'da Mahkemenin şirket hakkındaki esas kararı ise önümüzdeki günlerde yapılacak yargılama sonrası verilecek. Dosya, iktisatçılardan oluşan bir bilirkişi heyetine teslim edildi. Dava ile ilgili ilk duruşma için ise 16 Nisan’a gün verildi. Mahkemenin yapacağı yargılama sonrası çıkması muhtemel iki karar bulunuyor. Bunlardan ilki, mahkeme ya, şirketin mali darboğazdan kurtarılabilineceği kararına varır ve şirket hakkında iflas erteleme kararı verir. Veya şirketin kurtarılamayacağı kanaatine varır ve şirketin iflasına karar verir. Bu durumda da şirketin varlıkları oluşacak iflas idaresine geçer. ## Cirosu 400 milyon lira 2008’de konsept değişikliğine giden şirket Rodi Mood ismi ile ürün ve mağazacılık alanında önemli bir değişikliğe gitti. Türkiye genelinde 160 kadar mağazası bulunan markanın bünyesinde 1850 kişi çalışıyor. 2008 cirosu 68 milyon lira olan şirketin 2012 cirosu 400 milyon TL olarak açıklanmıştı. ## 100 milyon lira borç RodiMood Genel Müdürü Hakkı Kaya Ocakaçan konu ile ilgili şu açıklamayı yaptı: "İçinden bulunduğumuz durum aşamayacağımız bir zorluk değil. Nakit akışında sorun yaşandı. İflas erteleme başvurusu da bu nedenle yapıldı. Bu süreci rahatlıkla aşabileceğimizi planlıyoruz. Piyasaya 100 milyon lira kadar borcumuz var. Ayrıca bir bankaya da bir miktar borcumuz var. Ancak tüm bu borçların şirket içinde karşılığı var. Ayrıca yerli-yabancı fonlarla da görüşüyoruz. 35 yılı geride bırakan bir şirketiz. Bugüne kadar yazılmış tek bir çekimiz yok. Verimsiz mağazaların kapatılması gündemde." ## Okuyucu Yorumları
248913
haber
17 Aralık yolsuzluk soruşturmasına 'eleştiri' dahil yayın yasağı!
null
# 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasına 'eleştiri' dahil yayın yasağı! ## İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, yolsuzluk iddiaları ile ilgili yürütülen İstanbul merkezli soruşturmaya yayın yasağı konulmasına karar verdi Yolsuzluk, rüşvet ve kara para aklama iddiaları çerçevesinde yürütülen İstanbul merkezli 17 Aralık soruşturması kapsamında, dosyaya ilişkin her türlü haber, röportaj, eleştiri ve dosya içeriklerine soruşturma tamamlanıncaya kadar yayın yasağı getirildi. Daha önce de 25 Aralık soruşturması hakkında yayın yasağı kararı verilmişti. Anadolu Ajansı'nın haberine göre, operasyon kapsamında tutuklanan **Rıza Sarraf** (Reza Zarrab) ile eşi **Ebru Gündeş** 'in avukatı, yazılı, görsel ve internet medyasında müvekkillerinin masumiyetini, soruşturmanın gizliliğini ve adil yargılanma ilkesini ihlal eden yayınlara sınırlama getirilmesini ve yayınların bu dosya kapsamıyla yasaklanmasını talep etti. Talebi inceleyen İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, soruşturma dosyasıyla ilgili olarak yazılı, görsel ve internet medyasında her türlü haber, röportaj, eleştiri ve dosyanın içerikleri ile alakalı (yalnızca haber niteliği taşıyanlar dışında) olarak soruşturma tamamlanıncaya kadar yayın yasağı konulmasını kararlaştırdı. Mahkeme daha önce de iş insanları Abdullah Tivnikli ve Mustafa Topbaş'ın avukatının 25 Aralık soruşturması için yayın yasağı talebini kabul etmişti. Mahkeme, kararın bir örneğinin, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ile Telekomünikasyon İletişim Başkanlığına (TİB) gönderilmesine, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğü aracılığıyla yazılı basın kurumlarına da ulaştırılmasına hükmetti. ## Okuyucu Yorumları
126791
haber
2010 yılında trafik kazalarında 4 bin 41 kişi öldü!
null
## Emniyet Genel Müdür Yardımcısı ve Trafik Hizmetleri Başkanı Osman Karakuş, kazaların niteliğinin değişti - A + **T24** - ‘Bursa’daki kaza kış şartlarından kaynaklandı. Buzlanma ve sisten dolayı kaza yaşandı. Bunu önlemeyezsiniz. Ancak, Bursa’da önceki günkü göle uçma olayı kadın şoförün acemiliğinden oldu’Emniyet Genel Müdür Yardımcısı ve Trafik Hizmetleri Başkanı Osman Karakuş, kazaların niteliğinin değiştiğini belirtti. Milliyet gazetesinde yer alan haber şöyle: Osman Karakuş açıklamaları: **ÖNLEYEMEZSİN:**Bursa’daki kaza kış şartlarından kaynaklanıyor, buzlanma ve sisten dolayı kaza yaşandı. Bunu önlemeyezsiniz. Ancak, gecen pazar bir ilk yaşandı. Pazar gecesi 24.00’den Pazartesi gecesi 24.00’e kadar Türkiye genelinde ölümlü kaza olmadı. Geçen yıl içinde bu rakamı bire kadar indirdik ama sıfır hiç olmamıştı. Ama bundan sonra Bursa’da göle uçma olayı yaşandı. Bu kaza kadın şoförün acemiliğindendir. Karşılıklı çarpışma değil. Yollar iyileşti, bölünmüş yollar yapıldı. Ama bakıyoruz ki; yayaya çarpma, aşırı hızdan devrilme ve tek taraflı kazalar (yoldan çıkıp uçma) yaşanıyor. Kazaların yüzde 90’ı tek taraflı olmaya başladı. İnsanlar, kendilerini rahat olları kullanabilir hissedince rahat araç kullanımı doğuyor. Birazda yol ve trafik duruma göre şartları kaçırıyorlar, kazalar yaşanıyor. **ELEKTRONİK SİSTEM:**Denetimleri çoğaltarak devam ediyoruz. İnsanların başına polis dikme olamayacağına göre, dünyanın uyguladığı elektronik denetim sistemi gereklidir. Bu neticeye ulaşan bir projedir. Elektronik denetim sistemleriyle insanlar her yerde ve her zaman denetlendiklerini hissettikleri anda kurallara uyacaklardır. Eğitim, çok zor ve uzun vadeli bir iştir. Bu treni kaçıranlar için konuşuyorum, tren kaçmışsa elektronik sistem hakim olacak. Trafik kurallarına uymak insanların beyinlere işlemiş olacak. Bunlar yapılırsa sonuç mutlaka iyi olacaktır. Kısa vadede, mevcut sistemle götürüyoruz. 23 bin trafik polisiyle her 30-40 kilometreye düşen ekipler var. Şehir içinde ise MOBESE sistemi tam işlediği taktirde etkili olacaktır. 4 temel neden Türkiye Trafik Kazalarını Önleme Derneği Genel Başkanı Hitay Güner, istatistiklere girmeyen, son 2 yıldır sürücülerin kendi aralarında anlaştığı maddi hasarlı kazalar da eklendiğinde, Türkiye’de her yıl yaklaşık 1 milyon trafik kazası meydana geldiğini söyledi. Güner "Kaza mahallinde ölenlerin yanında, hastaneye yaralı olarak kaldırılan ve orada hayatını kaybeden ama istatistiklerde ‘yaralı’ olarak geçenleri de eklersek, ölüm sayısı 10 bini buluyor. Seneden seneye değişse de yaralı sayısı ise 200 bine yaklaşmakta" dedi. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün her yıl kaza istatistiklerini yayınladığını ve 25-30 kaza nedeni sıralandığını hatırlatan Güner "Ama bunlardan dördü olan ‘hız limitine uymama’, ‘hatalı sollama’, ‘öndeki aracı yakın takip’ ile ‘alkollü, yorgun ve uykusuz araç kullanmak’ kazaların başlıca nedenleri olarak öne çıkıyor" diye konuştu. Kazalarda artış var Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu Başkanı Fevzi Apaydın: Trafik kazaları artış eğiliminde. Bayramlarda ve tatillerde kazalar yüzde 40-50 oranında artıyor. Kazaya yol da neden olabilir ancak sürücü faktörü daha önemli. Sürücülerin hız sınırına riayet etmemesi, yola yorgun çıkmasın, ticari araç kullananların gideceği yere bir an önce gitme eğilimi kazaların baş sebepleri. Yol işaretlemelerinde sorun yok. Duble yollar yapıldı. Ne hikmetse trafik kazaları engellenemiyor. Hız sınırları artırıldı ancak kural ihlal eden 90 kilometreyle giderken de, 100’le giderken de eder. Trafikte 4 bin ölü 2010’da ülke genelinde 4 bin 41 kişi trafik kazalarında hayatını kaybetti. 211 bin 34 kişi yaralandı. Polis ve jandarma bölgesindeki trafik kazalarında 2009’da 4 bin 300, 2008’de 4 bin 236, 2007’de 5 bin 7, 2006’da 4 bin 633, 2005’te 4 bin 505 kişi yaşamını yitirdi. Trafik kazalarının nedenleri sırasıyla şöyle: "Araç hızını yol, hava ve trafiğin gerektirdiği şartlara uydurmamak, Kavşak, geçit veya kaplamanın dar olduğu yerlerde geçiş önceliğine uymamak, Dönüş kurallarına uymamak, Takip mesafesine uymamak, Şerit ihlali yapmak, Aşırı hız yapmak, Alkollü araç kullanmak." 2011 trafik cezaları **Yeni adli ve idari para cezaları ile bazı suçlar için düzenlenen cezalar şöyle:** - Araçların muayene süresini geçirmek: 66 TL. - Sürücü belgesiz araç kullanmak: 290 TL - Kırmızı ışık kuralına uymamak: 140 TL . - Alkollü araç kullanmak: 1’incide 590 TL ve 6 ay ehliyete el koyma, 2’ncide 739 TL ve 2 yıl ehliyetine el koyma, 3’üncüde1185 TL ve 5 yıl ehliyete el koyma, 6 aydan az olmamak kaydıyla hapis cezası. - Uyuşturucu madde alarak araç kullanmak: 1185 TL ve 6 ay hapis cezası, süresiz olarak ehliyete el koyma. - Hız sınırlarını yüzde 10’dan yüzde 30’a (Otuz dahil) kadar aşmak: 140 TL. - Şerit ihlali - 66 TLı. - Otobüs, tramvay ve taksi duraklarında duraklamak, park etmek: 66 TL. - Park ihlali: 66 TL. - Özürlülerin kullandığı araçların park alanlarına park etmek: 132 TL. - Taşıma sınırı üstünde yolcu almak: 53 TL. - Tehlikeli ve zararlı maddeleri gerekli izin ve tedbirleri almadan taşımak: 269 TL ve trafikten men. - Karşıdan karşıya geçişlerde yayaların işaretlere uymaması: 66 TL. - Ses, müzik, görüntü ve haberleşme cihazlarını şartlarına uygun olmadan araçlarda bulundurmak: 66 TL. ve cihazların araçtan söktürülmesi. - Seyir halindeyken cep ve araç telefonu kullanmak: 66 TL. - Emniyet kemeri bulundurmamak ve kullanmamak: 66 TL para cezası. - Kasksız motosiklet kullanmak. 66 TL. - Kaza mahalini terk etmek ve güvenlik tedbirlerini almamak: 140 TL. Avrupa ülkelerinde taviz yok **Avrupa ülkelerinde trafik suçlarında uygulanan cezalar şöyle:** Belçika: Trafik cezaları 4 dereceye ayrılıyor, en ağır cezalar insan hayatını tehlikeye atma ve fiziksel zarar verince uygulanıyor. Bu durumda yol açılan zarara bağlı olarak sürücüye 220 ila 2750 euro para cezası ile 8 gün-ile 5 yıl arasında trafikten men cezası veriliyor. Danimarka: Trafik cezaları kişinin yıllık gelir seviyesine göre belirleniyor. **Hollanda:**5 yıl içerisinde 3 puan kaybeden sürücünün tekrar ehliyet sınavına girmesi gerekiyor. Norveç: 3 yılda 8 puan kaybeden sürücünün ehliyetine 6 ay el konuluyor. Hız limitini aşmak ya da kırmızı ışıkta geçmenin para cezasının yanı sıra 2 puan düşülmesine neden oluyor. **İngiltere**: Hız limiti aşımında şehiriçi ya da şehirler arası ayrımı yapılmıyor. 25 km/saate aşımına kadar 74 sterlin (160 TL) para cezası verilirken, 3 puan düşülüyor. **İtalya:**Hız limitinin 10 km/saat aşılması durumunda 143 euro (310 TL) ceza uygulanırken, 11 km/saat ila 20 km/saatlik hız sınırı aşımları için 573 euro (1200 TL) ceza veriliyor. **Belçika:**10 km/saat’den itibaren 50 euro (108 TL) artı her ekstra kilometre için şehir içinde 10, diğer yollarda 5 euro (10 TL) ceza uygulanıyor. **Fransa:**Trafikte hız limitinin 30 km/saat aşılması ile 135 (292 TL) euro para cezasının yanı sıra, ehliyetten 3 puan düşülüyor. Ayrıca 3 yıl araç kullanmama cezası veriliyor. Trafikte en ağır cezalardan biri de araba arasında 2 saniyelik mesafe bırakmamak. Bu mesafeyi korumayan araç sürücülerine 135 ila 750 euro (292-1600 TL) arasında para cezası veriliyor. **Almanya:**Trafik ışıklarını ihlal ederek, herhangi bir zarara yol açıldığında 360 euro (780 TL)para cezası verilirken, 1 yıl boyunca sürücü trafikten men ediliyor ve 4 puanı düşülüyor. ## Okuyucu Yorumları
204194
haber
2012 Dünya İnternet Klâvye şampiyonları belli oldu
null
## İnternet üzerinden yapılan 2012 dünya klâvye şampiyonaları sonuçlandı - A + Afyon-Şuhut Fatih İlköğretim Okulu’ndan 0-12 Yaş Kategorisi Anadil Yarışında 11 yaşındaki İlyas PAMUKÇU ile Çok Dilli Yarışlarda aynı yaştaki Zehra TAŞKALE bu yıl da Şampiyon olurlarken; Ankara Ticaret Meslek Lisesi’nden 13-16 Yaş Kategorisinden Rabia Kardelen Çağlar, 17-20 Yaş Kategorisinden Oğuzhan AKPINAR Dünya Şampiyonu oldu. Dünya genelinde onbinlerce yarışçının elenmeleri sonucunda yapılan bu yılın İnternet Dünya Şampiyonası finallerinde derece alabilen 1435 yarışçı arasında Türkler 4 şampiyonluk + 6 ikincilik + 3 üçüncülük alarak Takım Sıralamasında bu yıl da Dünya Şampiyonu olmuş bulunmaktadır. Anadil ve Çok (16) Dilli ayrımıyla, 2 yarış türünün 4 yaş kategorisi ile yapılan 8 yarışındaki en iyi 3’er yarışçıya verilecek (3x8=) 24 madalyanın: 13’ünü Türk’ler, 4’ünü Ruslar, 3’ünü Çekler, 2’sini İtalyan ve 2’sini de Amerika’lılar; kazandılar. Böylece, Dünyadaki en bilimsel (F) klâvye ile, en bilimsel yöntemlerle (onparmakla-bakmadan) yazan üstün yetenekli çalışkan gençlerimizin kazandığı Dünya Şampiyonluğu toplamı 63 idi 67 oldu. Derece ve ayrıntılar için: www.intersteno.org adresinin →Internet Contest →Classifications Lists → sayfasındaki continue tıklatılarak: 0-12 veya istenilen yaş kategorisi ile Anadil veya Çok dil ayrımı seçilip listeler incelenebilir. ## Okuyucu Yorumları
247266
haber
2013 yılına damga vuran olaylar
null
## 2013'e damga vuran Haziran ayı Taksim Gezi Parkı protestolarının kitleselleştiği, polis şiddeti ve protestoların dozunun arttığı bir ay oldu 2013 yılında Türkiye ve dünyada birçok önemli gelişmeler ve olaylar yaşandı. Türkiye için yıla damgasını vuran gelişme ise Taksim Gezi Parkı olaylarıyla başlayan süreçti. Parktaki ağaçların sökülmesini protesto amacıyla Mayıs ayının son gününde başlayan gösteri yurt geneline yayıldı. Türkiye dışında da ses getiren olaylar, bütün bir yılı etkisi altına aldı. **İşte Milliyet'in derlediği 2013 almanağından, Türkiye ve dünyada yılın olayları:** ## Ocak: Ustalara veda Türkiye ocak ayında basın, sanat ve edebiyat dünyasının önemli isimlerini sonsuzluğa uğurladı. Şarkıcı Şenay Yüzbaşıoğlu, edebiyatçı Metin Kaçan, dünyaca ünlü Türk ressam Burhan Doğançay, usta gazeteci Mehmet Ali Birand, 'Deprem dede' lakaplı Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara, yazar İsmet Kür ve sanatçı Ferdi Özbeğen'in ölüm haberleri ocak ayında peş peşe geldi. Yine ocak ayı içinde avukatlar için başörtüsü yasağı kalktı. Çözüm süreci kapsamında BDP Heyeti ilk kez İmralı'da Abdullah Öcalan'la görüştü. ## Şubat: Amerikalı Sierra cinayeti Ankara'da ABD Konsolosluğu'ndaki canlı bomba saldırısı Şubat ayına damga vurdu. İstanbul Zeytinburnu'nda bulunan ABD'li Sarai Sierra cinayeti Türkiye gündeminden uzun süre düşmedi. Cumartesi annelerinin simgeleşen ismi Berfo Ana'yı (105) da yine bu ay kaybettik. Ay içerisinde Milliyet'te Namık Durukan imzası ve 'İmralı tutanakları' başlığıyla yayınlanan haber Türkiye'nin gündemini belirledi. ## Mart: Öcalan'ın 'çekilin' çağrısı Mart ayına damga vuran en önemli olay Diyarbakır'da yapılan Nevruz Şenliği'nde Abdullah Öcalan'ın mesajının Türkçe ve Kürtçe olarak okunması ve Öcalan'ın PKK'ya yaptığı 'çekilin' çağrısı oldu. Bu çerçevede PKK'nın kaçırdığı 8 kamu görevlisi Kuzey Irak'a giden bir heyet tarafından Türkiye'ye getirildi. Geçirdiği kalp ameliyatının ardından uzun süre yoğun bakımda kalan Müslüm Gürses'in ölümü hayranlarını üzüntüye boğdu. Tiyatrocu Metin Serezli de Mart ayında yaşamını yitirdi. ## Nisan: Akil insanlar Nisan ayının birinci gündem maddesi 63 kişilik Akil İnsanlar Heyeti'nin açıklanması ve 9'ar kişilik grupların 7 bölgede ziyaretlere başlaması oldu. İsrail, Mavi Marmara saldırısıyla ilgili Türkiye'den özür diledi ve tazminat görüşmeleri başlatıldı. Susurluk davasından hükümlü eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, denetimli serbestlik çerçevesinde 1 yıl tutuklu bulunduğu cezaevinden tahliye edildi. Piyanist ve besteci Fazıl Say hakkında dini değerleri aşağıladığı iddiasıyla açılan davada 10 ay hapis ile cezalandırılması kararı çıktı. Hüküm 5 yıllık denetimli serbestlik şartıyla geri bırakıldı. ## Mayıs: Reyhanlı ve Gezi Mayısta Türkiye tarihinin en kanlı terör eylemlerinden biri gerçeklişti. Hatay Reyhanlı'da belediye önünde patlatılan bomba yüklü iki araç nedeniyle 52 kişi yaşamını yitirdi. Mayıs ayının son günü ise Taksim Gezi Parkı'nda ağaçların sökülmesini protesto ile başlayan Türkiye geneline yayılan kitlesel olayların fitili ateşlendi. Çevik Kuvvet'in 30 Mayıs'ta Gezi Parkı'nda eylem yapan protestoculara müdahalesiyle başlayan olaylar yaz sonuna kadar sürdü. ## Haziran: Gezi Parkı olayları Haziran ayı Taksim Gezi Parkı protestolarının kitleselleştiği, polis şiddeti ve protestoların dozunun arttığı bir ay oldu. Eylemcilerden 27 yaşındaki kaynak işçisi **Ethem Sarısülük**, Kızılay Güvenpark'taki gösteriler sırasında polisin açtığı ateş sonucu kafasından kurşunla vurularak yaşamını yitirdi. Ataşehir'de ise bir sürücünün otomobiliyle protestocuların arasına dalması sonucu Mehmet Ayvalıtaş yaşamını yitirdi. Eskişehir'de de 19 yaşındaki **Ali İsmail Korkmaz**, sopalı saldırıya uğradı. Kafasına aldığı darbeler nedeniyle 38 gün komada kaldıktan sonra yaşamını yitiren Korkmaz'ın dövüldüğü ana ilişkin güvenlik kameraları görüntüleri ülke genelinde tepkilerin artmasına neden oldu. Hatay'daki protestolar sırasında da **Abdullah Cömert**, kafasına aldığı darbe sonucu hayatını kaybetti. Adli Tıp Kurumu, Cömert'in, gaz fişeğinin kafasına isabet etmesi sonucu beyin kanaması nedeniyle hayatını kaybettiğini belirledi. İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneğinin açtığı davada, belediyenin projesinin yürütmesini durdurduğunu açıkladı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da Gezi Parkı'nda AVM projesinden vazgeçildiğini ve buraya bir kent müzesi yapılmasının düşünüldüğünü açıkladı. Protestolar devam ederken, Okmeydanı'nda evinden ekmek almaya çıkan 16 yaşındaki **Berkin Elvan**, gaz bombasının kafasına isabet etmesi sonucu ağır yaralandı. Diyarbakır'ın Lice ilçesinde karakol yapımına tepki gösteren çevre köylerden BDP'li grup ile güvenlik güçleri arasında çıkan arbedede Medeni Yıldırım öldü. ## Temmuz: 5. yüz nakli Gezi Parkı eylemlerinin etkisi devam etti, birçok ilde eylemlere katılan kişilerle ilgili kimlik tespitleri ve gözaltılar yapılmaya başlandı. Türkiye'nin 5'inci yüz nakli ameliyatı, Akdeniz Üniversitesi'nde yapıldı. Muğla'da beyin ölümü gerçekleşen Polonyalı turist Andrzej Kucza'nın yüzü ve çenesi, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ömer Özkan başkanlığındaki ekip tarafından, 1 yıldır nakil bekleyen 26 yaşındaki Recep Sert'e nakledildi. ## Ağustos: Ergenekon davası Başbakan Erdoğan Başkanlığı'nda toplanan Yüksek Askeri Şura'da, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeni komuta kademesi belirlendi. Öcalan'ın avukatlarının, 'yeniden yargılanma' ve 'cezasının infazının durdurulması' talebiyle yaptıkları başvuru Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nce reddedildi. Yıllarca süren Ergenekon davasında karar açıklandı. Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ müebbet hapis cezasına mahkum edilirken CHP milletvekili Mustafa Ali Balbay toplam 34 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. CHP Milletvekili Mehmet Haberal ise cezası açıklandıktan sonra tahliye edildi. ## Eylül: Suriye ile helikopter krizi Eylül ayına damga vuran olay Türkiye'nin sınır ihlali yapan bir Suriye helikopterini düşürmesi oldu. M-17 tipi Suriye helikopteri TSK tarafından düşürüldü. Hükümet Eylül ayı sonunda Demokratikleşme Paketi'ni açıkladı. Bingöl M Tipi Ceza İnfaz Kurumundan aralarında terör örgütü mensuplarının da bulunduğu 18 tutuklu ve hükümlü tünel kazarak firar etti. Firariler ertesi gün kırsalda yakalandı. Alkollü içkilerin 22.00 - 06.00 saatleri arasında perakende satışını yasaklayan düzenleme yürürlüğe girdi. Sinema ve tiyatro sanatçısı Tuncel Kurtiz vefat etti. Kurtiz'in ölümü büyük bir üzüntü yarattı. 'Şu Çılgın Türkler' kitabının yazarı Turgut Özakman da hayatını kaybetti. ## Ekim: Maramaray açıldı Ekim ayında kamuda başörtüsü yasağı ve okullarda Andımız uygulaması kalktı. İstanbul'da iki kıtayı denizin altından birleştiren Marmaray projesi 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda açıldı. Kamuoyunu uzun süre meşgul eden Münevver Karabulut cinayetiyle ilgili davada rekor tazminat kararı çıktı. Garipoğlu ailesinin 37 bin 500 lira maddi, 1 milyon 250 bin lira manevi tazminat ödemesine karar verildi. Gölcük'te bayram tatilinde Hatay'a giden annesi tarafından evde bırakılan bebek öldü. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Ahmet Kaya'ya verildi. ## Kasım: Kızlı - Erkekli evlere denetim tartışması Kamuda başörtüsü yasağının kalkmasıyla AKP milletvekilleri Meclis'e başörtüleriyle geldi. Meclis'te grubu bulunan partilerin kadın milletvekillerinin yaptığı konuşmalar güne damgasını vurdu. Öğrenci evleriyle ilgili 'kızlı - erkekli' tartışması başladı. 10 Kasım'da Anıtkabir'i 1 milyon 89 bin 615 kişi ziyaret etti ve bir rekor kırıldı. Uzun süredir gırtlak kanseriyle mücadele eden gazeteci Savaş Ay ile tiyatrocu Nejat Uygur hayatını kaybetti. ## Aralık: Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu Aralık ayına 17 Aralık'ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu damgasını vurdu. Soruşturma kapsamında AKP hükümetinin bakanlarının adı yolsuzluğa karıştı. Eski Ekonomi Bakanı **Zafer Çağlayan**, eski Çevre ve Şehircilik Bakanı **Erdoğan Bayraktar **ve eski İçişleri Bakanı **Muammer Güler** 'in** ** çocukları gözaltına alındı. Gözaltına alınan isimlerden Güler ve Çağlayan'ın oğlu tutuklandı, Bayraktar'ın oğlu serbest bırakıldı. işadamları, bürokratlar ve devlet memurları hakkında da kara para aklama, rüşvet ve altın kaçakçılığı suçlaması getirildi. Soruşturmayla ilintili olarak 3 bakan istifa ederken Bakanlar Kurulu'nda da büyük revizyon gerçekleşti ve 10 yeni isim girdi. CHP Milletvekili **Mustafa Balbay** tahliye edildi. İzmir'deki askeri tersanede bakımı yapılan römorkör suya indirildiği sırada alabora olarak yan yattı ve 8'i asker 10 personel yaşamını yitirdi. ## Sanat dünyasında yaşananlar - Picasso'nun 'Le Reve' isimli tablosu 155 milyon dolara satılarak, bugüne kadar ABD'li bir koleksiyonerin satın aldığı en pahalı eser unvanını aldı. - Fahrelnissa Zeid'ın 'Atom Patlaması ve Bitkisel Hayat' isimli tablosu 2 milyon 741 bin dolara satıldı. Zeid, Ortadoğu'nun en yüksek fiyatla satılan eserini resmeden kadın sanatçı unvanını kazandı. - Dan Brown'ın 'Cehennem'i, ilk haftasında 369 bin kopya satarak bir rekora imza attı. - 4 yıl süren protestolara rağmen tarihi Emek Sineması, kamuya ait olmasına rağmen yerine AVM yapılmak için özel inşaat firması Kamer tarafından yıkıldı. ## 2013'te dünyada yaşananlar Haiyan Tayfunu: Filipinler'i 8 Kasım'da vuran tayfun 10 bin kişinin ölümüne neden oldu. **Bangladeş'te fabrika faciası: **Başkent Daka'daki fabrika çöktü, 1100 işçi öldü. **NSA sızıntısı:** ABD'li Edward Snowden, Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi'nin (NSA) tüm dünyayı gizlice nasıl izlediğini kanıtlayan belgeleri sızdırdı. **Mısır'da askeri darbe: **Mısır'ın Genelkurmay Başkanı el Sisi komutasındaki Mısır Silahlı Kuvvetleri yönetime müdahale etti. **İran'ın nükleer anlaşması: **İsviçre'nin Cenevre kentinde İran'la yürütülen nükleer müzakerelerde 24 Kasım'da anlaşma sağlandı. **Mavi Marmara için özür:** İsrail Başbakanı Netanyahu 22 Mart'ta, Mavi Marmara baskını nedeniyle Türkiye'den özür dilediğini açıkladı. **Rusya'ya meteor düştü: **Saatte 60 bin kilometre hızla hareket eden meteor Çelyabinsk'te patladı. **İngiltere kraliyet bebeği:** İngiltere Prensi William ve eşi Düşes Kate'in oğulları George 22 Temmuz'da doğdu. **Curiosity Mars'ta su buldu: **Mars'a gönderilen keşif robotu Curiosity su izine rastladı. **Tarihi değiştiren kemik bulundu: **Bilim insanları 400 bin yıllık bir insan iskeletinde DNA buldu. **Yapay et:** Hollanda'da üretilen yapay et 'tatsız' bulundu. **Kansere mucize tedavi: **Bilim insanları, kanserle mücadele için 'immünoterapi'yi seçti. **Papa istifa etti:** Papa 16. Benediktus, ilerleyen yaşını gerekçe göstererek istifa etti. **'Selfie' sözlüğe girdi:** 'Telefonla kendi fotoğrafını çekmek' anlamına gelen 'Selfie' kelimesi Oxford sözlüğüne girdi. **Rusya'da Greenpeace krizi: **Eylül ayında, Kuzey Buz Denizi'nde Rus Gazprom firmasına ait petrol platformunu protesto ettikten sonra tutuklanan Türk aktivist Gizem Akhan ve 29 Greenpeace aktivisti yıla damga vurdu. 63 gün tutuklu kalan Akhan Türkiye'ye döndü. **Boston maratonu saldırısı:** Saldırıyı Çeçen Çarnayev kardeşler gerçekleştirdi. **Pistorius sevgilisini öldürdü:** Güney Afrikalı paralimpik atlet Sevgililer Günü'nde sevgilisi Reeva'yı öldürdü. **İspanya'da tren kazası: **80 kişinin öldüğü olay ülkede son 40 yıldaki en büyük kaza oldu. **Kenya'da AVM baskını:** Başkent Nairobi'deki alışveriş merkezinde meydana gelen silahlı saldırıda 67 kişi hayatını kaybetti. ## 2013'te en çok konuşulan isimler Yıl boyunca dünya çapında en çok konuşulan magazinel isim ABD'li şarkıcı Miley Cyrus oldu. Ilımlı tavırlarıyla birçok farklı dinden insanın sempatisini kazanan Papa Francesco ve İran'ın yeni cumhurbaşkanı Hasan Ruhani en çok konuşulan liderler arasında... ## 2013'ün en çok ses getiren ünlü isimleri **Miley Cyrus:** ABD'li şarkıcı Cyrus, yılın en çok konuşulan ismi oldu. Time dergisinin 'Yılın Kişisi' listesinde zirveyi zorlayan Cyrus, MTV Müzik Ödülleri'nde yaptığı dansla tarihe geçti. **Papa Francesco: **Arjantinli Jorge Bergoglio 13 Mart tarihinde yeni Papa olduğunu ilan etti. Papa Francesco göreve geldiğinden bu yana eşcinsellere ve ateistlere karşı ılımlı yaklaşımıyla takdir topladı. Time dergisi de Papa Francesco'yu yılın kişisi seçti. **Malala Yusufzay:** Pakistanlı insan hakları aktivisti 16 yaşındaki Malala ülkesindeki kızların okula gitmesi için sürdürdüğü mücadele nedeniyle Taliban tarafından başından vuruldu. İyileşen Malala yıl boyunca yaptığı konuşmalarla kendisinden söz ettirdi. **Hasan Ruhani:** İran'ın yedinci Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani göreve geldiği 8 Ağustos tarihinden bu yana ılımlı yaklaşımlarıyla konuşuluyor. Ruhani, ABD Başkanı Barack Obama ile de telefonda konuştu. **Jennifer Lawrence: **ABD'li aktris Lawrence Hollywood'a farklı bir ses getirmesiyle konuşuldu. Lawrence, 'Silver Linings Playbook' (Umut Işığım) filmiyle En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını kazandı. ## 2013'te hayata veda eden dünyaca ünlü isimler 2013 yılında birbirinden önemli isimler birer birer yaşama veda etti. Güney Afrika'nın efsanevi lideri Nelson Mandela ve Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez bunlardan sadece ikisi... Nelson Mandela: Güney Afrika'da Apartheid rejimine son veren ülkenin ilk siyasi lideri, 5 Aralık'ta 95 yaşında öldü. **Hugo Chavez: **Venezuela Devlet Başkanı 5 Mart'ta kansere yenik düştü. Chavez, 58 yaşındaydı. **Margaret Thatcher: **İngiltere tarihinin tek kadın başbakanı Margaret Thatcher 8 Nisan tarihinde 87 yaşındayken meydana gelen felç sonrasında hayata veda etti. **James Gandolfini:** 'Sopranos' dizisi ile yıldızlaşan Amerikalı aktör, 19 Haziran'da Roma tatili sırasında hayatını kaybetti. Kalp krizi geçiren aktör 51 yaşındaydı. **Doris Lessing:** 2007'de Nobel Ödülü alan İngiliz yazar, 17 Kasım'da 94 yaşında hayatını kaybetti. **Paul Walker: **30 Kasım'da 'Hızlı ve Öfkeli' filminin yıldızı, 40 yaşında araba kazası sonucu öldü. **Mikhail Kalaşnikof: **Rus silah tasarımcısı 94 yaşında hayatını kaybetti. ## Okuyucu Yorumları
142809
haber
22 Ağustos'ta internete YASAK GELİYOR!
null
# 22 Ağustos'ta internete YASAK GELİYOR! ## Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu'nca hazırlanan 'İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul... **T24** - Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu'nca (BTK) hazırlanan "İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar" 22 Ağustos 2011 tarihinde yürürlüğe girecek. Bu uygulamayla kullanıcılar BTK'nın belirlediği 4 internet filtresinden birini seçmek zorunda bırakılacak. Filtreyi aşmak suç sayılacak. Filtre kıstasları ise tamamen BTK tarafından belirlenecek. Bu uygulama dünyada Çin, Küba, İran gibi internetin "tutuklu" olduğu ülkelerde kullanılıyor.Cnnturk.com'dan Sercan Tezcanoğlu'nun haberi şöyle: Geçtiğimiz günlerde basının gündemine gelen "yasaklı kelimeler listesi" büyük tepki almıştı. Ancak bu yasaklı kelimeler listesinin buzdağının görünen kısmı olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Dayanağı nedir? 5809 sayılı Kanunun 4’üncü 6’ncı ve 50’inci maddeleri ile 28.07.2010 tarihli ve 27655 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Elektronik Haberleşme Sektöründe Tüketici Hakları Yönetmeliği’nin 10’uncu maddesi hükümleri kapsamında, BTK tarafından hazırlanan "İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar Taslağı" 22 Şubat 2011 tarihinde 2011/DK-10/91 no’lu karar ile onaylanarak, "İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar"ın 22 Ağustos 2011’de yürürlüğe girmesine karar verildi. 22 Ağustos'ta devreye girecek sistemde internete devlet daha doğrusu "BTK" tarafından belirlenen 4 filtre tipinden birini seçerek girebileceğiz. Filtreyi aşmak ya da aşmaya çalışmak suç sayılacak. Ayrıca internet servis sağlayıcıları filtrelerin aşılmasını engellemekle sorumlu tutuluyor, aksi halde onlara da ağır para cezaları öngörülüyor. 'Ben giriyorum, siz de girin'den 'Ben de giremiyorum artık'a... Düzenlemeye göre 4 tip filtre yer alacak. Aile, çocuk, yurtiçi ve standart paket. Her internet abonesi bunlardan birini seçmek zorunda kalacak. Bu filtre tipini internet kafelerde uygulanan "Websense" filtresine benzetebiliriz. Yani sadece internet kafenin belirleyebildiği sitelere girebileceksiniz. Bu tür filtre sistemleriyle içeriğinde sorun olmasa bile birçok sitenin filtreye takıldığı kullanıcılar tarafından biliniyor. Git gide uçsuz bucaksız bir dünya olma yolunda ilerleyen interneti "güvenli internet" sloganının arkasına sığınarak "terbiye edilmiş internet"e dönüştürecek bu uygulamanın dünyada sınırlı sayıda örneği var. Bu örneklerde Çin, Küba, İran gibi internetin sıkı bir sansür altında tutulduğu ülkelerle sınırlı. Bu uygulamayla ilgili olarak Yeni Medya Düzeni için bir makale yazan Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim görevlisi Prof. Dr. Mutlu Binark, 22 Ağustos'ta uygulamaya girecek bu esaslara karşı durulması gerektiğini belirtmişti. Binark bu görüşüne destek olarak bu sistemin internet kullanıcılarını sınıflandırdığını ve bu esaslarla "internetteki zararlı içerikten korunma" adı altında internetin sınırlandırıldığını ifade etti. Bu tür filtreler şu anda da var Bu tür filtre sistemleri işletim sistemleri, internet servis sağlayıcılar ya da internetten bulunabilecek programlar sayesinde isteyen kullanıcılar tarafından zaten istenildiği zaman kullanılabiliyor. Yani zaten kullanıcı böyle bir opsiyona sahip. Ancak BTK'nın uygulamasıyla bu durum bir opsiyon olmaktan çıkıp zorunluluk haline geliyor. Binark, "Bu usul ve esasların arkasındaki zihin örüntüsünün kendi yurttaşını birey olarak görmediğini, onun adına eylemeye muktedir olarak sadece kendini ve kendinin mutlak otoritesini ve bu mutlak otoritenin doğruluğunu gördüğünü belirtmek gerekir. Bu anlamda burada herşeyi bilen muktedir özne BTK ve muteber vatandaşlar da İnternet erişim özgürlükleri ile İnternet ortamında seçme haklarının "onların iyilikleri adına" ellerinden alınmasına rıza gösterenlerden oluşmakta. Devlet eliyle, filtreleme uygulamasının topyekünleştirilmesine ve zorunlu kılınmasına yol açacak bu uygulamanın benzer örnekleri ancak Çin Halk Cumhuriyeti, Küba, İran, Tayland gibi yurttaşlarının siberuzama erişimini sınırlandıran ve engelleyen ülkelerden verilebilir" diyerek uygulamanın zararlarına dikkat çekti. Binark, "Bu internet filtresi uygulamasıyla, birey korumacı ve kollamacı bu muhafazakar ideoloji tarafından pasifize edilmekte, zihni "tek doğru, tek renk, tek söylem" çağrısına uymaya, sağduyuya davet edilmektedir. Bu nedenle, Ağustos 2011’den itibaren İnternet ortamına erişimde aklını kullanmaya muktedir bireyin akıl ve irade özgürlüğünü elinden alan bu usul ve esaslara karşı durmak, yürürlüğe girmesine itiraz etmek gereklidir" diye de yazdı. Türkiye'de internet nereye gidiyor? BM desteğiyle Freedom House tarafından Nisan 2011 de yayınlanan İnternette Özgürlük Raporu’na göre, Türkiye’nin "kötü puan’ını 42'den 45'e yükselterek" internete erişim özgürlükleri konusunda geriye doğru gitmeyi sürdürüyor. Bu uygulamayla BTK, kimin hangi siteye girebileceğine, hangi blogu okuyabileceğine, hangi tartışma grubuna katılabileceğine kendi kendine karar vermiş olacak. İstediği herhangi bir siteyi, sayfayı kara listeye alarak sizin ulaşmanızı engelleyebilecek. Böyle Türkiye'nin İnternette Özgürlük Raporu'nda kendini İran ve Çin'in arasında bulması sandığınız kadar uzak bir gelişme değil. Standart paket sansürsüz değil mi? En özgür gibi görünen Standart paket de bir filtre paketi ve BTK tarafından belirlenen erişim engellerine ve kara listelere tabi. Yani YouTube kapalıyken önceden DNS ile girebiliyordu. Ancak bu paket altında erişimi engellenmiş YouTube'a girmek mümkün olmayacak. Bianet'in başvurusuyla " internet filtreleme" Planı Bozulabilir "İnternetin Güvenli Kullanımına Dair Usul ve Esaslar Taslağı", Doç. Dr. Yaman Akdeniz'in ifadesiyle "tam anlamıyla devlet sansürü." Bianet'in yürütmenin durdurulması için Danıştay'a taşıdığı davadan sonuç alınmazsa 22 Ağustos'tan itibaren, "güvenli internet" adı altında hangi sitelere girebileceğimize devlet karar verecek. bianet'ten Ekin Karaca'nın haberi şöyle: Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nun (BTK) şubat sonunda onayladığı "İnternetin Güvenli Kullanımına Dair Usul ve Esaslar Taslağı" eskiden sadece internet kafelerin kullanması zorunlu tutulan filtreleme programlarının tüm internet kullanıcılarına yaygınlaştırılmasını öngörüyor. bianet'in dün (13 Nisan) Danıştay'a taşıdığı taslak, Danıştay tarafından "yürütmeyi durdurma kararı" verilmemesi durumunda 22 Ağustos'ta yasalaşarak yürürlüğe girecek. Bu durumda her internet kullanıcısı, aile paketi, çocuk paketi, yurtiçi paketi veya standart paket abonesi olmak zorunda kalacak. Herhangi bir pakete üye olmayanlar ise otomatik olarak standart paket üyesi olarak kabul edilecek. 'Açıkça sansür' bianet'e konuşan Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yaman Akdeniz, filtreleme sisteminin devlet tarafından yapılacağını, internet sitelerinin kara liste veya beyaz listeye alınarak, kullanıcıların girebileceği sitelerin devlet tarafından belirleneceğini söylüyor ve ekliyor: - BTK'nın almış olduğu bu karar ile Türkiye'nin sansür altyapısı kurulmaya çalışılıyor. - Her ne kadar bu bir güvenli internet paketi olarak sunulsa da kullanıcıları koruma adı altında ortaya çıkmış bir sansür sistemi. Filtreleme sistemleri yeni değil. Ancak hükümet odaklı olarak ve tüm kullanıcıları kapsayan, bağlayıcı bir sistem Avrupa Birliği (AB) veya Avrupa Komisyonu dahilinde görülmüş bir sistem değil. - AB ve Avrupa Komisyonu, çocukları korumak amaçlı hükümet merkezli filtreleme sistemi olamayacağını söylüyor. Okullarda, internet kafelerde, evlerde yöneticiler veya aileler filtreleme sistemi kullanabilir. Ancak herkese bunu kullanmaya zorlayacak bir sistem olmaz. 'Girebileceğimiz siteleri devlet belirleyecek' - Sistem, aile paketi, çocuk paketi, yurtiçi paketi ve standart paket olarak karşımıza çıkıyor. Yani siz, "ben filtreleme kullanmak istemiyorum" dediğiniz zaman otomatik olarak standart paket üyesi oluyorsunuz. Kullanıcı adı ve şifreniz olacak ve standart paketi kullanmak zorunda olacaksınız. - Bu standart paket altında ne gibi uygulamalar yapılacağı belli değil. Hangi siteler serbest olacak, hangileri filtrelenecek bilmiyoruz. Buna devlet karar verecek. - Bir evde farklı yaşlardan 4-5 kişi kaldığını düşünecek olursanız ve farklı filtreleme sistemleri kullanmak isterseniz, sistem buna izin vermiyor. Evdeki tek bağlantıya tek filtreleme zorunlu oluyor. Bu da çok sayıda kullanıcıyı aile paketini kullanmaya zorunlu tutacaktır. - Aile paketinin detaylarına baktığınız zaman da burada bir kara liste oluşturulması söz konusu. Mevcut mevzuatın dışında, hangi standarda göre bu kara liste oluşturulacak belli değil. - BTK kararı diyor ki, isterse servis sağlayıcıları bu kara listeyi daha da genişletebilir. Hiçbir standart olmadan, o internet paketi altından "güvenli" internet servisi verme adı altında sansürleme yapılacaktır. 'Hükümetin böyle bir sorumluluğu olamaz' - Alınmış olan kararda bunu hangi kriter ve standartlara göre yapacakları açıklanmamış. Kesinlikle keyfi bir uygulama olacak. Bianet gibi alternatif haber kaynaklarından, sivil toplum örgütlerinin sitelerine kadar pek çok internet sitesini bu tip kara listelere almaları mümkün olacak. Bunun sonu yok. - Filtreleme sistemini geliştirilip ailelere bedava dağıtılabilir. Çocukların, ailelerin ya da bireylerin kendi filtrelerini oluşturmalarına saygı duyarım ama siz benim internet kullanımıma karışamazsınız. Ben bir yetişkinim, çocuk değilim ve hükümetin böyle bir sorumluluğu yok. - Ben bir suç işlersem gelirsin beni dava edersin ama o siteye girmek yasak, bu siteye girmek yasak diyemez bana devlet. '5 yaşındaki çocukla 17 yaşındaki çocuğun internet kullanımı farklı' - Çocuklar sadece şu sitelere girebilir diye beyaz liste hazırlanacak. Eğer çocuklar için hazırladığınız bir site beyaz listeye girmezse o site kimse tarafından takip edilemeyecek. - Devlet derse ki, "Çocuklar Facebook'a girmeyecek, ben zararlı olduğun düşünüyorum", ne yapacağız. Devletin zararlı bulduğu şeyi ben zararlı bulmuyorsam ne yapacağız? - 18 yaşın altındaki herkes çocuk. 5 yaşındaki çocukla 17 yaşındaki çocuğun internet kullanımı farklıdır. - Bu filtreleme kişisel olarak yapılmalıdır. Bunu servis sağlayıcı bazında yaptığınız zaman bunun tek adı sansürdür. İstediğiniz kadar güvenli internet diyin, bunun adı sansürdür. Filtreyi kırana 'takip' - Yasakları atlatmak daha zor olabilir. Çünkü IP bazında filtreleme yöntemi kuruluyor burada. Hem daha zor olacak, hem de BTK maddelerinden bir tanesine göre, filtreleme sistemini aşmaya çalışanların tespit edilmesi söz konusu. - Bu yeni sistem altında port bazında da engelleme yapılacak. Yani BTK, Türk Telekom'a zarar verdiği gerekçesiyle bazı portları kapatarak Skype'ı da yasaklayabilir. Çok az detay verilmiş olduğu için o kadar muğlak ki; o yüzden bu taslağı son derece tehlikeli buluyorum. ## Okuyucu Yorumları
227579
haber
4. Yargı Paketi'nden sonra 5. ve 6. yargı paketleri de yolda
null
# 4. Yargı Paketi'nden sonra 5. ve 6. yargı paketleri de yolda ## Ali Babacan, "siyasi atmosfer olgunlaştığında" paketlerin TBMM gündemine getirileceğini söyledi Dördüncü yargı paketinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde büyük tartışma yaratırken, hükümetin iki yeni paketi için hazırlık yaptığı öğrenildi. Hürriyet Daily News Genel Yayın Yönetmeni **Murat Yetkin** ’in haberine göre, beşinci ve altıncı yargı paketlerinin yolda olduğu sinyali Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’dan geldi. Dünyadaki İtalyan Girişimciler Konfederasyonu’nun (CIIM EurAsiaMed) dün İstanbul’da düzenlenen diyalog toplantısına katılan Babacan, Türkiye ekonomisinin önümüzdeki beş yıl içinde karşı karşıya kalabileceği risklerle ilgili bir soru üzerine, en büyük sorunun ekonominin yasal temelleri olduğunu ve hükümetin çerçevesini hazırlamaya başladığı "beşinci ve altıncı yargı reformu paketleriyle" bu sorunun üstesinden gelineceğini belirtti. CIIM toplantısının ardından Hürriyet Daily News’ün sorularını da yanıtlayan Babacan, paketlerle ilgili detay vermekten kaçınarak, Adalet Bakanlığı’nın sorumluluğunda olan bir şey söylemenin "uygunsuz" olacağını belirtti. Reform paketlerinin sadece ekonominin yasal temelleriyle ilgili olmayacağını, ekonomi başlıkları da içereceğini ifade eden Babacan, yeni paketlerin açıklanma tarihinin henüz belirlenmediğini de sözlerine ekledi. Babacan, "siyasi atmosfer olgunlaştığında" paketlerin TBMM gündemine getirileceğini söyledi. Adalet Bakanlığı’ndan ise konuyla ilgili henüz bir açıklama gelmedi. ## Okuyucu Yorumları
128833
haber
50 promil kaç kadeh rakı eder?
null
# 50 promil kaç kadeh rakı eder? ## Yeni Trafik Kanunu Tasarısı, "2 kadeh rakıya 2 yıl hapis geleceği" şeklinde yanlış yorumlandı. **T24-** Yeni Trafik Kanunu Tasarısı, "2 kadeh rakıya 2 yıl hapis geleceği" şeklinde yorumlandı. Ancak uzmanlar, alkolün miktarının değil tüketenin metabolizması üzerindeki etkisinin önemli olduğunu söyledi. Yakalananın ehliyetine 6 aylığına el konulan 0.50 promil (50 promil) limiti için 40 yaşındaki 70 kilo bir erkeğin 1 duble rakı içmesi yeterli olurken, aynı yaş ve kilodaki bir kadının yarım duble rakı içmesi aynı etkiyi gösteriyor. İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanıp Başbakanlık’a gönderilen Karayolları Trafik Kanunu Tasarısı, en çok yasal limitin üzerinde alkol aldıktan sonra direksiyon başına geçenlere hapis cezası getirilecek olması yönüyle tartışıldı. Konu, basına ‘2 kadeh rakıya 2 yıl hapis’ olarak yansıdı. Ancak uzmanlar bu ölçümde sabit bir kadeh hesabı yapılamayacağını, çünkü ölçülenin alkol miktarı değil alkolün kişinin metobolizması üzerindeki etkisi olduğunu söylüyor. Bu etki de kişinin yaşına, cinsiyetine, kilosuna, son yudumu ne zaman aldığına, aç olup olmadığına, içkiyle birlikte yediklerine, ne hızla içtiğine ve daha pek çok biyokimyasal, genetik faktörlere göre değişebiliyor. Emniyet’ten uyarı Emniyet Genel Müdürlüğü ise dün promil alkol konusunda bir açıklama yaptı. Halen sürücüler, trafik denetimine tabii tutulduklarında 50, 100 promil alkol gibi değerlerden söz ediliyor. Yeni tasarıda ise 0.50/1.00 değerlerinden söz edilmesi, kafaları karıştırıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada tasarıda sınır değerler konusunda bir değişiklik yapılmadığı vurgulandı. Yani 0.50 ile kastedilen 50 promil alkol; 1.00 ile kastedilen 100 promil alkol. Tasarıda 1.00 olarak nitelendirilen değer, halk arasında 100 promil alkol olarak biliniyor, çünkü denetimler sırasında cihazın göstergesinde görünen rakamlar 50, 100, 110 gibi değerler olarak günlük dile yerleşmiş durumda. Emniyet açıklamasına göre yeni tasarıda 1.00 promil ve üzeri (bilinen şekliyle 100 promil ve üstü) alkol alarak araç kullanan sürücülerin, ‘başkalarının can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürdükleri’ varsayılarak trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu düzenleyen TCK 179/3’ten yargılanmaları öngörülüyor. 0.50 promil Ortalama 40 yaşında olan 70 kilo bir erkek için: 2 bira, 1 duble rakı, 2 kadeh şarap veya 1 duble votka Ortalama 40 yaşında olan 70 kilo kadın için 1 bira, 0.5 duble rakı, 1 kadeh şarap veya 0.5 duble votka Ortalama 70 yaşında bir kadın için 1 bira, 0.5 duble rakı, 1 kadeh şarap veya 0.5 duble votka 1.00 promil Ortalama 40 yaşında, 70 kilo bir erkek için: 4 bira, 2 duble rakı, 4 kadeh şarap veya 2 duble votka Ortalama 40 yaşında olan 70 kilo kadın için 3 bira, 1.5 duble rakı, 3 kadeh şarap veya 1.5 duble votka Ortalama 70 yaşında bir erkek için 2 bira, 1 duble rakı, 2 kadeh şarap veya 1 duble votka Uygulamada neler olacak? 0.50 promil (50 promil) alkolle yakalanan ticari araç sürücülerinin (taksi, dolmuş, otobüs, kamyonet ve çekici şoförleri gibi...) ehliyetlerine 6 aylığına el konulacak. 0.50-1.00 promil arası: İster ticari ister özel araç sürücüsü olsun, ehliyete 6 ay el konulacak. Para cezası uygulanacak. Bu miktar alkolle trafikte somut tehlikeye sebebiyet verenler, TCK’nın 179’uncu maddesi uyarınca 2 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanabilecek. 1.00 promil ve üzerinde alkol alarak araç kullanan sürücüler, yine TCK 179 gereğince ‘başkalarının can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürdükleri’ gerekçesiyle 2 yıla kadar hapisle yargılanabilecek. Trafikte alkollü araç kullananların ilk seferinde ehliyetleri 6 ay geri alınacak ve para cezası verilecek. İkinci kez yakalamada ehliyet 2 yıl geri alınacak ve para cezası uygulanacak. Üçüncü yakalamada ise ehliyet 5 yıl geri alınacak. Bunlara dikkat Tüketilen alkolün etkisi 45 dakikada en üst seviyeye çıkar. Aç karnına veya hızlı biçimde içmek alkolün etkisini arttırır. Az içmiş bile olsalar, araç sürücüleri son yudumu alır almaz hemen direksiyona geçmemeli; en az yarım saat beklemeli. Alkol tütekimi yağlı yiyeceklerle birlikte alındığında etkisi daha az olur. Alkol alımı sırasında beyaz peynir yenmesinin temel nedeni de budur. Vücuttaki yağ oranı da alkolün etkisini azaltır. ## Okuyucu Yorumları
193631
haber
50 soruda Genel Sağlık Sigortası nedir?
null
# 50 soruda Genel Sağlık Sigortası nedir? ## Sosyal Güvenlik Kurumu, Genel Sağlık Sigortası'yla ilgili merak edilenlere 50 soruda yanıt verdi. **T24 - **Sosyal Güvenlik Kurumu, Genel Sağlık Sigortası'yla ilgili merak edilenlere 50 soruda yanıt verdi. 1 Ocak 2012'de yürürlüğe giren GSS ile ilgili hem vatandaştan hem de kamu kurumlarından yüzlerce soru geldi. Kimler gelir testi yaptıracak, kim ne kadar prim ödeyecek, borcu olan sigortadan yararlanmaya devam edecek mi, emekli olan ama yaşı bekleyenler gelir testi yaptıracak mı, 1 yıl ücretsiz izin alan memur sağlık sigortasını kullanabilecek mi, yurtdışında olan Türk vatandaşlarına test zorunluluğu var mı, adres değişikliğini yakınları yaptırabilecek mi? hurriyet.com.tr'den **Aysel Alp** 'in "50 Soruda Yeşilkart ve Gelir Testi" başlığıyla yayımlanan haberi şöyle: Genel Sağlık Sigortası uygulamasına ilişkin soru ve cevaplar **1- 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren genel sağlık sigortası uygulamasındaki değişiklikler nelerdir?** Genel sağlık sigortasından yararlanılmasında temel şartlardan birisi, Türkiye'de ikamet etmektir. 1/1/2012 tarihinden itibaren zorunlu genel sağlık sigortası uygulamasına geçilmiştir. Buna göre; tutuklu ve hükümlüler, er, erbaş ve yedek subay okulu öğrencileri, yabancı bir ülkede sosyal sigortaya tabi olması nedeniyle sözleşmeli ülke adına sağlık yardımları karşılananlar, Kuruma devir alınacakları tarihe kadar 5510 sayılı Kanunun geçici 20’nci maddesi kapsamındaki banka ve sigorta şirketlerinin sandıkları kapsamında bulunanlar ile bunların bakmakla yükümlüleri, yabancı ülke vatandaşlarından Türkiye'de kesintisiz olarak bir yıldan fazla ikamet etmeyenler, milletvekilleri ile Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleriyle bunların emeklileri ile dul ve yetimleri hariç olmak üzere Türkiye'de ikamet edenler, zorunlu genel sağlık sigortası kapsamına alınmıştır. İşçi, esnaf ve memur olanlar **2- Sosyal güvencesi bulunan işçi (4/a), esnaf(4/b), memur(4/c) olanlar ile bu sigortalılıklarından dolayı aylık alanların durumlarında değişiklik olacak mı?** Sigortalılığı bulunan bu kişiler ile bunların bakmakla yükümlü oldukları kişilerin sağlık yardımlarının, daha önce olduğu gibi kanun kapsamında karşılanmasına aynen devam edilecektir. Yani; işçi, memur veya esnaf olarak çalışan zorunlu sigortalılar ve emekliler ile bunların bakmakla yükümlü oldukları kişiler için herhangi bir değişiklik bulunmamaktadır. **3- Kanun kapsamında zorunlu sigortalı olan ve kendi nam ve hesabına çalışanlardan (4/b’lilerin) 60 günden fazla prim borcu olanlar ne yapacaktır?** Bu durumda olanların borçlarının tamamının ödenmesi veya 6183 sayılı Kanuna göre 36 aya kadar taksitlendirmesi suretiyle ilk taksitin (peşinatın) ödenmesi halinde, kendileri ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden yararlanmaları mümkün bulunmaktadır. Borcun taksitlendirme işlemi, Kurum ünitelerince taksitlendirme müracaat ve çok zor durum halini gösteren (Kurum web sayfasında yer alan) belgelerin verilmesi ve peşinat tutarının ödenmesi ile yapılabilmektedir. **4- Kendi nam ve hesabına çalışanlardan (4/b’liler) 60 günden fazla prim borcu olan ancak ödeme veya taksitlendirmede bulunmayan sigortalıların bakmakla yükümlü oldukları eş ve çocukları sağlık hizmetlerinden nasıl yararlanacaktır?** Bu durumda olanların bakmakla yükümlü olduğu eş ve 18 yaş üstü çocukları Kurumumuza genel sağlık sigortalısı olmak için Kurumumuza talepte bulunabilirler. Talepte bulunduktan sonra gelir testi için ikametlerinin bulunduğu sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına (SYDV) başvurmaları halinde gelir tespiti sonuçlarına göre prim ödemek suretiyle veya primleri devlet tarafından karşılanmak suretiyle sağlık hizmetlerinde yararlanabileceklerdir. **5- Kendi nam ve hesabına çalışanlardan (4/b’ liler) (4/a) kapsamında hizmet akdine tabi olarak çalışanlarsa sağlık hizmetlerinden nasıl yararlanacaktır?** Kendi nam ve hesabına çalışanlar(4/b'liler), bir ve birden fazla işverene bağlı olarak hizmet akdine tabi çalıştığında, Kanunun 53 üncü maddesi gereği (4/b) kapsamında sigortalılıkları sona ereceğinden, (4/a) kapsamında en az 30 gün prim ödenmek şartıyla sağlık yardımlarından kendileri ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler faydalandırılacaktır. Ancak prim borcunun ödeme yükümlülüğü devam edecektir. 18 yaş üstü çocuklar **6- 18 yaşın üzerindeki çocukların durumu ne olacaktır?** 18 yaşın üzerindeki erkek çocuklar, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim görmesi durumunda ise 25 yaşını doldurmamış ve evli olmayanlar, ana veya babasının sağlık güvencesinden yararlanmaya devam edecektir. Yani, bu kişilerin her yıl öğrenci belgelerini sosyal güvenlik il müdürlüğü/sosyal güvenlik merkezine göndermesi yeterli olacaktır. 1/10/2008 öncesi bakmakla yükümlü olunan kişi olarak sağlık yardımlarından faydalanan kız çocukları ise 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren de sağlık yardımlarından, daha önce olduğu gibi sigortalı veya evli olmadığı sürece yaş şartı aranmaksızın faydalandırılacaktır. **7- 18 yaşın üzerinde çalışmayan/okumayan veya 25 yaşın üzerinde okuyan/okumayan/ çalışmayan erkek çocukların durumu ne olacaktır?** Bu kişiler, 1/1/2012 tarihi itibarıyla 5510 sayılı Kanunun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (g) bendine göre re?sen tescil edilecektir. Bu kapsamdakiler, gelir testi yaptırmaları için ikametlerinin bulunduğu yerdeki sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfına başvurmaları gerekmektedir. Gelir testi sonucuna göre de prim ödeme yükümlüsü, devlet ya da kendileri olacaktır. **8- Bakmakla yükümlülük durumu sona eren çocukların gelir testinde ana ve babasının gelirleri mi yoksa kendi gelirleri mi dikkate alınacaktır?** Gelir tespitinde aile olarak aynı hane içinde yaşayan ve nüfus kayıtlarında yer alan eş, yaşlarına bakılmaksızın evli olmayan çocuk ve genel sağlık sigortalısı olarak tescil edilecek kişinin ana ve babası esas alınmaktadır. Buna göre; ana ve/veya babasıyla aynı adreste ikamet eden ve yaş koşulları nedeniyle ana/babanın bakmakla yükümlüsü konumunda olmayanların gelir testi yapılırken ana, baba ve çocuğun gelirleri hesaplamada dikkate alınmaktadır. Ancak nüfus kayıtlarında göre ana ve babasından ayrı ikamet eden bakmakla yükümlülük durumu sona ermiş olanların gelir testi, ayrı olarak yapılacaktır. **9- Öğrenim görmesi nedeniyle ailesi ile aynı hanede yaşamayan 25 yaşından küçük çocuklar, gelir testi yapılırken dikkate alınacak mıdır?** Aynı hanede yaşamayan ve öğrenimi nedeniyle başka bir hanede yaşayan evli olmayan çocuklardan öğrenim görmesi nedeniyle 25 yaşını doldurmamış olanlar, gelir testinde aynı aile içinde değerlendirilecektir. 18 yaş altı çocuklar **10- Ana ve babasının sosyal güvencesi olmayan çocuklar ne yapacaktır?** Ülkemizde yaşayan herkes zorunlu olarak genel sağlık sigortalısı kapsamında tescil edileceğinden, bu kişilerin 18 yaşın altındaki çocukları da bakmakla yükümlü oldukları çocuk olarak Kanunun (60/g) bendi kapsamında tescili olan ana/babası üzerinden sağlık yardımlarından faydalandırılacaktır. 18 yaşın altındaki tüm çocuklara 30 gün prim ödemiş olma ve prim borcu bulunmaması şartları aranmaksızın sağlık hizmeti verilmeye devam edilecektir. **11- 18 yaşını tamamlamadan evlenenler ile bunların çocukları genel sağlık sigortası kapsamına nasıl alınacaktır?** Türk Medeni Kanununa göre evlenmeyle kişi ergin olunacağından, 18 yaşından küçük ve herhangi bir sosyal güvencesi olmayan kişiler de Kanunun (60/g) bendine göre genel sağlık sigortalısı olmak için Kuruma müracaat edenler, müracaat tarihi itibariyle tescil edilecek ve bunlar da ikametlerinin bulunduğu vakfa başvurmak suretiyle gelir testi sonucuna göre işlem yapılacaktır. Yeşil kartlılar ile sosyal güvencesi olmayanlar ve bunların gelir testi işlemleri **12- 1/1/2012 tarihinden önce 3816 sayılı Kanuna göre yeşil kartı olanlar, sağlık yardımlarından nasıl yararlanacaktır?** 1/1/2012 tarihinden önce yeşil kart sahibi olan ve bu tarihten sonra da vizesi (hak sahipliği) devam edenler, genel sağlık sigortası kapsamında sağlık yardımlarından yararlanmaya vize süresi dolana kadar devam edeceklerdir. Vize süresinin dolduğu tarihten itibaren de en geç bir ay içinde gelir testi yapılması için ikametlerinin bulunduğu sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına (SYDV) başvurmaları gerekmektedir. Yapılan gelir testi sonucuna göre aile içinde kişi başına düşen aylık ortalama gelirleri asgari ücretin üçte birinin altında olanlar, yeşil kartlı (Kanunun 60/c-1 alt bendi kapsamında) gibi primi devlet tarafından karşılanarak sağlık hizmetlerinden faydalandırılacaklardır. **13- 1/1/2012 tarihinden sonra yeşil kart vizeleri dolanların sağlık yardımlarından yararlanması için ne yapması gerekmektedir?** Söz konusu kişilerin, vize süresinin dolduğu tarihten itibaren bir ay içinde gelir testi yapılması için ikametlerinin bulunduğu yerdeki sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına (SYDV) başvurmaları gerekmektedir. **14- Gelir testi yaptırmak için sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına nasıl ulaşılabilir?** Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının adres ve diğer iletişim bilgilerine; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı?nın "http://www.aile.gov.tr" veya "http://www.sydgm.gov.tr/tr/vakif" web adreslerinden erişilebilmektedir. Ayrıca gelir testine müracaat edeceklerin ikametlerinin bulunduğu il veya ilçelerdeki valilik/kaymakamlıklardan da bilgi alınarak öğrenilebilir. 4 / 11 **15- Gelir testi yaptırmak isteyenler müracaat formunu nereden temin edilebilir?** Gelir testi müracaat formu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı?nın web adresinden veya vakıflara bizzat müracaat edilerek temin edilebilir. **16- Her hangi bir sosyal güvencesi olmayanlar 31/1/2012 tarihine kadar gelir testi için müracaat etmezlerse ne olacaktır?** 1/1/2012 tarihi itibariyle her hangi bir sosyal güvencesi olmayanlar Kurum tarafından Kanunun (60/g) bendi kapsamında re?sen tescil edilmişlerdir. Bu kapsamdakilere Kurum tarafından gelir testi yaptırmaları için "gelir testine müracaat bildirim" belgesi adreslerine gönderilmiştir. "Gelir testine müracaat bildirim" belgesi tebliğ edilenler, tebliğ tarihinden itibaren en geç bir ay içinde ikametlerinin bulunduğu vakıflara başvuracaklardır. Ancak bu yazının alınmasını beklemeksizin de doğrudan gelir testi için ikametlerinin bulunduğu vakıflara başvurabilirler. Dolayısı ile 31/1/2012 tarihi, son müracaat tarihi olarak değerlendirilmeyecektir. **17- Gelir testi yaptıranların daha sonra hangi işlemleri yapması gerekmektedir?** Gelir testi yaptıranların gelir testi sonuçları, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları tarafından SGK?ya elektronik ortamda gönderileceğinden, bu kişilerin tescil işlemi için Kuruma ayrıca başvuruda bulunmaları gerekmemektedir. Gelir testi sonucunda aile içindeki kişi başına düşen aylık ortalama gelire göre bu kişilere, SGK tarafından genel sağlık sigortası statüsünü ve ödemesi gereken prim miktarını gösteren yazılı bildirim yapılacaktır. **18- Herhangi bir sosyal güvencesi olmayanlar gelir testi yaptırmaları için sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına hangi sürede başvurmaları gerekmektedir?** Herhangi bir sosyal güvencesi olmayanlar veya genel sağlık sigortasından yararlanma süresi sona erenler, Kurumun tebligatını beklemeksizin doğrudan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına başvurabilirler. Ancak bu kişiler Kanunun (60/g) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılmakta ve bu kişilerin gelir testi yaptırmaları için adreslerine gönderilen "gelir testine müracaat bildirimi" tebliğ tarihinden itibaren bir ay içerisinde ikametlerinin bulunduğu yerdeki sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına başvurmaları gerekmektedir. **19- Genel sağlık sigortasından yararlanma hakkı olmayanlar/sona erenler gelir testi yaptırmak istememeleri durumunda ne yapmalıdır?** Herhangi bir sosyal güvencesi olmayanlar veya genel sağlık sigortasından yararlanma hakkı sona erenler, gelir testi yapılmaması yönündeki yazılı beyanı ile Kuruma başvurması halinde, asgari ücretin iki katı üzerinden % 12 oranında hesaplanacak tutarda genel sağlık sigortası primi ödeyeceklerdir. (2012 yılı ilk altı ayı için aylık 213-TL?dir.) **20- Gelir testi sonucu prim ödeme yükümlüsü olanların bakmakla yükümlü olduğu kişileri de prim ödeyecek mi?** Gelir testi sonucu aile içinde kişi başına düşen aylık ortalama geliri asgari ücretin üçte biri ve üzerinde olanların genel sağlık sigortalısı olarak prim ödeme yükümlüsü (60/g bendi kapsamında) kendisidir. Bu kişilerin bakmakla yükümlü olduğu eş, çocukları, varsa ana ve babası prim ödeme yükümlüsü değildir. Bunların bakmakla yükümlü olduğu eş, çocukları, ana ve babası, tescil edilen sigortalı üzerinden sağlık yardımlarından yararlanacaklardır. **21- Gelir testine başvurulması kişilere hangi hakkı sağlamaktadır?** Genel sağlık sigortası kapsamında tescil edilenlerin gelir testi yaptırmaları sonucunda ödeyecekleri prim miktarı, kişinin gelir durumuna göre belirlenmektedir. Gelir testi sonucu, aile içinde kişi başına düşen gelir tutarının asgari ücretin üçte birinden az olması durumunda bu kişiler, primleri devlet tarafından karşılanmak suretiyle genel sağlık sigortasından yararlanacaklardır. Gelir testi sonucu, aile içinde kişi başına düşen gelir tutarının asgari ücretin üçte birinden fazla olması durumunda, tespit edilen gelir düzeyine göre prim ödeme yükümlüsü olacaktır. Gelir testinin yaptırılmaması halinde ise tescil edilen kişinin geliri, asgari ücretin iki katından fazla olduğu kabul edilerek asgari ücretin iki katı üzerinden prim ödemesi gerekecektir. **22- Gelir testi işlemi yapılırken neler dikkate alınmaktadır?** Gelir testi yapılırken, genel sağlık sigortalısı ile aynı ikametgâhta yaşayan eş, evli olmayan çocuklar ile ana ve babanın gelirleri, harcamaları, taşınır ve taşınmazları ile bunlardan doğan hakları da dikkate alınarak belirlenen ailenin aylık geliri, hanede yaşayan aile bireyi sayısına bölünerek aile içinde kişi başına düşen gelirin aylık tutarı tespit edilmektedir. **23- Gelir testi sonucu, gelirleri asgari ücretin üçte birinin altında olanlar prim ödeyecek midir?** Gelir testi sonucuna göre; aile içinde kişi başına düşen gelirin aylık ortalama tutarının, brüt asgari ücretin üçte birinden az olması halinde sağlık primi devlet tarafından karşılanmakta olup, kendileri ayrıca prim ödemeyecektir. Gelirleri bu şekilde tespit edilenler, 1/1/2012 öncesindeki yeşil kartlılarda olduğu gibi prim ödemeyecekler ve Kanunun (60/c-1) bendi kapsamında sigortalı sayılacaklardır. **24- Gelir testi sonucu aile içinde kişi başına düşen geliri, brüt asgari ücretin üçte birinden fazla olanlar ne kadar prim ödeyecektir?** 1/1/2012 - 30/6/2012 tarihleri arasındaki asgari ücret (886,5-TL) dikkate alındığında; - Kişi başına düşen aylık gelir, brüt asgari ücretin üçte biri ile asgari ücret arasında (295,50 - 886,50-TL) ise aylık 35,46 -TL, - Kişi başına düşen aylık gelir, asgari ücret ile asgari ücretin iki katı arasında (886,50 - 1.773-TL) ise aylık 106,38 -TL, - Kişi başına düşen aylık gelir, asgari ücretin iki katından daha fazla (1.773-TL?den) ise aylık 212,76 -TL, 1/7/2012 - 31/12/2012 tarihleri arasındaki asgari ücret (940,50-TL) dikkate alındığında; - Kişi başına düşen aylık gelir, brüt asgari ücretin üçte biri ile asgari ücret arasında (313,50 - 940,50-TL) ise aylık 37,62 -TL, - Kişi başına düşen aylık gelir, asgari ücret ile asgari ücretin iki katı arasında (940,50 - 1.881-TL) ise aylık 112,86 -TL, 6 / 11 - Kişi başına düşen aylık gelir, asgari ücretin iki katından daha fazla (1.881-TL?den) ise aylık 225,72 -TL, Genel sağlık sigortası primi ödenecektir. Ödenen bu prim karşılığı sigortalı ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler sağlık hizmetlerinden yararlanacaktır. Gelir testi yaptırmak istemeyenler**25- Gelir testi yaptırmak istemeyenler ne yapmalıdır?** Gelir testi yaptırmak istemeyenler, Kuruma verecekleri gelir testi yaptırmak istemediklerine ilişkin yazılı beyan üzerine asgari ücretin iki katı üzerinden prim ödeyerek genel sağlık yardımlarından kendileri ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler yararlanabilirler. **26- "Gelir testi müracaat bildirim" yazısının tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde vakfa müracaat etmeyenlere ne işlem yapılacaktır?** "Gelir testi müracaat bildirim" yazısının tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde vakfa müracaat etmeyenlere gelirleri asgari ücretin iki üzerinden prim tahakkuku yapılarak Kanunun (60/g) bendi kapsamında tescilli olacaktır. **27- Çalışmayanlar ve ayrıca gelir testi yaptırmak istemeyenler uzun vadeli sigorta kollarına tabi prim ödemek suretiyle genel sağlık sigortasından nasıl yararlanabilirler?** Hem uzun vadeli sigorta (malullük, yaşlılık ve ölüm) hem de genel sağlık sigortasından yararlanmak isteyenler, isteğe bağlı sigortalılık kapsamındaki müracaatlarına bağlı olarak, müracaat tarihini takip eden günden itibaren tescil edilirler. İsteğe bağlı sigortalı olunması halinde, en az brüt asgari ücretin % 32?si oranında (886,50 x 32/100 = 283,68) prim ödeyerek hem emeklilik hem de 30 günlük prim ödeme şartını yerine getirerek kendileri ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, prim borcunun olmaması kaydıyla sağlık hizmetlerinden yararlanılması imkânı bulunmaktadır. Özel sağlık sigortası olanlar **28- Özel sağlık sigortası bulunanların genel sağlık sigortası kapsamına alınması zorunlu mudur?** 1/1/2012 tarihinden itibaren genel sağlık sigortası Kanun gereği "zorunlu" olarak uygulanmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye'de ikamet eden herkes 5510 sayılı Kanunun belirlediği şartlar içerisinde genel sağlık sigortalısı olmak durumundadır. 65 yaş veya özürlü aylığı alanlar **29- 2022 sayılı Kanuna göre 1/1/2012 tarihinden önce 65 yaş veya özürlü aylığı alanlar, sağlık yardımlarından nasıl yararlanacaktır?** 1/1/2012 tarihinden önce 2022 sayılı Kanuna göre; 65 yaş veya özürlü aylığı alanlar herhangi bir vize ve gelir testi işlemine tabi olmaksızın aylık aldıkları sürece kendileri ile bakmakla yükümlü olduğu kişiler, genel sağlık sigortasından Kanunun (60/c-3) bendi kapsamında yararlanacaklardır. 7 / 11 1/1/2012 tarihinden önce de olduğu gibi, 18 yaş altı özürlü aylığı alan çocukların ana ve babası bu özürlü çocuğu üzerinden bakmakla yükümlü sıfatıyla sağlık yardımlarından yararlanmayacaktır. Özürlü çocuklar ise aylık aldıkları sürece sağlık yardımlarından sadece kendileri yararlanacaktır. Geçici köy korucuları **30- 442 sayılı Kanuna göre geçici köy koruyucusu olan veya bu Kanuna göre aylık alanlar, 1/1/2012 tarihinden sonra sağlık yardımlarından nasıl yararlanacaktır?** Bu kişiler, Kanunun (60/c-9) bendi kapsamında sigortalı sayılacaklar, gelir testine ve vize işlemine tabi olmaksızın geçici köy koruyucusu olarak görevleri devam ettiği sürece, aylık alanlar ise aylıkları devam ettiği sürece genel sağlık sigortalısı sayılacaklardır. Her ayın primi, takip eden ayın sonuna kadar Kurumun anlaşmalı olduğu (T.C. Ziraat Bankası, Halk Bankası, Vakıfbank) bankalara ödenecektir. Avukatlık stajı yapanlar **31- Avukatlık stajı yapanların durumu ne olacaktır?** Genel sağlık sigortalısı veya bakmakla yükümlü olunan kişi durumunda olmayan stajyer avukatlar, genel sağlık sigortası primleri staj süresince Türkiye Barolar Birliği tarafından karşılanarak sağlık yardımlarından faydalanmaktadır. Banka sandıklarına tabi olanlar **32- Banka sandıklarına tabi sigortalı veya emekli olanların sağlık yardımlarından yararlanmak için herhangi bir işlem yapmaları gerekmekte midir?** Söz konusu kişilerin herhangi bir işlem yapması gerekmemektedir. Kanunun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki bankalar, sigorta ve reasürans şirketleri, ticaret odaları, sanayi odaları, borsalar veya bunların teşkil ettikleri birliklerin personeli için kurulmuş bulunan sandıkların iştirakçileri, bu sandıklardan aylık veya gelir bağlanmış olanlar ile bunların bakmakla yükümlülerinin sağlık hizmetleri, Kurumca devralınıncaya kadar ilgili kuruluşlarca karşılanacağından bu kişiler, devir işlemlerinden sonra genel sağlık sigortası kapsamına alınacaktır. Prim gününü tamamlamış ancak yaş şartını bekleyenler **33- Yaşlılık aylığı bağlanması için gerekli olan prim ödeme gün sayısını tamamlayıp, yaş şartının dolmasını bekleyenlerden herhangi bir sigortalılığı bulunmayanlar genel sağlık sigortasından nasıl yararlanacaktır?** Söz konusu kişiler de Kanunun (60/g) bendine göre genel sağlık sigortası kapsamına alınmış olup, gelir testine başvurmaları halinde gelir testi sonucuna göre primleri ya devlet tarafından ödenecek ya da kendileri aile içinde kişi başına düşen gelir tutarına göre genel sağlık sigortası primi ödemekle yükümlü olacaklardır. Part time çalışanlar **34- Part-time çalışan kişilerin genel sağlık sigortasından yararlanmaları için eksik olan günlerin primlerini ödemeleri gerekecek mi?** 4857 sayılı İş Kanununa göre kısmi süreli veya çağrı üzerine çalışanlar ile ev hizmetlerinde ay içerisinde 30 günden az çalışanların eksik günlerine ait genel sağlık sigortası primlerini 30 güne tamamlamaları, 1/1/2012 tarihinden itibaren zorunludur. Bu şekilde çalışanlar, gelir testi yaptırmak suretiyle gelir testi sonucuna göre primlerinin devlet veya kendileri tarafından ödenmesi koşuluyla sağlık yardımlarından yararlanacaktır. Ancak bu sürelerini isteğe bağlı olarak (4/a) kapsamında prim ödeyerek tamamlamaları halinde, eksik günleri için ayrıca genel sağlık sigortası primleri ödemeyeceklerdir. **35- Part-time çalışanlardan kimlerin ay içindeki eksik bildirilen günlerini genel sağlık sigortası yönünden 30 güne tamamlama yükümlülüğü bulunmamaktadır?** Eksik gün nedeni "puantaj" olanlar, sosyal güvenlik destek primine tabi olanlar, Kanunun 5 inci maddesi kapsamındaki haklarında bazı sigorta kolları uygulanan sigortalılar, ay içinde birden fazla işyerinde çalışıp toplam çalışma süresini 30 güne tamamlayanlar ile kamu idarelerinde 657 sayılı Kanununun 4 üncü maddesinin (B) ve (C) bentlerine tabi çalışanlar, 4857 sayılı Kanuna tabi çalışmakla birlikte 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesine tabi sandıklarda çalışanlar için sandıklar Kuruma devredilinceye kadar 30 güne tamamlama yükümlülüğü aranmaz. Yurtdışında yaşayan Türk vatandaşları **36- İkamet adresi Türkiye’de olmakla birlikte yurtdışında bulunan Türk vatandaşlarının gelir testi için başvurması gerekmekte midir?** Söz konusu kişilerin, kendileri ya da Türkiye'deki yakınları tarafından, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS)'nden ikametgâh adresini yurtdışındaki adresi olarak güncellemeleri halinde, genel sağlık sigortası kapsamında sayılmayacaklardır. Ancak, bu kişilerin Türkiye'de yaşayan bakmakla yükümlü bulunduğu kişiler (eş, çocuk, ana, baba), Kanunun 60/g bendi kapsamında tescil edilecek olup, gelir testi için sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfına müracaat etmeleri sonucu yapılacak gelir testi sonucuna göre işlem yapılacaktır. **37- Türkiye’de çalışırken işyerinden ücretsiz izin alarak yurtdışına gidenlerin durumu ne olacak?** Kanuna göre (4/a) kapsamında olan kişiler yurt dışında ise ücretsiz izinli olduğu sürelerde işverenin bildirimi üzerine yurt dışında bulunduğu süre içinde bir takvim yılı içinde en fazla bir aylık sürede sağlık yardımından faydalandırılacaktır. Kanuna göre memur (4/c) olanlar ise; bir yıllık ücretsiz izinli olduğu sürelerde genel sağlık sigortalısı sayıldığından sağlık yardımlarından faydalandırılacaktır. **38- Burs kazanan eşiyle birlikte ABD’ye veya sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmamış ülkeye giden, ancak kendisi ev hanımı olarak bu ülkede yaşayan Türk vatandaşları da genel sağlık sigortası kapsamında prim ödemek zorundalar mı?** Bu kişilerin ikametgâhlarının, kendileri ya da Türkiye'deki yakınları tarafından Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi?nden (ADNKS) yurtdışındaki adres olarak güncellenmesi halinde söz konusu kişiler genel sağlık sigortalısı kapsamında prim ödemeyecektir. **39- Çifte vatandaş olup, Türkiye’de sigortası bulunmayan ancak vatandaşı olduğu yabancı ülkede çalışan veya sigortası/emekli olan Türkler ne yapacaktır?** Çifte vatandaşlığı bulunanların, ilgili ülkenin Ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi bulunması ve vatandaşı oldukları yabancı ülkede çalışmaları durumunda; Türkiye'ye gelirken iki taraflı sosyal güvenlik sözleşmesine göre sağlık yardımlarından faydalandığına ait "formüler" denilen belgeyi, yakınları adına ise ilgili ülkeden yine bunlar için istenilen "formüleri" getirmeleri gerekmektedir. Ancak, çifte vatandaşlığı bulunanların, sözleşmesiz ülkede çalışması ve ikametgâhlarının da yurt dışında bulunması halinde söz konusu kişiler genel sağlık sigortası kapsamına alınmayacaklardır. Yurtdışına eğitime gidenler **40- T.C. vatandaşı olup yurt dışına lisans, master, doktora eğitimi için gidenlerden çalışmayan ve sigortası olmayanlar ne yapacak? Onlar adına aile yakını gelir testine başvurabilecek mi?** Bu durumdaki kişilerin de kendileri ya da Türkiye'deki yakınları tarafından ikametgâhlarının Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS)?nden yurtdışındaki adres olarak güncellenmesi gerekmektedir. Bu durumda söz konusu kişiler, ikametgâhları yurt dışında olduğundan genel sağlık sigortası kapsamında tescil edilmeyeceklerdir. Ancak Türkiye'de bulundukları sürede bakmakla yükümlülük durumları yok ise gelir testine başvurarak gelir testi sonucuna göre genel sağlık sigortası hükümlerinden yararlanacaklardır. **41- Eğitim için yurtdışına giden ve sağlık sigortaları oradaki devlet veya okullar tarafından karşılanan vatandaşlar ne yapacaktır?** Bu durumdaki kişilerin de kendileri ya da Türkiye'deki yakınları tarafından ikametgâhlarının Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS)?nden yurtdışındaki adres olarak güncellenmesi gerekmektedir. Bu durumda söz konusu kişiler, ikametgâhları yurt dışında olduğundan genel sağlık sigortası kapsamında tescil edilmeyeceklerdir. **42- Devlet tarafından resmi burslu olarak eğitime gönderilmiş, 25 yaş üstü olup, Türkiye’de sigortası bulunmayanlar ne yapacak?** Bu durumdaki kişilerin de kendileri ya da Türkiye'deki yakınları tarafından ikametgâhlarının Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS)?nden yurtdışındaki adres olarak güncellenmesi gerekmektedir. Bu durumda söz konusu kişiler, ikametgâhları yurt dışında olduğundan GSS kapsamında tescil edilmeyeceklerdir. **43- Yabancı bayraklı gemilerde ve uluslararası sularda çalışan gemi adamlarının durumu ne olacaktır? Türkiye'ye döndüğü zaman mı sigorta kapsamına girecek?** Yabancı bayraklı gemilerde çalışan Türk vatandaşları, sosyal güvenlikleri yönüyle ikili sosyal güvenlik sözleşmelerine göre işlem yapılacaktır. İkili sosyal güvenlik sözleşmesi yoksa 5510 sayılı Kanun hükümlerine tabi olamayacaklardır. Genel sağlık uygulaması yönüyle Türkiye'ye döndüklerinde genel sağlık sigortası kapsamına gireceklerdir. Ancak Türk bayraklı gemilerde çalışan ve uluslararası sularda bulunan gemi adamları ise 5510 sayılı Kanuna göre (4/a) kapsamında zorunlu sigortalı olmaktadır. Bu kapsamda çalışıp sefer esnasında işe alınanların sigortalılık işlemleri, sigortalıların işe girdiği tarihten itibaren bir ay içinde yapılması gerekmektedir. Türkiye'de yaşayan yabancılar **44- Türkiye’de bir yıldan uzun süredir yaşayan ancak kendi ülkelerinde sağlık yardımlarından yararlanma hakkı bulunmayan yabancılar ne yapacaktır?** Türkiye'de kesintisiz bir yıllık ikamet süresini dolduran yabancılar, ilgili ülke kapsamında genel sağlık sigortası uygulaması yönünden sigortalı değilse bu sürenin dolduğu tarihten itibaren Kanunun (60/d) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılmışlardır. Dolayısıyla bu kişilerin genel sağlık sigortası kapsamında tescil işleminin yapılması için kesintisiz bir yıllık ikamet süresinin dolduğu tarihten itibaren bir ay içinde kendilerine en yakın sosyal güvenlik il müdürlüğü/sosyal güvenlik merkezine başvurmaları gerekmektedir. Gelirleri brüt asgari ücretin iki katı kabul edilerek bu tutar üzerinden hesaplanacak genel sağlık sigortası primi tahakkuk ettirilecektir. **45- Ülkemizde bir yıldan fazla süre ile ikamet eden ve kendi ülkesinden sigortalı veya emekli olan İngiltere vatandaşları, Türkiye’de sağlık hizmetlerinden nasıl yararlanacaktır?** İngiltere vatandaşlarının Türkiye'de bir yıldan fazla ikamet etmeleri halinde, kendi ülkelerinden sigortalı/emekli olmalarına karşın Türkiye'de bulundukları sürede kendi mevzuatları kapsamında sağlık hizmetlerinden yararlanamamaları nedeniyle, 5510 sayılı Kanunun (60/d) bendi kapsamında müracaatlarına bağlı olarak genel sağlık sigortalısı sayılabileceklerdir. **46- Bir Türk ile evlenmiş ancak 3 yılını doldurmadığı için T.C. vatandaşı olamamış bir kadın, Türk eşinin sosyal güvencesinden yararlanabilir mi?** Kanuna göre bu kişiler, ikamet izni almaları durumunda genel sağlık sigortasından faydalanabilecektir. **47- Türkiye’de oturma izni almış, sigortası olmayıp özel sağlık sigortası bulunan yabancıların durumu ne olacak?** Kesintisiz bir yıllık ikamet süresini dolduran yabancılar, ilgili ülke kapsamında sağlık hizmetlerinden yararlanması açısından sigorta kapsamında değilse bu sürenin dolduğu tarihten itibaren bir ay içinde sosyal güvenlik il müdürlüğü/sosyal güvenlik merkezine genel sağlık sigortası giriş bildirgesi ile başvurabilirler. Bu süre içerisinde başvuruda bulunmayanlara, brüt asgari ücret tutarında idari para cezası uygulanacaktır. Bu kişilerin özel sağlık sigortası kapsamında bulunması genel sağlık sigortası kapsamında sigortalı olmalarına engel teşkil etmemektedir. **48- Türkiye’de bir yıldan uzun süredir yaşayan ancak kendi ülkelerinde sigortası bulunmayan yabancılar gelir testi için sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına başvuracaklar mı?** Gelir testine müracaat hakkı, Kanunun (60/g) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılan Türk vatandaşlarına tanındığından, yabancı uyruklu olup ülkemizde ikamet edenlerin gelir testine müracaat hakları bulunmamaktadır. Bakmakla yükümlü olunan kişi **49- Bakmakla yükümlü kişi olarak sağlık yardımı alan kişi, sigortalı olduğunda sağlık yardımlarından yararlanmak için 30 gün beklemek zorunda mıdır?** Bakmakla yükümlü kişi olarak anası/babası/eşi üzerinden sağlık yardımı alan kişi, genel sağlık sigortalı olması durumunda sağlık yardımlarından faydalanmak için 30 gün bekleme süresine tabi olmayacak ve işe başladığı gün itibariyle sağlık yardımlarından yararlanabilecektir. **50- Hem bakmakla yükümlü statüsünde hem de sigortalı olan birisi sağlık hizmetlerini hangi kapsamda alacaktır?** Kanuna göre zorunlu veya isteğe bağlı sigortalı olanlar aynı zamanda bakmakla yükümlülük statüsü bulunması halinde, kendi sigortalılığı esas alınarak sağlık yardımlarından yararlanacaklardır. ## Okuyucu Yorumları
255505
haber
800 yıllık papaz odası tuvalete çevrildi
null
# 800 yıllık papaz odası tuvalete çevrildi ## Kiliseden camiye çevrilen Molla Gürani Camii'nde tarih siliniyor. 800 yıllık yapıda papaz odası tuvalete çevrildi. Mozaiklerin üzeri badana ile örtüldü. Girişe prefabrik ev yapılıp kat çıkıldı İstanbul Vefa’daki Molla Gürani Camii’nde tarihi izler siliniyor. Agios Theodoros Kilisesi olarak anılan ve Fatih Sultan Mehmet’in hocası tarafından camiye çevrilerek ‘Molla Gürani’ adını alan yaklaşık 800 yıllık yapı, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan Süleymaniye Koruma Alanı içinde ancak kaderine terk edilmiş durumda. Vefa’da ‘Kilise Cami’ olarak da bilinen yapıda Bizans döneminde ‘papaz odası’ olarak kullanılan bölüm fayans döşenerek tuvalet haline getirilmiş, aynı döneme ait kapılar beton dökülerek kapatılmış. Sütunların büyük bölümü, detaylar ve bezemelerin üzerleri de sıva, boya, kaplama ve halıyla örtülü. **Serdar Korucu** 'nun Radikal'de yer alan haberine göre, yapının içinde giriş bölümünde prefabrik bir ‘ev’ inşa edildi, tuvaletin hemen yanından çıkan merdivenlerle ulaşılan üst kata da bir başka ‘daire’ oluşturuldu. Ayrıca Molla Gürani Camii’nin kapalı tutulan bahçesine de ‘gecekondu’ inşa edildi. Yani eski kilisede üç ailenin yaşayabileceği alan meydana getirilmiş durumda. 2010 yılında basında yer alan haberlerin ardından Vakıflar Genel Müdürlüğü restorasyon kararı aldığını açıklayıp 2011 projelerine dahil ettiğini duyursa da aradan geçen üç senede hiçbir değişiklik yapılmadı. Halbuki Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada, "İlgili koruma kurulunun onayını müteakip onaylı restorasyon projeleri doğrultusunda gerekli restorasyon çalışmalarına başlanılacaktır" denilmişti. Uzmanlarsa eski Bizans kilisesi için yetkilileri uyarıyor. **Müzeye çevrilmeli Prof. Dr. İlber Ortaylı / Tarihçi:** Bu yapı geç Paleologos dönemine aittir. O dönem İtalyan etkisiyle yapılan mozaiklerin bir kısmı açılmıştı. Hepsi de çıkartılmadı. Fakat çok önemli mozaikler bulunuyor. Çok harap vaziyette. Duvarlarına birtakım musluklar açılmış, usulsüz eklemeler yapılmış. Duvarlarındaki yonca süslemelerinin ise haç zannedilerek üstü harçla kapatılmış durumda. Binanın çevresi de çok kötü durumda. Acilen korumaya alınması gerekiyor. Zaten cemaati de çok fazla değil. Özellikle ön cephesindeki giriş bölümü yani narteksin restore müzeye çevrilmesi lazım. Örnek olarak Fethiye Camii’nin alınması gerekiyor. **Eyice: Emniyet devreye girsin Prof. Dr. Semavi Eyice / Sanat tarihçisi:** 1. derece önemde bir tarihi eser. Avrupa ’daki ilk sanat tarihi kitaplarına ilk giren yapılardandır. Güya din adamı yetiştiren bir kesimin elinde. Mozaikleri de berbat ettiler. Üstelik resmedilenler Hıristiyan azizleri değil Tevrat peygamberleri. Yani İslam’ın da tanıdığı peygamberlerin kral betimi ile portreleri bulunuyordu. 40-50 sene önce ortaya çıkartılan bu eserlerin üstünü badana ile kapattılar. Bu konuda Emniyet teşkilatının devreye girmesi gerekiyor. ## Okuyucu Yorumları
232761
haber
ABD basını Snowden'ın The Guardian bağlantısına sordu: Gazeteci kimdir?
null
# ABD basını Snowden'ın The Guardian bağlantısına sordu: Gazeteci kimdir? ## ABD'de Edward Snowden'ın The Guardian gazetesi bağlantısı Glenn Greenwald'a NBC programında yöneltilen'Gazeteci kimdir?' sorusu üzerine medya eleştirmeni Jay Rosen programın okumasını yaptı **Çeviri: Varsan Çekiç** New York Üniversitesi Gazetecilik Profesorü ve medya eleştirmeni ** Jay Rosen**, Edward Snowden'ın, İngiliz The Guardian gazetesindeki bağlantısı **Glenn Greenwald** 'a, Amerikan NBC News kanalının "On Meet the Press" programında sunucu David Gregory'nin "Gazeteci kimdir?" ve "Snowden'a şu anki hareketlerinde bile yardım ve yardakçılık ettiniz. Siz Sayın Greenwald, neden bir suçla cezalandırılmamalısınız?" soruları üzerine pressthink.org sitesinde programın okumasını yaparak "Gazeteci Kimdir?" sorusuna örneklerler gösterdi. Jay Rosen'ın pressthink.org'da yayımlanan "David Gregory tries to read Glenn Greenwald and The Guardian out of the journalism club" başlıklı metnin Türkçe çevirisi: **David Gregory The Guardian ve Glenn Greenwald'u gazetecilik klubünden çıkarmaya çalışıyor** Dün "Meet the Press" programında David Gregory "gazeteci kimdir?" sorusunu, Edward Snowden'la, ABD hükümetinin gizli raporlarını sızdıran ve hükümetten kaçmakta olan amerikalı, bağlantılı Glenn Greenwald'a yükseltti. Gregory: *Şimdiki hareketleri kapsamında bile, Snowden'a yardım ve yardakçılık ettiniz. Siz Sayın Greenwald, neden bir suçla cezalandırılmamalısınız?* Greenwald buna programda, program sonrası Twitter'da ve aynı gün katıldığı diğer programlarda karşı çıktı. On the Press programında Greenwald: *Kendisine gazeteci diyen herhangi birinin diğer gazetecilerin ağır suçlarla suçlanıp suçlanmamasına herkesin önünde kafa patlatmasının çok sıradışı olduğunu düşünüyorum. Sorundaki varsayım David, Snowden'a yardım ve yardakçılık ettiğim iddiası, tamamen kanıtsız. Eğer bu teoriyi benimsemek istersen, ABD'de kaynakları ile beraber çalışan ve gizli bilgiler alan bütün araştırmacı gazeteciler birer suçlu anlamına gelir.* Twitter'da Greenwald, "David Gregory varken kimin hükümetin gazeteciliği suç kapsamına alma denemesine ihtiyacı var?" dedi. Gregory programın hemen ardından bu tweete cevap verdi, birşeylerin risk altında olduğunu gösteren bir sekme. Gregory: *Problem bu, kendisinin gazeteci olduğunu iddia eden birisi belli bir bakış açısı benimsemeden, bir gazetecinin soru yöneltmesine karşı çıkması. Ve bunlar tartışmanın taktiklerinin parçasıyken aslında, Greenwald kanun yapıcılar tarafından sorgulandı. Snowden durumundaki Greenwald'ın rolü hakkında sorular var. The Guardian'ın rolü hakkında sorular var. Soruyu soranı kovalamaktansa konular hakkında sorumluluğu üzerine almalı. Bunlar tatışmanın parçaları.* Gregory bize meselenin ilerlemesi için hiç bir bakış açısının olmadığını söyledi. O işini yapıyordu. Misafiri rahatsız edebilecek zor sorular soruyordu. NBC'den Chuck Todd, Greenwald'un Snowden'la ilişkisini açıklaması gerektiğine katıldı: "Greenwald'un, bilgileri almanın ötesinde bir rolü var mıydı?" Greenwald CNN'in "Reliable Sources" programında **Howard Kurtz** 'la konuşmaya devam etti: **Kurtz:** *Zaman kısa. Eğer kamuoyu ve medya çevreleri Snowden'a karşı dönerse, onunla yakın çalışmış birisi olarak komplo tertipçiliği ile katranlanırsan diye endişelerinin olup olmadığını sormalıyım.* **Greenwald:** *Obama hükümeti başka muhabirler için bu teori ile flört etmişti. Önceden "Meet the Press"te yaptığımız görüşmemizde David Gregory bu fikri uygun buldu. O kadar emin ki, bu bir sorun. Ancak bu beni hiçbir şekilde kısıtlamayacak ve engellemeyecek. Ben ilk yasaya inanıyorum ve basın özgürlüğü onun garantisi altındadır.* Burda olanlar hakkında bazı notlar ve yorumlarım var. 1. Gleen Greenwald'ın bir suçla suçlanacağı veya suçlanmalı sorusu Greenwald dahil herkese sorulabilir. Diğer muhabirlerin çoğunlukla yaklaşımı ve soruları, Greenwald'ın bir dava açılmasına karşı endişesi var mı üzerineydi. Bunu yapmanın bir çok yolu var. Soruda bir problem görmüyorum. Ancak Gregory, göstermeye çalıştığım gibi sorunun ötesine gitti. 2. Hükümetin sırlarının ortaya çıkmasını önlemek için gazetecilik uygulamalarını yasadışı kapsamına almanın atabileceği adımlardan olması, ayrıca sorulmaya değer bir sorudur. Yayında ve Twitter üzerinden Greenwald, McClatchy'nin son raporunun bağlamlarını eklemeye çalıştı: *Eski ABD isthbarat çalışanı Amerika'nın telefon kayıtlarını barındıran gizli derlemeleri ortaya çıkarmadan çok önce, Obama hükümeti güvenlik tehditlerine karşı hükümet çapında sıkı bir tedbir alınmasını, federal çalışanların birlikte çaılştıkları insanları daha yakın takip etmesi ve süphelerini rapor etmekte başarısız olanları cezalandırması için yöneticilerin cesaretlendirilmesi konusunda baskı kuruyordu.* *McClatchy'nin ele geçirdiği 1 Haziran 2012 tarihli Güvenlik Departmanı strateji programı "Şu gerçeği eve vurgulayın...sızdırmak ABD'nin düşmanlarına yardım etmekle aynı değerdedir" diyor.* 3. Gregory, Glenn Greenwald'a dava olasılığı önermesini öne itmeye karar verdi. "Hükümet peşinden gelmesinden endişe ediyor musun?" sorusunu geride bıraktı. Hatta aldırmayarak diyor: *Snowden gizli belgeleri ortaya çıkartarak suç işlediğini biliyor. Snowden gücün kötüye kullanımına karşı halkı uyarmak için bunu yaptığını söylüyor. Sen halkı, sana göre gücün kötüye kullanımına karşı uyarmaya çalışıyorsun. Buna yapmak için hukuka da karşı mı geliyorsun?* Sonuç şu: Greenwald'a meydan okumanınve bulaştırmadan kanun hakkında soru sormanın bir çok yolu var. 4. David Gregory sözü: Snowden'a yardım ve yardakçılık etme kapsamında... durumu tehditkâr bir hale getiriyor. David'in terimi güçlü bir etki yaratıyor. Gazeteciler ve kaynakları arasındaki normal ilişki devlet tarafından "Yardım ve yardakçılık" olarak adlandırıldığında, gazeteciliğin suç sayılması büyük ihtimalle olacaktır. Bu yüzden hükümet, ayrı bir sızıntı haberi yapan Fox News muhabiri James Rosen hakkında yaptığı yeminli beyanda benzer bir dil kullandığında, gazeteciler sinirlenmişti. 5. Washington Post'tan **Erik Wemple** Gregory için, "Sorusu örtülü bir federal yanlış suçlamasıyla, 'Eşinizi ne kadar zamandır dövüyorsunuz?' geleneğinde tohumlandı" diye yazdı. New York Times'dan **David Carr** "Sayın Gregory, sadece kışkıtıcı davrandığını düşünebilir. Ancak sorgusuna detaylı bakılınca, tartışmalı kaynaklardan gelen önemli bilgilerin haber yapılmasının suç oluşturabilen bir şey olarak öne sürüyor." 6. Gregory Greenwald'ı normal çalışma meselesinden ayırmaya çalışıyor. Gregory, Greenwald için "kendisinin gazeteci olduğunu iddia eden birisi" dedi. Belki öyle, belki değil. Bildiğimiz kadarı ile Glenn bir polemikçi, bir bakış açısına göre davacı. Gregory, Greenwald'a "Kimin gazeteci olduğu sorusu belki ne yaptığınla alakalı tartışmaya bağlı" dedi. "Gazetecilik nedir?" burada işin içine girdi, Gregory Cumhuriyetçi politik danışman ve NBC katılımcısı **Mike Murphy** 'e sordu. (Murphy hemfikir oldu.) Gregory Greenwald'ı gazeteciler klübünden çıkarmaya çalışmıyorsa, programı neden "Gazeteci kimdir?" seminerine döndürdü? 7. Ve bu yüzden 13 Haziran'da "Politikalar: bazı/Politikalar: hiç" başlıklı yazımı yazdım. Siyaset gazeteciliğinde sivrilmenin iki yolu. İkisi de baskın değil. İster hükümet içinde kaynağı olan, açık bakış açılı ya da "Bakış açısı yok, sadece haber" diyen gazeteci olsun, ister patronları tarafından köşe yazarı veya muhabir olarak adlandırılanlar olsun, ister kamuoyunu uyandırmak için belgesel yapanlar veya haber ajansı için haber yapanlar olsun, bunlar basın üyeliği ve basının korunması ile ilgili herhangi bir iddia için önemsiz nedenler. 8. Ulusal Güvenlik Dairesi eski müşaviri ve Bush hükümeti yetkilisi Steward Baker bir blog'a sahip. Blog'unda Washington Post'tan **Barton Gellman** 'ın (Snowden ona da gitti), "Gazetecilikten avukatlığa kayıp kaymadığını" merak ettiğini yazdı. Sızıntı davalarında hükümet, gaztecinin etrafında özel önlemler almakla yükümlüdür. Ancak bir avukata? Belki o kadar değil. Görüyorsunuz insanlara ne dediğiniz çok önemli. Onları "gerçek" gazetecilikten ayırmaya çalıştığınızda bu önemlidir. David Gregory'nin bunu anladığına emin değilim 9. Edward Snowden ile etkileşimde gördüğüm kadarıyla, The Guardian kaynağını temel olarak Washington Post'a benzer şekilde idare etti. Ve "İlk yasa tarafından korunan aktivite" dayanağında, Greenwald'ın Snowden-kaynaklı gazeteciliği ile Gellman'ın Snowden-kaynaklı gazeteciliğinde bir fark görmüyorum. David Gregory aralarında fark olduğuna dair bir kanıt sunmadı. Aslında Gellman ve Post'un "yardım ve yardakçılığı" hakkında bir şey söylemedi. Neden? 10. David Gregory bilmiyor ama bakış açılı bir gazetecilik, açısızlığa çağrı stilinde bir gazetecilik ve savunuculuk gazeteciliği, kusurlu kaynak röportajı sanatında ve yorumda iyi işler çıkarabilir. Hepsi de hikayeyi abarttığı, kaynaklara aşık olunduğu veya gerektiği yerde kuşku uygulanmadığı için eleştirilebilir. Buna Greenwald, Gellman ve diğer meslektaşları dahildir. Bu normal bir tartışmadır. "Snowden'a yardım ve yardakçılık ettiniz..." değil. Bu profesyonel normların sınırının aşıldığını akla getirir. Hangi dayanakla? Gregory saptamaya çalışmadı. Bu da onun müdahalesini garip kılan bir şey. 11. Barton Gellman, Steward Baker'ın eleştirilerine karşı savunmasında önemli bir nokta gösterdi. Gellman, bir bakıma ben bir avukatım dedi. Ancak... "Stewart Baker'ın gözden kaçırdığı benim avukatlığım, gizli güçlerin tartışmaya açılması içindir. Gazeteciler bunu yapar." Bu bir "Hiçbir yerden Görüşler" değil. Bu gazetecilerin de katılımcı olduğunu itiraf etmektir. 12. "Greenwald'ın rolü hakkında sorular var. The Guardian'ın rolü hakkında sorular var..." bu David Gregory'nin yapmak istediği neden Greenwald ve The Guardian'ın yaptıklarının kabul edilemez olduğuna dair tartışmasına bir jest. Ancak biz neden onların böyle bir yerleştirmeyi hak ettiğni öğrenemedik. Çünkü Gregory kendini programında tartışmalar monte eden biri olarak görmüyor. Onun yerine, o sadece insanlar sorduğu için sorulması kaçınılmaz hale gelen soruları soruyor. Böyle gereksiz tekrarlara dayandıkça, Gregory'nin sesi daha zayıflıyor. 13. Doğru: Devlet gözetimi hakkında şu an, geçmişte bildiğimizden büyük ölçüde daha çok biliyoruz. Başka bir doğru: 2010'da sahip olmadığımız kamuoyu tartışması, Washington Post'un büyük haber projesi "Top Secret America" sonrası artık sahibiz. The Guardian ve Washington Post'un yaptıklarını desteklememin esas nedeni bu olsa da, faaliyetleri (ve Snowden'ın) yüzünden çok geri itim meydana geleceğini itiraf ediyorum. ## Okuyucu Yorumları
247422
haber
AKP'nin 2014 formülü genel af mı?
null
## Abdulkadir Selvi: Bizler yeni Türkiye'yi inşa ederken birileri askeri vesayetten boşalan yere, 'Cemaat vesayeti'ni inşa etmiş Yeni Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi **Abdulkadir Selvi** AKP iktidarının 2013 yılında üst üste yaşadığı zorlu süreçten bir çıkış planı olmasının gerektiğine dikkat çekerek, "Def gibi gerildiğimiz bir aşamada yeni bir kucaklaşma neden yaşanmasın? Hem Ergenekon sanıklarının, hem çözüm sürecinin yararlanabileceği bir formülün geliştirilmesi zor değil. Birileri buna genel af diyebilir" dedi. Selvi bugünkü yazısında, devlette cemaat vesayetinin egemen olduğunu iddia ederek, "Eğer bir takım hukuksuzluklar yapıldıysa, cemaat ele geçirmek istediği yerlere, Ergenekon bayrağını sallamak suretiyle sızdıysa bunu tasfiye etmek görevimiz olmalı. O nedenle diyorum ki, geçmişte askeri vesayete karşı mücadele verdik şimdi de cemaat vesayetine karşı mücadele edeceğiz" ifadelerini kullandı. Abdulkadir Selvi'nin Yeni Şafak'ta **"Böcek koyanlar açıklanırsa"** başlığıyla yayımlanan (2 Ocak 2014) yazısı şöyle: AK Parti kurulduğu günden bu yana siyasi hayatının en çetin günlerinden birini yaşıyor. Geçmişte hakkında kapatma davası da açıldı, muhtıra da verildi. Bu tehditler Başbakan'ın güçlü liderliği ve milletin sağduyusu ile aşıldı. Eski Türkiye ile mücadele etmek suretiyle, Yeni Türkiye'yi inşa ettik. Ama bir de baktık ki, bizler yeni Türkiye'yi inşa ederken birileri askeri vesayetten boşalan yere, 'Cemaat vesayeti'ni inşa etmiş. Biz Ergenekon'u tasfiye ederken, onlar arkadan dolaşıp 'Paralel devlet'lerini kurmuş. O gün nasıl ki askeri vesayete karşı mücadele ettiysek, bugün de cemaat vesayetine karşı mücadele ediyoruz. Bizim karşı olduğumuz Ahmet'in ya da Mehmet'in vesayeti değil, doğrudan vesayetçi yapıya karşıyız. Ha askerin vesayeti olmuş, ha cemaat vesayeti... Fark etmez. Durduğumuz yer sağlam. Burada dikkat çekmek istediğim bir nokta var. 17 Aralık kalkışmasının meydana getirdiği travmadan kaynaklı bir savrulma yaşanıyor. Neredeyse askeri vesayetin geriletilmesi yanlıştı, Ergenekon operasyonları da gayri meşruydu denilecek. Ergenekon operasyonu adı altında Gülen hareketi kendi hesaplaşmasını yapıp, ele geçirecekleri kurumlara, operasyon yapmış, haksız-hukuksuz uygulamalara imza atmış olabilirler. Bu geçmişi askeri darbelerle dolu olan bir ülkede bizim askeri vesayet ve Ergenekon'la mücadelemizin yanlış olduğu anlamına gelmez. Peki bu bize bir mükellefiyet yükler mi? Yükler. Eğer bir takım hukuksuzluklar yapıldıysa, cemaat ele geçirmek istediği yerlere, Ergenekon bayrağını sallamak suretiyle sızdıysa bunu tasfiye etmek görevimiz olmalı. O nedenle diyorum ki, geçmişte askeri vesayete karşı mücadele verdik şimdi de cemaat vesayetine karşı mücadele edeceğiz. Yaşanan mağduriyetler ne olacak? Üretilen deliller, tapelere sonradan eklenen suç unsuru konuşmalar, birbiriyle bağlantılı olmayan kişilerden teşekkül ettirilen örgütsel yapılar... Bu durumda yapılacak olan Meclis'te bir komisyon kurmak ve bu işin gerçek fotoğrafını çekmek olmalı. Meclis Araştırma Komisyonu Ergenekon'la mücadele kılıfı altında haksızlık, hukuksuzluk yapıldığını, mağduriyetler yaşandığı tespit ederse, siyaset buna duyarsız kalamaz. 7 Şubat MİT operasyonu ve 17 Aralık kalkışması ile AK Partililer ilk kez bu sorunu içlerinde hissetmeye başladı. Bu bir sorgulama başlattı. Şimdi yapılacak olan bu işin gerçek bir fotoğrafını çekip, bunun üzerinden bir çözüm mekanizması geliştirmek olmalı. Ayrıca AK Parti'nin varlığının ortadan kaldırılmaya, Cumhurbaşkanlığı seçiminin engellenmeye çalışıldığı bir sırada AK Parti'nin yeni hamlelere ve yeni paydaşlara ihtiyacı var. 2013 yılında üst üste operasyona maruz kalan AK Parti'nin 2014'te bir çıkış planının olması lazım. Bu neden toplumsal barışı yeniden inşa planı olmasın. 'Def gibi gerildiğimiz' bir aşamada yeni bir kucaklaşma neden yaşanmasın? Hem Ergenekon sanıklarının, hem çözüm sürecinin yararlanabileceği bir formülün geliştirilmesi zor değil. Birileri buna genel af diyebilir. Ya da bir kısım hukukçunun üzerinde çalıştığı gibi, kademeli bir denetimli serbestlik getirilebilir. Bizim buradan güçlenerek çıkmamız lazım. 2014'te siyasetin en önemli gündem maddesi bu olmalı. Bu arada Başbakan Erdoğan, 'Paralel devlete' karşı mücadele startını verdi. Son zamanlarda kararlı tavrı ve ketum tutumu dikkat çekiyor. Bazı şeylerin bilinmesini istemiyor. Öyle ki, AK Parti'nin geniş katılımlı toplantılarında bu yönde değerlendirmeler yapmaktan kaçınıyor. 'Her şeyi biliyoruz' diyor. Paralel İstihbarat tarafından çalışma ofisine dahi böcekler yerleştirilen Başbakan'ın susarak, operasyon yapması en doğrusu. Yerin kulağı var. Bu arada yakın bir zamanda Başbakan'ın ofisine böcek koyanlar açıklanırsa şaşırmayın. Ama seyreyleyin gümbürtüyü. Başbakan'da söyledi, çok yaklaştık diye... ## Okuyucu Yorumları
233617
haber
Abdullah Cömert ateşli silahla vurulmuş
null
# Abdullah Cömert ateşli silahla vurulmuş ## Otopsi raporunda kurşun'un burun bölgesinden girdiği belirtildi ancak ölüm sebebinin belirlenemediği ifade edildi Gezi Parkı eylemleri kapsamında 3 Haziran'da Armutlu Mahallesi'ndeki protesto eylemine katılan 22 yaşındaki Cömert, başından vurulmuş, onlarca kişi de değişik yerlerinden yaralanmıştı. **Abdullah Cömert** ’in ateşli silahla öldürüldüğü otopsi raporuyla belgelendi. Yurt gazetesinden **Ömer Ödemiş** 'in haberine göre, Cömert'in hastanede yapılan ön otopsi raporunda şu bilgiler yer aldı: ## 'Ateşli silah girişi' "Alın ortada 5x4 cm'lik, alın sağ kaş üstünde birbirinin üstünde 2.5x1.5 ve 1.5x1 cm'lik 2 adet ekimoz, sağ kaş dış yanda 4x1.5 cm'lik sürtünme tarzı sıyrıklı ekimoz, burun kökünde 1x1 cmlik alt kısmında yanık ile uyumlu görünüm bulunan ateşli silahla oluşması muhtemel sıyrık..." Antakya Devlet Hastanesi'nde yapılan ön otopsinin sonuç kısmında ise şunlar belirtilmiş: burun kökünde muhtemelen ateşli silaha ait giriş sağ temporoksipitalde çıkış olduğu eks duhul halde geldiği" ifadesinin ardından kesin ölüm nedeni ise şu cümlelerle yer almış: "Mevcut harici muayene bulgularına göre kesin ölüm sebebini tespit edemedim. Klasik otopsiye gerek vardır." ## İstanbul'a soruldu Bunun üzerine Abdullah Cömert'in kesin ölüm nedeninin araştırılması için klasik otopsi yapıldı. Adli tıp uzmanı bilirkişi ise ölüm nedeni konusunda kesin düşüncesi olmadığını, ateşli silah girişinin deri altında kaldığını, çıkış bölümünde kırıklara yol açmadığını belirterek, ölüm nedeninin ateşli silah ile yaralanma olup olmadığı konusunda kesinleştirilmesi için detaylı analiz talep ederek topu İstanbul Adli Tıp Kurumu'na attı. Cömert'in kesin ölüm nedeni konusunda İstanbul Adli Tıp Kurumu'nun raporu beklenirken, göstericilerin üzerine ateş açıldığı doğrulanmış oldu. Otopsi raporlarını inceleyen İstanbul Adli Tıp Kurumu'nda görev yapan uzmanlar ise konuya "kesin ölüm nedeni belirlenemedi" imzası atan Adli Tıp Uzmanı Dr. Fikret Yeşiloğlu gibi bakmıyor. Otopsi raporunu inceleyen uzmanlar, "Otopsi raporunun sonuçlarını söyle okuduk. Abdullah Cömert sanki sağ tarafı yere gelecek şekilde yatırılmış ve başının sol tarafından nişan alınarak ateş edilmiş gibi. Raporun sonucu resmen ateşli bir silahı işaret ediyor. Adli tıp uzmanı raporunda şunu yazmış, 'Bize kalbi ve nabzı atmayan, bilinci, gözleri kapalı, beyni de çalışmayan bir insan geldi. Kararı siz verin." Yani resmen 'Ateşli silahla ölmüştür' raporu verememiş. Uzman ya bu raporu vermekten korkmuş ya da Cömert'in vurularak öldürülmesinin üzerini örtmeye çalışıyorlar" dedi. ## Okuyucu Yorumları
216391
haber
Abdullah Gül'den YÖK'e atama
null
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, boşalan Yükseköğretim Kurulu üyeliğine Prof. Dr. Hüseyin Yıldırım'ın Üniversitelerarası Kurul tarafından yapılan seçimini onayladı. Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi'nden yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı Gül'ün, boşalan Yükseköğretim Kurulu üyeliğine Prof. Dr. Hüseyin Yıldırım'ın Üniversitelerarası Kurulca yapılan seçimini, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 6. maddesinin b/5 bendi gereğince onayladığı kaydedildi. ## Okuyucu Yorumları
202981
haber
Afyon'da üç yaşındaki çocuğa cinsel saldırı!
null
Afyon'un Çay İlçesi'nde 3 yaşındaki erkek çocuğu evinin yakınındaki bir çarşıdan kaçırılmış, ardından balık lokantalarının arkasında baygın bir halde bulundu. Vatandaşlar tarafından bulunarak ambulansla Afyonkarahisar Zübeyde Hanım Doğum ve Çocuk Hastanesi'ne kaldırılan erkek çocuğu, tedavisinin ardından taburcu edildi. Doktor muayenesinde, çocuğun cinsel istismara maruz kaldığı tespit edildi. Kaçırılma olayıyla ilgili soruşturma başlatan emniyet ve jandarma ekipleri, çocuğun baygın bulunduğu arazinin yakınında inceleme yaptı. Olayla ilgili gözaltına alınan 14 zanlıdan 7'sinin emniyetteki sorgusunun ardından serbest bırakıldığı bildirildi. Boş bir alanda çıplak olarak bulundu Olay, pazartesi günü saat 16.00 sıralarında meydana geldi. Sokakta oynayan küçük çocuk, kimliği henüz belirlenemeyen kişi ya da kişilerce kaçırıldı. Oğlunun kaybolduğunu farkeden baba, polis merkezine giderek yardım istedi. Polis, arama çalışması başlatırken 3 yaşındaki çocuk saat 18.00 sıralarında D-300 Karayolu’nun kenarında bulunan balıkçı lokantalarının yanındaki boş alanda çıplak ve baygın halde bulundu. Küçük çocuğı bulan restoran çalışanları 112 Acil Servisi arayarak yardım istedi. Sağlık ekiplerinin yaptığı ilk müdahale ardından Afyonkarahisar Devlet Hastanesi’ne sevk edildi. Sağlık durumu ciddiyetini koruyan çocuğa tecavüz edildiği ileri sürüldü. Bunun üzerine ilçede çocuğun baygın bulunduğu sokakta toplananlar olayı protesto etti. Gerginliğin görüldüğü ilçede geniş güvenlik önlemi alan jandarma, öfkeli grubu güçlükle sakinleştirdi. Olayla ilgili emniyet ve jandarmanın ortak yürüttüğü soruşturma kapsamında şu ana kadar 20 kişi gözaltına alındı. Olayın ardından galeyana gelen vatandaşlar, güvenlik görevlilerince yatıştırıldı. ## Mardin'den Siirt'e, Bursa'dan Adana ve Antalya'ya taciz-tecavüz 2002 yılında da Mardin'de. N.Ç. adlı 13 yaşında bir kız çocuğu 24 kişinin tecavüzüne uğradı. Yargıtay 14. Ceza Dairesi, Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin "sanıklarla kendi rızasıyla birlikte oldu" kararını kısmen bozmuştu. Oturmakta da güçlük çeken N.Ç, devlet korunmasına alındıktan sonra defalarca ameliyat oldu. Bu gerçek ortaya çıktıktan sonra, "Utanç Davası" olarak akıllarda yer edinen davada, karara tepkiler büyük oldu. Olay 10 sene önce olduğu için, davanın "zaman aşımına" uğrama tehlikesi var. Davada 5'i tutuklu, 21'i tutuksuz sanık yargılanıyor. Bir sonraki duruşma 7 Haziran 2012 tarihinde yapılacak. 2006 yılında İzmir'de annesi ve aynı evde kaldığı üç kişinin işkencesine maruz kalan, adli tıp muayenesinde tecavüze uğradığı belirlenen 17 aylık bebek de hala unutulmuş değil. 2008'de Siirt'te 4 ilköğretim öğrencisi, yaşları 14 ile 70 arasında değişen onlarca kişinin tecavüzüne uğradı. Olayla ilgili olarak 100 erkek sorgulandı. Suçlananlar arasında arasında okul müdür yardımcısı, kızların sınıf arkadaşları, Siirt'in bazı tanınmış ailelerine mensup esnaf, bir asker ve bir polis vardı. Mağdurlardan S.T. (16), beşinci sınıftan itibaren iki yıl boyunca okul müdür yardımcısı Fahrettin Kuzu'nun tecavüzüne uğradığını öne sürdü. Kendisinden sonra sıra kız kardeşi H.T. (14) ile iki arkadaşı G.Y. ve Ş.Y'ye gelmişti. Okul müdür yardımcısından sonra, durumu öğrenen esnafın da çubuk kraker, 3-5 lira karşılığında kız çocuklarından faydalanmaya başladığı ortaya çıktı. Çocukların kendisini şikâyet ettiğini öğrenen Fahrettin Kuzu Siirt'ten kaçtıktan 19 ay sonra yakalandı. Olayın, uzun süre örtbas edildiği de anlaşıldı. 2008'de Bursa'da 14 yaşındaki B.Ç. adlı kız çocuğu o sırada Yeni Akit gazetesi yazarı olan Hüseyin Üzmez'in istismarına uğradı. Üzmez, 14 yaşındaki B.Ç.'ye cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle 13 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. 2.5 yıl tutuklu kalan 78 yaşındaki Hüseyin Üzmez, cezaevinde kaldığı süre yeterli görülerek tahliye edildi. 2009'da Siirt'te 3 yaşındaki bir kız çocuğu ile 2 yaşındaki bir erkek çocuğu tecavüze uğradı. Kız çocuğu tecavüz sonrası hayatını kaybetti, erkek çocuğu da tecavüz sonrası ölüme terk edildi. Zanlıların yaşları 13 ile 14 arasında değişen ilköğretim öğrencileri olduğu anlaşıldı. 8 erkek öğrenci, çıplak fotoğraflarını çekip şantaj yaptıkları 15 yaşındaki kız çocuğundan kendilerine çocuk getirmesini istediler. Bunun üzerine biri iki, diğeri üç yaşındaki kuzenini bu gruba teslim etti. 8 erkek öğrenci ve 15 yaşındaki kız çocuğu Çocuk Esirgeme Kurumu'nda gözlem altına alındıktan sonra, "çocuğun nitelikli cinsel istismarı", "çocuğun nitelikli cinsel istismarına yardım etmek" ve "hürriyet tahdit" suçlamalarıyla tutuklandı. 2010 yılında Tunceli Ovacık'ta, zihinsel engelli 14 yaşındaki kıza tecavüz etmeye çalışan AK Parti eski il başkanı da cinsel istismardan tutuklu. 2010'da Antalya'da hırsızlık suçundan tutuklu 17 yaşındaki Z.D. Antalya'da sübyan koğuşunda önce falakaya yatırılıp dövüldü, ardından 12 gün boyunca zorla 15 kişinin anal ve oral ilişkiye zorlamasına maruz kaldı. Olay ortaya çıktıktan sonra Z.D. başka bir koğuşa götürüldü. Bu sefer de "arkadaşlarımızı niye ihbar ettin" diye bir kişinin daha tecavüzüne uğradı. 2012'de Adana Pozantı Cezaevi'nde 218 tutuklu çocuk adli mahkûmlarla aynı koğuşa konuldu. Cezaevinde gündeme gelen taciz, tecavüz ve işkence iddialarının ardından 218 tutuklu çocuk Sincan'daki Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na sevk edildi. Tecavüz dehşetini açığa çıkardığı için yeniden tutuklanan T.T.’ye 6 ayrı suçtan dava açtı ve 40 yıl hapis cezası istedi. ## Okuyucu Yorumları
266503
haber
Agos'a ve Fatih Akın'a tehdit: Beyaz berelerimizle takip ediyoruz
null
# Agos'a ve Fatih Akın'a tehdit: Beyaz berelerimizle takip ediyoruz ## Türkçü Turancılar Derneği'ne ait 'Ötüken Dergisi', Agos Gazetesi'ni ve yönetmen Fatih Akın'ı Twitter üzerinden açıkça tehdit etti Türkiye’de, geriye kalan az sayıda Ermeni cemaati mensubunun yayımladığı medya organlarından biri olan haftalık Agos gazetesi, yine ırkçı kesimlerin tehdidi altında. Dünyaca ünlü sinema yönetmeni** Fatih Akın** ’ın, son filmi ‘The Cut’ ile ilgili olarak gazeteye verdiği röportajın yayınlanmasının ardından Agos ve Fatih Akın’a yönelik eş zamanlı tehdit ve hakaretler başladı. ‘Türkçü Turancılar Derneği’ne ait olduğu bilinen ‘Ötüken’ dergisinin Twitter hesabı üzerinden Agos gazetesi ve yönetmen Fatih Akın açıkça ölümle tehdit edildi. Radikal’de yer alan habere göre, geçen perşembe günü yayınlanan Agos gazetesinde, yönetmen Fatih Akın’ın söyleşisi manşet haber olarak yer almıştı. 1915 faciasından sağ kurtulan ve iki kızını arayan Ermeni bir adamın öyküsünün anlatıldığı son filmi ‘The Cut’la ilgili ilk söyleşisini Agos’a veren Fatih Akın, "Türkiye toplumunun bu filme hazır olduğunu düşündüğünü, en büyük umudunun ise filmin Türkiye’de gösterilmesi olduğunu" belirtmiş, bu röportaj büyük yankı uyandırmıştı. Ancak bu söyleşinin yayınlanmasından bir süre sonra ‘Ötüken’ dergisi Twitter üzerinden bir tehdit mesajı yayımladı ve "O film Türkiye’de tek bir sinemada yayınlanmayacak. Beyaz berelerimiz ve Azerbaycan bayraklı planörümüzle gelişmeleri takip ediyoruz. Hodri meydan!" ifadelerini kullandı. Tehdit mesajında yönetmen Fatih Akın için de " PKK 'ya yakınlığıyla bilinen Kürt yönetmen" ifadesi kullanıldı. Perşembe günleri yayınlanan, İstanbul merkezli ve sol-liberal eğilimli Agos gazetesi ve çalışanları daha önce de ırkçı-paramiliter gruplar tarafından tehdit edilmiş, gazetenin yayın yönetmenlerinden Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de sokak ortasında katledilmişti. Hrant Dink’i katleden suikastın tetikçisi olarak silahı kullanan ve halen tutuklu bulunan Ogün Samast, cinayet günü taktığı beyaz bereyle güvenlik kameralarına yakalanmıştı. Ötüken dergisinin Twitter hesabı üzerinden yazılan ‘beyaz berelerimiz’ ifadesi, bu nedenle, Hrant’ın katiline gönderme yapan açık bir ölüm tehdidi anlamına geliyor. ## Okuyucu Yorumları
212053
haber
Ahmet Altan: Atatürk ilke ve inkılâpları
null
# Ahmet Altan: Atatürk ilke ve inkılâpları ## Ahmet Altan, YÖK'ün kaldırmayı planladığı Atatürk İlke ve İnkılâpları dersi için 'Ortaçağ’dan kurtulmak için küçük bir kıpırtı. Ne yazık ki buna bile şükredecek kadar geri bir düzende yaşıyoruz' dedi **Ahmet Altan** ** (Taraf - 31 Ağustos 2012)** ## Atatürk ilke ve inkılâpları Bizim ülkede eğitim sistemi, insanları donanımlı, çağdaşlarıyla rekabet edebilecek düzeyde bireyler hâline getirmek için değil, bilinçaltlarına zehir enjekte edip sakatlamak için kurulmuştur. Evrensel gerçekler değil, yerel yalanlar öğretilir. Çünkü yönetimde kim varsa, o, insanları kendine itaat edecek kullar olarak biçimlendirmek ister. Çocukların bütün yaratıcılıklarını, özgürce düşünebilme yeteneklerini kırarak onları dar kalıpların içine tıkıştırır. On dokuzuncu yüzyılda küçük ayakları olsun diye **"ayaklarına dar gelen"** ayakkabılar giydirilen Çinli kadınların ayakları gibi insanların beyinleri de sakat ve küçük bırakılır, o Çinli kadınlar nasıl yürüyemezse bizim eğitim sisteminden geçenler de özgürce düşünemezler. Bu sistemli sakatlama çabaları ilkokuldan başlar ve üniversiteye kadar sürer. Düşünün ki zaten kendisi bir **"köleleştirme"** kurumu olan YÖK’ün kanununda çocukları **"Atatürk milliyetçiliğine bağlı olarak"** yetiştirmek gibi bir amaç vurgulanmıştır. **"Atatürk milliyetçiliği"** Kenan Evren gibi darbecilerin hayalindeki ülkenin insanlarını kalıplara dökmek için uydurulmuş bir klişe. Ne demek Atatürk milliyetçiliği? Bu Atatürk milliyetçiliğinin diğer **"milliyetçiliklerden"** nasıl bir farkı bulunuyor? Başına hangi insanın adını koyarsanız koyun milliyetçilik milliyetçiliktir ve üniversite eğitimiyle hiçbir alakası yoktur. Kimya fakültesinde nasıl bir Atatürk milliyetçisi yetiştireceksiniz? Atatürk’ün bulduğu kimya formülleri mi var? Ya da Türklere ait, bizim gezegenin ve evrenin yasalarından farklı yasaları bulunan bir kimya bilimi mi bulunuyor? Peki, doktorları nasıl Atatürk milliyetçisi yapacaksınız? Atatürk’ün tıptaki yeri ne? Böbrek transplantasyonunun Atatürk milliyetçiliğine uygun bir ameliyat biçimi mi bulunuyor? Hipokrat’ı, Kopernik’i, Edison’u, Madam Curie’yi hangi **"milliyetçilik"** kriterlerine uygun olarak okutacaksınız? Üniversitelerde bütün insanlığın birikimi öğretilir çocuklara, onlar bu birikime bir katkıda bulunabilecek düzeye gelsinler diye yetiştirilirler. Üniversite milliyetçilikle taban tabana zıt bir yerdir. Adına ister Atatürk milliyetçiliği deyin, ister Nehru milliyetçiliği deyin, ister Mao milliyetçiliği deyin, ister Hitler milliyetçiliği deyin, ister Tito milliyetçiliği deyin, milliyetçilik oldu mu üniversite olmaz. Milliyetçilik yereldir. Üniversite evrenseldir. Buranın bütün yöneticileri de evrensel değerlerden, bu değerleri kavrayacak, bunlara yenilerini ekleyecek özgür beyinlerden korktukları için çocukları içine dökecekleri bir demir döküm fırını gibi kullanmak isterler eğitimi. Kenan Evren YÖK denen saçmalığı kurdu ama otuz yıl boyunca hiçbir yönetici de bu kurumu değiştirmedi. Hâlâ da olduğu yerde duruyor. Yöneticiler çocukları kalıba dökme fikrine hiç karşı çıkmadılar, sadece kalıbın şeklini değiştirmek isteyenler çıktı. İnsan beynini bir kalıba göre şekillendirmek istediğinde, onun yaratıcılığını örselersin, düşünme yeteneğini iğdiş edersin. Amaç da zaten budur. İnsanlar düşünmesinler, bir kalıbın biçimini alsınlar ve kendilerine ezberletilenleri tekrar etsinler. Zaten elindeki insan malzemesini bu kadar kötü kullandığı için Türkiye **"gelişmişlik"** düzeyine hiç ulaşamadı, yaratıcılıkları, yeni düşünceleri, özgürlükleri olmayan insanlarla bir toplum nasıl gelişecek? Niye dünyanın en iyi üniversiteleri, çocuklarını herhangi bir **"milliyetçiliğe"** bağlı olmadan yetiştiren ülkelerden çıkıyor da, **"Atatürk milliyetçiliğine"** göre insan yetiştiren Türk üniversiteleri bu kadar geri kalıyor? Niye **"Atatürk milliyetçiliğine"** göre adam yetiştiren üniversitelerimize Amerika’dan akın akın çocuk gelmiyor da, Türkiye’den **"Atatürk milliyetçiliğini hiç duymamış"** Amerikan üniversitelerine akın akın çocuk gidiyor? Ve, bu gerçek böylesine açık biçimde önümüzde dururken niye hiçbir hükümet YÖK’ü kaldırmıyor? Bir ülkenin insanları Atatürkçü olur, dindar olur, sağcı olur, solcu olur, faşist olur, demokrat olur, bütün gerçekleri özgür bir ortamda öğrendikten sonra ne olacağına kendi karar verir. İnsanların **"nasıl"** olacağına bir otorite karar verdi mi o Ortaçağ olur, tek bir inançla kalıplaştırılmış, yeniliklere bakması yasaklanan, yaratıcılıkları cezalandırılan bir dönem demektir bu. Zaten bu yüzden, en gelişmiş teknolojik aletleri kullanırken bile zihinsel bir Ortaçağ’ın bütün geriliklerine sahip sıkıntılı bir ülkede yaşıyoruz. Düşünce dünyamız o yüzden böylesine sığ. Şimdi YÖK, üniversitede Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi derslerini kaldırmayı düşünüyormuş, dünyanın başka hiçbir üniversitesinde okutulmayan, okutulmayacak, okutulması düşünülemeyecek bir dersi kaldırmayı **"düşünmek"** bile bu ülke için önemli bir adım olarak gözüküyor. Ortaçağ’dan kurtulmak için küçük bir kıpırtı. Ne yazık ki buna bile şükredecek kadar geri bir düzende yaşıyoruz. ## Okuyucu Yorumları
215020
haber
Ahmet Şık yazdı: Günaydın Ahmet Altan
null
# Ahmet Şık yazdı: Günaydın Ahmet Altan ## Ahmet Şık Taraf gazetesini ve Taraf'ın gazetecilik anlayışını değerlendiren bir yazı kaleme aldı - A + ## Ahmet Şık **habervesaire.com/11.10.2012** ## 'Karşı devrim' kendi çocuklarını yiyor "Taraf’taki kavga" ve "manşetleri ve haberi, kendi fikirleri üzerine zorlayıp kullanışlı yorumlama" hakkında.. Bu yazı uzun zamandır kaleme almak istediğim ancak ertelenip duran bir konuyla, Taraf ve gazetecilik anlayışıyla ilgili. Elbette bir tek yazının konusunu aşacak denli çok olgu bulunan bir konuda kalem oynatmak güç. Başında yıllardır tanıdığınız, hatalarını görmezden gelmeseniz de, gözümde bitmeye yüz tutmuş "kredisi" kolay tükenmeyecek birisi, Ahmet Altan’ın bulunması meramımı anlatmayı daha da güçleştiriyor. ## Neden şimdi yazıyorum? Malum, Taraf şimdi de gazete içi polemiklerle gündemde. Gazetenin yayın yönetmeni Ahmet Altan’ın uzun zamandır Tayyip Erdoğan ve hükümete yönelik muhalif tutumunun, Kürt meselesi ekseninde kimi yazarlara da sirayet etmesiyle gazete yazarları da pozisyon almaya başladı. Topa en son giren Salı günkü yazısıyla Alper Görmüş oldu. "Taraf’taki endazeyi kaçırmış manşetlerin zirvesi!" başlıklı yazısında Görmüş, gazetesinin takındığı muhalif tutumu, "Haberi kâh abartarak, kâh kullanışlı bir tarzda yorumlayarak, haberin, kendisine muhalefet edilen gücü zor duruma düşürme kapasitesini arttırdığını sanmak!" şeklinde özetledi. Ertesi gün Görmüş’e yanıt veren Ahmet Altan, yazarını "niyet okumaya girişmekle" suçlayarak, "Alper kendisinin yapmayacağı, ahlaka da pek uygun düşmeyen bir işi benim yapacağıma nasıl bu kadar rahat inanıyor, nasıl kendisini böyle ‘ahlaken’ üstün görüyor, nasıl kendini bu kadar rahat ‘karar mercii’ konumuna yerleştiriyor?" dedikten sonra, "Bu yakışık alıyor mu Alperciğim?" diye sordu. Muhtemel ki Görmüş, yakışık alıp almadığını yanıtlamakta gecikmeyecek. İçinde Taraf gazetesi ya da kimi yazarlarının adının geçtiği bir tartışma hiç eksik olmuyor. Seveni de nefret edeni de çok. Aynı anda hem bu kadar sevilmek hem de bu kadar nefret öznesi olmak Türkiye gazetecilik ve siyasi tarihinde sadece Aydınlık ekolüne nasip olmuştu. Taraf şimdi o namı da eline aldı. Abartmıyorum. Şimdi İşçi Partisi’nde temsiliyet bulan siyasi çizgiye mensup olanlardan "darbecilik" iddiasıyla cezaevinde bulunanları da, geçmişinde bu siyasi ekolde yer alıp da "darbe karşıtı" olduğu iddiasıyla ortalıkta dolanan eski Aydınlıkçılar da aynı küfürleri yiyor. Ne gariptir ki, darbecilik iddiasıyla özgürlüğünden alıkonulanlar değil de, hiç haketmedikleri halde kendilerine özgürlük savunucusu yaftası yapıştırılanlar daha zavallı halde. Bu ayrı bir yazının konusu. Alper Görmüş’ten Halil Berktay’a, Oral Çalışlar’dan Cengiz Çandar’a ve Şahin Alpay’a dek bile isteye düştükleri çukurdakileri kendi haline bırakmak en iyisi. Bu listeye Aydınlıkçı geçmişi olmadığı halde eklenecekler de var elbet. Yakın zamana dek kimseler bilmezken birdenbire yeni medya garabetinin aktörleri haline gelen sevgili Ragıp Duran’ın "ulak oğlanı" diye andığı Mehmet Baransu ile kankaları Önder Aytaç ve Emrullah Uslu, Melih Altınok, Markar Esayan, Rasim Ozan Kütahyalı ve zevcesi, Orhan Kemal Cengiz’ i saymak mümkün. Her iktidarın rüzgârıyla yelkenini şişiren Nazlı Ilıcak, Emre Aköz, Başbakanlık Basın Sözcülüğü’ne gayri resmi olarak devam eden Mehmet Akif Beki, Roni Margulies, birilerini kara propaganda yapmakla suçladığı yazılarında bizzat kendisi kara propaganda yapan Eyüp Can, içlerinden "caş" çıkmasına alışık olduğu için yaptıklarına Kürtlerin şaşırmadığı Orhan Miroğlu ve elbette Etyen Mahçupyan da bir çırpıda isimleri aklıma gelenler. Liste daha uzundur ama her fırsatta önümüze çıka(rıla)nlar bunlar. ## Yeni dönemin JİTEM’i cemaat Bu kadar çok ismin ortak özellikleri bir çoğunun Taraf’ın bağrından doğması ve sadece nefret öznesi olmaları değil. Her biri, yeni dönemin JİTEM’i olan malum cemaatle al takke ver külah ilişkili olmaları. Polis ve yargıda örgütlü olan bu gücün "derin devletle", "darbecilerle" hesaplaşılıyor yalanıyla yaşattığı her hukuksuzluğu, her adaletsizliği meşru kılma gayretleri. "Ama"larla başlayan cümlelerle herkesin siyasi kimliğine göre oluşturulan Kürtler için KCK geriye kalanlar içinse Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargâh isimleriyle anılan torbalara doldurularak, komplolarla örülü davaların sanığı haline getirilen insanları infaz etmeleri. Hapishanelerde çürütürcesine unutturma gayretleri. Derdim günah listesi hazırlamak değil. Gerek de yok. Bu arada, buluttan nem kapan malum cemaat için de bir parantez açmak gerek. Daha doğrusu iki parantez. Öncelikle belirtmem gerekir ki bu yazının konusu olanlar, malum cemaatin içinde olup da çete faaliyetleri yürütenlerdir. İnançlı, samimi müslümanlarla bir derdim yok. Olamaz da. İkincisi ise "yeni dönemin JİTEM’i" tanımıyla ilgili. Bilen biliyor JİTEM, eski iktidar odaklarının vurucu gücü, devlet kaynaklı şiddetin, hukuksuzluğun asli unsuruydu. Yargısız infazlar, işkenceler, gözaltında kaybetmelerle adından çok söz ettiren bu illegal yapının elinden canını kurtaranlar en iyi ihtimalle kendini hapishanede bulurdu. Malum cemaat çetesinin JİTEM’den tek farkı ise selefleri gibi hedef aldıklarını, türlü komplolarla, sahte belgelerle açtırdıkları davalarla toprağın altına değil hapishane denilen betondan mezarlara gömmesi. Lafı fazla uzattım. Ama bir yandan da konuya kendiliğinden girilmiş oldu. Son yaşanan gazete içi kavgadan yola çıkarak kaleme alınıyor olsa da gazetenin patronu Başar Arslan’ın yakın zamanda t24.com.tr’de Hazal Özvarış’la yaptığı söyleşiden de, eski yazarları Orhan Miroğlu tarafından hedef gösterilmiş olmalarından da bahsedeceğiz. O yüzden bu yazı belli ki uzun olacak. Şimdiden uyaralım. ## Keser döner sap döner Taraf gazetesi bu son krizinden önce yazarlarından Orhan Miroğlu’nun, "psikolojik harbin" en alâsını yapan tetikçi bir gazetenin internet sitesinden yakışıksız, fikir beyan etmekten çok kara çalmaya niyetli açıklamalarıyla gündeme gelmişti. Ahmet Altan tarafından "yalancılıkla" suçlanan Miroğlu ile ilgili söyleyecek çok fazla şey olmasa gerek. Sahibi olduğu gazete köşesinde yalanlarla kimleri infaz etmeye çalıştığını bilen biliyor. Ahmet Altan’ın yönettiği gazetede yalan yazanlar olduğunu yeni idrak etmiş olması ve sadece aralarındaki husumet nedeniyle bir tekini açıklamış olmasının nedenini açıklamayı kendine bırakıyorum. Konunun o dönemde çok tartışılmış olmasının nedeni sosyal medya diye anılan ortamlarda konunun tarafları olan Altan ile Miroğlu’nun çocuklarının ağız dalaşı da olsa gerek. Hem dedikoduyu seven medya için hem de "gördünüz mü?" demek isteyenler için hayli çok fırsat doğurmuştu bu süreç. Elbette ki, Ergenekon süreci diye anılan ve yarattığı hukuksuzluk ve mağduriyetler bunca aşikar olan polis-yargı operasyonları nedeniyle ortaya çıkan kutuplaşmada "haksızlık yapanların" tarafını tutanların birbirlerine "Ergenekoncuuuuu" demesi en hafifinden ironikti. Aynı günlerde gazetenin kağıt üstündeki patronu Başar Arslan, t24’den Hazal Özvarış’a, "Medyanın bu kadar kötü olabileceğini bilmiyordum" diyordu. Bunu anlaması için ne yazarlarından birinin kendilerine yönelik psikolojik harbin bir parçası olmasına gerek vardı, ne de gazete patronu olmasına. Bu ülkenin kadim belasının medya olduğu, sivil faşizmin dik alasının yaşandığı şu günlerde daha bir aşikâr. Hele ki medya üzerinden nasıl infazlar gerçekleştirildiğinin son dönemdeki en iyi örneklerini de sahibi olduğu gazete en cevval biçimde kanıtladı zaten. Bu yüzden Arslan’a, eski yazarları tarafından, ne olduğu ortada olan tetikçi bir gazete üzerinden hedef göstermenin rezilliğini ancak, kendileri hedef alındığında eleştiriyor olmanın ahlâki olmadığını da anımsatmak gerek. Hele ki sahibi olduğu gazetenin de bu rezilliğe imza atmış olduğu bilinmesine rağmen. ## Andıç verenlerin üniforması değişti Aynı söyleşide, "Tıpkı 28 Şubat zamanındaki gibi bir andıçlama yaşanıyor" diyor Arslan. Haklı. Ama şimdi andıç verenler farklı. Eskiden, andıçları dönemin iktidarı olan askerler yapardı. Arslan da mı böyle düşünüyor bilmiyorum ama şimdi tek fark andıçlamaları yapanların üniformalarının rengi ya da apoletleri olan sivil kıyafetleri içindeki politikacılar olması. Ancak Başar Arslan anlaşılan o ki, tıpkı yere göğe koyamadığı yayın yönetmeni Ahmet Altan gibi, andıçlama için gazetesinin kullanıldığının da farkında değil. Kendisinin askeri vesayeti bitirmekle övündüğü gazetesi bu "hayırlı" işi yaparken kimlerin canını yaktı, fikri yok galiba. Bitirilen askeri vesayetin yerine gelenin, ki adını sivil faşizm koymakta tereddüt etmeyelim, asli aktörlerinden birinin malum cemaat olduğunun da farkında değil. Polis teşkilatı içindeki çeteleşmiş cemaatçiler eliyle yapılan andıçlamalar, bu andıçlamalarla aynı çetenin yargıdaki uzantıları eliyle bir çok masum hakkında açılan davalarda kullanılan "psikolojik harp gazetesinin" Taraf olduğunu da mı farketmiyor acaba. Ergenekon, Devrimci Karargah, Balyoz, KCK davalarında suçsuz oldukları artık su götürmez biçimde anlaşılan bir çok kişi var. ## Patron, gazetesinin yalanlarından bihaber Ancak Taraf, yayıncılık anlayışıyla bu tür davalarda her zaman polislerin ve savcıların iddialarının, mahkemelerin vermiş olduğu tartışmalı kararların arkasında durmayı tercih etti. Ediyor. Taraf’ın patronu Başar Arslan ile başta Ahmet Altan olmak üzere gazeteye yön verenlerin ısrarla görmek istemediği olgu ise polis ve yargıda örgütlü bir cemaatin çete faaliyeti yürüten unsurlarınca bu masumların hedef seçilmiş olması. Gazeteye servis edilen, doğruluğu kuşkulu belgelerin kaynaklarıyla yakın ilişkide olduğunu herkeslerin bildiği polis eskisi yazarları Emre Uslu hakkında, "Burası düzgün iş yapan herkese açık" diyen Başar Arslan, tespitlerinin doğru çıkmasıyla övündüğü yazarının da "ulak oğlanı" diye anılan Mehmet Baransu’nun yalanlarından da bihaber olsa gerek. Hadi bir tanesini, konuyu kişiselleştirmek riskine rağmen ben söyleyeyim. Tıpkı dosyanın diğer sanıkları gibi komplo olduğu çok açık Oda TV Davası'yla ilgili bu gazeteci müsveddelerinin hakkımda yazdıkları arşivde duruyor. Halen cezaevinde tutulmaya devam edilen davanın diğer sanıkları Soner Yalçın, Hanefi Avcı ve Yalçın Küçük ile diğer sanıklar hakkında yazdıkları da. Bu kolpa davanın nasıl bir komplo olduğu gün gibi ortadayken Taraf gazetesinin halen bu komployu aklamaya çalıştığını da not edelim. Eğer Ahmet Altan ve arkadaşları yanlış düşündüğümü iddia ediyorlarsa utandırsınlar beni. Ya da her biri birer hukuk rezaleti olan o çok sevdikleri iddianamelerin yanı sıra o iddiaların nasıl çürütüldüğünü gösteren sanık savunmalarını da okuyup haberleştirsinler. Hakkını yemeyeyim. Arslan "hataların" birinden, Baransu’nun NTV’ye cep telefonuyla helikopter düşürttüğü haberinin yalan olmasından haberdar! Zaten manşetten özür dilemiş olmakla da övünüyor. Ama atladığı şey şu ki, "sarsıcı haberler uzmanı" muhabirlerinin ipiyle kuyuya inerek yayımladıkları yalan haber için özür manşetini atan Ahmet Altan ve Yasemin Çongar katıldıkları bir televizyon porgramında özüre rağmen yalanı savunmaya devam ettiler. Bu arada belirtmek gerekir ki Arslan’ın dediği gibi, hata ya da yanlışlık sızdırılmış olan belgede değil bizzat yapılan gazeteciliğin kendisindeydi. Ama muradın gazetecilik değil de, Taraf ve şürekasının o çok sevdiği deyimle söylersek, "kara propaganda" yapmak olunca bu "hatalar" için de kimseden hesap sorulmuyor işte. Bu eleştirinin çok ağır olduğunu düşünenlere ise arşivlere girip 1 Mayıs 1977 katliamı üzerinden devletin kanlı geçmişini Ergenekon garabeti üzerinden aklamaya çalışan Halil Berktay’ın zırvaların okumalarını öneririm. Ya da gazetesinden bu konu nedeniyle ayrılan Nabi Yağcı’nın "Üzgünüm" başlıklı son yazısında neden, Taraf eliyle "Sahte bir tarih yazmak istenildiğini düşünüyorum" dediği üzerine kafa yorarım. Bu sahte tarih yazımında, Ergenekon ve ilintili soruşturma ve dava süreçleriyle ilgili yapılan haberlerin de hayli yer kapladığını da akılda tutmak gerektiğini anımsatalım. ## Son kavga: Gazete içi "darbe girişimi" Zaten uzun olan bu yazıyı daha da uzatmamak adına gelelim son kavgaya. Deyim yerindeyse gazete içi "darbe girişimine". Darbelerle, darbelerin asli unsuru darbeci askerlerle mücadele ettiğini iddia eden bir gazetede "darbe girişimi" gerçekten ironik. Ama AKP zulmüne karşı darbeciliği meşru gören bir siyasi anlayışla geçmişte yolu kesişmiş birinin, gazetedeki köşesinden okurlarını da nefer haline getirmeye çalışarak darbeciliğe bu kadar teşne olması da şaşırtıcı olmasa gerek. "Darbe girişimi" diyerek kastını aşan bir yorum yapmış olabilirim. Ama ülkede yaşanan kırılmalardan yola çıkarak, "Biz de kendi aramızda ayrışıyoruz ve üslup da gittikçe ağırlaşıyor" diye yazan Altan’ın gazetesinde yaşanan bu son kavga, düşündüğü kadar naif değil. İstenen çok açık: Ya Ahmet Altan gidecek ya da diğerleri. Çünkü ne, "zekâya, zarafete, saygıya, terbiyeye uygun olmayan" yazılar kaleme alan Yıldıray Oğur ne de "yanlış niyet okuması" yaptığını düşündüğü Alper Görmüş’ün gazetenin manşetler ve haberlerini "kullanışlı bir tarzda" yorumlamayla dertleri var. Öyle olsa idi bu tartışmayı başlatmak için ne Ahmet Altan’ın AKP ve Başbakan Erdoğan’a yönelik muhalefete başlamasını beklerlerdi ne de barışçıl, siyasi yollarla çözülmesi elzem olan Kürt meselesinde hükümetin takındığı savaş mantığını eleştirmesini. Ve kısacık yayın hayatına karşın "kullanışlı bir tarzda haber yorumlama" örneklerinin sayısız örneğini, Ergenekon ve Balyoz başta olmak üzere Devrimci Karargah ve KCK davaları özelinde sergileyen Taraf gazetesine yönelik daha önce de eleştiri yöneltebilirlerdi. Hatta Görmüş’ün eleştirdiği "kullanışlı tarzda haber yorumlama" örneklerine bizzat köşesinden kendisinin de imza attığını arşivler kaydediyor. Kendini Ergenekon ve Balyoz davalarının "bilirkişisi" konumunda gördüğünden mi bilinmez Görmüş, yemiyor içmiyor davalardaki hukuksuzlukları aklamaya çalışıyor. Kimi davaların esas delili muamelesi yapılan CD’lerle ilgili çelişkili durumları, sahtelik iddialarını kanıtlayan bilimsel raporları bertaraf etme gayretkeşliğiyle, "sanıklar sahtecilik savunması yapabilmek için bunları kendileri yaptılar" diye köşesinden dizi yazılar yayınlıyor. Medya eleştirmenliği sıfatını nedense sadece Ergenekon muhalifleri için kullanıyor. Ait olduğu güç odağının gazetelerinde, televizyon ekranlarında habercilik adı altında yapılan pespayelikler dikkatini çekmiyor. Kendisinin, yamandığı güç odağının yaşattığı hukuksuzlukların kimlerin hayatından neler çaldığını kendi vicdanında nasıl akladığı, bunu kafasında nasıl rasyonalize ettiğine benim verecek bir yanıtım yok. Vicdanını zaten kaybetmiş olduğundan yaptığının ahlaki boyutunu tartışmaya ise gerek bile yok. ## Günaydın Ahmet Altan "AKP’ye, demokrasiden, insan haklarından, eşitlikten, özgürlükten, adaletten uzaklaştığı için karşı çıkıyorum" diyen Altan’a "günaydın" demekten başka bir şey gelmiyor elimden. Kendisiyle aynı nedenlerle AKP’ye ve Erdoğan’a yönelik eleştiri yöneltenlere kulağını kapatan ya da sadece "Ergenekoncu" yaftası yapıştırmak için duyan da sizdiniz. Ve hala eksiğiniz var. Yanılgınız var. Eleştiri yönelttiğiniz konuların siyaseten sorumlusu elbetteki AKP’dir. Ama özellikle, toplumu keskin kutuplara ayıran davalar üzerinden yaşanan hukuksuzlukların, insan hakları ihlallerinin, ahlaksızlıkların asli öznesi ise malum cemaattir. Hani, sizin bir yazınızda "liderini sırat köprüsünde sırtınızda taşıyacağınızı" söylediğiniz cemaatin çeteleşmiş, JİTEM’in yerini almış unsurlarıdır. Nedense sivri kaleminiz o güç odağına hiç dokunmaması en büyük eksikliğiniz. Ve evet yanılgınız var: Hem Alper Görmüş, hem gazeteninizin yayın yönetmeni olması sıfatıyla siz, "kendi fikirleriniz nedeniyle manşetleri zorlayıp onları kullanışlı yorumladınız". ## Okuyucu Yorumları
172325
haber
Ahu Aysal: Ünal’ı çok sevdiğim için boşandım
null
# Ahu Aysal: Ünal’ı çok sevdiğim için boşandım ## Ayşe Arman, Galatasaray Başkanı Ünal Aysal'ın boşandığı eşi Les Ottomans Otelleri'nin sahibi Ahu Aysal'la, Ünal Aysal'la yaşadıklarını ve iş hayatını **T24 - Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman, Galatasaray Başkanı Ünal Aysal'ın boşandığı eşi Les Ottomans Otelleri'nin sahibi Ahu Aysal'la, Ünal Aysal'la yaşadıklarını ve iş hayatını konuştu. Ahu Aysal, Ünal Aysal'la biten evliliği hakkında, "Onu hâlâ çok seviyorum. Çok sevdiğim için boşandım zaten. Bütün kadınlar da böyle yapmalı. Gitmek isteyen adamı durdurmayacaksın, onu özgür bırakacaksın. Sevgi böyle bir şey" dedi.** Ayşe Arman'ın Hürriyet'te "Ünal'ı çok sevdiğim için boşandım" başlığıyla yayımlanan (2 Ekim 2011) yazısı şöyle: Ünal'ı çok sevdiğim için boşandım Herkes o otelde kalıyor. Özellikle yabancılar. En son Paris Hilton da orada kaldı. Les Ottomans... Yabancıları sunduğumuz, bize özgü bir hediye gibi. Geçmiş ve şimdi aynı anda, aynı yerde. Bütün zarafetiyle Boğaz’da dikiliyor. Sahibesi gibi. Galatasaray Kulubü Başkanı Ünal Aysal’ın boşandığı eşi Ahu Aysal. Magazin dergilerinden rastladığımız bir figür, ‘cemiyet hayatının ileri gelenleri’nden ve tamamen kendi özgü bir kadın, hiçbir kalıba, kurala sokulamayacak biri. Ne zaman fotoğrafını görsem bir durup bakardım zaten, "Bu kadında bir farklılık var ama ne?" diye. Konuşunca öğrendim... **Size niye ‘Deli Ahu’ diyorlar?** Desinler Ayşecim, desinler. Ne güzel! Ben insanların bana deli demesine izin veriyorum, karşılığında da dilediğim kadar özgür oluyorum. Delilik-melilik hikaye. ‘Normal’ diye bir şey yok ki bu dünyada. Kime göre normal, neye göre normal? Normali kim değerlendirecek? Senin normalin sen, benim normalim ben. Ben kendime inanıyor ve güveniyorum. Kendi yaptıklarımı beğeniyorum, kendimi seviyorum. Gerisi hikaye. Ne kadar kendinize güvenlisiniz. Hep böyle miydiniz, sonradan mı oldu? Babam yaptı. Nöropsikayatri profesörüydü. Ona da ‘deli’ derlerdi. Anne peki? O da, ruhu güzel bir insandı. Kendi çapında bilgeydi. Derdi ki, "Ne zaman ki aaaa demeyeceksin şu hayatta, işte o zaman büyüdün, olgunlaştın!" Şaşırmaktan kurtulunca mı yani... Evet. Sizin artık şaşıracağınız hiçbir şey kalmadı mı? Hiçbir şeye şaşırmıyorum Ayşecim. Her şeyi olduğu gibi içime sindiriyorum. Ben çok seyahat ederim mesela, hep yeni insanlar, yeni kültürler görürüm. Papua Yeni Gine’ye gittim sırt çantalı gençlerle. Hani sosyetik görünüyorum ya, zannettiler ki uyum filan sağlayamam. Çünkü hijyen-mijyen hak getire, yataklar 3-5 günde bir değişiyor, o da şanslıysan. Hiç rahatsız olmadım, tişörtleri yastıkların üzerine geçirip yattım uyudum. Şartlar ne gerektiriyorsa onu yaparım. Zaten hayatta bir an geliyor. "Ben yaparım, ben yaptım!" diyorsun. Kimse seni yıkamıyor. Gülüp geçiyorsun. Ve özgürlük, inan ki şu hayatta en değerli şey. Ruhunun serbest kalabilmesi, dilediği gibi hareket edebilmesi. Ben öyleyim. Kurallar bana vız gelir, tırıs gider. Her gün önemli, biz önemliyiz, binlerce sperm arasından gelmişiz, biz seçilmişiz, bunun kıymetini nasıl bilemeyiz? Depresyon filan gibi sıkıntılar size uğramaz mı? Artık yaşamam. Onları da yaşadım, atlattım. Sekiz sene önce çok üzüldüm mesela; kanser oldum. İnsan üzüldüğü için kanser olur mu? Başkalarını bilemem, ben oldum. Meme kanseri. Ünal’ın benden uzaklaştığını hissedince. Ünal hep hayatımın aşkı oldu, benim limanım, güneşim, direğim. Çocuklarımın babası. 25 yıl birlikte olduk. Evlendiğimiz zaman 18 yaşında bir talebeydim. O da talebeydi. Her şeyi birlikte yaptık, askerliği bile, hem de Erzurum’da. Onun peşinden gittiniz... Tabii tabii. Her yere. Bu kadar sevince, başka türlüsü mümkün değil ki. Çok güzel bir hayat yaşadım. Bin an geliyor erkek genç ten istiyor **Kanser olacak kadar çok sevdiniz, öyle mi?**Elbette, hâlâ çok seviyorum. Çok sevdiğim için boşandım zaten. Bütün kadınlar da böyle yapmalı. Gitmek isteyen adamı durdurmayacaksın, onu özgür bırakacaksın. Sevgi böyle bir şey. Nasıl yani, "Onu bırakayım, o mutlu olsun, o mutlu olunca haliyle ben de mutlu olurum!" gibi mi? Evet. Bir şey yapmak isteyeni, yeni heyecanlar arayanı serbest bırakacaksın. Yoksa aranızdaki sevgi bitecek, tükenecek. Ben Ünal’dan ayrılırken sımsıkı sarıldım ona, "Seni çok seviyorum ayrılmamız lazım" dedim. Dünyada en yakın insan hâlâ o bana. Her zaman konuşuruz, hep beraberiz. **Peki bu kadar severken, onun günün birinde bir başkasına aşık olmasını nasıl kabul edebiliyorsunuz?**Hayatı boyunca çalıştı o; bizim için çalıştı. Ama ne çalışma... Hiçbir şey görmedi. Ve bir gün, bence hayatın sonsuz olmadığı fark etti, yaşının da ilerlediğini. Bir an geliyor, genç ten istiyor erkek. İstisnaları vardır mutlaka ama genellikle olan bu. Bunu da, sana tuhaf gelecek ama, anlayışla karşılıyorum. Kendimi yıpratıp, adama hayatı zindan edip, ayrılmamak için direneceğim de ne olacak? Adamın, genç ten arzusu geçecek mi! Biz yıpranacağız arada. Ben öyle yapmadım. Niye peki bu adamların canı ‘genç ten’ istiyor? Hayatın kuralı şekerim. Böyle. Değiştir değiştirebiliyorsan. Ne yazık ki imkansız. En sevdiğin şu saati bile kaç gün daha takacaksın... Sıkılıyor insan. Kadın da, erkek de. O da benden sıkıldı. Bizler bunu kabul edemiyoruz, "Nasıl olur?" diyoruz, kan davası haline getiriyoruz, malını mülkünü, donuna kadar almaya, onu perişan etmeye çalışıyoruz. İntikam bu. Hiç gerek yok. Ünal benden uzaklaştı diye kanser oldum ama tedavi olurken o yüne yanımdaydı **35 yıl öncesine dönelim. Sizin hikayeniz nerede başlıyor?**İkimiz de İstanbulluyuz. Ben İngiltere’de talebeyken tanıştık. Yolda… Nasıl yani? Annemle Münih’teydik, otobüsle İstanbul’a gideceğiz. Ünal da Türkiye’de okuyor, hukuk fakültesinde. Bosfor otobüslerinde host olarak çalışıyordu. Biz de annemle o otobüse bindik. Feyyaz Toker’indi otobüsler. Babam büyütmüştü Feyyaz’ı, Berna’yla da o evlendirdi. İşte ne olduysa, o otobüste oldu. **Çok mu yakışıklıydı?**Dı da ne oluyor? Ünal hâlâ çok yakışıklı. O zaman da öyleydi. Hem okuyor hem çalışıyordu. Fransızcası var, İngilizcesi var. Siz hâlâ aşıksınız bu adama... Boşanmanıza, onun başkasıyla birlikte olmasına rağmen... Tabii. Ona olan sevgimi ne değiştirebilir ki? Bir başka kadın mı? Güldürme beni. Sen bir de ona sor, benden başka kimseyi sevmemiştir hayatında. Evet, şu anda bir sevgilisi var ama bizim aşkımız bambaşka bir şeydi. İngiltere’de beni görmeye gelirdi, ağlaya ağlaya ayrılırdık. Neymiş, bir hafta ayrı kalacağız diye. Çok güzel günlerdi. Sonra tek tek, tuğla üstüne tuğla koyarak, bu günlere geldik. Bana hayatında neyi değiştirmek istersin diye sorsalar, cevabım, hiçbir şey olur. Kanserim dahil. Çünkü onu da Ünal’la birlikte yaşadık, onunla birlikte atlattım. Bir an bile beni bırakmadı, tedavi sırasında her an yanımdaydı. **Biraz karışık bir durum: Siz, adam başkasına aşık oldu diye kanser oluyorsunuz ama siz tedavi olurken o da sizin yanınızdan ayrılmıyor...**Evet. Kanser olmam, onun benden uzaklaştığını hissettiğim döneme denk geliyor. Tabii, bir suçlu arıyorsun. Önce kendini suçluyorsun. Benim ne eksiğim var ki, bende neyi bulamadı ki, başkasına gitti diye düşünmeyi tercih ediyorsun. Bir sürü kadın bu durumda, eşleri bir başkasına aşık olunca kendilerini deli gibi yıpratıyorlar. Oysa burada bir suçlu yok. Oluyor... Özel bir sebep gerekmiyor. Bu söylediklerim de kitaplarda yazmıyor, hayat sana öğretiyor. Bu kaosu yaşarken, fark ettim ki, bu bir işaret, Allah bana sinyal gönderiyor, "Toparla kendini kızım. Aptal olma, n’apıyorsun!" diyor. Ben de oturdum, kendimi yeniden yarattım. Bu kadar büyük aşkın ayrılığı nasıl oldu? Hiç sorma, sarılarak, ağlayarak. Ayrılmamız şarttı. Yoksa o güzellik dejenere olacaktı. İçinizde hiç umut var mı, ileride bir gün, belki yine birlikte olabiliriz diye... Hayır. Ünal benim canım, her şeyim. Çocuklarımın babası. Bana ihtiyacı olduğunda, en yakın dostuyum, her zaman yanındayım. Ama o aşk hikayesi artık bitti. İnsan böyle bir olgunluğa nasıl ulaşıyor? Yaşayarak. Brüksel’de birlikte yaşadığımız ev, hâlâ duruyor. Hiçbir şeyini değiştirmedik. Yatağımız da duruyor. Hâlâ bizim yatağımız o. Ben gidiyorum o yatakta uyuyorum, o gidiyor o yatakta uyuyor. Ben sana şunu anlatmaya çalışıyorum: Her ayrılığın, bir rezillik olarak sonuçlanması gerekmiyor. Ayrılan insanların düşman kesilmesi gerekmiyor. Geçirdiğimiz o güzel yılları çöpe atmak yazık değil mi? İnsanın kendisini çöpe atması gibi... Ben animistim her şeyin doğrusu doğada Erkekler neden bir zaman gelince hep genç tenlerin peşine düşüyor acaba? Andropoz mu? Ben öyle isimler takmayı tercih etmiyorum. Hepimiz ölümlüyüz Ayşecim. Bir bakıyoruz ki eyvah! Zaman kalmamış, akıp gitmiş. Her şeyi mi kaybediyor muyum acaba? Bundan sonra bir şeyler yaşayabilir miyim acaba? Böyle diyorsun. Ben animistim. ‘Doğaya inanan insan’ demek. Cennete cehenneme kafa yormam, doğaya bakarım. Doğada her şeyin doğrusu var zaten. Bizler çok eşliyiz. Özellikle erkekler, doğaya bak ve gör. **İyi de bizde hayvanlardan farklı olarak duygular da işin içine giriyor...** Hayvanlarda duygu olmadığını kim söylüyor? Ayrıca neden mecbur insan hep aynı insanla yola devam etmeye? Anladım da niye daha çok erkekler aldatıyor? Kadınlar cin, erkekler saf ve temizler. Ünal da öyledir. Açıkça konuştu mu peki evirip çevirmeden... İlk önceleri biraz evirdi çevirdi. Ama öyle bir yere geldik ki, hatta kızlar yanımdaydı, bir gün kahvaltıda, "Ünalcığım, beraber olduğun bir kadın var mı hayatında?" dedim. "Var" dedi. "Tamam" dedim, "O zaman seninle bir oturup konuşalım, olur mu?" "Olur" dedi. Kızlarım başta beni çok suçladı. "Neden ayrılıyorsun? Neden gitmesine izin veriyorsun. Verme! Dayan! Diren!" Ama ben, bana bir sürü güzellik yaşatmış adamın hayatını daha fazla zorlaştırmak istemedim. Kızlarım da bugün anladı ki, ben doğrusu yaptım. ‘Esas kadın’ olarak, isteseydiniz asla boşanmayabilirdiniz... Evet, ama o zaman hayat bir sirke dönerdi! En başta ben kendimi rezil ederdim. ‘Sahtekârlıklar komedyası’ olurdu hayatımız. Niye bunu yapayım kendime? Kimseye akıl verecek halim yok ama ısrarla boşanmayan eşleri anlayamıyorum. Bu oteli size o mu hediye etti? Belki de o yüzden kabul ettiniz ayrılmayı, ona zorluk çıkarmadınız... Yok Ayşecim. Biz zaten her şeyi beraber yaptık. Nereye geldiysek beraber geldik. Her şey zaten yarı yarıyaydı. Maddiyatla hiçbir zaman hiçbir sorunumuz olmadı. Siz hep mi varlıklıydınız? Olur mu? Talebeydik ayol, ne varlığı. Askerlikten sonra Belçika’ya gittik. Ünal, Oktay Türegün’ün yanında çalışmaya başladı. Sonra kendini şirketimizi kurduk. Temizliğini ben yapıyordum şirketin. Adım adım birlikte büyüdük. Gerçekten çok çalıştı. İran’da iş kovalarken Sheraton’da kalırdı ve geceleri yüzüne yastığı kapatarak uyurdu, cam kırıkları yüzüne, gözüne gelmesin diye. Çünkü her yerde bombalar patlıyordu, savaş vardı, bu şartlarda çalıştı... İtalyan "trendy trendy" dedi, ben "Osmanlı Osmanlı" dedim Les Ottomans nereden çıktı? Hayalimdeki projeydi. İstanbul’da yoktu böyle bir yer. Her geldiğimde şikayet ediyordum, "Türk olarak beni yansıtabilecek hiçbir otel yok" diyordum. Büyük otel sevmiyorum. Kayboluyorum içinde, huzursuz oluyorum. Öyle bir yer yapalım ki, hem kendimiz yaşayalım hem de misafirlerimizi ağırlayalım istedim. Ve böylece bir otel yapmaya karar verdik. Burası benim evim aynı zamanda. O süreç nasıl gelişti? İlk önce İtalya’dan bir mimar geldi. Adam beni delirtti. "Trendy olsun, trendy!" deyip duruyordu. Ben de, "Ne trendy’si, Osmanlı Osmanlı!" diyordum; bir türlü anlaşamadık. O, "Çirkin! Osmanlı’yı kim takar?" dedi, "Sensin çirkin, seni kim takar!" dedim, adamı gönderdim. Ondan sonra Erdal Tusavul’la çalıştık, sonra da Zeynepciğim ile. Fadıllıoğlu. İkisi de müthiştir. Peki eski eşiniz Brüksel’deki evde kalıyor, burada da kalıyor mu? Kalmaz mı? Her gün burada, bütün işlerini burada yapar. Eşyaları, elbiseleri yukarıda. Nerede yaşıyor bu adam normalde? Yaşayacağı yeri de ben seçtim. Ritz’te çok güzel bir daire. Burada da kalıyor, Ritz’te de. **Bunlar harika da, varlıklı bir adamın karısı olmasaydınız, tüm bunları başarabilir miydiniz?**Ayşecim, ben iyi bir işkadınıyım aynı zamanda. Burada sadece otel sahibesi değilim, çalışıyorum, bizzat her şeyin başındayım. Titizim. Dünya starları, boşuna benim otelimi tercih etmiyor. Her şeyin çok güzel olmasını istiyorum. Mesela masada yemek yiyen bir kadının yemeği soğuk çıkarsa, çıldırabilirim. O, bir keyif yaşamak için geliyor buraya, ben de ona o keyfi en iyi biçimde yaşatmalıyım. Bu hedefi gerçekleştirebilecek personeli seçiyorum. Biz dünyadaki en iyi butik otellerden biriyiz. Doluluk filan, bunların önemi var mı? Ayol ne diyorsun sen, bizim zaten hiç boş yerimiz yok ki! Yakın arkadaşlarıma bile mahcup oluyorum, yerimiz yok diye. Sence neden Paris Hilton ve diğer ünlüler, her geldiklerinde bizde kalıyor? Yaşlı adam istemem gençlerde birikim sorunu yaşanır Hep Ünal Aysal konuştuk. Peki siz, ayrıldıktan sonra hiç aşık oldunuz mu? Yok, olmadım. Aynı şey benim de başıma gelebilirdi ama gelmedi. Neden? Bilsem... Belki de böyle bir arayışım yoktu. Ya çıkarsa karşınıza biri... Bu saatten sonra bir erkek arayışında değilim. Zaten yaşlı adam istemem. Uğraşamam. Genç bir adamla da birikim yetersizliği sorunu yaşayabilirim. Kafası olgun, bedeni genç de kolay kolay bulanabilecek bir karışım değil. En çok ne haz veriyor size, seyahat etmek mi? Evet. Gittiğim ilkel bir kabilede, parayla hiç tanışmamış insanlar görüyorum mesela. Dünyanın bazı yerlerinde hâlâ böyle yaşayan insanlar var. Kadınlar, kocalarının yaptıkları kolyeleri gururla taşıyorlar. Başka da bir malları mülkleri yok. Bunları gördükten sonra, artık hiçbir şeyin önemi kalmıyor. Pek çok kadından farklısınız. Neden? Bu özgüvenin kaynağı nereden? Bilmem, olduğum gibiyim. Ben böyleyim. Ve her şeye hazırım. Yarın ölebilirim. Aklının, bir şeyde kalmaması çok önemli, benim içimde kalan hiçbir şey yok. Bugün ölsem ki hiç öyle bir niyetim yok ama, gülümseyerek ölürüm. Bunu da ancak, hayatı güzel yaşayarak gerçekleştirebilirsin. Bu da parayla pulla ilgili bir durum değil, kendinle alakalı, seninle... Ben her şeyden önemliyim, hepimiz öyleyiz aslında Son yaptığınız tatil nasıldı? Harikaydı, Alaska. Bir cruise seyahatiydi. Gemiyle gittik, herkese tavsiye ederim. Bugüne kadar sizi en çok şaşırtan yer? Papua Yeni Gine. Parayı bilmeyen kabilelerle işte orada tanıştım. Bir de Las Vegas’ta seneye uzay mekiği simülasyonu yaşayacağım, şimdiden sıraya girdim. Uçağın içi bomboş, bilmem ne kadar feet yükseldikten sonra yer çekimi kalkıyor, uçağın içinde uzaydaymışsın gibi dolaşıyorsun. Hayatta en çok neden korkuyorsunuz? Hiçbir şeyden korkmam, korkum yok. Neyi daha erken öğrenmeyi isterdiniz? Zamanı daha iyi kullanmayı. Belli bir yaştan sonra insan, hayatı, daha ‘ben’ odaklı yaşıyor mu? Öyle yaşıyorum zaten. En önemli ben’im. Her şeyden önemliyim. Çünkü ben olmazsam, çocuklarım olmazdı. Ben ayakta duramasaydım, kimseye faydam olmazdı. Bundan sonraki hedefleriniz neler? Var mı yeni bir otel? Fransa’da, Limoges’da bir proje var. Les Ottomans’ı oraya taşımak beni mutlu eder. Estetiğe de karşı değilsiniz... Yok canım. Deli miyim? Kendimi iyi hissedeceğim her şeye açığım. Sana bir fotoğraf göstereceğim, 18 yaşında çekilmiş, aynı yerde yine fotoğraf çektirdim, aynı beden duruşuyla. Ve biliyor musun, şu anda çok daha güzelim. ## Okuyucu Yorumları
209169
haber
Akatlı: Madımak haberleriyle hükümlülerin serbest kalması için ortam yaratılıyor
null
# Akatlı: Madımak haberleriyle hükümlülerin serbest kalması için ortam yaratılıyor ## Zeynep Altıok Akatlı, Yeni Şafak ve Yeni Akit Gazetesi’nin Madımak katliamı haberlerini değerlendirdi **HÜLYA KARABAĞLI - T24/Ankara** Zeynep Altıok Akatlı, Yeni Şafak ve Yeni Akit Gazetesi’nin Madımak’ta yakılarak katledilen aydınların "kurşunla öldüklerine" yönelik sürdükleri yayınlarına "asılsız haber" dedi. Bu haberlerin özel bir amaç taşıdığına dikkat çeken Akatlı, "Katliam hükümlüsü 27 sanığın serbest bırakılmasına yönelik hareketler bunlar. Böyle bir ortam yaratılmaya çalışılıyor" diye konuştu. Akatlı, gazetelerde yayınlanan fotoğrafların yeni olmadığını, dava avukatlarının arşivlerinden daha önce medyaya servis edildiğini söyledi. Akatlı’ya göre, böyle bir noktaya gelinmesi sürpriz değil. Başbakan Tayyip Erdoğan, zamanaşımı yüzünden düşen davayla ilgili sözleri sürecin nasıl gideceğini gösterdi. "Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun" diyen Erdoğan, sanık evlatlarının da ölenlerin evlatları kadar mağdur olduğuna dikkat çekmişti. "İşlemeyen adaletin işleyen küçük bir bölümünün de bu ülkenin başbakanı tarafından aslında yok saydığı bir açıklamaydı, talihsiz bir açıklamaydı " diyen Akatlı, bu sözle başlayan süreçte üçüncü yargı paketi ve tahliyelere dikkat çekti. Kemal Türkler, Zeki Tekinel ve Bahçelievler katliamı sanıklarının tahliyelerini hatırlatan Akatlı, "Bu tahliyelere bakarsak, haberlerin arkasında 27 katliam sanığının bırakılmasına yönelik hareketler olarak görüyorum. Öyle bir ortam yaratılmaya çalışılıyor" dedi. ## Burundan kan gelmesi kurşundan öldükleri anlamına gelmez "Yakınlarını kaybetmiş insanlar için ileri geri yorumlar çok acıtıcı bir şey" diyen Akatlı, "Burundan kan gelmesi kurşundan öldükleri anlamına gelmez" diye konuştu. Akatlı, mağdurların son 19 yılda, adaletin işlememesi, zamanaşımı, 2 Temmuz etkinliklerinde gaz bombasıyla cezalandırıldıklarını anlattı. Akatlı soruşturmalarla karşılaşabildiklerine dikkat çekiyor. ## Ne yazıyor bu gazeteler? Madımak katliamıyla Yeni Şafak ve Yeni Akit haberlerini sürdürüyor. "19 yıldır bitmeyen dava Madımak olayında şok gelişme" diye sunulan haberde, Madımak Otel'inde katledilenlerin yanarak değil kurşunlanarak öldürüldüğü iddia edildi. Madımak’ta katledilenler için "Madımak’takiler" ya da "Madımak’ta ölenler" ifadelerinin kullanıldığı haberde, oteli ateşe veren katiller içinse "Yüzlerce masum insan hiçbir somut delile dayanmadan tutuklanıp zindanda çürütüldü" denildi. ## Okuyucu Yorumları
248306
haber
AKP'den ayrılan Yıldırım: Partide oligarşik yapı var
null
# AKP'den ayrılan Yıldırım: Partide oligarşik yapı var ## AKP’den istifa eden Bağımsız Burdur Milletvekili Hasan Hami Yıldırım, kamudaki görevden almaları 'panik hali' olarak yorumladı AKP’den istifa eden Bağımsız Burdur Milletvekili **Hasan Hami Yıldırım**, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile ilgili soruşturmanın ardından yaşanan görevden almaların "panik hali" olarak özetlenebileceğini belirtti. Yıldırım, HSYK değişikliği ile referandumda elde edilen kazanımların kaybedileceği endişesini taşıdığını ifade ederken, "Partide dar bir oligarşik yapı tabi ki var. Bu o kadar açık ki. Çok tuhaf şeyler oluyor. Komplo diyerek yolsuzluğun üzerinin örtüldüğünü düşünüyorum" ifadesini kullandı. Yeni Asya gazetesinde yer alan habere göre, AKP’den istifa eden Burdur Milletvekili Hasan Hami Yıldırım, parti içinde toplumun sağduyusunu görmezden gelen bir yapının olduğunu söyledi. Bu yapının tamamının parti içinde olmadığını düşündüğünü aktaran Yıldırım, HSYK değişikliği ile referandumda elde edilen kazanımların kaybedileceği endişesini taşıdığını da belirtti. Bağımsız Burdur Milletvekili Yıldırım, HSYK değişikliği, Ergenekon ve Balyoz sanıklarının yeniden yargılanmasıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. Son yaşananlarla AKP tabanında endişe oluştuğunun altını çizen Yıldırım, "Kesinlikle bu atılan adımlar karşısında AKP tabanında bir endişe var. Bir yolsuzluk operasyonu gündeme geliyor. Siz onu ortaya çıkaranlarla uğraşıyorsunuz. Siz operasyonu yapan müdürleri değiştiriyorsunuz, emniyet mensuplarını değiştiriyorsunuz, savcıyı değiştiriyorsunuz yani bunun sonu nereye kadar gidebilir? Sadece bir komplo çete suçlaması ile bu konunun üzeri örtülebilir mi?" dedi. Kamu kurumlarında bazı görevlilerin görevden alınmasını da yorumlayan Yıldırım, "Bunun yorumlanacak bir tarafını ben görmüyorum. Bu sadece ve sadece panik hâli diye görüyorum. Başka hiçbir mantığı izahı olamaz" dedi. ## Okuyucu Yorumları
273589
haber
AKP kurucularından Fırat: Hükümet, aşırı dinci grupları silahlandırdı; AKP'li Kürtler de Kobanê için ayaklandı
null
# AKP kurucularından Fırat: Hükümet, aşırı dinci grupları silahlandırdı; AKP'li Kürtler de Kobanê için ayaklandı ## AKP kurucularından Dengir Mir Mehmet Fırat, Kobanê eylemleri hakkında konuştu IŞİD kuşatması altındaki Kobanê protestolarında ölenlerin sayısı 39’a ulaşırken yüzlerce kişi yaralandı. Diyarbakır başta olmak üzere bölge savaş alanına dökerken, STK yöneticileri, akademisyen ve siyasetçiler yaşananları değerlendirdi. Yaşanan olayların kaygı verici olduğu kanısının yaygın olduğu bölgede, sürecin provokasyonlara kurban edilmemesi gerektiği savunuldu. AKP’nin kurucularından **Dengir Mir Mehmet Fırat,** "Hükümet Rojava’daki oluşumun önünü kesebilmek için aşırı dinci gruplara tavizler vererek, silahlandırıp maddi destek sağladı. Tüm bunlar birikerek bu aşamaya geldi" dedi. ### 'Sokakta AK Parti'ye oy veren de vardı' Taraf'ta yer alan habere göre Mehmet Fırat, sokak eylemlerinde sadece HDP’lilerin değil, AKP’ye oy verenlerin de olduğunu söyledi. Kobani konusunda tüm Kürtlerin hassas olduğunu belirten Mehmet Fırat, "Bu ayaklanma birden ortaya çıkmadı. Birikmeler uzun süre devam etti. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Antep’te "Kobani düştü, düşüyor; PKK ile IŞİD’in farkı yok" gibi söylemleri bardağı taşıran son damla oldu. Dolayısıyla gösterilere baktığımız zaman ilk kez böylesine bir toplu hareket oluyor. Yoksa HDP ve PKK birçok kez halkı sokağa çağırdı. Fakat hiçbir zaman böyle bir ayaklanma olmadı. Dolayısıyla bunu HDP’ye, bir siyasi düşünceye veya örgüte mal etmenin yanlış olduğu kanısındayım" dedi. ### 'Kobani Kürtler için bir semboldür' Kobani’nin sadece Türkiye’deki Kürtleri ilgilendiren bir konu olmadığını, dünyadaki tüm Kürtleri ilgilendir-diğini belirten Fırat, "Özellikle Suriye, Türkiye, İran ve Irak’taki Kürtlerin bir nevi simgesi haline gelmiş durumda. Olanları bu şekilde değerlendir-mekte fayda var. Tabii bu sırada can kayıpları, yağmalamalar gibi hoş olmayan hadiseler de oldu. Bu ayaklanma sadece protestoyla sınırlı kalsaydı vatandaşın hakkı olarak kalırdı" diye konuştu. ### 'Ergenekon hâlâ ayakta' Gösterilerin provoke edildiğini belirten Fırat, Atatürk heykellerine ve bayrağa saldırılmasını örnek gösterdi. Bu filmin daha önce de sahnelendiğini hatırlatan Fırat, "Mersin’deki büyük bayrak provokasyonuna benzer bir şey. Ben her zaman söylüyorum, Ergenekon hâlâ ayakta. Tahminimce Demirtaş da böyle bir çağrı yaptığında bunların olmasını beklemiyordu. Demek ki o da kontrol edemiyor" dedi. ### 'IŞİD’in yaralılarını tedavi ediyorlar' Sorunun bu aşamaya gelmesinin hükümetin politikasından kaynaklandığını ifade eden Dengir Mir Mehmet Fırat, şöyle devam etti: "Hükümet en son yaralıları tedavi ediyordu, sağlık bakanı kendisi ifade etti. ‘IŞİD yaralılarını tedavi etmek insani bir durumdur’ diye açıklama yaptı. O sırada YPG’li Kürt bir gencin cenazesi geldiğinde morga dahi alınmasına engel olundu ve orada hadiseler çıktı. Bu büyük bir çelişkidir. Tüm bunlar damla damla birikti ve bu noktaya geldi. ### 'Esad şartı, Batı'ya şantajdır' Kobani konusunda kimse, Türk ordusunun işgal veya tarafsız bölge oluşturma planını istemiyor. Mesela ABD uçaklarının bombardımanları çok kesin sonuç vermiyor. Çünkü hedeflerin lazerle işaretlendirilmesi yapılamıyor. Kuzey Irak’ta veya Güney Kürdistan’da çok daha etkili oluyor uçaklar çünkü orada ABD’nin özel kuvvetleri hedefleri işaretleyebiliyor. Veya koordinatları çok net verebiliyorlar. Türkiye burada müttefik güçlere o koordinatları belirleyip verebilir. İncirlik’i açabilir, ki daha evvel bu da konuşulmuştu. Ama şimdi Esad’ın düşürülmesi şartını öncelikli hale getirip, bunu batıya, ABD’ye bir şantaj unsuru olarak kullanmasını ben çok da doğru bulmuyorum." ## Okuyucu Yorumları
251578
haber
'AKP'nin tartışmalı 'seçim şarkısının sahibi' partiye dava açacak'
null
# 'AKP'nin tartışmalı 'seçim şarkısının sahibi' partiye dava açacak' ## AKP'nin yeni seçim şarkısı Dombra olay yarattı. Sözleri değiştirilip Erdoğan'a uyarlanan Dombıra için şarkının sahibi 'izin alınmadı' diyerek dava açacağını duyurdu AKP'nin yeni seçim şarkısı Dombıra davalık oluyor. Şarkının sahibi **Arslanbek Sultanbekov** AKP'nin şarkıyı izinsiz kullandığını duyurarak AKP'ye dava açacağını belirtti. AKP 2014 Mart seçimleri için dün Dombıra'nın yeni uyarlanmış halini sunmuştu. **Uğur Işılak **tarafından sözleri değiştirilen Dombıra Başbakan **Tayyip Erdoğan** 'a ithafen seçimlerde kullanılacaktı. Ancak Dombıra için Uğur Işılak'ın şarkının sahibi olan Arslanbek Sultanbekov'dan izin almadığı ortaya çıktı. Sultanbekov, Dombıra'nın seçim şarkısı olarak kullanılmasına izin vermeyeceğini duyurdu. Sultanbekov adına site yöneticileri tarafından yapılan açıklamada şöyle denildi; "Arslanbek Sultanbekov 'Dombıra' adlı eserini hiçbir siyasi partinin seçim müziği olarak kullanmasını istememiştir. Yapılan çalışmalar Arslanbek Sultanbekov'un izni dışındadır. Konu hakkında söz konusu eseri uyarlayan kişi ile görüşülecek ve hukuki süreç başlatılacaktır. " **İşte o seçim şarkısı:** ** Dombıra nedir?** Dombra adı Kazak Türkleri'nin kullandığı iki telli, parmakla çalınan halk çalgısından geliyor. Cengiz Han filmi Kızıl Elma'da şarkının sahibi Arslanbek Sultanbekov tarafından seslendirilmişti. **Dombıra'nın Erdoğan'lı sözleri** Göründüğü gibi olan / Gücünü milletten alan Recep Tayyip Erdoğan / Mazlumlara sırdaş olan Gariplere yoldaş olan / Recep Tayyip Erdoğan Ezilenlerin gür sesidir o / Suskun dünyanın hür sesidir o Göründüğü gibi olan /Gücünü milletten alan Recep Tayyip Erdoğan Halkın adamı Hak'kın aşığı / O milyonların umut ışığı Mazlumlara sırdaş olan / Gariplere yoldaş olan Recep Tayyip Erdoğan Oldu her zaman sözünün eri / Çıktığı yoldan dönmedi geri Kararlıdır davasında / Anaların duasında Recep Tayyip Erdoğan Sözü dosdoğru yoktur riyası / Zalimlerin korkulu rüyası İnandığı yolda gider / Yıllardır beklenen lider Recep Tayyip Erdoğan **Dombıra'nın orjinal sözleri** Kara kış köyüme gelende Lapa lapa kar yere düşende Dombıramı alırım Yürek sazımı çalarım Kaygılarımı hiç söylenmem. Dombıra sazımı işiten babalar Manasına kulak veren analar İşittiğini akıl yorarak, Yürekleri titreyerek Göz yaşlarını esirgemezler. Nogayların derdi sayısız, her gününde Yiğitlerin uyumadığı günlerde Yüreklerini cesaretlendiren Savaşlarda güç veren Görüp geçirmiş dombıra ## Okuyucu Yorumları
221274
haber
Alacakaranlık serisinin son filmi, 11 dalda Ahududu Ödülü'ne aday
null
# Alacakaranlık serisinin son filmi, 11 dalda Ahududu Ödülü'ne aday ## Twilight serisinin son filmi, en kötü film, en kötü kadın ve erkek oyuncu dahil 11 alanda aday gösterildi Amerikan sinemasının "en kötülerine" verilen "Ahududu Ödülleri"ne (Razzie Award) bu yıl Türkiye'de "Alacakaranlık" adıyla gösterime giren "Twilight" serisinin sonuncu filmi olan "Alacakaranlık Şafak Vakti Bölüm 2 (The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2)" damgasını vurdu. Güzel Bella, vampir Edward Cullen ve kurt adam Jacob Black arasındaki aşk üçgenini anlatan Twilight serisinin son filmi, en kötü film, en kötü kadın ve erkek oyuncu dahil 11 alanda aday gösterildi. Ahududu Ödüllerinin diğer adayları arasında "Battleship" ve "The Oogieloves in the Big Balloon Adventure"ın yanı sıra geçen yılın ödül şampiyonu Adam Sandler'in "That's My Boy" adlı filmi de yer alıyor. Oscar ödül töreninden bir gün önce 23 Şubat'ta sahiplerini bulacak Ahududu Ödülleri adayları şöyle: **En Kötü Film**: Battleship, The Oogieloves in Big Balloon Adventure, That's My Boy, A Thousand Words, The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2 **En Kötü Yönetmen:** Sean Anders (That's My Boy) Peter Berg (Battleship) Bill Condon (The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2) Tyler Perry (Good Deeds / Madea's Witness Protection) John Putch (Atlas Shrugged Part II) **En Kötü Kadın Oyuncu**: Katherine Heigl (One For the Money) Milla Jovovich (Resident Evil: Retribution) Tyler Perry (Madea's Witness Protection) Kristen Stewart (The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2 / Snow White and the Huntsman) Barbra Streisand (The Guilt Trip) **En Kötü Erkek Oyuncu**: Nicolas Cage (Ghost Rider: Spirit of Vengeance / Seeking Justice) Eddie Murphy (A Thousand Words) Robert Pattinson (The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2) Tyler Perry (Alex Cross / Good Deeds) Adam Sandler (That's My Boy) **En Kötü Kadın Yardımcı Oyuncu:** Jessica Biel (Playing For Keeps / Total Recall) Brooklyn Decker (Battleship / What to Expect When You're Expecting) Ashley Greene (The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2) Jennifer Lopez (What to Expect When You're Expecting) Rihanna (Battleship) **En Kötü Erkek Yardımcı Oyuncu:** David Hasselhoff (Pirannha 3-DD) Taylor Lautner (The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2) Liam Neeson (Battleship / Wrath of the Titans) Nick Swardson (That's My Boy) Vanilla Ice (That's My Boy) **En Kötü Senaryo:** Atlas Shrugged Part II Battleship That's My Boy A Thousand Words The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part 2." Geçen yıl ünlü oyuncu Adam Sandler'in başrolünü oynadığı "Jack and Jill" filmi, "Ahududu Ödülleri"nin hepsini kazanarak kırılması güç bir rekora imza atmıştı. Filmde hem aile babası Jack'i hem de Jack'in belalı ikiz kızkardeşi Jill'i canlandıran Sandler, en kötü erkek ve en kötü kadın oyuncu ödüllerinin yanı sıra en kötü çift ve en kötü senaryo yazarı ödüllerini de layık görülmüştü. 74 milyon gişe geliri getiren film, Razzie'nin 32 yıllık tarihinde bütün ödülleri toplayan tek film olmuştu. ## Okuyucu Yorumları
147711
haber
Aldatan nasıl yakalanır?
null
## Türkiye'de boşanma nedenlerinin ilk sırasında yer alan "aldatma" siyasetteki kaset olaylarının ardından yeniden gündeme geldi. - A + **T24** - Türkiye'de boşanma nedenlerinin ilk sırasında yer alan "aldatma" siyasetteki kaset olaylarının ardından yeniden gündeme geldi. Yeni teknolojilerle aldatma delillerinin değiştiğini söyleyen uzmanlar, son yıllardaki aldatma vakalarının artışına dikkat çekiyor. Kadınlarla erkeklerin bıraktığı delillerin farklı olduğunu anlatan boşanma avukatı Cengiz Hortoğlu, cep telefonu veya sabit telefon görüşme kayıtları, kredi kartı hesap dökümlerinin aldatan eşi ele verdiğini söylüyor.Hürriyet'ten Şehriban Oğhan'ın haberi şöyle: Kasetler havada uçuşuyor, aldatma haberleri gündemden düşmüyor. Ama aldatanları ele veren artık yakadaki ruj, arabada unutulan toka ya da cekete sinen parfüm kokusu değil. Şimdi cep telefonları, MSN mesajları karıştırılıyor. İspiyoncularınız hesap ekstreleriniz ve otel kayıtlarınız. Yanınızda gizli aşkınızla hızlı mı araba sürdünüz? Trafik cezası evinize fotoğraflı olarak servis ediliyor. En kötüsü, saatten kaleme kadar sınır tanımayan gizli kameralar ve dinleyiciler ilişkinizi internette kamuya açabiliyor En büyük boşanma nedeni Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre; 2010 yılının ekim, kasım, aralık döneminde boşanan çift sayısı 29 bin 326. 2009 yılının aynı döneminde ise 27 bin 670. Yani bir önceki yılla arasında yüzde altılık bir artış var. Açılan davaların yüzde 95’ten fazlasının nedeni şiddetli geçimsizlik. Perdeyi kaldırdığınızda geçimsizliğin baş sorumlusu da ortaya çıkıyor: İkinci partner. 'Cep telefonu külodunda uyuyan eş var' **İLKİM ÖZ (Aile terapisti)** Aldatma son beş yıldır o kadar ortalığa düştü ki... Haftada en az yedi-sekiz aldatılmış kadın geliyor. Kadın sezdiği için şüpheleniyor. Sağlıklı ilişkide kadın niçin eşinin cep telefonuna baksın veya takip etsin ki? Bir danışanım, eşinin cep telefonunu külodunun içine koyarak uyuduğunu anlatmıştı. Gerçekten aldatıyormuş. Hayatlarımız o kadar şeffaflaştı ki, bir insanın ne zaman, nerede, ne yaptığını bulmak artık çok kolay. Günümüzde aldatma delillerinin başını cep telefonu çekiyor. Eşe hediye edilen cep telefonuna dinleme programı yerleştirmek, arabasına dinleme cihazı koymak, dedektif tutmak... Kameralar çok önemli bir araç. Mesleğe başladığım yıllarda kadınlar aldatıldıklarını gömlekteki parfümden, ruj lekesinden anlarlardı. Cepler, cüzdanlar karıştırılırdı. Bunlar artık ‘out’. Yine bir danışanım anlatmıştı. Gece yatarken külotlu çorabının bir ayağını kendine, bir ayağını kocasına giydiriyormuş. "Oğlumun kız arkadaşları evde olduğu zamanlar rahat uyuyorum" diyordu. Aldatan kadın yakalanmıyor, analitik beyni olduğu için arkasında delil de bırakmıyor; itiraf ediyor. Zaten aşık olduğu için aldatıyor, cinsellik için değil. İtiraf ettikten sonra da ilişkilerinden birini bitiriyor. Aldatılan erkekse ve sosyo-ekonomik düzeyi yüksekse eşinden çok kendini suçluyor ve bu sebeple evliliğinin yıkılmasını istemiyor. Erkekler daha sık ve kolay yakalandığı için erkeğin daha çok aldattığı zannediliyor ama bana gelen vakalara göre oran yüzde 50. 'Kadınlar MSN, erkekler kredi kartından yakalanıyor' **CENGİZ HORTOĞLU (Boşanma avukatı)** Artık el yazısı mektuplar, kartpostallar bitti. Deliller arttı ve çeşitlendi. Cep telefonu veya sabit telefon görüşme kayıtları, kredi kartı hesap dökümleri, hesap ekstreleri (sevgiliye gönderilen havale vs.), eşten veya sevgiliden gelen, ima da olsa aldatmaya ilişkin mail veya mesajlar, otel kayıtları, birlikte çekilen resimler, sevgiliyle yapılan yolculuklara ait bilet... Müvekkiller davanın ilk aşamasında delilleri kendileri buluyor. Biz sadece hangi delilleri sunabileceklerini belirliyoruz. En ilginç delil bir harcama defteriydi. Adam çok tutumlu, harcamalarını yazdığı bir not defteri var. Kadın defteri detaylı incelediğinde, yüksek bir harcama görüyor. Yanında bir de tersten yazılmış bir kadın ismi var. Aynı tarihli kredi kartı sliplerini incelediğinde o tarihte bir pırlanta yüzük alındığını tespit ediyor. Adam sözüm ona sevgilisinin ismini tersten yazarak önlem almış. Kadınlarla erkeklerin bıraktığı deliller farklı. Aldatan kadını telefon görüşmeleri ve sosyal paylaşım sitelerindeki mesajlar ele veriyor. Erkekleriyse ek olarak kredi kartı ekstreleri ve otel kayıtları... Aldatıldığı için boşanma kararı veren erkek sayısı kadınların oranına göre daha az ama erkek aldatıldığını kolay kolay açıklamıyor. Veya aldatmayı boşanma nedeni olarak bildirmiyor. 'Karısını aldattı ama bir erkekle' **MEHMET UZUNER (Özel Dedektifler Derneği Başkanı)** Her aldatan arkasında delil bırakır. Bir sefer yapan daima yapar. Pişman olan görmedim. Çok ekstrem durumlarla karşılaşıyoruz. Bir kadın müşterinin aldatıldığını belgeledik ama eşinin sevgilisinin kim olduğunu söylemekte zorluk çektik. "Sevgilisi şu adammış" demek biraz zor oldu. Ama kadın normal karşıladı. Meğer adamın eğilimi varmış. Bilseydik, işimiz bir buçuk ay sürmezdi. Kişi bize geldiğinde genelde eşinin aldattığı kişiye kadar tüm bilgilere sahip oluyor. Bizden de belgelememizi ve detaylandırmamızı istiyor. Evden çıktığı andan eve girene kadar kamuya açık tüm alanda takip ediyoruz. Eskiden fotoğraf makinaları kullanıyorduk ama artık teknoloji kullanıyorsunuz. Dom kameralar, araçlara monte ettiğiniz dijital sistemler, hava ve arazi şartları uygunsa beş kilometreden alınabilen görüntüler... Anlaşmalı boşanmaların yüzde 50’den fazlasının nedeni aldatma. 'Delilleri birleştirmek bile profesyonellik' **PROF. DR. ALİYE MAVİLİ AKTAŞ (Sosyal psikolog)** Kentleşmiş toplumlarda, birey yaşamı farklı organizasyon ve toplantılar içinde olmayı gerektiriyor. İş yaşamındaki ortaklıklar, hobiler, gruplar yeni kişilerle farklı faaliyetleri kolaylaştırıyor. Formal eşin bilindik yanları onu ‘başka’ olmaktan çıkardığı için, yeni ve farklı olan her tür ilişki, başka bir keşif yolculuğu gibidir. Böyle olunca aldatmanın delilleri de o kadar farklı olabilir ki, akıl ve mantık sınırlarıyla bu işlerin peşine düşmek akıl dışılık gibidir. Birliktelikler küçücük zamanlara ve farklı mekanlara sıkıştığında sadakatsizliğin delilleri de görünmez olabilir. Küçük kasabada herkes herkesi tanıyacağı için sinemaya sevgilisiyle giden olmaz. Toplumun küçük ve karmaşık olmayan yapısı aldatmanın delillerini de basit, yalın, bilindik yapabilir. Oysa şimdiki kent ortamında izler bile profesyonel dedektiflerle takip ediliyor. Birey akşama kadar o kadar çok yerde ki, bunların içinde her yerde olan delilleri birleştirmek bile ayrı bir profesyonellik. Toplum büyüdükçe ve geliştikçe kusurların delilleri de karmaşık ve bilinmez hale gelebilir. Her şey, her yer aldatma delilleriyle dolu olabilir. Seçim meydanı kaset kaynıyor Siyasetteyse aldatılan eş değil, hasımlar devreye giriyor. Çoğunlukla evli siyasetçilerin mahrem alanına konulan gizli kameralar onları siyaset sahnesinden silerken, rakiplerinin elini güçlendiriyor. Belki de bu nedenle seks kasetlerinin seçim meydanlarına inmesi önlen(e)miyor. Geçen haftalarda MHP yöneticileri ve milletvekili adaylarının başına gelen olay, daha önce de eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, eski Ankara Keçiören Belediye Başkanı Turgut Altınok, eski DYP’li Bakan Hamdi Üçpınarlar’ı da zor durumda bırakmıştı. Eski Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel ve eski Başbakan Adnan Menderes de yasak ilişki kurbanı olan siyasiler arasındaydı. ## Okuyucu Yorumları
192569
haber
Ali Tezel: İntibak, maaşları 100 lira artıracak
null
# Ali Tezel: İntibak, maaşları 100 lira artıracak ## Ali Tezel, intibak yasasıyla birlikte 2000 yılı öncesinde emekli olanların ortalama 100 lira zam alacağını söyledi. **T24 -**Sosyal güvenlik uzmanı ve Habertürk gazetesi yazarı Ali Tezel, intibak yasasıyla birlikte 2000 yılı öncesinde emekli olanların ortalama 100 lira zam alacağını söyledi. Tezel, zamlı maaşların 2013 yılında itibaren geçerli olacağını da dile getirdi.Ali Tezel'in Habertürk'te "İntibak, maaşları ortalama 100 lira artacak" başlığıyla yayımlanan (18 Ocak 2012) yazısı şöyle: İntibak, maaşları ortalama 100 lira artacak Bakanlar Kurulu, sadece 2000 öncesi emekli olan SSK'lılar için "intibak"ın kabul edildiği haberini verdi. Bakanlar Kurulu'na SGK tarafından üç alternatifli bir tablo sunuldu. Bunlardan biri bugüne kadar verilmeyen gelişme hızının sadece yüzde 60'ı, diğeri yüzde 70'i, ötekisi de yüzde 75'i idi. Son yüzde 75'lik oran kabul gördü . 2000 öncesi emekli olmuş 1 milyon 940 bin emekli-dul ve yetime toplam 2 milyar 400 milyon yıllık maliyetli intibak zammı 2013 Ocak veya Temmuz ayında verilecek... Rakamı sayıya böldüğümüzde ortalaması 100 lira ama kimisi 0, kimisi 10 lira en yükseği de 310 lira zamlı intibak zammı alacak Esasen tüm SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin intibak sorunu varken sadece 2000 yılı öncesi SSK emeklilerinden bir kısmına intibak uygulanacak. 2000 ve sonrası SSK emeklilerine intibak yok, Bağ-Kur emeklilerine ise hiç yok. 1999 yılı ve öncesinde emekli olmuşlara 2000, 2001, 2002, 2003, 2004, 2005, 2006, 2007 yıllarının Gayri Safi Milli Hasıla Artış Oranı (GSMHAO) Bakanlar Kurulu'nun seçtiği alternatif artışlardan birisi kadar artırılacaktır. Yani, 1999 Aralık dönemi itibarıyla hesaplanan aylık, 2008 yılı Ocak ayına kadar Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan her yılın aralık ayına göre en son temel yıllı kentsel yerler tüketici fiyatları endeksindeki artış oranının tamamı ve gayri safi yurtiçi hasıla sabit fiyatlarla gelişme hızının belli bir oranının (çalışma gelişme hızının % 60, % 70 ve % 75 i esas alınmak suretiyle alternatifli olarak hesaplanmıştır) birbiriyle çarpılarak, 2008 Ocak ödeme döneminden itibaren de SSK emeklileri için uygulanmış aylık artışlarıyla artırılacaktır. Hesaplanan aylık miktarının sigortalı veya hak sahiplerinin ödenmekte olan aylık tutarının altında kalması halinde, mevcut aylıklarının ödenmesine devam edilecektir. İntibak yasası şimdi, paraları 2013 yılında Sakın "Bakanlar Kurulu intibakı kabul etti, paramızı alırız" diye düşünmeyin. Yasa TBMM'den 2012 yılı içinde geçse bile fark paraları geçmişe yönelik toplu olarak ödenmeyeceği gibi maaşlara yansıması 2013 yılının Ocak veya Temmuz aylarında olacak. ## Okuyucu Yorumları
135421
haber
'Alo 170 Mobbing' hattı kuruldu
null
# 'Alo 170 Mobbing' hattı kuruldu ## Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 'ALO 170' ihbar hattında mobbing (psikolojik taciz) mağdurlarına destek vermek için çalışma psikoloğu istihdam edecek. **T24 - **Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 'ALO 170' ihbar hattında mobbing (psikolojik taciz) mağdurlarına destek vermek için çalışma psikoloğu istihdam edecek. Bakanlık, iş yerlerinde çalışanlara yönelik mobbing olaylarının önlenmesi amacıyla yayımlanan Başbakanlık Genelgesi doğrultusunda bir dizi önlemi hayata geçirecek. Çalışma hayatı ve sosyal güvenlik hakkında her türlü soru, öneri, eleştiri, ihbar, şikayet, başvuru ve talepleri, etkin ve hızlı bir biçimde çözüme kavuşturabilmek amacıyla kurulan Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezinin "ALO 170" hattından mobbing mağdurlarına da hizmet verilecek. Merkezin 7 gün 24 saat aranabilen hattıyla, çağrılara hemen cevap üretilemediği durumlarda anında ilgili kurum ve kuruluşlarla iletişime geçilerek en geç 72 saat içinde taleplere cevap veriliyor. Genelge hükümleri çerçevesinde, mobbinge uğrayanlara destek sunulması ve şikayetlerin değerlendirilmesi için Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezine personel takviyesi yapılacak. Merkezde gelecek ay bir çalışma psikologunu görevlendirilecek daha sonra bu sayı ihtiyaca göre artırılacak. Merkeze iletilen şikayetler kısa sürede sonuçlandırılacak. Uzmanlar, mobbingle karşı karşıya kalan mağdurların, maruz kaldıkları olayları not etmelerini, yaşananlara ilişkin şahit bulmalarını ve mobbing uygulayan kişilerle açık açık konuşulmasını öneriyor. Bu tür olaylara ilişkin deneyimler, mağdurların mobbing yapanlara "şikayetçi olacaklarını bildirmeleri" halinde tacizlerin davranışlarına son verdiklerini ortaya koyuyor. Mobbing mağdurları ise yaşadıkları karşısında en çok tacizde bulunanlarla açık açık konuşmayı, ilerleyen aşamalarda ise doktor desteği almayı seçiyor. Hapis cezası da var, tacizciye eğitim de var Mobbingle mücadele konusunda bir çok ülkede çeşitli tedbirler uygulanıyor. Belçika'da mobbing şikayetleriyle ilgili işçi temsilcileriyle anlaşılarak profesyonel bir danışmanın görevlendirilmesi, iş yerinde önleyici mekanizmaların geliştirilmesi, iş yerinde konuyla ilgili yazılı bir örgütsel niyetin ilanının yapılması, şikayet mekanizmasının oluşturulması, mağdurlara sosyal destek sağlanması, tacizi gerçekleştiren kişinin hukuksal yaptırımlarla cezalandırılması ve eğitime tabi tutulması gibi mücadele yöntemleri uygulanıyor. Finlandiya'da cinsel taciz, şiddet tehdidi ve psikolojik taciz gibi konular mesleki sağlık kapsamında değerlendiriliyor. Bu konularda hem işverenlere hem işçilere bazı sorumluluklar yükleniyor. Ayrıca psikolojik tacizle mücadelede özellikle işçi ve işveren arasındaki işbirliğine dikkat çekiliyor. Hollanda'da iş yerinde cinsel taciz, psikolojik taciz ve şiddete karşı koruma sorumluluğu işverende bulunuyor. Bu düzenleme cinsel taciz, psikolojik taciz, ırkçılık ve şiddeti kapsayan istenmeyen her türlü davranışı kapsıyor. Fransa'da iş yerindeki psikolojik tacizin engellenmesi için işverenlere yeni sorumluluklar yüklendi. Bu kapsamda, mağduriyeti ve tacizi önlemek için yeni koruma ve önleyici mekanizmalar öneriliyor. Ayrıca psikolojik tacizde bulunanlara ve gerçek dışı bir şekilde mağdur olduklarını beyan edenlere para cezası öngörülüyor. Bu konuda ispat yükü tacizciyle yükleniyor. Ceza Kanununda ise mobbing failine 1 yıla kadar hapis ve 15 bin avro para cezasına hükmedilebiliyor. Sendikalar, kamu ve özel sektörde yaşanan psikolojik taciz olaylarının önlenmesinde taraf olabiliyor. Fransa'da konuyla ilgili kamuoyu ilgisini çekmek için acil telefon hatları ve mağdurlara yardım programları bulunuyor. Erken emeklilik gerekçesi İngiltere'de şiddet tanımı, psikolojik şiddeti de içerecek şekilde genişletildi. Söz konusu tanım, psikolojik taciz konusuna temel dayanak oluşturuyor. Psikolojik tacize maruz kalan işçinin işten istifa etmesi "haklı nedenlerle fesih" sonucunu doğruyor. İngiltere'de konuyla ilgili olarak taciz hattı kuran sendikaların yanında, bölgesel destek ağı oluşturan sendikalar bulunuyor. Ayrıca bazı sendikalar psikolojik taciz danışmanı görevlendiriyor. Bazı yerel yönetimler de konuya ilişkin özel politikalar geliştiriyor. İsveç'de işletme komitelerinin psikolojik tacizin önlenmesi için gerekli tedbirleri alma yükümlüğü, işverenlerin psikolojik tacizi engelleyecek şekilde işin ve iş ortamının düzenlenmesi, psikolojik taciz mağdurlarının rehabilitasyonu ve iş yerinde psikolojik tacizle mücadele politikalarının geliştirilmesi sorumluluğu bulunuyor. Almanya'da psikolojik tacizin neden olduğu zararlar meslek hastalığı olarak değerlendiriliyor. Mobbing mağdurları erken emekliliklerini isteyebiliyor, iş görmekten kaçınma hakkından yararlanabiliyor, iş akdini haklı nedenle feshedebiliyor. Mağdurlar için yardım ve destekte bulunmak amacıyla merkezler bulunuyor, işçi sendikaları tarafından telefon hattı oluşturuluyor. Ayrıca kamuya bağlı yerel sağlık kuruluşları psikolojik tacizin yol açtığı zararların teşhisi ve tedavisi ile ilgileniyor ve psikolojik taciz mağdurlarına danışman hizmeti veriyor. İşverene ise mobbing uygulayan kişinin iş sözleşmesini feshetme imkanı tanınıyor. İtalya'da işçinin fiziksel bütünlüğünün ve sağlığının korunmaması, işçiye iş tanımında yer alan mesleki niteliklerinin altında nitelikler gerektiren işlerin verilmesi gibi sebepler psikolojik taciz olarak değerlendiriliyor. İtalya'daki işçi konfederasyonlarından biri resmi internet sitesinde psikolojik taciz ile ilgili ayrı bir bölüm oluşturarak üyelerinin ve tüm çalışanların konu ile ilgili bilgilendirilmesi, psikolojik taciz olaylarının internet aracılığıyla rapor edilmesi ve mağdurları arasında dayanışmanın sağlanması için çaba harcıyor. Japonya'da çağrı merkezi üzerinden mobbing mağdurlarına destek veriliyor. ## Okuyucu Yorumları
224426
haber
Amazon Ormanları'nı kurtarmak için porno film çektiler...
null
# Amazon Ormanları'nı kurtarmak için porno film çektiler... ## Fuck For Forest belgeseli !f İstanbul’un en ilginç yapımlarından biriydi. Peki kim bu insanlar?.. Amazon Ormanları’nı kurtarmak için porno film çeken bir grup aktivist hikâyelerini anlattı. !f İstanbul’da da gösterilen "Fuck For Forest" belgeselinin yönetmeni** Michal Marczak, **belgesel için** "**Doğayı gerçekten bu kadar çok mu seviyorlardı, yoksa bu rahatça sevişmek için muhteşem bir bahane miydi? Bu bir hayat tarzı mıydı? Bir kaçış mı? Neden başka bir yerdeki değil de Amazon’daki insanları kurtarmaya çalışıyorlardı?" dedi. Cumhuriyet gazetesinden **Deniz Ülkütekin** ’in "Doğanın kurtuluşu için özgürce sevişiyorlar" başlığıyla yayımlanan (24 Şubat 2013) söyleşi şöyle: ## **Doğanın kurtuluşu için özgürce sevişiyorlar** Fuck For Forest belgeseli !f İstanbul’un en ilginç yapımlarından biriydi. Peki kim bu insanlar? Porno film çekerek Amazon Ormanları’nı kurtarmaya çalışan bir grup aktivistin hikâyesini bir de kendi ağızlarından dinleyelim. **Natty:** Pek çok büyük organizasyon, bizzat doğayı mahveden kurumlar tarafından destekleniyordu ve bu yeterince ikiyüzlüydü zaten. FFF ekibiyle ilk tanıştığımda bu benim için fazla çılgıncaydı çünkü öncesinde cinselliğim ve vücudum hakkında bir hayli utangaçtım. Ancak doğanın kendisinden korkmamaya ve kendimi zorlayıp, programlanmış utangaçlık ve suçluluk duygusundan kurtulduğumda neler olabileceğini görmeye karar verdim. Sonuçta vücuduma karşı koyduğum sınırlar ortadan kalktı ve korkularla yüzleşmenin ne kadar faydalı olabileceğini gördüm. Karşıma çıkan şey de oldukça ilgimi çekti çünkü insanların cinsellik yoluyla kendini ifade ediş biçiminin medyanın bize sunduğundan çok daha farklı olabileceğini gördüm çünkü aslında insanların çoğu gerçekten sevişmenin ne demek olduğunu bilmiyor. **- Bütün grup üyeleri videolarda yer alıyor mu? Yoksa bir işbölümü mü söz konusu?** - Gruptaki herkes birer aktivist ve etrafta oldukları her an çekim yapıyorlar çünkü çekimler önceden planlanmıyor, spontane şekilde gelişiyor. Ayrıca herkes video ve fotoğraflarda görünerek kendini ifade ediyor. Bu da kişinin kendi cinsel tercihlerine göre değişiyor. Kimisi doğal çıplaklıktan hoşlanıyor ve sadece doğada çıplak olarak görünmek istiyor. Bazısı ateşli grup seksten hoşlanıyor, bazısı partneriyle şevişmesinin görüntülenmesini, bazısı da eylem ve performansların bir parçası olmak istiyor. **- Bildiğimiz kadarıyla kazandığınız parayı bağışlayacak bir organizasyon bulmak da problem haline gelmiş. Bu sorunu nasıl çözdünüz?** - Aslında zaman içinde bu sorunu aşmak daha kolay oldu çünkü idealist bir şekilde sadece doğayı korumak için çalışan yerel gruplara ulaşmaya başladık. Başlangıçta Tommy ve Leona, bağışı kabul eden ama bunu etik yollardan kazanmadıklarını düşündükleri için duyulmasını istemeyen organizasyonlarla sorunlar yaşadı. Dünyayı koruma amacını paylaşan birçok organizasyon arasında büyük bir yarış olduğunu görmek de fazlasıyla üzücüydü. Bu organizasyonlarda çalışan insanların birbirlerine destek olacakları yerde, ayaklarını kaydırmak için uğraştıklarını görmek benim için şok ediciydi. Bunu görünce gerçekten iyi birşeyler yapmanın ne kadar zor olduğunu anladım ancak dediğim gibi sonrasında uluslararası çalışan büyük organizasyonları bırakıp yerel gruplara odaklandık ve hâlâ bizim bağışlarımıza ihtiyacı olan ve doğaya geri verdiğimiz aşktan korkmayacak ekolojik gruplar için arayış içindeyiz. **- 2004’teki Cumshots konserinde Tommy ve Loeona’nın sahnedeki performansından sonra FFF birtakım yasal problemler yaşamış. Bu problemleri nasıl aştınız?** - Grubun merkezini Oslo’dan Berlin’e taşıdık ve sorun çözüldü. Öte yandan, FFF olarak bu olaydan sonra doğayı özgürleştirmek adına pek çok benzer performans yaptık. Vücutlarımıza karşı daha liberal bir bakış açısı getiriyoruz, bu doğayı ya da hayvanları koruma temasına göre değişkenlik gösterebilir ama bir yandan da vücutlarımızın ve aşkın özgürleşmesi adına mücadele ediyoruz. Kendi vücutlarından korkan insanlarla atölye çalışmaları yapıyoruz ve içlerindeki güzelliği görmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Pek çok ülkede, çıplak olmak ve güneşin tadını çıkarmak isteyen insanlar tutuklanır. Dünyanın neresinde tutuklanma korkusu olmadan açıkça sevişebilirsiniz ki? Öte yandan havanızı ve suyunuzu kirleten ve bunun bedelini size ödeten insanlar sokakta özgürce dolaşabilir. İlaçlı tohumlar sayesinde artık yiyeceklerimiz bile manipule ediliyor, doğa bize ihtiyacımız olan her şeyi bedavaya verirken kimyasal üretim yüzünden hepimiz sistemin çarklarına dahil ediliyoruz. Bir gün paranın bizi mutlu edemeyeceğini anlayacaklar çünkü eninde sonunda doğayı kirleten ve ondan korkan yine insanlar. ## **‘Seks hikâyenin bir parçası’** Fuck For Forest belgeselinin yönetmeni ** Michal Marczak** için bu yapımı ortaya çıkarmak başlı başına ilgi çekici bir deneyim olmuş. **- FFF’yle nasıl temasa geçtiniz?** - Onlara bir mail attım ve yaklaşık altı ay sonra cevap geldi. Bir çalışma ortaklığı kurmak her zaman birbirini test etme sürecidir. Başlangıçta herhangi bir amacım yoktu. "Eğer biraz uyum yakalayabilirsek harika olur" diye düşünmüştüm. Eğer yakalayamazsak bu da birlikte bir film yapamayacağımız anlamına gelecekti. **- FFF içinde belgesellerini çekmeye değecek pek çok hikâye olduğuna eminim ama sizi ilk başta bu işi yapmaya yönelten dürtü neydi?** - Başta ilgimi çeken şey basit şekilde yanıtlanamayacak sorulardı. Neden bunu yapıyorlardı? Doğayı gerçekten bu kadar çok mu seviyorlardı, yoksa bu rahatça sevişmek için muhteşem bir bahane miydi? Bu bir hayat tarzı mıydı? Bir kaçış mı? Neden başka bir yerdeki değil de Amazon’daki insanları kurtarmaya çalışıyorlardı? **- Neden hikâyeyi Danny’nin etrafında anlatmaya karar verdiniz? Onu bu kadar özel kılan neydi?** - İzleyiciyi, gruba katılsalar nasıl olurdu havasına sokmayı düşünüyordum. Danny de gruba yeni katılmıştı ve bu dünyayı onun gözünden göstermek istedim. Ayrıca ruhunda pek çok dert barındıran, adeta Haçlı Seferleri’yle çarpışan ve çok az başarı şansı olan oldukça sinematik bir karakterdi. **- Amazon Ormanları’nda işler FFF için pek yolunda gitmemiş...** - Altı yarı çıplak insanların Amazon Ormanları’nda dolaşması yapılacak en güvenli şey değil. Oradaki yerlilerin çoğu ultra-Katolik. **- FFF hakkında olumsuz düşünceleriniz var mıydı? Onlarla yakınlaştıkça düşünceleriniz değişti mi?** - Hayır. Yarattıkları masalsı dünyayı ve toplum normları dışında yaşıyor olmalarını baştan beri sevmiştim. Kendi gerçeklerini yaratan ve diğerlerini de onun içine katmaya çalışan hayalciler, bazen haklı sebeplerle, bazen de haksız. **- Nasıl mekânlarda çekim yaptınız? En garipleri hangileriydi? Çok pornografik bulup belgesele koymadığınız bölümler var mı?** - Dünyanın çok farkklı yerlerinde ama en çok Berlin, Oslo, Peru, Brezilya ve Kolombiya’da çekim yaptık. Binlerce hardocre, hatta orgy çekimi yaptım. Hiçbir zaman da bunları kullanmaktan çekinmedim. Böylesi bir film yaparken nasıl çekinebilirdim ki? Ancak baştan beri aklımda olan, başka bir şeyler olurken yaşanan seksi çekmekti. Seksi, sırf seks için çekme fazla kolaycılık olurdu. ## Okuyucu Yorumları
231531
haber
Amerikan İstihbarat Müdürü: Dinlemelerin hedefi Amerikalı olmayanlar
null
# Amerikan İstihbarat Müdürü: Dinlemelerin hedefi Amerikalı olmayanlar ## İngiliz Guardian gazetesinin Amerika'da hükümetin halkın telefonlarını dinlediğini ortaya çıkarması üzerine İstihbarat Müdürü Clapper, birime 'geri dönüşü olmayan' zarar gelebilceğini söyledi **The Guardian** gazetesinin Amerika'da hükümetin mahkeme kararıyla halkın telefonlarını dinlediğini ortaya çıkarması ve hükümetin internetten veri toplamak için kullandığı Prism programı hakkında yazmasından sonra konuşan Ulusal İstihbarat Müdürü **James Clapper**, telefon kayıtları için alınan gizli mahkeme dökümanlarının tartışmaya açılmasının, Amerikan istihbaratının tehdit tanımlamasında "geri dönüşü olmayan zarar" görebileceğini belirtti. **BBC** 'nin yaptığı haberde Clapper, Amerikalıların endişelerini gidermek istediğini söyleyerek, Ulusal istihbaratın insan hakları ve birey haklarına saygı gösterdiğini belirtti. İstihbarat için özel tasarlanan Prism programının sayısız hataları bulunduğunu söyleyen İstihbarat müdürü, hükümetin internet şirketlerinden topladığı verilerin hedefinin de "amerikalı olmayanlar" olduğunu açıkladı. Amerika'da **The Washington Post ** gazetesi, Prism programınının insanların izini sürmesi için sunucularına bağlanmasına izin veren dokuz şirketin Microsoft, Yahoo, Google, Facebook, Paltalk, AOL, Skype, Youtube ve Apple olduğunu yazdı. BBC'ye bir açıklama yapan Microsoft, müşteri verilerini sadece kanunlara bağlı mahkeme kararıyla, kararın belirlediği hesapları paylaştığını belirtirken, "Hükümetin daha geniş ve gönüllü tabanlı ulusal güvenlik programı olsaydı, katılmazdık" dedi. İngiliz haber ajansı, Yahoo, Apple ve Facebook şirketlerinin, hükümete sunucularına doğrudan giriş vermediklerini de yazdı. Google ise ajansa, "Google bireylerin bilgilerine, hükümet tarafından girilmesi için bir arka kapı bulundurmamaktadır" diye açıkladı. BBC, Prism programının 2007 yılında, 11 Eylül saldırısından sonra Başkan George W. Bush tarafından, ülke içinde gerekçe göstermeden gözetim yapılması için tasarlandığını yazdı. Başkan Bush döneminde program, başkanın günlük toplantılarına, büyük bilgi kaynağı olduğunu bildirdi. **Çeviri: Varsan Çekiç** ## Okuyucu Yorumları
236767
haber
LGBT haklarına anayasada değil, gerekçede tahammül edebildiler
null
# LGBT haklarına anayasada değil, gerekçede tahammül edebildiler ## 'Eşitlik' maddesini ele alan Anayasa Komisyonu, LGBT'lere yönelik 'ayrımcılık yapılamayacağı' ifadesinin madde gerekçesinde yer alması ve kadın kotası uygulanmasına karar verdi TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu, iktidar partisini itiraz ettiği "anayasada eşcinsellere güvence" maddesinde ara formülle anlaştı. **Nuray Babacan** 'ın Hürriyet'te yer alan haberine göre, LGBT bireylere "ayrımcılık yapılamayacağı" eşitlik maddesinin gerekçesinde yer alacak. Bu düzenleme sırasında AKP'li ve CHP’li üyeler arasında tartışma çıktı. AKP'liler "Siz aynı cinsten evlilikler olmasını mı istiyorsunuz?" diyerek tepki gösterdiler. ## 'Cinsel yönelim' ifadesi madde gerekçesinde yer alacak Anayasa Uzlaşma Komisyonu, dün "eşitlik" ve "çocuk hakları" maddelerini ele aldı. Yazım çalışmaları başladığından bu yana CHP ve BDP, LBGT bireylere ayrımcılık yapılmasının önüne geçilmesi için eşitlik maddesinde "cinsel yönelim" ifadesinin yer almasını istiyordu. AKP ise buna başından beri şiddetle karşı çıktı ve bu ifadenin maddenin gerekçesine bile yazılmasına izin vermedi. Dün, anayasanın "eşitlik" maddesiyle ilgili sürpriz bir uzlaşma sağlandı. CHP ile BDP, cinsel yönelim ifadesinin madde metninde yer almasından vazgeçti ve "gerekçede bunu yazalım" dedi. AKP de ısrarından vazgeçti ve cinsel yönelim ifadesinin gerekçede yer alması benimsendi. Komisyon metnine "cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile ilgili ayrımcılık yasağı gerekçede ifade edilecektir" notu düşürüldü. ## Türbanlı vekilin önündeki engeller kaldırılıyor Eşitlik maddesinde bir başka uzlaşma ise siyaset ve kamuda kadın kotası uygulanmasının yolunu açan fıkrasında sağlandı. Maddedeki, devletin kadınların siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlardaki hak ve özgürlüklerini kullanmasının önündeki zorlaştırıcı engel ve her türlü ayrımcılığı ortadan kaldıracak tedbirler alacağına ilişkin hüküm, kamunun yanı sıra kadın milletvekillerine de türban serbestisi getireceği şeklinde yorumlanıyor. Komisyon, görüşülen başka maddelerde de bu yönde ön uzlaşma sağlamıştı. Dün ele alınan eşitlik maddesi şöyle yazıldı: "Devlet, kadınların siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlardaki hak ve özgürlüklerini kullanmasını ve bunlardan yararlanmasını zorlaştırıcı engelleri ve her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yönelik tedbirleri alır. Kadınların, TBMM, siyasal partilerin genel merkez ve il örgütleri, üniversiteler ile sendika ve üst kuruluşların yönetim organları, il genel meclisi, il belediye meclisi ve büyükşehir belediye meclisi gibi seçimle gelinen görev ve mevkilerin yanı sıra, idare ve yargı organları ile mesleki konumlara erkeklerle eşit katılımını sağlamak amacıyla kota uygulaması da dahil olmak üzere özel önlemler alınır." ## Çocukların tutuksuz yargılanması esas alınacak Çocuk hakları maddesinde, çocukların kendi kültüründen yararlanması hükmüne AKP, CHP ve BDP sıcak baktı, MHP karşı çıktı. BDP, maddeye "Çocukların kendi dilini kullanma hakkı" ifadesinin de konulmasını istedi ancak bu destek görmedi. AKP ve CHP, bu tür konuların ve eğitim maddesinde ele alınabileceğini belirtti. Üzerinde uzlaşılan hükümlere göre çocukla ilgili her durumda çocuğun üstün yararı gözetilecek, çocukla ilgili kararların alınmasında çocuğun katılımı sağlanacak. Çocuğun tutuksuz yargılanması esas olacak. Tutukluluk veya hükümlülük hallerinde çocuk yetişkinlerden ayrı olarak ve yaşına uygun kurumlarda bulundurulacak. Maddeye göre, 18 yaşını doldurmayan herkes çocuk sayılacak. ## 'Biz sizin kırmızı çizgilerinize karışıyor muyuz?' CHP’li Atilla Kart, AKP'lilere "Komisyonu oyalamayın. Başkanlık sistemini çekecekseniz çekin" dedi. AKP'li Mehmet Ali Şahin, "Bu bizim vereceğimiz karar. İsteğimiz zaman çeker ya da çekmeyiz. Biz sizin kırmızı çizgilerinize karışıyor muyuz" dedi. ## Okuyucu Yorumları
220587
haber
Angelina Jolie'nin seks kasedi mi var?
null
# Angelina Jolie'nin seks kasedi mi var? ## Angelina Jolie'ye ait müstehcen fotoğraf ve seks kasedinin ortaya çıkmaması için Brad Pitt 10 milyon doları gözden çıkardı Hollywood'un ünlü yıldızı **Angelina Jolie** 'nin seks kasedi ve müstehcen fotoğraflarının ortaya çıktığı iddia edildi. Uzun zamandır birlikte olan ancak evlilik konusunda acele etmeyen Hollywood'un iki büyük yıldızı Angelina Jolie ve Brad Pitt'in nikah tarihleri magazin kulislerinde konuşulurken, şu günlerde ortaya atılan yeni bir iddia gündeme bomba gibi düştü. National Enquirer'ın iddialarına göre; Angelina Jolie'ye ait müstehcen fotoğraf ve seks kasedinin ortaya çıkmaması için Brad Pitt 10 milyon doları gözden çıkardı. Diğer bir iddaya göre ise o görüntülerin seks kasedi olmadığı sadece 13 yıl önce Jolie'nin uyuşturucu kullandığı ve o dönemlerde çekilen fotoğraf ve videolarındaki bazı görüntülerin skandal yaratacağı öne sürülüyor. Brad Pitt'in bu iddiaların doğruluğuna inanıp inanmadığı bilinmez ama yabancı magazin sitelerinde bu haberlerin bir an önce gündemden düşmesi için ne gerekirse yapacağı konuşuluyor. ## Okuyucu Yorumları
198711
haber
Mahkûmlar cezalarının son 1 yılını dışarıda geçirecek!
null
# Mahkûmlar cezalarının son 1 yılını dışarıda geçirecek! ## Mahkûmlar artık cezalarının son 1 yılını cezaevi yerine dışarıda geçirecek. İlk aşamada 15 bin mahkûm tahliye edilecek. **T24 - **Denetimli Serbestlik Yasası değiştiriliyor, mahkûmlar artık cezalarının son 1 yılını cezaevi yerine dışarıda geçirecek. İlk aşamada 15 bin mahkûm tahliye edilecek. Serbest kalacak mahkûmlar arasında çocuk tacizcileri ya da eşlerini yaralayanlar da yer alacak denetimli serbestlikte yeni dönem başlıyor. ## 108 bin 957 kişi denetimli serbest Hürriyet gazetesinde** Oya Armutçu ** imzalı habere göre, ABD’de 1869’da, İngiltere’de 1842 yılında başlayan denetimli serbestlik uygulaması Türkiye’de 2005’te başladı. 5402 sayılı kanunla Türkiye’de de Denetimli Serbestlik Kurumu oluşturuldu ve adli yargı adalet komisyonlarının bulunduğu 133 yerde denetimli serbestlik müdürlükleri kuruldu. Şüpheli, sanık ve hükümlülerin tutuklanarak, cezaevine konulmak yerine toplum içinde denetim, takip ve iyileştirilmesi yapılıyor. 2006-2011 yılları arasında toplam 436 bin 150 kişinin takip ve denetimi yapıldı. Halen 108 bin 957 şüpheli, sanık ve hükümlü denetimli serbestlik uygulaması kapsamında bulunuyor. ## İşte o tedbirler Mahkemelerin başvurduğu tedbirler satırbaşları ile şöyle: "Kamuya yararlı bir işte ücretsiz çalıştırılma, elektronik kelepçe ile konutunda veya bölgede denetim ve gözetim altında bulundurulma, belirlenen yer ve bölgelere gitmeme, belirlenen öfke kontrolü ve benzeri eğitim programlara katılma." ## 3 yıldan 5 yıla çıkıyor TBMM’deki üçüncü yargı paketiyle suç işleyenlerin tutuklanmayarak, adli kontrol altına alınmasını öngören denetimli serbestlik süresi yeniden düzenlendi. "3 yıla kadar ceza öngören" suçlar için uygulanan denetimli serbestlik, en fazla 5 yıl ceza öngören suçlarda uygulanacak. Adalet Bakanlığı, Amerikan modeli elektronik kelepçe kullanımını başlattı. Pilot uygulama için de Ankara’da 7 kişilik bir grup seçildi. Eşine, çocuklarına şiddet uygulayan bir koca ile annesine baskı uygulayan başka bir erkeğin de içinde yer aldığı 7 kişi elektronik kelepçeyle kontrol altına alındı. ## Her akşam alkolmetre üflüyor Denetimli Serbestlik Kontrol Merkezi’nden, bu 7 kişiye takılan elektronik kelepçelerin verdikleri sinyaller, 24 saat ekranlardan izleniyor. Adli kontroldeki kişinin nerede olduğu görülebiliyor. Örneğin mahkemenin, evine ve çocuklarının okuluna yaklaşmasını yasakladığı kişinin belirlenen sınırı aşması halinde, kelepçe uyarı sinyali veriyor. Bu durumda, o kişiye denetimli serbestlik infaz ekiplerinin müdahalesi mümkün olabiliyor. Pilot uygulama kapsamında, alkolle eve gitmesi yasaklanan kişi hakkındaki tedbir de aynı merkez tarafından uygulanıyor. Bu kişinin evine alkolmetre cihazı konuldu. Alkolmetre cihazını her akşam evine girişte üflemek zorunda olan kişinin alkollü olup olmadığını sistem görüyor. Başka birinin cihazı üflemesi halinde sistem hata veriyor. Böylece, sistem kanalıyla mahkemenin eve alkolle gelme yasağı koyduğu adli kontrol altındaki kişinin, bu tedbire uyup uymadığı günlük ölçümle elektronik ortamda denetlenebiliyor. ## Suça göre düzenleme Adalet Bakanı Sadullah Ergin, çocuk tacizcileri, kadına şiddet uygulayanlara sistemin nasıl uygulanacağı sorusu üzerine şöyle dedi: "Bu bir pilot uygulama. Her suç tipi için farklı düzenleme yapılacak. Pilot uygulamanın sonuçlarına göre sistem yaygınlaştırılacak. Denetimli serbestlik müdürlüklerinde polis dışında fiziki takip yapacak, gerekirse müdahale edecek infaz ekipleri de var. Elektronik kelepçe, denetimli serbestlikte argümanlardan birisi, sistem tamamen buna bağlı değil. Denetimli serbestlikte tedbir olarak başvurulan tek yöntem de elektronik kelepçe değil." ## Okuyucu Yorumları
228430
haber
Ankara'da Erdal Eren anması
null
# Ankara'da Erdal Eren anması ## 12 Eylül döneminde idam edilen Erdal Eren'in posteri, başkentin merkezi Kızılay'da bir üstgeçidin merdivenlerine yapıştırıldı 12 Eylül darbesini takiben 18 yaşından küçük olmasına rağmen asılarak idam edilen **Erdal Eren** dün Ankara'da sıradışı bir yöntemle anıldı. 12 Eylül sonrası gerçekleşen idamların sembol ismi haline gelen Erdal Eren’in posteri, başkentin merkezi Kızılay’da bir üstgeçidin merdivenlerine yapıştırıldı. 17 yaşında olmasına rağmen, mahkeme kararıyla "18 yaşından büyük olduğuna hükmedilerek 13 Aralık 1980'de asılarak öldürülen Erdal Eren'in, hukuken 'çocuk' olduğu bir yaşta öldürülmesi nedeniyle, afişli eylemin, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'na bir gönderme olduğu tahmin ediliyor. ## Okuyucu Yorumları
202763
haber
Antikapitalist Müslümanlar: Hem muhafazakar hem de sol kesim kendisini sorgulamalı
null
# Antikapitalist Müslümanlar: Hem muhafazakar hem de sol kesim kendisini sorgulamalı ## 1 Mayıs'ta Fatih'ten Taksim Meydanı'na yürüyecek olan Antikapitalist Müslümanlar, AKP, cemaat ve eşcinseller hakkında ne düşündüklerini T24'e anlattı ** - Hazal Özvarış** ** [email protected]** "Antikapitalist Müslümanlar 1 Mayıs’ta alanlara iniyor" haberinin ardından muhafazakâr mahallenin cisimleştiği Fatih’teyiz. "Allah, ekmek, özgürlük", "Mülk Allah’ındır" sloganları ile hem sol, hem de İslami kesimi şaşırtan Antikapitalist Müslümanlar, "mahalleler arasındaki duvarları yıkmak" için 1 Mayıs’ta Fatih Camii’nde ölen işçiler için kılacakları gıyabi cenaze namazının ardından Taksim’e yürüyecekler. Kim olduklarını, ne yaptıklarını, bundan sonra ne planladıklarını, özellikle İslami kesimden nasıl tepkiler aldıklarını öğrenmek için İslamcı yazar **İhsan Eliaçık** ’ın kendilerine verdiği büroya gitmek üzere yola çıktık. "Arkalarında kim var acaba; bir cemaat mi, AKP mi, yoksa İran mı" sorularına karşılık mütevazı bürolarında iki bilgisayar, iki koltuk ve uzunca bir masa var. Çoğunluğu 20’li yaşlarda olan grup, üst kat ile büro arasında mekik dokuyor. Eliaçık’ın üst kattaki İnşa Yayınları’nın bir odasında da **Kadir Bal**, **Ümmü Gülsüm** ile ** Zeynep Duygu** hem yayınevi hem de www.adilmedya.com için çalışıyor. 1 Mayıs’a kadar hem dövizlerini, hem de basının ilgisini karşılamaya çalışan gençlerden **Muhammed Cihad**, Kadir Bal ve **Hasan Musevi** ile masaya oturuyoruz. "Şimdilik işin ucundan tutan 25 kişi var. Ama her 15 dakikada bir ‘Biz de katılacağız’ mesajları alıyoruz" diyor **Muhammed Cihad** ve devam ediyor: "Her kesimden ilgi var, en çok da Müslüman kesimden. Ama 1 Mayıs'a çıkmak Müslüman kesim için tabu olabiliyor. O yüzden alana gelmeyecekseniz de namaza gelin, diyoruz ki namazdan kastımız da namaz değil aslında, bir dua. Nasıl 1 Mayıs meydanında saygı duruşunda durulur ve ölenler anılır, biz de bunu dualarımızla yapacağız." ## **‘Kemalist laiklik ile flört eden sol da kendisini sorgulamalı’** "Şimdiye kadar nerelerdeydiniz" sorusundan daralmışlar. Kendilerine "liberal ortamın pastasından pay almaya çalışıyorlar" diyerek yaklaşan solculara Kadir şu cevabı veriyor: "**Turan Dursun** 'lardan bu kadar beslenirken, Kemalist laiklik ile bu kadar flört içerdeyken, din, Allah, peygamber deyince akıllarına feodalite, gericilik, afyon gelirken İslami kesimin 1 Mayıs’tan neden uzak durduğunu sadece İslamcıların değil, solcuların da kendisine sorması gerekiyor." ## **‘Müslümanların, Müslüman olmayanların haklarını savunduğunu gördünüz mü?’** "Peki, İslami kesim neden Sivas’ta olanlara Filistin’e gösterdiği hassasiyeti göstermedi" deyince Cihad yanıtlıyor: "Tek tük ses çıkarmaya çalışanlar oluyordu, ama bu ses hep cılız kalıyordu, bastırılıyordu. Kendi ülkeleri tarafından katledilen Ermeniler, Kürtler hakkında tek bir söz söylemeyip yıllardır ‘Filistin, Filistin’ demeleri hakikaten çok vahim bir durum. Kur’an-ı Kerim’deki ‘Mazlumun kimliği sorulmaz’ şiarı hatırlatıldığında, ‘elbette’ derler ama Türkiye'de Müslümanların, Müslüman olmayanların haklarını bir kez bile olsa savunduğunu gördünüz mü?" ## **‘Türkiye'deki Müslüman toplumun özür dilemesi gerekiyor’** "Savunmadılar. Hatta, duyarsız kalmalarını bırakın; bunlara alet oldular. Kürt meselesinde, Ermeni meselesinde, Alevilerin başına gelenlerde, Sivas'ta, kadın meselesinde ... Bu, hiçbir mazeret kabul etmez bir durum. Türkiye'deki Müslüman toplumun özeleştiri yapması, hatta özür dilemesi gerekiyor." Antikapitalist Müslümanlar, **Hrant Dink** ’in öldürülmesine, 1915’te Ermenilere yaşatılanlara karşı çıkıyor. "Kürt halkının talepleri taleplerimizdir" diyor. Özerklik mevzubahis olunca, "Buna Kürt halkı karar verecek, biz beğenelim veya beğenmeyelim, her topluluk kendisi için neyi uygun görüyorsa, meşru olan odur" cevabını veriyorlar. ## **‘Eşcinsellere ‘gelmeyin’ diyemeyiz’** "1 Mayıs’ta eşcinseller ve Müslümanları yan yana görebilir miyiz" sorusunu **Mehmet Sefa** yanıtlıyor: "Herkes gelsin, ama siz gelmeyin’ diye bir şey demeyiz. Bunu dersek biz kendimizle çelişiriz." Cihad ise "Bu soruyu ayrıca sormak bile doğru değil, neden ayrı görülsün ki eşcinseller?" diyerek karşı çıkıyor. ## **‘Kuran'da ‘Eşcinsellik hastalıktır’ diye bir tabir yok’ ** Mazlum-Der’in Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Starbucks işgaline eşcinseller olduğu gerekçesiyle katılmadığı hatırlatılınca Mehmet Sefa sözü alıyor: "Bu ve benzeri tepkiler ve muhafazakâr zihniyetin katıldığı bu çıkış, Sünnî Muharref algı içerisinde aşılması zor bir yargı. Erkeklik olgusunun egemen gücünden kaynaklandığını düşünüyorum." Sözü Cihad alıyor: "Bir eşcinsel, eşcinsel olduğu için öldürülmüş, dövülmüş, iş bulamamış, gaspa uğramışsa ona siper olmak hakkı müdafaadır. Bunu insan hakları bağlamı dışında ele almayı doğru bulmuyoruz." "Temel nokta, Kuran’a referansla ‘eşcinsellik hastalıktır’ denilmesi" dediğimizde Cihad, Müslüman kesimde şimdiye kadar çok nadir dile getirilen bir yanıt veriyor: "Kuran'da ‘Eşcinsellik hastalıktır’ diye bir tabir yok." "Ama biz, eşcinselliğin ne olup ne olmadığından ziyade, yaşanılan mağduriyetle ilgileniyoruz. Antikapitalist Müslümanlar olarak bu noktada ortak bir duruş sergileyebiliriz. Örneğin, Yahudiliğin yanlış olduğunu tartışabilirim, ama Yahudiliğe ve Yahudilere karşı nefretle sonuna kadar mücadele ederim. Bunu yapmayı da kendime cihad bilirim. Ama sırf öğrenmek için dahi sorgulamaya başladığımda bana antisemitist, homofobiksin denmesini istemem." ## **‘Ali Bulaç yanımızdan bile geçmez’** İhsan Eliaçık dışında kimlerden destek aldıklarını soruyoruz, şu isimler sıralanıyor: **İlhami Güler**, **Hayri Kırbaçoğlu**, **Atasoy Müftüoğlu**, **Yıldız Ramazanoğlu**... **Zeynep ** not düşüyor: "Eyleme destek veriyorlar, ama birçok konuda farklılıklarımız olabiliyor." Sosyal içerikli bir yönetimi tercih ettiğini belirten Zaman yazarı **Ali Bulaç** ’ı andığımızda katı bir çizgi çekiliyor: **Hasan**: Yanımızdan bile geçmez. **Mehmet Sefa:** Bulaç, kendi söyledi: İslamcıların hükümete gelmesi en çok İslami kesimin entelektüel tabakasını eritti. Kendi bulunduğu yeri tarif etti. ## **‘MÜSİAD, Çalık Grubu, TUSKON... hepsi baronlardır’** Konu, **Mehmet Şevket Eygi** ’nin deyimiyle, "İslami kesimin baronları"na geliyor. **Hasan,** "MÜSİAD, Çalık Grubu, TUSKON... hepsi baronlardır" diyor. Cihad sözü alıyor: "Sorun sistemin başına geçenler değil, sistemin kendisi sorunlu. Biz bu yüzden, anti-Gülen, anti-AKP değiliz; antikapitalistiz." Masaya uğrayan **Mem Arslan** da katılıyor: "Geçen Halil çok güzel demişti: Derdimiz değnekle, değneği tutan elle değil." ## **‘Muhafazakâr kesim ‘Bizim çocuklar niye böyle oldu’ diyor’** Antikapitalist Müslümanlar’ın 1 Mayıs çıkışları çok sert bir tepki ile karşılaşmamış. Bunu, henüz söylediklerinin çok anlaşılmamış olmasına bağlasalar da, İslami kesimin "içeriden" yapılan antikapitalist eleştiriye henüz pek alışkın olmadığı açık. Kadir anlatıyor: "Bugünkü muhafazakâr nosyonunu eleştirdiğimiz zaman, ‘Sizin yaptığınızı solcular yapınca o kadar zorumuza gitmiyordu, ama sizden duyunca acayip batıyor’ diyorlar. ‘Bizim çocuklar niye böyle oldu’ diyorlar. ‘Bu ülkede haksızlıklar var, kapitalizme karşıyız’ diyenlerin solcu olmasını bekliyorlar. Ama sen komünist değilsin, ateist değilsin, PKK'li değilsin, anarşist değilsin ve bunu söylüyorsun! Halbuki onların yurtlarında yetişmişsin ama işte, milli öğütüm sisteminin çarkları arasından bozuk plak gibi fırlamışsın." ## **Cemaat ve AKP’ye eklemlenmiş muhafazakârlığa eleştiri** Aralarında vaktiyle Gülen cemaatinin yurtlarında kalmış olanlar var, ama sonradan "politik sebeplerle" ayrılmışlar. CNN Türk’te **Cüneyt Özdemir** ’in 5N1K programında **Zeynep** ’in neden "Söylediklerimizden en çok cemaat rahatsız oluyordur" dediğini soruyoruz. Kadir yanıtlıyor: "Yeşil sermaye denilen bir olguyla karşı karşıyayız. Sözde Allah, kitap, din diyen ancak pratik itibariyle kapitalizmi kuran ve kurgulayan bir gerçekle karşı karşıyayız. Piyasaya baktığımızda bunun bugünkü taşıyıcılığını yapan, neo-liberal politikalarla sömürüyü sürdüren zeminlerden birisi Fethullahçılık, birisi de AKP politikalarına eklemlenmiş olan muhafazakâr dinamikler. Bugün karşımıza 28 Şubat'ın mağdurları olarak karşımıza çıkıyorlar. Evet, başörtüsü nedeniyle ezildiler, ama başörtülü biri de şirket kurduğu zaman, ürettiği hayat tarzı nedeniyle zamanında kendisinden nefret eden zalim ne yapıyorsa o da aynısını yapıyor." ## **Mehmet Haberal, Meral Okay ve Nurcan Yolvercan** Antikapitalist Müslümanlar, CHP Zonguldak tutuklu milletvekili **Mehmet Haberal** ’ın ölmeden önce anne ve babasını görmesine izin verilmemesine de, Muhteşem Yüzyıl nedeniyle İslami kesimin oklarını üzerine çeken **Meral Okay** ’ın ardından muhafazakâr basın tarafından söylenenlere de karşı çıkıyorlar. Ancak ünlü olmadıkları için duyulmayanları da ekliyorlar. Başörtülü arkadaşları **Meryem Nurcan Yolvercan** ’ın KCK soruşturması kapsamında tutuklandığını, gözaltında zorla başörtüsünün açıldığını anlatıyorlar. Bakırköy Cezaevi’nde tutuklu bulunan Yolvercan’a "kendisini asabilir" denilerek başörtüsünün geri verilmediğini söylüyorlar. Meclis raporlarına göre BDP’nin başörtüsünü AKP’den 5 kat daha fazla gündeme getirdiğini belirten gençler, AKP’nin "İzin vermiyorlar, daha fazla oya ihtiyacımız var" diyerek başörtüsünü kullandığını öne sürüyorlar. Antikapitalist Müslümanlar’ın 1 Mayıs’tan sonra ne yapacakları henüz belli değil. Bir eylem ajandaları yok, aynı isimle devam edip etmeyeceklerinin bile kesin olmadığını söylüyorlar. Şimdilik kesin olan tek şey şu: Antikapitalist Müslümanlar, 1 Mayıs Salı günü, saat 09:00’da Fatih Camii’nde ölen işçiler için gıyabi namaz kılıp Taksim Meydanı’na yürüyecekler ve bu Türkiye tarihinde bir ilk olacak. ## Okuyucu Yorumları
80405
haber
Araplar'ın Türkiye'ye bakışı değişti
null
# Araplar'ın Türkiye'ye bakışı değişti ## TESEV’in araştırması ise Arap dünyasındaki Türkiye algısının önemli ölçüde değiştiğini ortaya koyuyor. - A + **T24 - Başbakan Erdoğan’ın Arap dünyasına ilişkin yaptığı konuşmayla başlayan tartışmalar, ‘eksen kayması’ iddialarıyla sürüyor. TESEV’in araştırması ise Arap dünyasındaki Türkiye algısının önemli ölçüde değiştiğini ortaya koyuyor. Sebep: AKP hükümetinin İsrail-Filistin savaşında izlediği politika, 1 Mart Tezkeresi’nin reddi ve Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki tutumu. Arap dünyası Türkiye’yi model ülke olarak görüyor.** Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mehmet Akif Ersoy’dan şiirler okuyarak Arap dünyası ile olan ilişkilere yeni bir boyut getirmesi, ‘eksen kayması’ tartışmalarıyla birlikte gündemin ilk sırasına tırmandı. Oysa, Türklerin Arapları, Arapların da Türkleri pek fazla sevmediği öteden beri bilinir. Bu itibarla, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) tarafından 7 Arap ülkesinde 2006 kişi arasında yapılan "Ortadoğu’da Türkiye Algısı" başlıklı araştırmanın sonuçları daha fazla önem kazanıyor. Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan, Filistin, Suudi Arabistan ve Suriye’de yapılan araştırmanın raporunun, Mavi Marmara gemisi katliamından önce, 17 Mayıs’ta hazırlandığını hemen hatırlatalım. Kırılma noktası: 2002 Rapora göre, Arap dünyasında o bilinen Türkiye algısının kırılması, 2002’de AKP’nin iktidara gelmesi ile başlıyor. 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM tarafından reddi 2’nci büyük şaşkınlığı uyandırıyor. Arkasından, İsrail’in Filistin’e saldırıp 1500 kişiyi öldürmesi üzerine AKP hükümetinin gösterdiği sert tepki, dikkatleri bir kez daha Türkiye üzerine çekiyor. Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki tutumu ise deyim yerindeyse gerçek bir sevinç dalgasına sebep oluyor. Araştırmayı yapan Ortadoğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık, bu durumu değerlendirirken, AKP hükümetinin İsrail-Filistin savaşında izlediği politika ve Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki tutumunun Arap dünyasında Türkiye’nin bölgedeki sorunların çözümünde daha etkin bir rol oynaması gerektiği kanısı yarattığını söylüyor. Eksen kayıyor ama... Ancak burada, bütün o ‘eksen kayma’ tartışmalarını anlamsız kılan temel bir olgu var: Türkiye bu ülkeleri model almıyor, tam tersine, araştırmaya konu olan Arap ülkeleri için Türkiye bir rol modeli. Arap ülkelerinden başta turistik amaç olmak üzere çeşitli nedenlerle Türkiye’ye gelenler, Türkiye’yi çok gelişmiş buluyor. Avrupa Birliği yolunda atılan adımlar da Türkiye’yi cazip hale getiren bir başka temel unsur. Bu nedenle, Arap dünyasındaki demokrat entelektüeller arasında ‘Türkiye gibi olalım’ diyenlerin oranı giderek artıyor. Bu insanlar, Türkiye model alındığı takdirde ülkelerindeki baskıcı yönetimlerin değiştirilebileceğine inanıyor. Türkiye’yi Arap dünyası için model olarak görenlerinin oranının yüzde 61 olması, bunun için son derece dikkat çekici. Türkiye’nin laik modelinin cazibeyi artıran bir diğer önemli unsur olması ise ezberleri yeniden gözden geçirmeyi gerekli kılacak bir ayrıntı olarak önem kazanıyor. Lawrence’tan sonrası değişti Casusluğu ile öne çıkan Thomas Edward Lawrence (1888-1935) Arapları Osmanlı’ya karşı ayaklandıran İngiliz subayıdır. İlk kez 1910’da geldi Türkiye’ye. Fırat kıyısında arkeolojik araştırmalar adı altında, petrole ve etnik yapıya ilişkin bilgi topladı. Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Mısır’da Arapça öğrendi, İslam ritüellerini tanıdı. Temel görevi, Osmanlı hakimiyetindeki Arap ülkelerini Osmanlı’ya karşı kışkırtmaktı. Bunu başardı da. Araplar, Yemen, Filistin ve Irak cephelerinde isyan ederek İngiliz saflarına katıldı. Araplar arasında Türk düşmanlığı yaygınlaştı. Arap dünyasının büyük bir kısmı, Osmanlı’dan ayrılıp İngiliz sömürgesi oldu. Osmanlı’nın yıkılışıyla Lawrence’in görevi nihayete erdi. Anılarını ‘Bilgeliğin Yedi Sütunu’ adıyla kitaplaştırdı ve burada Türklerin kendisine tecavüz ettiğini iddia etti. 1935’te İngiliz ordusundan emekli oldu. Aynı sene İngiltere’de bir motosiklet kazasında öldü. Hayatı, filmlere ve romanlara konu oldu. Dizilere bayılıyorlar - Yüzde 75 Yüz yüze yahut telefonda görüşme modeliyle alınan cevaplara göre, bölge insanının yüzde 75’i Türkiye’ye olumlu bir gözle bakıyor. Türkiye’yi İslam ve demokrasinin başarılı bir sentezi olarak görüyorlar. Arap ülkelerinde son yıllarda büyük popülarite kazanan Türk dizileri, Türkiye’ye duyulan sempatiyi artırıyor ve bir tür kültür elçisi fonksiyonu görüyor. - Filistin 1’nci Bölgede pek çok ülkede Türkiye’ye sempati son derece yüksek. Filistin, Suriye ve Ürdün kamuoyu, bu listede ilk üç sırayı paylaşıyor. - Yoksulluk temel sorun Bölge insanının öncelikli sorunu, sanılanın aksine Filistin değil. İşsizlik ve yoksulluk insanları çok daha fazla ilgilendiriyor. - Model ülke Demokrasi yanlısı Arap entelektüelleri için Türkiye örnek alınması gereken bir ülke. Türkiye model alınırsa, ülkelerinde değişim sağlanabilir. Sempati artıyor Gazze’ye insani yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine saldırıdan sonra Arap dünyasında Türkiye ve Başbakan Erdoğan’a yönelik sempati daha da arttı. Yüzlerce Yemenli, Gazze’ye insani yardım taşıyan filoda bulunan üç Yemenli insani eylemciden biri olan Abdülhalik Şeyhun’u karşılamak için yapılan törenlerde Türk bayrakları ve Erdoğan’ın resimlerini taşıdı. Mısırlı kadınlar da İskenderiye’deki bir gösteride Türk bayrakları salladı. Filistin’de ise hatıra eşyaları satan dükkanlarda bile Türk ve Filistin bayrakları ile Erdoğan ve efsane Filistin lideri Yaser Arafat’ın resimleri yan yana sergileniyor. ## Okuyucu Yorumları
217570
haber
Aras Nehri Kuş Cenneti baraj suları altında kalacak!
null
# Aras Nehri Kuş Cenneti baraj suları altında kalacak! ## Aras Nehri Yukarı Çıyrıklı Kuş Cenneti Tuzluca Sulama Barajı tarafından yok edilecek **IŞIL ÖZ** Türkiye kuş türlerinin yarısından fazlası olan 240 türün eşsiz yaşam alanının sular altında kalacağından, Türkiye’de her gün artan çevre yıkımının bu sefer de Doğu Anadolu’da en çok kuş türünün görüldüğü alan olan Aras Nehri Yukarı Çıyrıklı Kuş Cenneti’ni hedef aldığından haberdar mısınız? Türkiye kuş türlerinin yüzde 51’i olan 240 kuş türü, son 7 yılda KuzeyDoğa Derneği ve Kafkas Üniversitesi tarafından yapılan bilimsel kuş halkalama çalışmaları esnasında Tuzluca Yukarı Çıyrıklı Köyü ve çevresindeki Aras kıyılarında tespit edildi. Bu türler arasında olan şikra atmacası (Accipiter badius), Türkiye’nin kuş envanteri için yeni bir tür olarak Türkiye kuş türü sayısını 469’a çıkardı. ## **Aras*** * Vadisi’nin önemi** Iğdır ili sınırları içinde yer alan Aras Vadisi, önemli doğa alanı olmanın yanında dünyanın en önemli kuş yollarından biri olan Afrika-Avrasya kuş göc rotası üzerinde yer alıyor. Her ilkbahar ve sonbaharda yüzbinlerce ötücü ve yırtıcı kuş Aras Vadisi boyunca göç ederek ilkbaharda üreme bölgeleri olan kuzey ülkelerine, her sonbaharda ise kışlama bölgeleri olan Afrika ülkelerine göç ediyorlar. Bu göç esnasında onbinlercesi bu vadide konaklıyor, besleniyor ve yollarına devam ediyorlar. Konu ile ilgili, **KuzeyDoğa Derneği Başkanı ve Utah Üniversitesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu**, 2006’da Aras Vadisi’ndeki Tuzluca ilçesi Yukarı Çıyrıklı köyünde kurulmuş olan Aras Kuş Araştırma ve Eğitim Merkezi’nin, KuzeyDoğa Derneği tarafından yapılan bilimsel çalışmaların merkezlerinden biri olduğunu hatırlattı ve "Bu halkalama çalışmalarında ortaya çıkan sonuçlara bakıldığında, çalışılan alanın kuş göç yolu üzerinde olduğu kanıtlandı, 3 kıtada halkalanan kuşlar burada tekrar yakalandı ve Aras Nehri Yukarı Çıyrıklı Kuş Cenneti’nin kuşların konaklayarak beslendikleri en önemli bölgelerden biri olduğu saptandı. Dünya çapındaki uluslararası öneminden dolayı, bu bölgenin kesin koruma altına alınması ve ekolojik ve ornitolojik araştırma çalışmalarının bu bölgede devam etmesi çok önemlidir" dedi. Sadece 7 yılda Aras Nehri Yukarı Çıyrıklı Kuş Cenneti’nde tespit edilen 240 kuş türünün, Türkiye kuş türlerinin yarısından fazla ve 74 yıldır araştırılan Manyas Kuş Cenneti’nde tespit edilen 255 kuş türüyle neredeyse aynı olduğunu öğrendim. 200 kat daha büyük olan Van Gölü’nde bile 212 kuş türü tespit edilmişken, Doğu Anadolu’nun en zengin sulak alanlarından olan Aras Nehri Yukarı Çıyrıklı Kuş Cenneti’nin yıllardır teknik olarak "Sulak Alan Kategorisi" kategorisine dahi alınmamasının nedeni ise muallakta. Kuş cenneti şimdi de Tuzluca Barajı’nın suları altında kalarak yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Doç. Dr. Şekercioğlu’na göre**, **Aras Nehri’nden regülatörle su alarak ve Iğdır’da pilot projesi başarılı olan damlama sulama yapılarak sulama barajına alternatifler sağlanabilir. Eğer bu sulama barajı projesi iptal edilmez ise yüzlerce kuş türü ve binlerce diğer canlı yaşam alanlarını yitirecek ve yok olacak. ## **Nesli tehlikede olan canlıların evlerine kilit vurulacak** "Barajın kapakları Ortadoğu’da sadece 1000 çift kalan ve dünyada nesli tehlike altında olan küçük akbabaların yaşamlarını sürdürdüğü, beslendikleri ve üredikleri yere yani Aras ve Arpaçay Nehirleri’nin birleşim noktasına yapılacak. Baraj yapılırsa bu nesli tehlikede olan canlıların evlerine de kilit vurulacak. Böylelikle bu türün ülkemizdeki en önemli üreme alanlarından birini de kendi elimizle yok etmiş olacağız. Oysa ki daha 3 ay önce KuzeyDoğa Derneği dünya çapında nesli tehlike altında olan 3 küçük akbabaya Tuzluca’da uydu vericisi takarak Orman ve Su İşleri Bakanlığı desteği ile izleme altına aldı. Akbabalar şu an Afrika Kıtası’na olan göçlerini tamamladılar ama tekrar Tuzluca’ya döndüklerinde belki de üreme alanları sular altında kalmış olacak. Evinizden uzaklaşıp geri döndüğünüzde bulamasaydınız siz ne hissederdiniz?" ## **Koruma statüsü şart!** "Büyük önemine, kuş türü zenginliğine ve KuzeyDoğa Derneği’nin hazırladığı rapor ve başvurulara rağmen, Aras istasyonun yer aldığı 20 kilometrekarelik Aras Nehri sulak alanının herhangi bir koruma statüsü bulunmuyor ve hatta resmi olarak sulak alan olarak bile kabul edilmiyor. Öte yandan Aras Nehri üzerine kurulan barajlar, nehir yatağından alınan kum ve çakıllarla vadinin ekosistemi her geçen gün daha da bozuluyor. Şimdi de tüm bu alan Tuzluca Barajı’nın suları altında yok olmak üzere ve bu baraj, göç eden kuşların çok önemli bir vahasını yok edecek. Bu vadiden göç eden ve kışın Kars, Ardahan, Erzurum ve Van Platoları’nda şiddetli kışlar geçerken bu vadiyi adeta doğal bir sığınak olarak kullanan milyonlarca kuşu kurtarmak istiyorsak bir an önce vadiyi korunan alan ve resmi Kuş Cenneti ilan edilmeli ve bölgedeki Tuzluca Baraj Projesi hemen iptal edilmelidir. Bu kuşların kullandığı yaşam alanları korunmalıdır. Aksi takdirde, diğer kaybedilen ve ekolojik soykırıma uğrayan pek çok alanımız gibi Aras Vadisi’nin kuşları ve diğer tüm canlıları da yok olacaktır." ## Okuyucu Yorumları
175270
haber
Maratonu tekrar kazandı İSTANBUL (A.A)
null
# Maratonu tekrar kazandı İSTANBUL (A.A) - A + -Maratonu tekrar kazandı İSTANBUL (A.A) - 16.10.2011 - 33. Kıtalararası Avrasya Maratonu'nda erkeklerde geçen yılın birincisi Kenyalı Vincent Kiplagat, bu yıl da yarışı kazanmayı başardı. Yarışın büyük bir bölümünü Etiyopyalı Tarıku Jufar ile birlikte önde götüren Kiplagat, Gülhane Parkı'ndaki hafif yokuşta Jufar'ı geride bırakarak, tek başına Sultanahmet At Meydanı'ndaki finişe geldi. Kiplagat, 2.10.58'lik derecisiyle birinci olurken, Jufar 2.11.31'lik derecesiyle ikinciliği ve Etiyopyalı Tsegay Gebreselassie ise 2.13.39'luk derecesiyle üçüncülüğü elde etti. -Kadınlarda ilk 3'e girenler Etiyopyalı- Kadınlarda ise ilk 3 sırayı Etiyopyalı atletler elde etti. Alemitu Abera, 2.27.56'lik derecesiyle birinciliği kazanırken, Fatuma Sado 2.28.01'lik derecesiyle ikinci, Tsega Gelaw da 2.28.38'lik derecesiyle üçüncü oldu. ## Okuyucu Yorumları
207743
haber
Aşk ne demek? Kim, kime, neden âşık oluyor?
null
# Aşk ne demek? Kim, kime, neden âşık oluyor? ## Prof. Doğan Şahin, Türkiye’de cinselliğin, kıskançlığın ne demek olduğunu, aşkı, aşk acısını ve tedavisinin detaylarını anlattı ## **- Hazal Özvarış ** Aşk, rastlantının çevirdiği bir dolap olabilir mi? Cebinizdeki cevabı, birazdan okuyacaklarınızla karşılaştırmanız gerekecek! Aslında uzun söze gerek yok gibi görünüyor, üstelik mevzu üzerine yazılmış devasa bir külliyat varsa. Elbette **Sezen Aksu** 'ların**,** **Cemal Süreya** ’ların, **Aragon** 'ların, **Tolstoy** 'ların temsil ettiği bir külliyattan değil, "aşk piyasası külliyatı"ndan söz ediyoruz. Mağaza vitrinlerinden "Onu kendinize âşık etmenin 9 yolu" tüyolu dergi kupürlerine, gazetelerin soslu haberlerinden şarlatan "uzman"lara varan uzun yolda aşk, 12’den vuran reklam spotlarına dönüşüyor. İçine doğru da bulaştırılmış yanlışlarla dolu metinler eşliğinde "Artık âşık olmak istiyorum" koroları kuruluyor. Ama bir de bakıyoruz, "bir daha aşk maşk yok" durağına gelinmiş! Peki, bu iki durak arasında neler yaşanıyor? Kim, kime, neden "âşık" oluyor? "Aşk"ı cinsellik mi tayin ediyor? İçinizdeki hangi düğme sizi yönetiyor? İnsanlar neden yanlış duraklarda bekliyor? Ve insan parantezinde hangi arızalar yazıyor? Cevapları bulabilmek için Prof. Dr. **Doğan Şahin** ’in kapısını çaldık. Prof. Şahin, insanın içindeki uzun yollarda dolaşıyor, herkesin şu ya da bu ölçüde menziline girebileceği kişilik bozuklukları üzerinde çalışıyor. İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda öğretim üyeliği yapan Şahin, aynı zamanda Türkiye Psikiyatri Derneği İstanbul Şube Başkanı ve Cinsel Eğitim ve Araştırma Derneği (CETAD) Genel Sekreteri. Aşka dair görüşlerinin çoğu psikiyatr ile örtüşmediğinin ve anlattıklarının şahsi fikirleri olduğunun altını çizen Prof. Doğan Şahin, zaman konusunda cömert davranarak Türkiye’de cinselliği, kıskançlığın ne demek olduğunu, aşkı, aşk acısını ve tedavisini, detayları atlamadan aktardı. Kendimizle biraz daha tanışmak üzere okuyalım; işte Prof. Doğan Şahin’in **T24** ’e verdiği yaklaşık 20 sayfa ağırlığındaki söyleşinin ilk bölümü: **- Bir psikiyatrla, özellikle de **a**şk ve cinselliğe kafa yormuş bir psikiyatr** ** ile ilişki yaşamak kolay olmasa gerek, değil mi? ** Bunu karşı tarafa sormak lazım. Sadece sevgililik bağlamında değil, sosyal bir ortama gittiğimiz zaman da dinlenme hakkımız yokmuş gibi hep insanları gözlemlediğimiz düşünülür. Hâlbuki, terapist ruh hali bambaşka bir ruh halidir. Kendinle, kendi duyguların, isteklerin, beklentilerinle değil karşındaki ile ilgilenme halidir. **- Hiç mi mesleki dezenformasyon yaşamıyorsunuz?** Çok, çok az olur. Hastayla görüşürken başka bir insan olursun; bir çeşit trans halidir. Dikkatini, konsantrasyonunu hastanın dışındaki uyaranlardan uzaklaştırırsın. Bir cerrah birileri ile otururken nasıl "Şunun dalağını şuradan keseyim" diye düşünmüyorsa biz de günlük hayatımızda insanlara hastaymış gibi davranmayız, aksi çok yorucu olur. Bize de yazık. Ama tabii yakın ilişkilerde herkes karşısındaki insan hakkında düşünür. Neyi neden yapmış olacağına ilişkin kafa yorar. Biz yapınca itiraz etmesi belki karşı taraf için daha zor olur. Öte yandan avantajları da olabilir mesela, her şeyin daha hızlı anlaşılma ihtimali olabilir. Yani, eksiler artılara denk olabilir. **- İtiraz edilmesini zorlaştırmak şikâyete neden olmuyor mu? ** Psikiyatrlar da farklı farklıdır. Neyin mesleğimden, neyin benden kaynaklandığını söylemem zor olur çünkü ben zaten fazla sorgulayan biriyimdir. O yüzden sosyolog da olsam aynı durum yaşanabilirdi. Dolayısıyla, bilinmez. Çekene sormak lazım. **- Aşk ne demektir’le başlamadan... ** Başlamayalım, çünkü her şeyi tüketen bir tanım yapmak zor. İnsanlar bir sürü ruh haline aşk diyorlar. Bu konuda uğraşan 4-5 kişi bir araya gelsek çok anlaşamayabiliriz. Psikiyatrlar arasında bir kabul var ama ben o ortalama görüşe çok katılmıyorum. ## **‘İlk aylar aşk değil; tutku, heves…’** ** - Nedir genel kabul? ** İçinde cinsel bir arzuyu da barındırarak bir insana çok yoğun bir şekilde yakın hissetmek, onu özlemek, önemsemek gibi duyguların bütününe aşk diyorlar. Bana göreyse bu tanım, aşk için bir zemin oluşturabilir ama aşkın kendisi değildir. Aşk, zamanla gelişen bir şeydir. İnsan tutku, heves duyabilir ve bu duygular çok da güçlü olabilir, ama bunların gerçek bir aşka dönüşmesi epeyce zaman ve emek gerektirir. **- Sizin "aşk" dediğiniz, "sevgi" tanımına daha mı yakın? ** Benim aşk dediğim şey yoğun bir sevgi halidir. Çok güçlü bir şekilde sevmeye ve tutku hissetmeye aşk diyorum. Başka birileri ise, aşk denilen şey geçtikten sonra kalan sıcaklık, yakınlık, şefkat gibi duygulara sevgi diyorlar. Ben buna sevgi demiyorum. **- Ayşe Arman’la söyleşinizde asıl aşkın 3 seneden sonra başladığını söylediniz. İnsanların aşk dediği bu 3 senede olanları siz nasıl tarif ediyorsunuz? ** Başlayıp bir süre sonra geçen bu şey günümüzde artık aslında 3 seneden de az. Günümüzde bir, iki ay; hadi diyelim 6 ay. **- Ne oluyor bu 6 ayda? ** Tutku, heves... ## **‘Aşk sevişme arzusu değil, tamamlanma arzusudur’** ** - Peki, kim, kimin hangi düğmelerini tetikliyor da kişi, şuna buna değil; ona "âşık" oluyor?** Bir çeşit insan yok ve herkesin düğmeleri farklı farklıdır. Azımsanmayacak kadar insanın da tek bir düğmesi yoktur. Dolayısıyla, düğmeler kombinasyonu vardır. Bir kişinin girdi, çıktıları sizin oyuklarınıza ne kadar uyuyorsa, sizde o kadar büyük bir arzu uyandırabilir. Aşkı hava, su olarak tarif ederler ya, hakikaten öyledir. İnsan susuz kalamaz, temel ihtiyaçları vardır. Çöldeki insanın suya arzusu ne kadar güçlüyse, psikolojik olarak karşısındaki insana duyduğu arzu da o kadar güçlüdür. Yalnız, bu bir sevişme arzusu değil, tamamlanma arzusudur. Kişinin kendi yaralarının, açlığının giderilmesi arzusudur. Bu nedenle karşıdaki bu kadar kıymetli olur. Bu açlık ve yaraların da binlerce örneği var. Mesela, bir kız çocuğu babası tarafından yeterince sevilmemiştir ve bunun özlemi içindedir. Bu da onun yarasıdır. **-O zaman filmi en başa sararak soralım; ilk aşkı kime duyarız? ** Erkek olsun, kız olsun, herkes önce annesine âşık olur. Ama bu, bizim bildiğimiz aşktan biraz farklıdır. İlginin mahiyetinde şefkat, korunma, kollama ve değer verme hissi var. Çocuk annesini kendisinin uzantısı olarak algılar ve büyük bir birliktelik duygusu yaşar. Erişkinlikteki anlamıyla cinsel bir tarafı yoktur. Kendisiyle anne aynı şeymiş gibi hissetme, hemhâl olma ile ilgili bir ruh halidir. Bu erişkin aşkında da olması gereken ayaklardan bir tanesidir. Âşıklar arasındaki "Aynıyız", "Nasıl da aynı şeyleri hissediyoruz", "Bak, ben de tam onu diyecektim" gibi cümleler de aslında annemizle kurduğumuz temel ilişkinin yeniden kurulmasıdır. Her cins için durum böyledir. Ancak çocuklar bir süre sonra annenin ayrı bir varlık olduğunu hisseder ve kızlar da babalarına ilgi duymaya başlarlar. Bunda pek çok neden var, öncelikli olan cinsiyetler arası farkı fark etmeleri. **- Eşcinsel olamayan kızların aşkı babaya ne zaman kayar?** 36 ay dolunca şakkadanak olmaz ama ortalama 3 yaşında gerçekleşir. Muhtemelen biyolojik dayanaklarla, çocuğun daha cinsel organlarla ilintili erotik arzuları başladığı zaman, aşkı karşı cinse yöneliyor. **- Nedir bu arzular?** Organların da belli uyarılma ve doyum biçimleri vardır. Bir penis sarılmak, kavranmak ister. Uyarılmış bir penis sarıldığında, kavrandığında, kendisini saran bir şeyin içine girdiğinde tatmin olunur. Oğlanlar mesela bu dönemde, penislerini ya da penislerini temsilen parmaklarını nerede bir delik görseler sokmaya çalışırlar. Kadın cinsel organının da sarılma, kavranma ya da vajinanın içine bir şey alma arzusu vardır. ## **‘Histerikler büyük romantizm gösterir, cinsel yakınlık göstermez’** ** - Çocuk, ailesine meydan okuyarak ilk ihaneti de ilk aşk nesnelerine karşı gerçekleştiriliyor. Buradaki ihanet, sonraki aşklar için çuvalın ağzını açmak mı demek? ** Hayır. Çocuklar başkasına ilgi duyduğu zaman anneye veya babaya duydukları bu bağ büyük ölçüde çözümlenmiş oluyor. O bittikten sonra başka bir ilişki mümkün oluyor. Devam ediyorsa bu bir problem. **- Hangi durumlarda bu aşk çözülmüyor? ** İki durumda: 1- Eksik yaşanırsa, yani yakınlık aşırı bir şekilde engellenirse, 2- Yakınlığa uzun süre aşırı izin verilirse. Yani bir babanın, karısını aşağılayıp, kızını "aşkım", "sevgilim" diyerek sevmesi ve onunla fiziksel ve duygusal sınırlara dikkat etmemesi gibi. **- Anne ve babaya aşkları çözümlenmeyen kişilerin düğmeleri nedir, bu düğmelerine kimler basar?** Karşı cinsten ebeveyne çocuksu aşkı devam edenlere histerik deriz. Bu kişiler ödipal aşk nesnelerine, yani kızsa babasına, oğlansa annesine benzeyen kişilere âşık olurlar. Bu kişilerin düğmesi çocukluk aşkına benzeyen figürlerdir... Bu özelliği gösteren kişilere âşık olurlar. Ama âşık oldukları insanlara cinsel yakınlık gösteremezler çünkü derin bir suçluluk hissederler. **- Ne suçluluğu? ** Ensest suçluluğu! "Babanla yatıyorsun, rezil", "Aman Tanrım, ben ne yaptım" suçluluğu! Genellikle kişileri idealize ederler ve büyük bir romantizm gösterirler, ama cinsel yakınlıktan kaçınırlar. **- Cinsel yakınlık kurabilen histerikler yok mu? ** Eğer ebeveyne yönelik kısmen de çözülmüş, duygu zayıflamışsa cinsel ilişki bir süreliğine de olsa mümkün olabilir. Ebeveyne olan aşkın çözülme derecelerine göre farklı olasılıklar söz konusu olur. Bu aşkın olduğu gibi kaldığı durumlarda sevgi ve şehvet bir araya gelmez, âşık oldukları kişilere cinsel yakınlık duyamazlar. Ebeveyne yönelik aşk kısmi olarak çözümlenmişse cinsel yakınlık kurabilirler ama bir sürü sorun yaşarlar. Örneğin, yeteri kadar uyarılmaz, orgazm olmazlar. Üçüncü grup ise bir çare olarak böler. **- Neyi? ** İnsanları böler. Bir grup insana âşık olurlar, bir grup insanla yatarlar. Yani insanları, tapılacak insanlar, yatılacak insanlar diye bölerler. **- Türkiye'de sıklıkla zikredilen "evlenilecek ve eğlenilecek insanlar" ayrımı ödipal çatışmadan mı kaynaklanıyor? ** Evet, bunları yayanlar çoğunlukla histeriklerdir. Çünkü bu insanlar sevgi ile cinsel arzuyu bir araya getiremezler. Cinsel arzu duyduğuna sevgi besleyemez, sevgi beslediği kişiye de cinsel arzu besleyemez. Eğer bir erkekten bahsediyorsak, bunun nedeni annesine duyduğu arzunun hâlâ devam etmesidir. Bu erkek sevgi duyduğu kişiye cinsel olarak bakamaz. Örneğin, evlendi; karısına saygıda kusur etmez ama başkalarıyla yatar. Türkiye'de ödipal çatışmasını çözememiş insan bayağı fazladır. Bu "Orospu-Madonna Sendromu" olarak da nitelendiriliyor: Bir tarafta kutsal bakire Meryem var ve ona el sürülmez; öbür tarafta ise saygı duyulmadan sevişilecek "orospular" vardır. **- Bir makalenizde de Türkiye’de erkeklere öğretilen geleneksel cinsellikte sevgi ve seksi birleştirememekten bahsediyorsunuz. ** Tabii, böyle bir gelenek var ama önemli ölçüde kırılmış durumda. Bugün çoğunluğu kapsamadığını düşünüyorum. **- Sizce, bu gelenek ne zaman kırıldı? ** Son yüzyıl içerisinde ciddi ölçüde kırıldı. Öncelikli sebep, ailelerin çocuklarına verdikleri eğitimin etkilerinin ciddi olarak azalmasından kaynaklanıyor. Çocuk artık kendi değer sistemini sadece ailesinden almıyor. Eskiden aile tek başına, kapalı bir bütünlüktü. Çocuk değerlerini, fikirlerini, düşüncelerini ve kişiliğini aileden alır o ortamda ki verilerle kişiliğini geliştirirdi. Artık sosyal etkileşim çocuğun karakterini çok daha fazla etkiliyor. Çocuklar daha erken sosyalleşiyor; televizyonla, bakıcılar ve insanlarla karşılaşıyor. Kreşe, anaokuluna gidiyorlar; şimdi 5 yaşında ilkokula başlayacaklar. Çocuğun 3 ila 5 yaşında karşı cinsten ebeveyne cinsel arzu duymasının sebeplerinden bir tanesi de kapalılıktı. Cinsel arzular uyanırken, çocuk çevresine "Kim var" diye bakıyor ve anne, baba dışında birini göremiyordu. Ama artık bir sürü çocuk, 3-5 yaşında o kızdan hoşlanıyor, bu çocuğa âşık. Ayrıca, ailelerin iç etkileşiminde de azalma var, daha açık ve gevşek duygusal etkileşim içine girdiler. Dolayısıyla bu gelenek biraz da olsa kırıldı. ## **‘Obsesifler âşık olamazlar, çünkü ne hissettiklerini çok bilemezler’** ** - Peki, diğer temel karakterler ve düğmeleri neler? ** Bağımlı karakterler için düğme güvenliktir. Temel özellikleri kendilerini aciz hissetmeleridir, hayatla başa çıkamayacaklarını varsayarlar ve ellerinden tutan biri olsun isterler. Her işte onlara yardım eden birine ihtiyaç duyarlar. Onların aşk nesneleri de bu ihtiyacı karşılayanlardır. Birisinin kendisine yardım etmek istediğini hisseder ve bunu yapabileceğine inanırlarsa o kişiye kolayca âşık olabilirler. Üçüncüsü, anal karakterler veya obsesiflerdir. Obsesifler çok ahlakçı insanlardır, kuralcıdırlar, düzenli, tertipli, titiz ve mükemmeliyetçi kimselerdir. Her şeyin bir doğrusu olduğunu zannederler. Sürekli "Gerekiyor", "Lazım", "Şöyle olmalı", "Böyle olmalı" diye konuşurlar. Her konuda doğrusunu öğrenip ona göre davranmaya çalışırlar. Yani ne hissettiklerine, ne istediklerine göre değil, olması gerektiğini düşündükleri şeylere göre davranırlar. Başlıca özelliklerinden bir tanesi de, gece başını yastığa koyduğu zaman kendilerini mahkemeye çeken bir süperegolarının olmasıdır. "Orada niye öyle konuştun", "Keşke öyle yapmasaydın da şöyle yapsaydın" diyerek burunlarından getirirler. Sürekli kendilerini eleştiren, sorgulayan ve kabahat bulan bir süperegoları vardır. Dolayısıyla kendi doğrularını onaylayan, süperegolarının bir tasdikçisini, kendisi gibi düşünen insanları bulurlar. Ancak gerçek anlamda âşık olamazlar, çünkü ne hissettiklerini çok bilemezler. Hep "mantık" çerçevesinde hareket eder, "akıllarıyla" seçim yapmaya çalışırlar. **- "Tasdikçi" yerine "serseri" birine de takılabilirler mi? ** Olabilir. Bazen kendilerinin tam zıddı, yani nerede akşam, orada sabah insanlarla beraber olurlar. Çünkü artık onlar da yılmıştır. Ama bu ilişkiler sürdürmeleri bayağı zordur. ## **‘Narsistler çoğunlukla birbirlerine ‘âşık’ olur’** ** - Dördüncü karakterler kimlerdir?** Her insanın kendisini beğenmeye ihtiyacı vardır. Bunun için de dış desteğe belli oranda ihtiyaç duyar. Bir insan kendisine saygı duyabilmesi, kendisini beğenebilmesi için ne kadar çok dış desteğe, başkalarının övgü, onay ve hayranlığına ihtiyaç duyuyorsa o ölçüde narsisistiktir. Bu kişiler, kendilerine saygı duyabilmek için çaba harcamak, başkalarının övgü ve takdirini toplamak zorundadırlar. Dolayısıyla, narsisistlerin düğmelerini tetikleyenler de kendisine hayranlıkla bakan gözler ve hayranlıktan açık kalmış ağızlardır. Karşısındaki insanın kendisine duyduğu ve duyacağını varsaydığı hayranlık, kendisini o kadar iyi hissettirir ki, varlığında mutluluk ve coşku, yokluğunda özlem ve acı hisseder. Bu da aslında aşk filan değil; ihtiyacı karşılayan bir şeye duyulan istektir. Çikolatayı sevmek gibi bir şeydir. Sadece iyi bir his uyandırdığı için duyulan hoşnutluk, aşk değildir. Gerçek anlamda aşk o kişinin niteliklerine duyulan bir hayranlık üzerinde inşa edilir. Ama bir narsist için karşı tarafa hissettiği şey, karşı tarafın kendisine duyduğu hayranlığa duyulan ihtiyaçtır. **- Narsiste âşık olan kim? Köleliğe hazır olan mı? ** Şöyle efendim, narsistler çoğunlukla birbirlerine "âşık" olurlar. Kendilerinde olan, kendilerinde olmasını istediklerini ya da kendilerinde olduğunu varsaydıkları nitelikleri taşıyan dolayısıyla bir şekilde kendilerine benzeyen kişileri beğenebilir ve onlarla olmak isterler. Narsisistler birkaç çeşit olur. Birinci grup, başka insanlarda hayranlık uyandırmak için çırpınan, atan tutan, böbürlenenler. İkinci grup da, aslında aynı beklentiler içerisinde olan ama bunları bastırmış kişilerdir. Dağarcıklarında hayranlık uyandırmak için piyasa sürecek fazla şeyleri olmadığını düşünürler. Bunun yerine hayranlık uyandıran, kolaylıkla övülebilecek bir insanla yakınlık kurarak, onunla yakınlığı üzerinden saygınlık elde etmeye çalışırlar. İşte bu iki tip narsisitiğin bir aradalıklarına ister sevgili ya da eş olarak ister arkadaş olarak sık rastlanır. Çiftin bir üyesi tanınan bilinen, popüler biri, açık bir narsisitikken, diğeri onun sağ kolu, destekçisi, arkasındaki şahıstır. Ancak başka versiyonları da vardır. Mesela, bağımlı karakterler de narsisitlere âşık olurlar. "Ben acizim, elimden bir şey gelmiyor" diyen bağımlı, "Ben her şeyi yaparım" diyen narsiste kolaylıkla âşık olabilir. Bilinçdışı bir anlaşmaları var gibidir: Bağımlı narsisiste hayranlık duyarak onun hayran olunma ihtiyacını karşılarken, narsisist de bağımlının güven ihtiyacını karşılar. ## **‘Son yıllarda borderline kişilik bozukluğu yüzde 20’lere çıktı’** ** - Beşinci karakterler kimler?** Öncesinde iki tane kavramı tanıtmak gerekiyor. Bir tanesi "kişilik örgütlenmesi", diğeri "kişilik bozukluğu". Kişilik örgütlenmesi dediğimiz şey, ruhsal yapının temel yapılanışını anlatıyor. 3 ana kişilik örgütlenmesi var: Nevrotik, borderline ve psikotik. Normal dediğimiz insanlar nevrotik kişilik örgütlenmesi içerisindeki bir gruptur. Nevrotikler, kişilik örgütlenmesi açısından herhangi bir sorunu olmayan insanlardır. Psikotikler ise kişilik örgütlenmesi açısından çok ciddi yapısal sorunlar içerisindedirler. Borderline da bu ikisinin arasında yer alır. Temel özellikleri bütünlüklü bir kimlik duygusunun olmaması ve duygularının, düşüncelerinin çok kolay bir uçtan diğer uca savrulabilmesidir. Toplumda psikotikler yüzde 1, nevrotikler yüzde 80 civarında, borderline kişilik örgütlenmesi gösteren insanların sayısı da yüzde 15 ila 20 arasındadır. Şimdiye kadar yüzde 2 olarak bilinen borderline kişilik bozukluğu, borderline kişilik örgütlenmesi içerisindeki kişilik bozukluklarından biridir; diğerleri de şizoid, şizotipal, paranoid, antisosyal, narsistik, histriyonik kişilik bozukluklarıdır. Son yıllarda hem bunların toplamı hem de borderline kişilik bozuklukları giderek artıyor. Amerika'da, üniversite öğrencileri arasında yapılan araştırmalarda bu oran yüzde 20'lerden yüksek çıktı. Bu grubun bütünlüklü bir kendilikleri yoktur. Ruhsal yapıları tamamen iyi ve tamamen kötü olmak üzere iki ayrı parçadan oluşur. Bazen çok iyi, bazen de çok kötü hissederler. ## **‘Borderline karakterler hızlı âşık olur, hızlı uzaklaşır’** ** - Nasıl hissedeceğini dış etkenler mi belirler? ** Evet, bu nedenle de kendisine değer veren, anlamaya çalışan ve eleştirmeyen insanlar onların düğmelerine basar. Bu insanlara çok büyük bir tutku ile bağlanırlar. O kişi uyuşturucu ticareti yapabilir, mafya olabilir ama bunların hiçbir önemi yoktur. Eleştirilmemesi yeter. Ama en ufak kötü hissettirmede nesneyi değersizleştirirler. Bu insanlar acayip hızlı âşık olur ve bir o kadar hızlı o kişiden uzaklaşır, nefret eder, düşmanlık beslerler. Bir haftada her şeyin nasıl değişebildiğini sorduğunuzda "Yanılmışım işte" derler. Bunlar için aşkta toslama kaçınılmazlıktır. ## **‘Histriyonikler için cinsellik ilgi için verilen rüşvet gibi’** ** - Başka düğmeler de var mı?** Bundan sonrası ince düğmeler. Mesela histriyonik dediğimiz, oyuncu karakterler vardır. Düğmelerine çok çabuk basılır. Gelene geçene açıktırlar. Herkes onları beğensin, arzulasın isterler. Daha çok cinsellikleriyle beğenilmek peşindedirler ama asıl ihtiyaçları sevgi, şefkattir. Bir insanı bilgisi, karakteri, kişilik özellikleri ile hayran bırakmaya uğraşmaktansa bunu cinsellikle yapmanın daha kolay olduğunu deneyimlemişlerdir. Bu kişiler çok çabuk cinsel etkileşime girerler. Kılık kıyafetleri de kendisine bakılmasını temin için seçilmiştir. **- Seks düşkünlüğü tablonun bu kısmında mı?** Hayır. İşin ilginci, histriyonikler önlerine gelenle yatar ama cinsellikten pek bir şey anlamazlar; orgazm olmazlar, uyarılmazlar. Çünkü aslında peşinde olduğu şey cinsel doyum değil, bir insanın ona ilgi göstermesidir. Cinsellik, ilgi almak için verdikleri bir nevi rüşvet gibidir. ## **‘Kalıcı aşk, eşi bulunmaz bir insana denk gelindiği hissiyle gelişir’** ** - Normal insanların aşk düğmeleri nerede?** Normal insanların düğmeleri yavaş çalışır. Geç ısınırlar. Bu insan, kendi başına huzurlu ve memnundur. Mesela, burada oturuyoruz ve keyfimiz yerinde, bir de meyve salatası olsa hoşumuza gider. Ama meyve salatası yok diye kendimizi perişan etmeyiz. Aşk da meyve salatası gibi, ekstradan güzelliktir. Bu ekstradan güzelliği yaşadıklarında normal kişiler, karşısındaki insanın bütünlüğüne yönelik bir idealizasyon duyarlar. Süper egosundan tutun, ahlaki değerlerine, ne yapıp ne ettiğine, hayatı nasıl algıladığına, kaşına, gözüne, şefkatine, insanlığına, yani her şeyine tam bir hayranlık söz konusudur. Gerçek ve sağlıklı olan kalıcı aşk, eşi bulunmaz bir insana denk gelindiği hissiyle gelişir. "Âşık olduğumu nasıl anlarım" diye soranlar, tereddüt etmesin. Âşık değillerdir. Bir insanı seviyorsan böyle soru olmaz. İkinci sık gelen soru da: "Başkasıyla daha mutlu olur muydum?" Aşkta karşındaki insanın olmadığı bir hayat düşleyemezsin. Onunla problemlerin varsa çözmeye çalışırsın ama onsuz bir hayat kurgulamazsın. **- Peki, aşkta olmazsa olmaz dediğiniz hayranlık zamanla azalmaz mı?** Neden azalsın? **- Tüm çıplaklığıyla gördüğünüz, bildiğiniz birine hayranlık azalmadan devam edebilir mi?** Eğer kişinin öğrenilmesi ve bilinmesi hayranlığı azaltıyorsa, o kişinin çok az özelliğine ya da bir sırrına ilgi duyulmuş demektir. Gerçek sevgi ve aşk tanıdıkça artan gelişen bir şeydir. **- Fazla iyimser olabilir misiniz? Pek çok ilişkide arzunun zamanla azaldığına tanık oluyoruz.** Bahsettiğiniz primitif *(ilkel) *idealizasyonla ilgili. Bu, her zaman tüketicidir. Mesela bazı kimseler bir şeye sahip olduklarında çok mutlu olacaklarını zannederler. Sanırlar ki sahip olacakları o şey, bir araba, ev, ya da filan kişi kendisini çok özel, bambaşka bir insan yapacaktır. Sahip olduklarında böyle bir şey olmadığını görürler ve o şeyi değersizleştirirler. "Şu kadınla bir çıksam başka bir şey istemem " dediği kişiyle çıktığı zaman, bambaşka, acayip mutlu biri olmadığını fark eder. "İyiymiş, güzelmiş" der, geçer. İlkel idealizasyonda yüceltilen şey çok az kalemlerdir "Kim bilir nasıl sevişiyor" dersin ama seviştiğin zaman görürsün ki, normal. **- Hayranlığı azalmayan kaç çift gördünüz?** Az değil, epeyce gördüm. **- Kayda değer bir kitle mi? ** Fena sayılmaz. Eskiden daha çoktu, giderek azalıyor. ## **‘Âşıksanız başka bir insana aktaracak duygunuz kalmaz’** ** - Cinsel arzusu körelen insanın arzuyu tazelemesinin çaresi ne?** Bunun çaresi, nedenine göre değişir. Azımsanmayacak sayıda çift, zaman içerisinde birbirini anne ve baba olarak gördükleri için cinsel arzuları körelir. Gene epeyce çift için temel neden tekrarlayan, doyum ve haz vermekten uzak, kötü sevişmelerdir. Çare de bunu yaratan nedenleri ortadan kaldırmak, yani ebeveyn algısını yaratan koşulları bulup çözümlemek ve doğru düzgün sevişmeyi öğrenmeleridir. **- Aşk tanımızda çok eşlilik yok, değil mi?** Aşk tüm duygularınızı içine çeker, alır. İlginizi, dikkatiniz, sevinciniz, coşkunuzu, heyecanınızı, isteklerinizi, arzularınızı bir kara delik gibi yutar, kendi içinde yoğurup ona kendi biçimlerini verir. Başka bir insana aktaracak duygunuz kalmaz. **- Psikanalist Adam Philips, "Tekeşliliği tanımı gereği tamamlayanın sadakatsizlik olduğunu" söylüyor. Buna ihtimal vermiyor musunuz?** Katılmıyorum. Freud'u en klasik ve en ham, en ortodoks şekliyle anlayanlar her şeyde sadece ödipal olanı görmek istiyorlar. Aşkta ödipalite ve ödipal aşk yani çocukluğumuzda ebeveynimizle yaşadığımız aşkın bir izi, hatta kısmi bir tekrarı vardır. O zaman ermediğimiz mutluluğu şimdi yakalama şansımız vardır. Ama aşk sadece ödipal olandan ibaret değildir. **- Kişi âşık olduğunu söylüyor ama gözü dışarıda dolanmaya başladı?** Geçmiş olsun. **- Üçüncü kişi hikâyeye dâhil olduğunda, aşkın hiç yaşanmamış olduğunu mu söylüyorsunuz?** Evet. Aşk bir olasılıktır. İnsan bunu geliştirebilir, ne çok zor ne de çok kolaydır. Biraz daha olgunluğa ihtiyaç var sanırım. Mesela, çok aç olmamak önemli bir nokta. **- Sizin aşk tanımızda da saçmalama özgürlüğü yok, desek? ** Öyle şey olur mu? Aşk her şeyden önce bir heyecandır. "Belli bir düzlemde hareket eden, belli bir vektörü ve belli sınırlarda dengeli bir salınım gösteren heyecanların bileşkesine aşk diyoruz" demiyoruz. **- Tek eşli olmak hayatı kolaylaştırabilecekken, kişi neden çok eşlilikte ısrar etsin?** Bir sürü karakter için tek eşlilik ciddi bir sıkıntı kaynağıdır. Histriyonik ve narsistler, ne kadar çok insan tarafından beğenilirlerse o ölçüde kendilerinden memnun olurlar. Dolayısıyla her zaman insanların beğeni ve hayranlığını isterler. Bu kişilere sadece bir insandan hayranlık ve beğeni alacaksın, sadece bir insan seni arzulayarak demek bir nevi işkence gibi olur. **- Tek eşliliğin mal, mülk ve çocuk ekseninde icat edilmiş olduğu teorisini yok mu sayıyorsunuz?** İnsanın sevilmek, bağlanmak, düzenli yakınlıklar kurmak, sevişmek gibi duygusal gereksinimleri vardır. Toplumsal ve ekonomik etkenler, ideolojiler, din, üretim ilişkileri bunların nasıl yaşanacağı üzerine etkilerde bulunuyordur elbet. Şimdi bahsettiğimiz aşk ilişkilerine dair şeyleri mevcut koşullar için söylüyoruz. Yarın aile yapıları, çocuğun büyütüldüğü koşullarda radikal değişimler olursa bunlarda da değişiklikler olacaktır. Ancak aşk ve birini çok sevip ona bağlanma pek değişmeyecektir. ## **‘Evlilik, toplumsal baskının azaltmak için yapılan bir ilan’** ** - Peki, çocuk istemeyen âşık bir çift neden evlenir?** Aşk her şeyden evvel, çocuktan bağımsız bir şeydir. İnsan sadece çocuk yapınca âşık olmaz ki. Âşıklar beraber bir hayat sürdürmeye karar verir, sonradan da o birlikteliği çocukla taçlandırmak isteyebilirler de istemeyebilirler de. Çocuk istemiyorlarsa âşık değillerdir, diye bir şey söylenemez. **- Ancak soru şuydu; çocuk istemeyen çift neden evlenir?** Nikâh kısmı tamamen kültürel. İki insanın beraber yaşaması ayrı bir şey, bunu götürüp nikâh memuru karşısında millete ilan etmeleri başka bir şey. Toplumsal baskıları azaltmak için "Ey ahali, bundan sonra beraber yaşayacağız, cinsel hayatımız olacak. Hepinize de ilan ediyoruz, itirazı olan var mı" derler. **- Peki, bazı kişilerin geleceğe dair plan yapma süratleri yalnız kalma korkusundan mı kaynaklanıyor? ** Temelinde yatan şey, kaybetme duygusu. Bu korkuyu duyanlar, kendilerini yeterince cazip bulmazlar. Hasbelkader biri, kendisini sevmişse her an kendisini terk edecek korkusuyla ona yapışmak, kontrol etmek ister. ## **‘Kadınlar ilişkiyi kaybetmekten daha çok korkuyorlar’** ** - Kaybetme korkusunun kadına atfedilmesinin sebebi, erkeğin 60'ında birilerine farklı sebeplerle hâlâ cazip gelirken, 40 yaş ertesindeki kadınların seçeneklerinin azalmasında mı yatıyor? ** Sadece yaşla da ilgili bir şey değil, toplumsal açıdan da birçok fark var. Bir adam kendisinden sosyal, kültürel ve ekonomik olarak daha zayıf biriyle rahatlıkla evlenebilir. Kimse de gidip ona, "Niye evlendin?" demez. Bir kadından ise toplum, sosyo-ekonomik olarak kendinden daha iyi durumda olan, en azından kendisiyle denk biriyle evlenmesini bekler. Dolayısıyla mesela üniversite mezunu, iyi eğitimli bir kadının çok az seçeneği vardır. Ayrıca, biriyle tanışma olasılıklarını da düşünürseniz, liste iyice kısalıyor. Dolayısıyla, bir ilişkiyi kaybetmekten daha çok korkuyorlar. **- Erkeklerin seçeneklerinin tükenmemesi, tutkunun ana dinamik olduğu ilk 6 aylarda takılıp kalmalarına neden oluyor mu? ** Olabilir ama başka sebepler de var. Artık insanlar sevgilileriyle yaşadıkları ilk sorunda "Ne uğraşacağım" deyip vazgeçiyorlar. Ayrıca, ayrılıklar da toplumsal olarak daha hoş karşılanıyor. Dolayısıyla, insanlar vazgeçilmez olmaktan çıkıyor. Bunun en önemli nedeni çağımızda kendilik patolojileri dediğimiz bir hâlin giderek yaygınlaşmasıdır. İnsanların kimlik bütünlükleri çok iyi gelişmiyor ve kendilerine saygı duymaları zorlaşıyor. Hep dışarıdan gelen yansımalarla kendilerini iyi hissediyorlar. Bilindikleri, onaylandıkları oranda rahat ediyorlar. İnsanlar bu yüzden dış görünümleriyle aşırı ilgili olmaya başladılar. Renkten renge, şekilden şekle giriyoruz. Çünkü bu, fark edilme, tanınma sağlıyor. Tabii bu ilişkiye de yansıyor ve hayranlık neredeyse aşkın tek ayağı haline geliyor. Yeterli sevgi, şefkat, gerçek kapsamlı bir idealizasyon ve sevgi olmadığı için sadece yüzeysel hayranlığa dayalı bir ilişki de uzun süreli olamıyor. Öte yandan hayranlık ihtiyacının fazlalığı tek kişiden alınan hayranlığı yetersiz hale getirdiğinden, hep yeni birilerinin, daha başkalarının hayranlığına koşuluyor. **- O zaman bağlanma korkusu nerden çıkıyor? ** Bağlanma korkusu birkaç durumda ortaya çıkıyor. Bağımlı karakterler, bunlardan bir tanesi. Karşı tarafın bizi çok sevmesi ve hiç bırakmaması için tamamen onun arzularına uygun hareket etmeye başlıyoruz. Bağlanma korkusu olduğunda da kişi, tamamen karşı tarafın arzularına göre hareket ediyor. Bu da bir süre sonra cendereye dönüşüyor. Kişi de sevilebilmek için köleye dönüşmektense kaçıyor. Bazı karakterler de nesneyi bırakmamaktan korkarlar. Mesela, hiç yakın arkadaşları yoktur, duygusal olarak fazla bir şey paylaşmazlar çünkü herhangi bir yakınlıktan korkarlar. "Kayısı ister misin?" gibi bir şey ikram etme teklifi, onlarda "Ne oluyor?" endişesi uyandırır. Aslında o kadar büyük bir ilgi ve sevgi açlığı içerisindedirler ki onun azalmasına, karşılarındaki kişinin bir an için bile gitmesine izin vermemekten korkarlar. Kayısı veren kişiyi ya bir daha vermezse diye yutmaktan korkarlar. Böyle bir arzu duyacaklarını bildikleri için de mesafesini hep korumak ister ve hiçbir duygusal yakınlığa izin vermezler. **- Peki, kıskançlığın yeri ne? Neden bazı insanlar kıskançlıktan kafayı çizerken, bazıları için ara başlık bile olmaz? ** En yaygın bilinen hata, "Seven kıskanır" cümlesindedir. Kıskançlık ve sevgi ters orantılıdır. Belli başlı 3 ana kıskançlık biçimi vardır: 1- Paranoid tipteki kıskançlıklar, bu projeksiyondan kaynaklanır. Kişi, kendisi flört etmeye eğilimlidir. Kendi isteklerini bastırıp, karşısındakini böyle olmakla suçlayarak rahatlamaya çalışır. Bu tip kıskançlıkta kişi karşısındakini her an sadakatsizlik yapabileceği varsayımı üzerinden suçlayarak, sürekli denetlemeye, kısıtlamaya çalışır, hayatı ona zehir eder. Bazıları "Peki hocam, kıskanmayacak mıyız" diyorlar. Bir gün eşiyle birlikte bir adam geldi. "Ben karımı çok kıskanıyorum" dedi. "Hangi durumlarda kıskanıyorsunuz" diye sorunca "Benim karım masaj salonu çalıştırıyor, kendisi de çalışıyor" dedi. "Ne yapıyor?" diye sorunca, "Gelen adamlara masaj filan yapıyor" dedi. "Masaj mı" diye sordum, "Yok, hocam bir tek masaj değil, başka şeyler de yapıyor. Oral seks gibi şeylerle adamları boşaltıyorlar" dedi. "Siz o esnada ne yapıyorsunuz?" diye sorunca da "Ben de arkada çay yapıyorum" dedi. "Kıskanmamak, normal karşılamak mı istiyorsunuz" dedim. Adam da "Bilmiyorum valla hocam, ben de çıkamadım işin içinden" dedi. Paranoid tipteki kıskançlıklarda tabii ki böyle bir durumdan bahsetmiyoruz. ## **‘Gerçekten seven insan saçma sapan şeyleri kıskanmaz’** Diğer kıskançlık biçimi de narsisistlerinkidir. Narsissistikler sevgililerinin kendilerinden başka herhangi bir şeyle ilgilenmesinden rahatsız olur ve her şeyi kıskanırlar. Diyelim ki, çiçekleri seviyorsun. "Ne var ki yani bu çiçeklerde" der. Aslında "Benim kadar ilgilenilmesi gereken, enteresan bir şey varken neden bunlarla uğraşıyorsun" diyordur. Üçüncüsü de bağımlıların kıskançlıkları. Bağımlılar kendilerini yeteri kadar çekici, sevilebilecek biri olarak görmezler. Bu yetersizlik duyguları nedeniyle her an eşlerini başkası kapacak korkusu içinde yaşarlar. **- Kıskançlığın çaresi ne?** Gerçekten seven bir insan böyle saçma sapan şeyleri kıskanmaz. Dolaysıyla kıskançlığın çaresi sevgidir. Bu arada başka bir tip kıskançlığı unuttuk, o da aslında eşcinsel eğilimleri olup bunu dolaylı yoldan yaşamaya çalışan insanların kıskançlıklarıdır. Bu vakalarda gerçek anlamda bir kıskançlıktan bahsedemeyiz. Daha çok kabul edemedikleri kendi arzuları dolayısıyla yaşadıkları kızgınlıklar söz konusudur. Şöyle ki, bir önceki hikâyeden yaklaşık iki hafta sonra baş ağrısı yakınması olan bir adam eşi ile birlikte geldi. Bir tarikattalar, karısı da şeyhin kızı. "Karımın yakın bir çocukluk arkadaşıma ilgisi var diye şüpheleniyordum. Ben de bunu ortaya çıkarmaya karar verdim, hocam" dedi. "Ne yaptınız" diye sorunca anlattı:"Karıma ‘Biz niye hiç fantezi yapmıyoruz’ dedim. ‘Ben bilmem’ dedi. Sonra kabul etti ama ‘Ne istersin’ diyince yine ‘Bilmem’ dedi. Ben de ‘Mesela başka bir adam çağırsak, ister misin’ diye sordum. ‘Ne yapacağım başka adamı, ben istemem’ diyince ‘Yok, yok sen düşün’ dedim. O da ‘Olabilir’ dedi. Kim olsun diye konuşurken ‘Arkadaşımın adını vererek O olsun mu’ dedim. Önce ‘Yok’ dedi ama ısrar edince kabul etti. Sonra arkadaşıma gittim dedim: ‘Biz düşündük, seni bir akşam davet etmeye karar verdik.’ O da kabul etti. O gece çocukları uyuttuk, sofrayı hazırladık, yemeği yedikten sonra yatak odasına geçtik. Hocam bunlar, bir güzel sevişmeye başladılar. Gözümün önünde seviştiler hocam! Acayip sinirlendim. Sinirden zaten bir şey yapamadım. Bunlar seviştiler, boşaldılar; sonra da yattılar, uyudular. Beni sabaha kadar uyku tutmadı! İçeri gidiyorum, bıçağı alıp doğrayayım ikisini de, diyorum. Sonra çocuklar aklıma geliyor, vazgeçiyorum." **- Bu adamın motivasyonu ne?** Yukarıda söylediğim gibi aslında kendisi adamla beraber olmak istiyor ama bu arzusu tamamen yasak olduğu için, böyle bir arzuyu fark etmesi dahi imkânsız olduğu için bu arzuyu karısına yansıtıyor. Adamı isteyen kendisi değil de karısı imiş gibi. Adam bu olay olduktan 10 gün sonra baş ağrısı ile geliyor çünkü bu 10 gün boyunca karısıyla her gün 4-5 kez cinsel ilişki kuruyor. Adam 5 kilo vermiş, perişan olmuş sevişmekten. Karısına sürekli o geceyi anlattırıyor. "Dilini ağzına soktu, ne hissettin" gibi sorularına cevap aldıkça adam, kendini karısının yerine koyuyor ve arkadaşıyla seviştiğini hayal ediyor. Bastırılmış, yasaklanmış eşcinsel arzuların bu şekilde tatmin bulma çabaları sık görülen bir durumdur. Kadınlarda da bu örneklere sık rastlıyoruz. Mesela eşine ya da partnerine diyor ki: "Kendini başka bir kadınla hayal et ve bana anlat." Kadın, adam "Şimdi Ayşe'yi öpüyorum" derse uyarılıyor. Yani, adam bir köprü, aracı vazifesi görüyor. **YARIN: Prof. Dr. Doğan Şahin cinselliği ve aşk acısını anlatıyor…** ## Okuyucu Yorumları
180653
haber
Atatürk 'Beni Türk hekimlerine emanet edin' dedi mi?
null
# Atatürk 'Beni Türk hekimlerine emanet edin' dedi mi? ## Atatürk araştırmacısı Eriş Ülger, yayına hazırladığı ‘Damladaki Deniz’ adlı son kitabında, Mustafa Kemal’in kendisine mal edilen "İstikbal Göklerdedir& HÜLYA KARABAĞLI T24/ ANKARA Atatürk araştırmacısı Eriş Ülger, yayına hazırladığı ‘Damladaki Deniz’ adlı son kitabında, Mustafa Kemal’in kendisine mal edilen "İstikbal Göklerdedir" ve "Beni Türk hekimlerine emanet edin" sözlerini söylemediğini ileri sürdü. "Atatürk’ün söylemediklerini O’na söyletmenin sorumluluğu büyük olduğu kadar tarihi de çarpıtmaktır" diyen Ülger, bu sözlerle ilgili tüm araştırmalara rağmen belgelere rastlanmadığına dikkat çekti. Eriş Ülger'in albümünden hiç yayımlanmamış Atatürk fotoğrafları Ata’nın "İstikbal Göklerdedir" sözünün belgesi yok Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını, belgelerle edebiyat dünyasına kazandıran Eriş Ülger, son kitabında çok tartışılacak konuları gündeme taşıdı. " Bu hem vatandaşlık hem de sorumluluk gereğidir" diyen Ülger, tüm araştırmalara rağmen Atatürk’e mal edilen "İstikbal Göklerdedir" sözüne ait bir belgeye rastlamadıklarını söyledi. Ülger, " Ayrıca bu anlama gelecek veya bu ifadeyi çağrıştıracak bir başka belge de bulamadık" dedi. Anı defterinden mi çıkıyor bu söz? Bu sözün çıkabileceği gezilerden örnek veren Ülger’e göre, Atatürk’ün imzaladığı anı defterleri ve gezi konuşmalarında ‘İstikbal Göklerdedir’ sözüne zemin hazırlayacak bir şey yok. Ülger, o gezilerden birini kitabında yer veriyor: Atatürk, Bursa’dan Ankara’ya dönerken 8 Haziran 1936 tarihinde Eskişehir’e uğruyor. Yeni uçak filolarının uçuşunu izlemek için Eskişehir Tayyare Alayı’na gidiyor. Orada anı defterine günümüzü hayrete düşürecek satırları yazıyor: "Geleceğin en tehlikeli silahı da, aracı da hiç kuşkunuz olmasın ki, uçaklardır. Bir gün insanoğlu uçaksız da göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de aydan bize sinyaller yollayacaktır. Bu mucizenin gerçekleşmesi için iki bin yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji bize şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görev ise Batı’dan bu konuda geri kalmamayı temindir". Ülger’e göre, Gazi’nin Eskişehir’de hatıra defterine yazmış olduğu belgeden de " İstikbal Göklerdedir" vecizesine çağrışım yapacak bir ifade yok. ‘Beni Türk hekimlerine emanet edin’ Ülger, böyle bir ifadeye ve söze ait herhangi bir belgeye rastlanmadığını anlatırken, Atatürk’e yanlış teşhis koyan hekimleri hatırlatıyor ve "Böyle bir belgenin varlığını kanıtlamak şöyle dursun, Atatürk’ün müdavim (devamlı) doktorlarının, Gazi’nin böyle bir vecizesini hak edip etmedikleri dahi bir sorudur". ‘Kaşıntıları sinek ve böceğe bağladılar’ Atatürk’ün yanından ayırmadığı hekimlerin yanlış teşhislerini kitapta anlatan ve Eriş Ülger, "En yakınında bulunan hekimler tüm vücudundaki kaşıntıların nedeninin sinek ve böceklere bağlamışlar. Kaşıntıların geçmesi için Çankaya Köşk’ünü boydan boya sivrisinek ve böcek ilaçları ile temizlenmesini önermişlerdir. Denilen yapılmasına rağmen Gazi’nin kaşıntıları artarak devam etmiştir. Çünkü, kaşıntıların nedeni böcekler değil karaciğerdedir". Atatürk: Sağ kaburgamın altından sırtıma ağrı Kitapta, Ata’nın hastalığı sırasında çektiği acı kendi sözlerinden konuluyor. "Çocuklar iştahım yok. Sağ kaburgamın altından sırtıma vuran ağrılar da bazen beni çok rahatsız ediyor. Birkaç hafta önce giydiğim pantolonlarım dar geliyor" diyor. Hekimler, Gazi’ye Yalova kaplıcalarında sıcak banyo yapmasını öneriyor. Burnundaki kana ‘güneş çarpması’ teşhisi "Karaciğerinin tedaviye cevap veremeyecek hale gelinceye kadar teşhis koyamayan burnu dibindeki hekimlerine mi kendini, harap olmuş bedeninin emanet edecekti" diye soran Ülger, hastalığın son safhasında Atatürk’ün burnundan kan geldiğini hekimlerin bu kanı ‘güneş çarpmasına’ bağladığını yazdı. ‘Ne kadar Gripin verildiği Köşk arşivlerinde’ Araştırmacı- yazar Ülger, kitabında Atatürk’e hastalığı sırasında en çok ‘Gripin’ adlı ilacın verildiğini açıklıyor. " Karnındaki şiddetli ağrıları bugün bile yutulması çok zor olan Gripin ile durdurmaya çalışan hekimler mi Gazi’nin bu vecizesini hak edecekti. Atatürk’e hastalığı sırasında en çok verilen ilaç Gripin’dir. Bugün yerinde yeller esen Taksim’deki Pamuk Eczanesi’nden alınan Gripin’lerin sayısı ve ne kadarının kullanıldığı Cumhurbaşkanlığı arşivlerinde bulunmaktadır". Eriş Ülger kimdir 13 Aralık 1938'de Ankara'da doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini Ankara'da tamamladı. 10 Kasım 1953'te Atatürk'ün naaşının Etnoğrafya Müzesi'nden Anıtkabir'e nakli sırasında, Türk gençliği adına 'Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ni okudu. İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden mezun olduktan sonra askerlik görevini yapan Ülger, bir süre Türkiye'de mimar olarak çalıştı. 1967'de İsviçre'ye, 1972'de Almanya'ya giderek mimar, danışman ve inşaat amiri olarak görev yaptı. 1998'de Avrupa Atatürkçü Düşünce Derneği'ni kurdu ve ilk başkanlığını yaptı. Milliyet gazetesinin düzenlediği 'Örsan Öymen' yarışmasında Atatürk ile Röportaj isimli eseriyle üçüncülük ödülü aldı. Çeşitli gazete ve dergilerde inceleme yazıları ve makaleler yazdı. Yurtiçinde ve yurtdışında Atatürk ve laik cumhuriyet konularında konferanslar verdi. Avrupa'da Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili arşiv çalışmaları yaptı. Bu çalışmalar daha sonra Kültür Bakanlığı tarafından iki cilt halinde Almanca olarak yayımlandı. 1993'te Mustafa Kemâl'den Atatürk'e adlı Türkçe, Fransızca, İngilizce ve Almanca olarak hazırlanmış ve 870 adet hiçbir yerde yayınlanmamış Atatürk fotoğraflarını da içeren iki ciltlik kitabı Kültür Bakanlığı tarafından yayımlandı. Türkiye'de üst düzey bürokrat olarak kısa bir süre çalışan Ülger'in Atatürk'le ilgili 10'dan fazla kitabı yayımlandı. Başlıcaları şunlardır: Avrupa Basınında Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti–Özgün Belgelerle Atatürk (Türkiye Büyük Millet Meclisi Basımevi, 1994-95); Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk (Denizler Kitabevi, 1996); Türk Rönesansı ve Anılarda Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (İnkılap Kitabevi, 1999); Lâtife Gazi Mustafa Kemâl (İnkılap Kitabevi, 2004). ## Okuyucu Yorumları
217033
haber
Atatürk’ün Fikriye Hanım’a yazdığı şiir: Ümmid-i aşkım saracak seni, cefakâr teninden
null
# Atatürk’ün Fikriye Hanım’a yazdığı şiir: Ümmid-i aşkım saracak seni, cefakâr teninden ## Atatürk araştırmacısı Ülger: Fikriye Hanım, Çankaya’nın kapısında kalbine ateş ederek intihar etti **Hülya Karabağlı** Atatürk araştırmacısı ** Eriş Ülger**, **Mustafa Kemal Atatürk** ’ün hayatındaki kadınlardan **Fikriye Hanım** ’a yazdığı şiiri kamuoyu ile paylaştı. Arşivinin en önemli belgelerini T24’e açıklayan Ülger, Atatürk’ün Doktor **Fikret** ** (Onuralp)** ile aşk üzerine yaptığı sohbeti de aktardı. "Zafere Giden Yol", "Latife Gazi Mustafa Kemal", "Türk Rönesansı ve Anılarda Gazi Mustafa Kemal Atatürk" gibi Atatürk’e dair birçok kitap kaleme alan Eriş Ülger, Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Eylül 1924’te Fikriye Hanım’a hitaben yazdığı şiiri ortaya çıkardı. Ülger’in aktardıklarına göre, eski Türkçe ile kaleme alınan şiiri Atatürk, Hamideye Kruvazörü ile Giresun’dan Ordu’ya geçerken kamarasına çağırdığı yaveri **Salih Bozok** ’a dikte ettiriyor. Salih Bozok’un küçük boy cep defterine not ettiği, Atatürk’ün Fikret Hanım’a hitaben söylediği şiir şöyle: "İçsem de bir kadeh hayat iksirinden, Zamansız ayrıldım, bilinsin Fikriye’den. Bıkmadım ki doyayım o narin ellerinden, Ümmid-i aşkım saracak seni, cefakâr teninden." Araştırmacı Ülger, Bozok’un anı defterinden yola çıkarak, Atatürk’ün Fikriye Hanım’ın ölümü ardından defin işlemleri için verdiği ayrıntılı direktifleri de aktardı. Notlara göre Atatürk, Bozok’a "Bugün bu işi bitir. Müteveffayı hastaneden alırken imkânlar içinde kimsenin görmeyeceği bir saati seç" diyor. Eriş Ülger, Atatürk’ün Doktor Fikret ile konuşmalarını da aktardı. Ülger, Doktor Fikret’in "Hiç gerçekten âşık oldun mu?" sorusu üzerine Atatürk’ün şu sözleri dile getirdiğini ileri sürdü: "Hüzün’le evlenecektim. Son ziyaretimde Hüzün’ün odasına girip de yatağını boş bulduğum zaman dünya başıma yıkılmıştı. O anda yüreğimde duyduğum acıyı bir daha hiç kimse için duymadım ve sanırım bundan böyle de duymam. O benim her şeyimdi." Ülger, bahsi geçen konuşmanın devamında Doktor Fikret’in "Peki, şimdilerde" sorusuna cevaben Atatürk’ün Fikriye Hanım’dan bahsettiğini belirtti. ## **‘Fikriye Hanım, Çankaya’nın kapısında kalbine ateş ederek intihar etti’ ** Atatürk araştırmacısı Ülger, Fikriye Hanım’ın hikâyesini özetle şöyle anlatıyor: "Fikriye Hanım, Ankara Garı’ndaki Direksiyon Binası’nda ulusal mücadelenin en zorlu sürecinde bulundu. Karargâh olarak kullanılan binada, Fikriye Hanım âşık olduğu Atatürk’ün yanında yemekler yaptı, çamaşırlar yıkadı; cepheden gelenleri, ziyaretçileri ağırladı, gidenleri uğurladı. Birinci ve İkinci İnönü Savaşları’nın kazanıldığı sürecin ardından Atatürk, cepheden döndü ve iki yıla yakın omuz omuza mücadele verdiler." "Fikriye Hanım, 30 Mayıs 1924 günü Atatürk’ün kendisine hediye ettiği ve üzerinde isminin baş harf ‘F’ olan Brownik marka tabancasıyla kalbini hedef alarak intihara teşebbüs etti. Fikriye Hanım, kaldırıldığı Memleket Hastanesi’nde hayatını kaybetti." Beş yıl önce T24 Parlamento Muhabiri **Hülya Karabağlı** ’ya "Fikriye Hanım’ın bugünkü Kuğulu Park’ta gömülü olduğunu" söyleyen araştırmacı **Ülger**, iddiasını yeni belgelerle savunmaya devam ediyor. Ölümü üzerinden 88 yıl geçen Fikriye Hanım’ın defin işlemine dair Atatürk imzalı belgeleri de ilk kez T24’e açıkladı. ## **Salih Bozok: Defnedenler kimi defnettiklerini bilmiyordu…** Ülger’in açıkladığı belgede, Atatürk’ün yaveri Bozok’a Fikriye Hanım’ın defin işlemi için yapılması gerekenleri izah ettiği ifadeler şöyle: "Muameleler bittikten ve özellikle de hazırlanan ölüm raporu tanzim edildikten sonra, bizim Köşk’ten aşağı inerken Cebeci istikametine doğru eki bir mezarlık vardır ya, Fikriye Hanım’ı oraya defnedeceksin. Bugün bu işi bitir. Müteveffayı hastaneden alırken imkânlar içinde kimsenin görmeyeceği bir saati seç. Akşamdan sonra da defin işi yapılabilir. Ama gündüz gözü ile mezarı hazırlat." Salih Bozok da defin sürecini anı defterinde şöyle not ediyor: "Hemen hastaneye gittim. Gerekenleri ve muameleyi çok kısa bir zamanda bitirdim. Mevtayı akşam karanlığında, daha önceden hazırlattığım mezara defnettik. Defin işini yapanlar dahi kimi defnettiklerini bilmiyorlardı." ## **Atatürk’ün Fikriye’yi mezarında ilk ve son ziyareti** Tarihçi Eriş Ülger’e göre Atatürk, Salih Bozok ile birlikte Fikriye’nin mezarını ziyaret etti. Ülger, bilinmeyen ziyareti belgelere dayanarak şöyle anlattı: "Mustafa Kemal, 30 Mayıs 1924 tarihinde defnedenlerin bile kimi defnettiklerini bilmediği Fikriye’yi, ölümünden 5-6 hafta sonra, 25 Temmuz 1924 günü Salih Bozok’u da yanına alarak ziyaret eder. Sıcak hava Mustafa Kemal’i terletir. Cebinden ipek beyaz mendilini çıkarır, yüzünü ve alnını siler. Beyaz mendil sırılsıklam olur. Beş, on adım arkasında duran Salih Bozok’a dönüp yeni bir mendil isteyince yüzü her şeyi ele verir. Paşa, Bozok’a, ‘Çocuk, bu mendiller insanın terini silmiyor, senin mendilin var mı?’ diye sorar. Mezarın başında Fikriye ile baş başa kalan Mustafa Kemal ayrılırken beyaz mendilini bırakır. Bu, Fikriye’yi ilk ve son ziyaretidir." ## **Atatürk’ün Latife Hanım’dan ayrılma kararını açıkladığı mektup** Eriş Ülger, Fikriye’nin ölümü ardından Atatürk ve Latife Hanım arasındaki gerilimi de şu sözlerle aktardı: "Uşşakizade Latife bütün gayretine, bütün kuvvetine rağmen Fikriye Hanım’a mağlup olmuştur. Dirisiyle baş edemeyen Latife, Fikriye’nin hem maddi ve hem de manevi varlığına yenildi. Atatürk de ayrılma kararını **İsmet İnönü** ’ye açtı." Atatürk’ün 9 Ekim 1924 tarihinde Erzurum’dan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup için Ülger, "’Kararım katidir’ diyen Atatürk, bundan sonraki hayatlarında Latife Hanım ve ailesine titizlik gösterilmesini istiyor. Ayrılma kararını bildiren mektubun 30 Mayıs 1924 tarihinde ölen Fikriye’nin ölümünden yaklaşık dört ay sonra kaleme alınması dikkat çekici" dedi. "Gazi Mustafa Kemal" imzalı tarihi mektup şöyle: "Lâtife Hanım takaddüm ederek Ankara'ya geliyor. Beraber seyahate devamı münasip görmedik. Çünkü iki senelik tecrübe beraber yaşamak imkânı olmayacağına kanaat hâsıl ettirdi. Kararımdan kendisini haberdar ettim. Çok meyus ve mahzundur. Zatıâlinizin ve belki **Fevzi Paşa ** Hazretleri'nin itilafı için delâletinizi rica edecektir. Kararım katidir. Yalnız gerek kendisinin gerek ailesinin şeref ve haysiyetini rencide etmek istemiyorum. Kendisine ve ailesine hürmetlerimi ve hakiki dostluğumu muhafaza edeceğim. Sureti infikakı Ankara'da kararlaştırırız. Sükûnetle İzmir'e gitmeğe muvafakati temin ediniz. Gözlerinizden öperim. Gazi Mustafa Kemâl" ## **‘Mustafa çok özel olacak ama hiç gerçekten âşık oldun mu?’ ** Eriş Ülger, Mustafa Kemal Atatürk’ün Sofya’da askeri ataşelik yaptığı sırada bir gün kimseye haber vermeden kaçıp geldiği İzmir’de Doktor Fikret’e Fikriye Hanım’ı itiraf ettiğini belirtti. Tarihçi Ülger’in aktardıklarına göre, Atatürk ve Doktor Fikret Onuralp arasında geçen konuşma özetle şöyle: **Doktor Fikret:** "Geldiğine ne kadar sevindiğimi bilemezsin ama önce birkaç muayene olacak hastam var, onlara bakayım sonra Kordon’a çıkarız." *Bir kaç saat sonra Kordon’da yol üzerindeki bir meyhanede buluşan ikilinin konuşmasının ilgili kısmı şöyle devam ediyor:* **Doktor Fikret:** "Mustafa bütün bunlar iyi, tamam da, zaten sen ne zaman beni yanında görmek istersen ben hemen gelirim. Bu benim sana namus sözümdür. Biraz da Sofya’daki gönül maceralarından bahsetsen. Meselâ Mesela General Kovaçev’in kızı? **Mustafa Kemal Atatürk:** "Elbette kendisini yakından tanıdım ve birkaç kere de dans ettik ama gerisi söylenti. Evlenecekmişim, kızı babasından istemişim, bunların hepsi dedikodu. Ben her şeyden önce askerim ve benim geleceğim var." **Doktor Fikret:** "Peki, Bulgar Başbakanı Radolavof’un kızı?" **Mustafa Kemal Atatürk:** "Fikret sana demin söyledim. Elbette bunlarla tanıştım, dans ettim, ben bekâr bir erkeğim, kim geliyorsa onunla dans ediyorum. Ama hiç kimseye gelecek vaat etmedim." **Doktor Fikret:** "Mustafa çok özel olacak ama hiç gerçekten âşık oldun mu? Gerçekten sevdin mi?" ## **‘Hüzün benim her şeyimdi’** ** Mustafa Kemal Atatürk:** "Elbette sevdim. Paşa kızı idi. Ona ders veriyordum. Babası tayin olup Selânik’ten İstanbul’a gelince ayrılmak zorunda kaldım. Onu çok ama çok sevmiştim. Şayet hastalanmasaydı, bir hastane odasında ona verdiğim sözü mutlaka yerine getirecektim. ‘Hüzün’ le evlenecektim. Zaten son ziyaretimde Hüzün’ün odasına girip de yatağını boş bulduğum zaman dünya başıma yıkılmıştı. O anda yüreğimde duyduğum acıyı bir daha hiç kimse için duymadım ve sanırım bundan böyle de duymam. O benim her şeyimdi." **Doktor Fikret:** "Peki, şimdilerde." **Mustafa Kemal Atatürk:** "Bilmem ki Fikret sana nasıl cevap vereyim. Şu anda İstanbul’da Fikriye diye bir kız var. Sanırım şu aralar 13-14 yaşlarında hoş ve güzel bir kız. Üvey babamın yeğeni. Onun da bana ilgi duyduğunu hissediyorum. Ama Hüzün’den sonra birisine bağlanmak, birisiyle evlenmek bana imkânsız gibi geliyor." Tarihçi Ülger, bazı yazarların Fikriye Hanım hakkında, "Çok genç yaşta Mısırlı bir iş adamı ile evlenmiş, fakat bu evlilik çok kısa sürmüş ve Fikriye Hanım Mısırlı eşinden ayrıldıktan sonra tekrar dönerek baba evine yerleşmiştir" iddialarına da itiraz etti. "Gerçekte Mısırlı bir doktorla bir evlilik vardır ama bu kişi Fikriye değil, ablası Emine Melâhat’tır. Melâhat iki yıl önce bir Mısırlı bir doktorla evlenmiş ve mutlu bir hayat sürüyordu. Ancak birdenbire Mısırda salgın bir hastalık olan kolera başlamıştı. Melahat’ın eşi koleraya yakalanmış üç gün içinde vefat etmişti. Melâhat, hazırlanıp İstanbul’a döneyim demesine kalmadan bir hafta sonra Mısır Konsolosluğu’ndan gelen haberde öldüğü bildiriliyordu. Vasfiye Hanım kızı Fikriye, binbir zorlukla İskenderiye’ye kadar gelirler. Kızlarının oturduğu mahalleye geldikleri zaman gözlerine inanamazlar. Her yer yıkılmış, yakılmıştır. Zorlukla Muhtar’ı bulurlar. Muhtar, İngilizlerin geldiğini evlerde ne kadar eşya varsa hepsini kapıların önüne çıkarıp yaktıklarını söyler. Fikriye ve annesi aynı zorlukla İstanbul’a dönerler." ## **Fikriye Hanım, Mustafa Kemal’den 12 yaş küçük mü?** Ülger, "Fikriye Hanım, Mustafa Kemal’den 12 yaş değil, 6 yaş küçüktür. Mustafa Kemal 19 Mayıs 1881’de, Fikriye Hanım ise 1887’nin sonbaharında doğmuşlardır. Bu nedenle aradaki yaş farkı 6 yıldır" dedi. Ülger’e göre, "O tarihte Fikriye Hanım’ın nüfus cüzdanının olması mümkün değil. Mustafa Kemal’in nüfuz cüzdanı, Büyük Zafer’den hemen sonra hazırlanarak kendisine takdim ediliyor." ## **Fikriye Hanım’ın hayat hikayesi ** Tarihçi Eriş Ülger, Fikriye’nin aile kökenlerini ve Fikriye’nin Atatürk ile yakınlaşmasını şu sözlerle anlattı: "Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım’ın ikinci eşi Ragıp Bey’in (Çoğu tarihçi ‘Galip Bey’ der, ancak doğrusu Ragıp Bey’dir) ağabeyi Memduh Bey’in kızı. Babası Memduh Bey, Konya Karamanoğulları soyundan Lalotlar lakabıyla anılan bir aileden geliyor. Fikriye’nin annesinin ismi Vasfiye Hanım. Aile, Teselya’nın Yenişehir şimdiki adı ile Larissa Kasaba’sında oturuyor. Osmanlı, Yunanlılara yenilince çetelerin baskınlarıyla bunalan aile, Fikriye’nin babası Memduh Hayrettin Bey ile kardeşi, ilerde Mustafa Kemal’in üvey babası olacak Ragıp Bey, elde ne var ne yoksa satıp, sürülerini, davarlarını, atlarını ve sattıklarından elde ettikleri para ve kıymetli eşyalarını da alarak Selanik’e yola çıkar." ## **Selanik yolunda eşkıyalarla karşılaşma** "Selanik yolunda eşkıyalara yakalanıp canlarını zor kurtarırlar. Bir çift öküz, tekerlekleri kırık dökük kağnı arabası kalmıştır sadece. Selanik’te bir ev tutarlar. Ancak geçim kolay değildir. Ragıp Bey Tekel’de bir iş bulur fakat ağabeyi Memduh Bey, mevcut sıkıntıya daha fazla katlanamayarak ailesi ile birlikte İstanbul’a göç eder. Aile, 1894 yılında İstanbul’da Akbıyık Mahallesi’ndeki Kazasker Molla’nın konağına yerleşirler. Fikriye henüz 6-7 yaşındadır." "Mustafa Kemal, İstanbul’a Harp Okulu’nda okuduğu dönemde sürgüne gönderildiği yerlerden İstanbul’a her geldiğinde fırsat bulur bulmaz arkadaşlarıyla bir araya gelirken, Akbıyık’ta oturan Fikriye’nin ailesini de ziyaret ediyor." Araştırmacı Eriş Ülger’e göre, "Fikriye, Mustafa Kemal’e ilk görüşte vuruluyor." Ülger, o dönemi şu sözlerle anlattı: "Mustafa Kemal de süzgün ve hüzünle bakan iki çift gözde bir şeyler görmüş olmalı ki, hafta sonları izinlerini Fikriye ve ağabeysi Ali Enver ve kız kardeşi Jülide ile geçirmeye başladı. Mustafa Kemâl’in Akbıyık’taki evi her ziyaretinde Mustafa ile Fikriye birbirine yakınlaşır. Hiç okula gitmeyen Fikriye, özel derslerle iyi derecede piyano ve annesi Vasfiye Hanım’dan da ut çalmayı öğrenir. 10 Ağustos 1898’de tekrar İstanbul’a dönen Mustafa Kemâl’in ilk ziyaret ettiği yer Akbıyık’taki Fikriye’nin oturduğu ev olur. Mustafa Kemal Atatürk’e kapıyı açar. Delice sevinci dışa vurmamak için olağan üstü çaba sarf eder. Salona buyur eder. Vasfiye Hanım, damat adayına eliyle kahvesini pişirir. Fikriye, kahveden sonra Selanik’in meşhur sakız reçelinden ikram etmek ister ama Mustafa Kemal’in acelesi vardır. Ayrılırken Atatürk, önce Vasfiye Hanım’ın elini, sonra da Fikriye’nin de yanaklarını öper. Rüyalarını süsleyen, iç dünyasında şekillendirdiği, hasret ve özlemle beklediği bir buse olmasa da Fikriye’nin içi ürperir." ## Okuyucu Yorumları
220653
haber
Athena'nın solisti Gökhan Özoğuz evlendi
null
# Athena'nın solisti Gökhan Özoğuz evlendi ## Büyük Klüp’te gerçekleşen nikahta Özoğuz’un şahitliğini Mazhar Alanson yaptı Rock müzik grubu Athena'nın **Gökhan Özoğuz ** (36), uzun süredir beraber olduğu **Melis Ülken ** ile nikah masasına oturdu. Sercan Kısmet'in milliyet.com.tr'de yer alan haberine göre, Büyük Klüp’te gerçekleşen nikahta Özoğuz’un şahitliğini Mazhar Alanson yaptı. Özoğuz, nikah kıyıldıktan sonra eşini kucağını alıp havaya kaldırdı. Alanson’un eşi Biricik Suden Twitter’dan, "Nikâh kıyılınca Gökhan’ın karısını kucağına alıp havaya kaldırılışını görmeliydiniz. Çok mutlu olsunlar inşallah" yorumunu paylaştı. Kardeşi Hakan Özoğuz ile sahneye de çıkan damat Özoğuz, rock grubu Duman ile aynı sahneyi paylaştı. Basına kapalı gerçekleştirilen düğüne Kenan Doğulu ve Beren Saat çifti de katıldı. Diğer düğünlerin aksine davetlilerin twitter’dan fotoğraf paylaşmaması dikkat çekti. ## Okuyucu Yorumları
237691
haber
Avrupa kozmetikte Osmanlı'dan etkilenmiş
null
# Avrupa kozmetikte Osmanlı'dan etkilenmiş ## Edirne Sarayı'nda süren kazı çalışmalarında bulunan parfüm şişeleri ve krem kutuları, Avrupa'nın kozmetikte Osmanlılar'dan etkilenmiş olabileceğini ortaya koydu - A + Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman gibi Osmanlı Devleti'nin yükselme dönemi padişahlarına ev sahipliği yapan Edirne Sarayı kazısında, dönemin sosyal yaşamına ışık tutacak pek çok obje gün yüzüne çıkıyor. Edirne Yeni Saray Kazısı Başkanı ve Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Özer, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Bahçeşehir Üniversitesi işbirliğiyle yürütülen kazılarda, sarayın sosyal yaşamını yansıtan çok sayıda bulguya rastlanıldığını söyledi. Son dönemde bulunan kozmetikle ilgili kutu ve şişelerin oldukça dikkat çekici olduğunu ifade eden Özer, şunları kaydetti: ''2009 yılından bu yana Edirne Sarayı'nda sürdürdüğümüz arkeolojik kazılarda bulunan mimari varlıkların yanı sıra taşınabilir kültür varlıkları olarak adlandırdığımız seramikler, lületaşından pipolar, saraydaki hayatı yansıtan sultan ve ailesine ait güzellik ürünlerinin kullanıldığı kaplar da bulundu. Saraydaki kadınların koku ve kremlerini sakladığı onlarca, kemikten, camdan, metalden yapılan şişeleri, kapları gün yüzüne çıkardık. Kuşkusuz saray sadece devletin idare edildiği, mahkemelerin kurulduğu, savaş kararlarının alındığı yerler değil. Saraylarda sosyal bir hayat var. Buluntular da bu sosyal yaşamın en önemli kanıtlarından.'' ## Avrupa kozmetikte Osmanlı'dan etkilendi Özer, kültür etkileşimi konusunda 15. yüzyılda Avrupa'nın Osmanlı'dan özellikle kozmetik anlamındaki etkilendiğini, sonraki dönemlerde özellikle Fransa gibi ülkelerin bu etkilenmeyi kendi lehlerine çevirdiğini belirtti. Saraydan çıkan kozmetik ürün saklanan şişelerin işlemelerine bakıldığında sultan ailesi için hazırlanan ürünler olduğu yorumunun yapılabildiğini ifade eden Özer, şunları kaydetti: ## Hürrem Sultan'ın olabilir ''Sarayda çıkan buluntuların işlemeleri ve özenine bakıldığında üst düzey bürokrat ve padişah ailesine ait olduğunu tahmin edebiliyoruz. Bu saray pek çok padişaha ve ailesine ev sahipliği yaptı, bulunan parfüm şişelerinden birinin Hürrem Sultan'a ait olduğunu düşünüyoruz." ## Edirne Sarayı'nın tarihi Tunca Nehri kenarına kurulan Edirne Sarayı'nın (Saray-ı Cedid-i Amire) yapımına, II. Murat'ın emriyle 1450 yılında başlandı. II. Murat'ın vefatından sonra Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, I. Ahmet, II. Ahmet, Sultan Mustafa, III. Süleyman ve IV. Mehmet (Avcı Mehmet) saraya yeni yapılar ekleyerek genişletti Topkapı Sarayı'na benzer bir yerleşim planına sahip Edirne Sarayı, büyük meydanlar etrafında konumlanan değişik işlevli yapılarıyla Türk saray mimarisinin genel karakterini yansıtmaktadır. İnşasının ardından Osmanlı-Rus Savaşı, Balkan Savaşı, IV. Mehmet'in sünnet şöleni gibi pek çok önemli olaya tanıklık eden, önemli ölçüde Osmanlı-Rus Savaşı'nda tahrip edildi. Osmanlı-Rus Savaşı'nda cephanelik olarak kullanılan saray, Edirne'nin istila edileceği düşüncesiyle, cephanenin Rusların eline geçmemesi için dönemin Edirne Valisi Cemil Paşa'nın emriyle havaya uçuruldu. Saraydan günümüze Matbah-ı Amire (Saray Mutfağı), Babüssade, Cihannüma Kasrı, Kum Kasrı Hamamı, Fatih Köprüsü, Adalet Kasrı, Kanuni Köprüsü, Su Maksemi, Şehabeddin Paşa Köprüsü, Namazgahlı Çeşmesi, Av Köşkü gibi yapıların ulaşabildiği sarayda 2009 yılında TBMM Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Edirne Valiliği İl Özel İdaresi ve Bahçeşehir Üniversitesi'nin katkılarıyla başlatılan kazılarla gün yüzüne çıkarılmaya çalışılmaktadır. ## Okuyucu Yorumları
251925
haber
Ayakkabı kutusundan çıkan 4,5 milyon dolar iade edilmiş
null
# Ayakkabı kutusundan çıkan 4,5 milyon dolar iade edilmiş ## Başbakan Erdoğan, eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın evinde ayakkabı kutusunda bulunan paraların kendisine iade edildiği bilgisini verdi 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonu kapsamında tutuklanan ve bir süre önce serbest bırakılan Halk Bankası eski Genel Müdürü **Süleyman Aslan** 'ın evindeki ayakkabı kutularından çıkan 4,5 milyon dolar iade edilmiş. Başbakan **Tayyip Erdoğan**, dün AKP Genel Merkezi’nde kahvaltıda bir araya geldiği milletvekillerine konuyla ilgili bilgi verdi. Hürriyet'ten **Nuray Babacan** 'ın haberine göre Erdoğan, vekillerin sorusu üzerine eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın evinde ayakkabı kutusunda bulunan paraların kendisine iade edildiği bilgisini verdi. AK Parti kaynakları da Hürriyet’e, "Bu paralar Arslan’ın şahsının değil, bir üniversite, bir imamhatip lisesi için hayırseverlerin makbuz karşılığı verdiği paralardı" dediler. ## Okuyucu Yorumları
222964
haber
Aygün'ün fotoğrafını Dikmen Polis Karakolu'nun duyuru panosuna astılar
null
# Aygün'ün fotoğrafını Dikmen Polis Karakolu'nun duyuru panosuna astılar ## Dikmen Polis Karakolu panosuna CHP'li Milletvekili Hüseyin Aygün'ün fotoğrafı asıldı ## Hülya Karabağlı **T24/ Ankara** Ankara Dikmen Karakolu'nun duyuru panosunda CHP'li **Hüseyin Aygün** 'ün Terörle Mücadele Polisleri ile ilgili "eşyaya benziyorlar" dediği bir haber asıldı. Aygün'ün, haberinin duyuru panosunda ne aradığı anlaşılamadı. Aygün, Facebook sayfasında, "Bugün Dikmen Polis Karakolu’nun giriş kısmında bulunan panoya benim fotoğrafımın da bulunduğu provoke edici bir yazı asılmıştır. Hrant'ın kanını elinde taşıyan İçişleri Bakanı Muammer Güler yeni provokasyonlar peşinde; adamın mesleği bu; görevini iyi yapıyor; yarın suç duyurusunda bulunacağım" dedi. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'nda, Aygün, terörle mücadele polislere için 'eşyaya benziyorlar' diyerek Nazım Hikmet'ten alıntı yapmıştı. Ancak, bazı medya organları Aygün'ün , 'eşya' sözünü 'eşek' diye yorumlamaya kalkınca yazılı bir açıklama yapmıştı. Aygün açıklamasında,"AKP tetikçisi medya şahsıma karşı "yeni ve yine" bir taarruz halinde; sözde polislere "eşek" demişim! Terörle Mücadele Polisleri ile ilgili "eşyaya benziyorlar" sözlerimi bu defa manşet yapmışlar! Bu cümle Nazım Hikmet’e ait bir şiirdendir! Kendisini yargılayan mahkeme heyetine "İnsandan çok eşyaya benziyorlardı" der Nazım. Elbette AKP yalakası din tüccarı medya büyük şair Nazım’ı okumaz. Bunu onlardan beklemiyoruz" demişti. ## Okuyucu Yorumları
65709
haber
Azeri kızı Günel evleniyor
null
# Azeri kızı Günel evleniyor ## Sevgilisini Ebru Gündeş'e kaptıran Azeri kızı Günel, eski aşkını geri almayı başardı. Reza Zarrab'la evleneceği konuşulan Günel, gelinlik provasında görünt&u **Sevgilisini Ebru Gündeş'e kaptıran Azeri kızı Günel, eski aşkını geri almayı başardı. Reza Zarrab'la evleneceği konuşulan Günel, gelinlik provasında görüntülendi. ** Şarkıcı Günel, kendisi gibi Azeri olan sevgilisi Reza Zarrab'ı geçtiğimiz aylarda şarkıcı Ebru Gündeş'e kaptırınca üzüntülü günler geçirmişti. Ancak son günlerde; Zarrab'ın Ebru Gündeş'i terk edip yeniden eski aşkı Günel'e geri döndüğü dedikoduları kulaktan kulağa yayıldı. Günel'in önceki gün çekilen fotoğrafları da bu dedikoduları daha da güçlendirdi. **Soruları yanıtlamadı ** Nişantaşı'ndaki bir mağazada gelinlik provası yaparken objektiflere yakalanan Günel'in yanında annesi de vardı. Bir gelinliği çıkartıp diğerini giyen Azeri şarkıcının keyfine diyecek yoktu. Hayli neşeli olduğu gözlerden kaçmayan Günel, gelinlikleri büyük bir titizlikle inceledi. Şarkıcının mutlu halleri "Yakında Reza Zarrab'la evleniyor" yorumlarına yol açtı. **Kararını veremedi** Birçok gelinlik deneyen güzel şarkıcı, hangisini alacağına bir türlü karar veremedi. Günel, annesinden yardım aldı. ## Okuyucu Yorumları
206315
haber
4 yıl boyunca iki kızına tecavüz etti
null
# 4 yıl boyunca iki kızına tecavüz etti ## Ankara' da bir baba dört yıl boyunca iki kızına şiddet uygulayıp, tecavüz etti 4 ve 16 yaşındaki iki kızına dört yıl tecavüz eden babayı, karakola sığınan anne yakalattı. Ankara’nın Kazan İlçesi’nde 39 yaşındaki D.B’nin iki kızına dört yıl boyunca tecavüz ettiği ortaya çıktı. D.B’nin tecavüzün yanı sıra 15 yıllık eşi K.B. ile çocuklarını öldürmekle tehdit ettiği, sürekli şiddet uygulayarak olayın ortaya çıkmasını engellemeye çalıştığı öğrenildi. Baba tutuklandı, K.B. ise çocuklarıyla birlikte baba evine sığındı. D.B’nin kızları 16 yaşındaki A.B. ile 14 yaşındaki T.C.B’ye dört yıl boyunca tecavüz ettiği, eşi K.B’yi ve çocuklarını dövdükten sonra çırılçıplak vaziyette sokağa atmasıyla ortaya çıktı. Sokakta kalan K.B. polise sığındı. Çocuklarıyla birlikte dört yıl boyunca yaşadıkları dehşeti anlatan anne ve çocukları şikâyetçi oldular. Baba ise eşiyle ile bir süredir geçimsizlik yaşadığını bu yüzden kendisine iftira attığını iddia etti. Ancak, olayla ilgili Adlî Tıp raporları anne ve kızlarının beyanlarını doğruladı. Anne ve kızları sevk edildikleri Adlî Tıp Kurumu’ndan cinsel istismar ve darp raporu aldılar. ## Kızını sürükleyerek götürdü Anne K.B. ifadesinde yaşadıklarını şöyle anlattı: "Resmî nikahlı eşimle 15 yıldır aynı çatı altındaydım. Bu evlilikten üç çocuğum bulunmaktadır. Bundan üç sene kadar önce eşim, büyük kızım A.B’ye tecavüz etmiş, ben bununla ilgili karakola gitmiştim. Yaklaşık iki sene önce de eşimle, büyük kızımı aynı yatakta uygunsuz vaziyette gördüm. Ben onları görünce, kızım bana, ‘anne beni babamdan kurtar’ dedi. Ben de kızımı yataktan çekerek uzaklaştırmaya çalıştım ancak eşim beni dövdü. Eşim beni tehdit ettiği için adlî mercilere başvuramadım. Eşim, bir gece çocuklarımla beraber yattığım odaya geldi. Küçük kızım T.C.B’yi uyandırarak, sürükleye sürükleye yatak odasına götürdü. Çocuğumu elinden kurtarmaya çalışınca, beni odunla dövüp çırılçıplak soyarak sokağa attı ve evin kapısını kilitledi. Bir müddet sonra beni içeriye aldı. İçeriye gittiğimde, kızımı darp edilmiş, üzeri başı çıplak bir şekilde yatak odasında gördüm. Bu olaydan sonra ailemin yanına sığındım. Bana ve çocuklarıma kötü muamelede bulunan, çocuklarımı cinsel yönden istismar eden eşimden şikâyetçiyim." ## Gözümüzün önünde tecavüz etti Şimdi 16 yaşında olan A.B. ise 12 yaşından itibaren babasının tecavüzüne uğradığını ifade etti. Genç kız yaşadıklarını psikolog eşliğinde savcıya anlattı: "Dört yıl önceydi, Babam, yattığımız odaya geldi, beni uyandırıp kolumdan tuttu ve diğer odaya götürdü. Orada soyunmamı istedi, ben korkup karşı çıktım. Onun üzerine zor kullandı, üzerimdeki elbiseleri çıkarıp bana tecavüz etti. Bağırdığım için annem sesimi duyarak odaya geldi, beni kurtarmaya çalıştı ancak babam annemi dövdü. Olaydan sonra annem polise gitti, ancak inandırıcı bulmadıkları için bir sonuç çıkmadı. Dört yıl boyunca bu olaylar devam etti. Geçen cumartesi günü babam bu defa da kızkardeşimi götürmek istedi, biz karşı koyunca dövdü. Annemi dışarı attı. Sonra bizim de göreceğimiz şekilde kardeşimle cinsel ilişkide bulundu." ## Beşinci sınıfta tecavüze uğradım T.C.B. de ablasının anlattıkların doğrulayarak "İki yıl kadar önce de, ben beşinci sınıftayken, babam beni bir odaya alıp ilişkide bulunmuştu. Taşındıktan sonra da bu olay bir kez daha tekrarladı" dedi. Suçlamaları kabul etmeyen D.B. kendisini şöyle savundu: "İddiaların sebebi, eşimle yaşadığım sıkıntılardır. Aramızda geçim sıkıntısı nedeniyle problemler vardı. Param yetmediği için tartışıyorduk, bu tartışmalar sırasında eşimi dövüyordum. Tüm gün anneleri ile olan kızlarım, anneleriyle kavga ettiğim için bu iddialarda bulunmuş olabilir." D.B. "Kişiyi hürriyetten yoksun bırakma, çocuğa cinsel saldırı ile kadına şiddet" suçlarından sevk edildiği mahkeme tarafından tutuklandı. ## Baro aileye sahip çıktı Olayın ardından ailesine sığınan K.D’ye Ankara Barosu sahip çıktı. Baro Yönetim Kurulu Üyesi Erol Aras, olayla ilgili Taraf ’a yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Bizim gelincik projesini başlatma amacımız, cinsel, fiziki ve sözlü şiddete maruz kalan ancak gerek tehdit edildiği, gerekse bu tarz iddiaları gündeme getirmekten çekindikleri için saklayan kişilerin cesaretlendirilmesiydi. Bu ailemizin de durumu çok vahim. Arkadaşlarımız, dosyaya el attılar. Davanın sonuna kadar takipçisi olacağız. Aileye hukuki ve maddi destek sunacağız." **(Arzu Yıldız-TARAF)** ## Okuyucu Yorumları
221640
haber
Bahçeli: İmralı barış adası Kandil özgürlük dağı olarak gösterilmiştir
null
# Bahçeli: İmralı barış adası Kandil özgürlük dağı olarak gösterilmiştir ## 'Bizim Silivri'ye gitmemize misilleme için İmralıya gidenler Silivri ziyaretini yanlış yorumlamaktadırlar. Erdoğan gibi dün dediğimizi sakatlayacak bir duruma düşmedik' - A + Partisinin grup toplantısında Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmeleri eleştiren Devlet Bahçeli, "sorunlar ortadan kalkmadan PKK tamamıyla ortadan kalkmayacaktır" dedi MHP Genel Başkanı Bahçeli, partisinin haftalık olağan grup toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi; Şurası unutulmamalıdır ki.. TSK da terörist bulmaya çalışmak ancak ve ancak amel defteri kapkara olan kişilerin işidir. Bizim Silivri'ye gitmemize misilleme için İmralıya gidenler Silivri ziyaretini yanlış yorumlamaktadırlar. Erdoğan gibi dün dediğimizi sakatlayacak bir duruma düşmedik. Dediklerimiz birbirleriyle uyumludur. Hükümetin PKK ile küstahça sürdürdüğü görüşmeleri Başbuğ'u hain ilan edenlerin ayıbıdır.. Özürlü kalplerin neyi beklediği bizim umrumuzda değildir. Biz görüşlerimizden ve tavırlarımızdan asla taviz vermeyeceğiz. Kimse bizimle boy ve laf ölçüştürmesin. Darbeci isimlerinin TSK'dan ayıklanması tabiiki sağlanmalı ama bunu yaparken peşin hüküm hakkı ve insanlık gururu çiğnenmemelidir. Kimseyi haksız yere suçlu göstermemek gerekir. Gereken hukuki süreç bitmeden şahsı suçlu ilan etmeleri son derece yalnıştır. Darbe davasında verilen kararların vicdanları kanattığını hepimiz biliyoruz. Bundan dolayıdır ki mahkeme kararı sağlam ve delil harici ve şaibeli hale gelmiştir. Mahkemelerin adil olması tarafsız karar vermesi gerekir. Haksız yere yatan hükümlülerin de biran önce salıverilmesi gerekir. İmralı barış adası Kandil özgürlük dağı PKK'lılar da zavallı gerillalar olarak gösterilmiştir. Sormak isterim ki konu başlıkları nelerdir? Özgürlükse ise sorun hangi kişi özgürlüğünden engel yada eksikliğinden bahsedebilir. Barış ise sorun kirli kalemler uşak ruhlular barış diye gürültü çıkaran kim yada kimler vardır? PKK halli ve tedavülden kaldırılması mümkündür. Bu sorunlar tamamiyle ortadan kaldırılmadığı sürece PKK tamamiyle ortadan kalkmayacaktır ## 'Bilgisayar da verilsin' Peşi sıra, Facebook, Twitter veya Skype üzerinden eski cinayet ortaklarıyla haberleşebilmesi için terörist başına demirbaştan düşmüş bir bilgisayar tahsis edilmesi ve arkasından da Başbakan'la geceleri sohbete başlaması mucize ve olmayacak bir şey olarak görülmemelidir' Paris'teki hadisenin süren müzakerelere ivme vermek, AKP ile kanlı ve silahlı pazarlıkları kızıştırmak adına bir müdahale olduğu ihtimali yabana atılmamalıdır'. ## Okuyucu Yorumları
215157
haber
Bahçelievler'de genç kız evinde elleri, ayakları bağlı halde ölü bulundu!
null
# Bahçelievler'de genç kız evinde elleri, ayakları bağlı halde ölü bulundu! ## İstanbul Bahçelievler'de, üniversite öğrencisi F. N. Ç. yeni taşındığı evde ağzı, ellleri ve bacakları koli bandıyla bağlandıktan sonra boğularak öldürüldü Bahçelievler’de üniversiteli genç kız, evinde eli ve kolları bağlı ve yarı çıplak halde ölü olarak bulundu. Genç kızın evine internet bağlayan kişiden şüphelenen polis, kimliği tespit edilen zanlıyı gözaltına aldı. İstanbul Bahçelievler'de, üniversite öğrencisi F. N. Ç. yeni taşındığı evde ağzı, ellleri ve bacakları koli bandıyla bağlandıktan sonra boğularak öldürüldü. Yarı çıplak bulunan genç kıza tecavüze uğrayıp uğramadığı Adli Tıp Kurumu'nda yapılacak incelemenin ardından ortaya çıkacak. İnternet bağlantısı için binaya girip 1 saat 15 dakika sonra dışarı çıkan genç, binanın kamera kayıtlarından teşhis edildi. Cinayet zanlısı ifadesi alınmak üzere Cinayet Büro Amirliği'ne götürüldü. F. N. Ç.'in arkadaşının polise verdiği bilgiye göre internet bağlantısını yapan kişi F.'ye arkadaşlık teklif etti. Telefonla sürekli olarak arkadaşını arayan bu kişi teklifine her seferinde 'hayır' yanıtı aldı. F. N. Ç.'in arkadaşının dışarı çıkmasını fırsat bilen katil dün saat 17.00 sıralarında binaya geldi. Kapı girişinde bulunan kamera kayıtlarına göre şüpheli hareketler yapan zanlı kapı önünde sigara içip binaya giriyor. Katil zanlısı kamera kayıtlarına binadan çıkarken 18.15 sıralarında bir kez daha giriyor. Dışarıda olan ve saat 22.00 sıralarında evine dönen Ç.'nin kız arkadaşı anahtarıyla eve giremeyince çilingir çağırdı. Çilingir kapıyı açınca içeri giren genç kız arkadaşının yarı çıplak halde cesediyle karşılaştı. Çığlık seslerini duyan bina sakinleri 5'inci kata koştu. Binada oturanların verdiği bilgiye göre, ağzı koli bantıyla yapıştırılan F. N. Ç.'in tecavüze de uğradığı iddia edildi. Maktülün katiline direndiği bu yüzden kafasında darp izleri olduğu öne sürüldü. ## Katil hazırlıklı gelmiş F. N. Ç.'in arkadaşının polise verdiği ifadede "Evde koli bandımız yoktu" demesi katilin eve hazırlıklı geldiği iddiasını güçlendiriyor. Ç.'nin arkadaşı polise verdiği ifadede internet bağlamaya gelen gencin arkadaşını rahatsız ettiği bilgisini verdi. Polis binanın güvenlik kamerası kayıtlarına el koyarak Ç'nin arkadaşına görüntüleri izlettirdi. Genç kız, akşam saatlerinde binaya giren internetçi genci polislere gösterdi. Polis yaptığı kısa bir araştırmadan sonra katilin kimliğine ulaştı. Cinayet Masası polisleri olaydan kısa süre sonra zanlı olduğu iddia edilen genci yakalayarak gözaltına aldı. ## Okuyucu Yorumları
60092
haber
‘Bana da mı lo lo’ derim...
null
# ‘Bana da mı lo lo’ derim... ## Avukat Kezban Hatemi Vatan gazetesinden Sanem Altan'a verdiği röportajda müvekkili olan ünlüler ile ilişkilerini anlattı. - A + **Ünlülerin avukatı Kezban Hatemi: Onları tanısanız dudağınız uçuklar. SibelCan’ın boşanma nedeni, Hrant Dink’in asıl katilleri, Fener Rum PatriğiBartholomeos ile Başbakan Tayyip Erdoğan ilişkisi, Defne Samyeli mihaklı Eren Talu mu? Ve ünlü bir başkaçiftin evliliğinde neler olduğu bilen tek kişi o.Avukat Kezban Hatemi,Vatan Gazetesi'ne verdiği röportajda** ** ’Bunları bugüne kadar anlatmadım ama sizeanlatacağım’ diyor..** ** Başlamadan ben bir şey sormak istiyorum... Neden benimle röportaj yapmak istediniz?** Çünküünlü insanların boşanma avukatı olmak ne demek merak ettim. Galiba bensizi yakından görmek istedim. Ben medeni hukuk dediğimiz alandaavukatlık yapıyorum. Ticaret hukukunu, miras ve eşya hukukunuilgilendiren alanda dolayısıyla da özellikle miras ve boşanma davalarıvar önümde tabii. Hatta miras ve eşya hukuku davası daha çoktur amamedya onunla ilgilenmez. Medya ünlü insanların yatak odalarınaizinsizce girmese boşanma davalarını da kimse bilemez. Çünkü ben hepgizli celse isterim. Tarafları sulhen anlaşmaya ikna ederim. Sadeceprotokolü mahkemeye götürürüz biz ve iş biter. Benim müvekkil scalamçok değişik ve farklıdır. Hepsini bilseniz dudağınız uçuklar.Cumhurbaşkanları, generaller, siyasetçiler müvekkilim. Bu Allah’ın birlütfu bana. Bir gün anılarımı yazacağım o zaman müvekkil yelpazemigörürsünüz. **Siz ne tarz hukukçu olmak istediniz okulu bitirdiğinizde?** Benmağdurun ve mazlumun yanında yer almak isterim. Allah’a hamdediyorum kidava seçme şansım hep oldu benim. Haksız olanı savunmak zorunda hiçkalmadım. Avukatlar bir hakkın tesliminde rol alan insanlar olduğu içinmazlumun ve mağdurun yanında olmak başarıdır bence. Dava kazanmakönemli değildir. **Hiç suçlu olduğunu bildiğiniz ya da haksız olduğunu bildiğiniz birinin davasını almadınız mı? İyi hukukçu ne demektir?** Hiç ** Garipoğlu Davası’nı almam** ** Bu açıklıkta size gelenlerle konuşur musunuz?** Her zaman açık konuşurum. Son sözümü en başta söylerim. "Bana da mı lo lo" derim. **Cem Garipoğlu davasını alır mıydınız mesela?** Almam.Ama olayı anlamaya çalışırım. Aile beni aramıştı. Sonra kendilerigelmekten vazgeçti, gelmediler. Bu konuyla da ilgili hiç konuşmadım.Yargıda zaten. Ama karanlık noktaları olan bir dava o, geçelim bukonuyu. **Kuralları olan bir avukatsınız siz değil mi?** Kesinlikle. Müvekkillerim konuşamaz, bunu istemem. Bana vekalet verdiği andan itibaren konuşursa bırakırım o davayı. **Ve dindar birisiniz..** Benbu dünyada gerçek adaletin olacağına inanan bir insan değilim, budünyanın ötesini düşünerek yaşayan, davranan, hesap vereceğimidüşünerek, en büyük makama hesap vereceğimi düşünerek ne yacağnınıvurgulayan biriyim. Ben her zaman Allah’a beni doğru yola it diye duaeden biriyim, bu dilek insana çok az yanlış yaptırır. İnançlar çokönemli. **Başka ne kurallarınız var?** Bana birdava gelir. Asla hemen atlamam. Önce süzgecimden geçiririm. Çok iyidinlerim ne anlattığını. Anlattıklarını bana üç dört sayfada yazmasınıisterim. Bir komposizyon yazar gibi, her şeyi. Çünkü yazarkenkendisiyle yüzleşiyor. **Kompozisyonu yazdıktan sonra karısıyla ya da kocasıyla barışan oldu değil mi?** Buradanöpüşerek tekrar hayatlarına devam eden insanlar çok çıktı. Ama davasafhasına gelirse, mesela bu bir boşanma davasıysa karşı taraflamutlaka görüşmek istediğimi onlara söylerim. Karşı tarafı mutlakadinlerim. Hikayenin çatışan ve benzer yanlarını görmek isterim. Buevlilik gerçekten bitmiş midir bunu görmek isterim. Gerçekten bitmişsezorlamam sulhen bitirmek için ikna ederim. Son 10 yıldır benim ofisimdesulhen bitmiştir yüzde 70 davam. **Sulhen bitirmek ne demek?** Mahkemeyegitmeden taraflar ve avukatları bir protokol hazırlar işi bitiririz,sonra bunu mankemeye sunarız. Mahkemeden önce biz işimizi bitiririz.Çünkü hakim bizden daha iyi bilemez bu konuyu. Tarafları asgarimüştereklerde uzlaştırmak önemlidir. Çünkü hepimizin içinde kendimizinbile tanıyamayacağı bir hırs ve bencilce bir ihtiras vardır. Onlarıuyandırmadan, uyanmışlarsa yatıştırarak, soğuk kanlı bir şekilde, eskigünlerin hatrına olaylar bakılmalı. İnsanlara insan olmayıhatırlatırım. Kanunlar her şeyi belirlemiyor, geçmememiz gerekensınırlar var. **Müvekkilleriniz size, doktorlarına bağlandıkları gibi bağlanıyorlardır eminim.** Terapistgibi çalışıyoruz burada tabii. Güven duyuyorlar size bu çok önemli.Müvekkilinizle özdeşleşmemelisiniz. Ama çok yakın ilişkiye giriyorsunuztabii. Dolayısıyla müvekkilinizi çok iyi tanımalısınız. Önünüze gelenindavası alınmaz. Ben hayatımda kapıma Hatemi Hukuk Bürosu ya da KezbanHatemi diye yazmadım. Bilen gelsin. Herkes gelmesin. Çok hikayegörüyorum. Artık şaşırmam dediğim noktada öyle bir hikaye geliyor kişaşırıyorsunuz. İnsan insanın kurdu. Kadın kadının kurdu. Evliliklerinbitmesinde çoğunlukla sebep öteki kadın oluyor. Her şeyin para olması.İzahını yapamayacağınız para bilin ki ailenize büyük mutsuzlukgetirecektir. Erkekler kendi hantal ve yağlı vücutlarına karşılık tazebeden arıyorlar. Bu bir sapkınlık. **Karşı tarafla da mutlaka görüşürüm dediniz...** Avukatıyoksa kendisiyle avukatı varsa avukatıyla ya da beraber mutlakadinlemek isterim. Yüzde 99,9 gelirler. Direkt kendim ararım, görüşmetalep ederim. Benim için haklı olması önemlidir kişinin. Bunu anlamakiçin ve asgari müştereklerde buluşturmak için yaparım görüşmeyi. Vemutlaka dilekçeyi imzalatırım müvekkilime. Mutlaka. Çünkü sonradankarşılaştığım şeyler oldu "Aslında ben o parayı istemedim, avukatyazmış öyle ya da benim karım veya kocam öyle biri değildir avukatı onuyoldan çıkarıyor" gibi. **Eren Talu’yla konuştum ama davayı almadım** ** Magazinbasını için önemli olan karakterler, sizinle niye çalışmak istiyor onuanlamadım şimdi. Çünkü, anlattığınız kurallarınız onları sıkar. SibelCan, Defne Samyeli, Cem Hakko, Elif Dürüst, Mehmet Germiyanlığil. Bukişilerin avukatısınız siz..** Defne Samyeli bana gelmedi.Eren Talu geldi ama almadım davayı, sadece konuştuk. Defne Samyeli’nide almadım. Ama konuştum çünkü özel bir durum onlarınki ve susmalarıgerekir. Ben hak ve adalet için uğraşıyorum, mağdur olan da benibuluyor. Sibel Can çok aklı başında ve inanılmaz bir insan. SibelCan’da en çok hoşuma giden şey önce insan olması. Akıllı bir kadın.Nasıl davranacağını çok iyi biliyor, çok iyi konuşuyor. Çok iyi biranne. Çocuklarını çok iyi yetiştiren bir kadın. Benim çok taktirettiğim biri Sibel Can. Onu insan olarak çok seviyorum. Müvekkillerimle dost olurum, öyle kurulan dostluklarım çok. **Ünlülerin davalarını gizli celse mi yapıyorsunuz?** Aslındabütün aile mahkemeleri gizli celse olmalı. Sadece taraf avukatlarıgirebilir o kadar başka avukat bile giremez o davaya. Bu ülkede özgürceboşanamıyorsun bile. Medya o kadar gereksiz işin içinde ki, gizli celseyapıyorum ben de. **O tetiği çektirenlerin yargılanması lazım** ** Hrant Dink Davası’nda da ailenin avukatısınız siz.** Budavada, yerimizde saydırmaya çalışıyorlar. Ama önümüzdeki celsedensonra ilerleyebileceğimiz ümidindeyim. Hrant Dink dosyasındatetikçilerin bir önemi yok. O tetiği çektirenlerin yargılanması lazım.Bu sistem öyle bir sistem ki Türkiye’nin yüzyıllık sarmalı. Ermenitopluluğu içinde ilk defa bir genç çıkıyor bütün örselenmelere rağmensorguluyor ve onu susturuyoruz. Bu sistemi mahkum ettirmemiz lazım.Yoksa o zavallı, uyuşturucu müptelası, toplum içinde kaybolmuşnoktalarla işimiz yok bizim. Onlardan çok var. Yasin’i (Hayal) benanlıyorum. Hatta onda birtakım duygular var "Ailesi olduğunu bilseydimböyle bir şey düşünmezdim" dedi. Özür diledi. Avukat Fuat Turgut "HayırErmeniler’den özür dilemiyoruz" dedi ve geri adım attırdı. Ogün (Samas)çok tehlikeli. Ogün gözünün içine baka baka hepimizi öldürür. ’Vurkomutu’nu ver ona, gözünü kırpmadan öldürür. Ama sisteminazmettiricileri önemli, onları biz biliyoruz, onların bu mahkemedemahkum olması gerekiyor. Bunu mahkeme heyetine ilk celsede söyledim.AİHM’e bu davayı sakın yollamayın, bu dava AİHM’e gitmemeli dedim. Hercelse aynı taleplerle ve hiç vazgeçmeden çıkıyoruz davaya. Özel celsezaten, sadece bu davaya bakılıyor. Derin devletinde derin devleti biziçok engellemeye çalışıyordu ama sanırım onları artık yavaş yavaşaşıyoruz. Önemli şeyler oluyor. Beklenilen hız yok ama ümitlendiricibirşeyler var. Perde aralandı. Ama hızdan hoşnut değilim. Çok netgözüken şeyler var, onları mutlaka hakimler de görüyor. Mutlaka tespitedilmesi gereken şeyler. Karar çıktığında görücez. **Ben ümitliyim açılacak inşallah** ** Fener Rum Patriği Bartholomeos’un da avukatısınız...** Buülkenin yetiştirdiği en renkli simalardan biridir, bu ülkenin çocuğudurBartholomeos. Çok önemli biridir. Türkiye onun farkında değil. Çokönemli bir misyonu ve vizyonu vardır. Onu anlamak biraz zamangerektirir çünkü çok mütevazı biridir. Çok kapalıdır. Ortodokscamiasının çok önemli bir lideridir. Benim çok çok değer verdiğimdostumdur. ABD’den fahri doktora unvanı aldı çok önemli bir ödül aldıçevre barış ve dialogla ilgili yaptıklarıyla ilgili. Çok nadir verilenbir ödüldür o. Dünyanın çok yerinde itibarı olan biridir. Krallar özeluçaklarını yollayarak toplantılara çağırıyorlar. **Ruhban okulu açılacak mı?** Çok ümitliyim, bence açılacak inşallah. **Destekliyorum, Tayyip Bey çok vicdanlı adam** ** AKP liderliğinde ilerleyen açılımları destekliyor musunuz? Birhukukçu olarak, dağdan inenlerin yargılanmaması normal mi sizce?** Kesinlikledestekliyorum. Allah, içindeki faşistlere rağmen bunu AK'P'ye nasipetti. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın çok problemi var, içindeki faşistleriayıklaması lazım. İlk defa bu kadar karışık bir parti görüyorum.Yelpazesi inanılmaz karışık. Tayyip Erdoğan ateşten bir gömlekleyangına girdi. Çok vicdanlı bir adam. Allah korkusu taşıyan bir adam.Çok iyi empati kuran bir insan. Tayyip Bey’in çok doğru politikayaptığını görüyorum. Kendi partisi içinde bile çok sorunu var üstelik.Ama demokrasi budur, acıtır. DTP bu ülkenin bir gerçeği. Tayyip Beykadar anlamlı bulduğum diğer lider de Ahmet Türk’tür. Bütün o çilelihayatına rağmen onurlu bir duruş sergiliyor. Barışta onun katkısını çokönemsiyorum. ## Okuyucu Yorumları
83475
haber
Bankamatikten kartsız para çekme dönemi
null
# Bankamatikten kartsız para çekme dönemi ## Bankaların rekabeti yeni nesil biyometrik tanımlama sistemlerinden parmak damarı haritasının kullanıldığı hizmete sıçradı. - A + **T24 - Bankaların rekabeti yeni nesil biyometrik tanımlama sistemlerinden parmak damarı haritasının kullanıldığı hizmete sıçradı. Türkiye’de ilk olarak İş Bankası ve Vakıfbank’ın uygulamaya başladığı parmak damarı haritasının tanımlanması ile uygulanan sistem eş zamanlı olarak kullanıma sunuldu. ATM’lere yerleştirilen parmak damar haritası okuyucusu ile müşteri kartı olmasa para çekebilecek.** Finans sektöründeki hızlı teknolojik gelişmeler, yeni teknolojinin çok sayıda banka tarafından uygulanması sürelerini kısaltarak bankalar arasındaki ‘ilk olma’ rekabetini daha da artırdı. Hatta kimi teknolojilerin eş zamanlı olarak birkaç bankada birden uygulanmaya başlaması söz konusu. Son olarak Japon teknoloji devi Hitachi’nin geliştirdiği biyometrik tanıma sistemlerinin parmak izi ve iris ile tanıma yöntemlerinin ardından ikinci nesil yöntem olarak adlandırdığı ‘Parmak Damar Tanıma Sistemi’ni Türkiye’de İş Bankası ve Vakıfbank eşzamanlı olarak uygulamaya başladı. 2 farklı distribütör Müşterinin parmak izi veya irisini tanıması gibi ATM’de bulundurulan bir aparatın üzerine müşterinin parmağını koyması ile çalışan sistemin 2 farklı banka tarafından aynı anda uygulanmasında Türkiye’de Hitachi’nin 2 farklı distrütörünün bulunmasının etkili olduğu kaydedildi. Hitachi’nin kurduğu MIG şirketi üzerinden patentini aldığı bu yeni teknolojinin Türkiye’de Ölçsan ve RFİD adlı 2 farklı şirket yerel distribütörlüğünü üstlendi. Ancak hangi şirketin yetkili olduğu konusunda teredütte kalan İş Bankası konuyu Hitachi’ye danıştıktan sonra işlemlerini MIG’nin Avrupa temsilciliği üzerinden yürütürken, Vakıfbank’ın ise bu 2 şirketten biri ile operasyonu yürütmüş olabileceği dile getirildi. Tüm bu gelişmeler ve ilk olma yarışı her iki bankayı da dün son dakika basın toplantısıyla yeni hizmeti tanıtmaya götürdü. 5 milyon Euro yatırım Türkiye İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Aran, Parmak Damar Tanıma Sistemi’nin şu anda tek şube 2 ATM’de uygulanmaya başlandığını belirterek, şöyle konuştu: "Bu operasyon için İş Bankası olarak 5 milyon Euro’luk bir yatırım yaptık. Eylül ayına kadar 1000 şube ve ATM’de bu sistemi kullanmak mümkün olacak. Parmak damar sistemi her insan için farklı, yani eşsiz. O nedenle bu yöntemle kişinin sadece kendisi bankacılık bilgilerine ulaşabilecek. Bu da banka kartları üzerinden yapılan sahtekarlıklar açısından son derece güvenli bir yöntem." Yüzde 100’lük hedef Vakıfbank Genel Müdür Yardımcısı Metin Zafer de, güvenlik endişesinin müşteriyi şubeler dışındaki alternatif bankacılık kanallarından uzak tuttuğunu vurgulayarak, şunları söyledi: "Vakıfbank’ta şu anda bir şube ve bir ATM’de Parmak Damar Tanıma Sistemi uygulanmaya başladı. Yıl sonuna kadar ulaşmayı hedeflediğimiz 620 şubede veya en çok kullanılan ATM’lerimizde bu yöntemi uygulamaya başlayacağız. Bunun için Vakıfbank’ın işletme giderlerinin binde 1’i kadar bir yatırım gerçekleştirdik. 2.5 milyonun üzerinde Vakıfbank nakit kart sahibinin 18 ayda yüzde 10’unun, 5 yılda da yüzde 30’unun bu sisteme geçeceğini öngörüyoruz. Bu yöntemle hedefimiz banka kartları ile yapılan sahtekarlıkların engellenmesinde yüzde 100’e yakın bir sonuç almak." POS’larda ve internet için evde de kullanılacak Parmak damar haritasının kullanıldığı sistem ATM ve şubelerdeki ilk uygulamalardan sonra, geliştirilen aparatlarla, POS’larda (ödeme noktası, bireysel ve kurumsal müşterilerin internet işlemleri için ev ile işyerlerinde de kullanılabilecek. Bunun için dileyen müşterilerin amacına uygun aparatlardan alması yeterli olacak. 2011’de POS’larda kullanılması beklenen sistemin üçüncü aşamada evlerde ve işyerlerinde kullanılması söz konusu olacak. 260 milyon Euro’luk sahtekarlık yaşandı Vakıfbank Genel Müdür Yardımcısı Metin Zafer, biyometrik tanımlama teknolojisinin doğru uygulanması halinde banka kartları yoluyla yapılan sahtekarlıkların ciddi ölçüde azaltılabileceğini belirterek, şunları söyledi: "2008 yılının ilk 6 ayında Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerde sadece banka kartları ile 260 milyon Euro sahtekarlık yapıldı. Türkiye’de bankalar bu yolla uğradıkları zararı operasyonel risk altında kayıp olarak kaydettikleri için bu konuda net bir veri yok. Ancak Türkiye’nin örneğin Romanya’dan daha iyi ancak İngiltere’den de daha kötü bir durumda olduğunu söyleyebiliriz. Sahteraklık yapanlar, banka kartlarının kopyalanmasını sağlayan küçücük bir cihaz ATM’ler yerleştiriliyor. Biraz uğraşan bu cihazı piyasadan 40-50 dolara alabiliyor." Japonya Brezilya, Polonya ve Almanya’da kullanılıyor Türkiye İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Aran, parmak damar sisteminin dünyada kullanılan bir sistem olduğunu belirterek, şunları söyledi: "Bu sistem Japonya’da 2008’den bu yana kullanılıyor. Kullanan diğer ülkeler ise Brezilya, İspanya ve Polonya. Japonya’da 75 bin ATM ve 30 binden fazla banka şubede kullanılan sistem bina güvenliği ile diğer bilişim teknolojilerinde de kullanılabilir. Teknolojnin gelişmesi ile daha küçük boyutlarda üretilebilecek aparatlarla gelecekte cep telefonları, bilgisayarlar, ev ve araba kapılarında kullanılması mümkün." Parmak damar haritası sistemi nasıl çalışacak Banka müşterisi öncelikle parmak damar haritasını şubelerde ya da ATM’lerde bulunan biometrik tanımlama aparatına okutarak, yakın kızıl ötesi ışının vücuttaki damar haritasının resminin çekmesini sağlayacak. Banka tarafından o müşterinin biyo kimliğinin oluşturulacak. Bunun için sağ ya da sol elin işaret veya orta parmağı sisteme tanıtılacak. Ardından kişi bir defaya mahsus olmak üzere kartını ve şifresini girerek ATM’de biyo kimlik doğrulama işlemini gerçekleştirecek. Daha sonraki işlemlerinde ATM üzerinde bulunan biyometrik tanımlama aparatına parmağını yerleştirerek ATM’nin kendisini tanımasını sağlayacak. Müşteri bundan sonra kartı yanında olmasa da ATM’lerde yapılan her türlü bankacılık işlemini gerçekleştirebilecek. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) koyduğu güvenlik kuralları doğrultusunda, müşteri parmak haritası bilgisinin yanı sıra TC kimlik numarası, müşteri numarası ya da kart şifresi gibi bir güvenlik bilgisi daha vermesi gerekecek. Bu yeni sistemle bankacılık işlemlerinde güvenliğin yanı sıra işlemlerde zaman kazanılması da söz konusu olacak. Sistemde ATM’nin müşteriyi tanıması birkaç saniyede mümkün olacak. Kartını kaybeden ya da evde unutan müşteri, ATM’den para çekmek dahil yararlanabilecek. Parmağın canlı olması gereken bu sistemle, müşterinin yerine başkasının geçmesi olasılığı ortadan kalkıyor. Hem şifre ile kartını kullanabilen müşteriye bir alternatif kanal sunulmuş olacak. ## Okuyucu Yorumları
323330
haber
Barış için Akademisyenler: Devlet şiddeti sona ersin, bu suça ortak olmayacağız
null
# Barış için Akademisyenler: Devlet şiddeti sona ersin, bu suça ortak olmayacağız ## Akademisyenler, sokağa çıkma yasakları ve operasyonlara tepki gösterdi Barış için Akademisyenler grubu, "Bizler bu suça ortak olmuyoruz" diyerek Cizre, Silopi ve Sur başta olmak üzere bölgede yaşanan olaylar ve sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili bildiri yayımladı. Bildiride imzası bulunan akademiyenler, "Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız!" dedi. Açıklamada, "Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz" dendi. Barış için Akademisyenler Grubu'ndan yapılan açıklamanın Türkçe, Kürtçe, İngilizce, Fransızca, Almanca ve İspanyolca metinleri şöyle: **Türkçe** ** Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız!** Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur'da, Silvan'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir. Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye'nin kendi hukukunun ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir. Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz. Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz. Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz. **Kürtçe** ** Wek akademîsyen û lêkolînerên vî welatî, em ê nebin hevparên vî sûcî!** Dewlete Komara Tirkiyeyê welatiyên xwe yên Sûrê, Farqînê, Nisêbînê, Cizîrê, Silopiyê û gelek cihên din bi hefteyan di bin qedexeya derketina derve de mehkûmî birçîbûn û tîbûnê dike, bi çeken giran ku encax di şerekî de tên bikaranîn êrîşî warên nîştecihan dike û mafê jiyanê, mafê azadiyê û ewlehiyê, di serî de qedexeya îşkence û zilmê û hemû maf û azadiyên ku bi mekazagon û peymanên navneteweyî hatiye parastin binpê dike. Ev qirqirina biqesd û plankirî di radeyeke giran a binpêkirina hiqûqa Tirkiyeyê bi xwe û peymanên navnetewîyên ku Tirkiye alîgire, hiquqa kevneşopiya navnetewî û qaydeyên ku hiqûqa navnetewî emir dikede ye. Em dixwazin ku Dewleta Tirkiyeyê yekser dest ji qetlîama li ser welatiyen kurd û polîtîkayên koçkirina bizanebûn berde, qedexeya derketine derve rake, kesên berpirsyar ên ku mafên mirovan bin pê kirine ceza bike, kesên ku li cihên ku qedexeya derketina derve pêk hatiye dijîn zerara wan a manewî û madî tazmîn bike, bi van armancan bila destûr bide ku çavdêrên neteweyî û navneteweyî bikevin cihên hatiye rûxandin, çavdêriyan bikin û raporan binivîsinin. Em dixwazin ku amadekirina şert û mercên muzakereyê û avakirina rêyên çareserîyê bo aşîtiyêke mayînde, hukumet nexşerêyeke ku daxwazên îradeya sîyaseta Kurd ji bihewîne amadebike. Em dixwazin ku ji gelek beşên civakê çavdêrên serbixwe jî tevlî hevdîtina muzakereyê bibin û em jî wek çavdêrên dilxwaz daxwaza xwe ya tevlîbûna muzakerayan diyar dikin. Dixwazin ku, erka sîyasi dev ji nêçira muxelefetên rexnegir berde. Em dixwazin ku dewlet yekser dev ji tundiya ku li dijî welatiyên xwe bi kar tîne berde, wek akademîsyen û lêkolînerên vî welatî, em ê li hemberî vê qirqirinê bêdeng nemînin, heta ku ev daxwaza me were cih, em ê digel partiyên siyasî, parlemento û raya giştî ya navneteweyî tekîliyên xwe bê navber bidomînin. **İngilizce** ** As academics and researchers of this country, we will not be a party to this crime!** The Turkish state has effectively condemned its citizens in Sur, Silvan, Nusaybin, Cizre, Silopi, and many other towns and neighborhoods in the Kurdish provinces to hunger through its use of curfews that have been ongoing for weeks. It has attacked these settlements with heavy weapons and equipment that would only be mobilized in wartime. As a result, the right to life, liberty, and security, and in particular the prohibition of torture and ill-treatment protected by the constitution and international conventions have been violated. This deliberate and planned massacre is in serious violation of Turkey’s own laws and international treaties to which Turkey is a party. These actions are in serious violation of international law. We demand the state to abandon its deliberate massacre and deportation of Kurdish and other peoples in the region. We also demand the state to lift the curfew, punish those who are responsible for human rights violations, and compensate those citizens who have experienced material and psychological damage. For this purpose we demand that independent national and international observers to be given access to the region and that they be allowed to monitor and report on the incidents. We demand the government to prepare the conditions for negotiations and create a road map that would lead to a lasting peace which includes the demands of the Kurdish political movement. We demand inclusion of independent observers from broad sections of society in these negotiations. We also declare our willingness to volunteer as observers. We oppose suppression of any kind of the opposition. We, as academics and researchers working on and/or in Turkey, declare that we will not be a party to this massacre by remaining silent and demand an immediate end to the violence perpetrated by the state. We will continue advocacy with political parties, the parliament, and international public opinion until our demands are met. **Fransızca** ** Nous, enseignants-chercheurs de Turquie, nous ne serons pas complices de ce crime !** L’État turc, en imposant depuis plusieurs semaines le couvre-feu à Sur, Silvan, Nusaybin, Cizre, Silopi et dans de nombreuses villes des provinces kurdes, condamne leurs habitants à la famine. Il bombarde avec des armes lourdes utilisées en temps de guerre. Il viole les droits fondamentaux, pourtant garantis par la Constitution et les conventions internationales dont il est signataire : le droit à la vie, à la liberté et à la sécurité, l’interdiction de la torture et des mauvais traitements. Ce massacre délibéré et planifié est une violation grave du droit international, des lois turques et des obligations qui incombent à la Turquie en vertu des traités internationaux dont elle est signataire. Nous exigeons que cessent les massacres et l’exil forcé qui frappent les Kurdes et les peuples de ces régions, la levée des couvre-feux, que soient identifiés et sanctionnés ceux qui se sont rendus coupables de violations des droits de l’homme, et la réparation des pertes matérielles et morales subies par les citoyens dans les régions sous couvre-feu. A cette fin, nous exigeons que des observateurs indépendants, internationaux et nationaux, puissent se rendre dans ces régions pour des missions d’observation et d’enquête. Nous exigeons que le gouvernement mette tout en oeuvre pour l’ouverture de négociations et établisse une feuille de route vers une paix durable qui prenne en compte les demandes du mouvement politique kurde. Nous exigeons qu’à ces négociations participent des observateurs indépendants issus de la société civile, et nous sommes volontaires pour en être. Nous nous opposons à toute mesure visant à réduire l’opposition au silence. En tant qu’universitaires et chercheurs, en Turquie ou à l’étranger, nous ne cautionnerons pas ce massacre par notre silence. Nous exigeons que l’Etat mette immédiatement fin aux violences envers ses citoyens. Tant que nos demandes ne seront pas satisfaites, nous ne cesserons d’intervenir auprès de l’opinion publique internationale, de l’Assemblée nationale et des partis politiques. **Almanca** ** Wir, die Akademiker/innen und Wissenschaftler/innen dieses Landes werden nicht Teil dieses Verbrechens sein!** Der Türkische Staat verurteilt seine Bürger/innen in Sur, Silvan, Nusaybin, Cizre und in vielen weiteren Orten mit wochenlangen Ausgangssperren zum Verhungern und Ausdursten. Unter kriegsartigen Zuständen werden ganze Viertel und Stadtteile mit schweren Waffen angegriffen. Das Recht auf Leben und körperliche Unversehrtheit, auf Freiheit und Sicherheit vor Übergriffen, insbesondere das Verbot von Folter und Misshandlung, praktisch alle Freiheitsrechte, die durch die Verfassung und durch die Türkei unterzeichnete internationale Abkommen unter Schutz stehen, werden verletzt und außer Kraft gesetzt. Diese gezielt und systematisch umgesetzte gewaltsame Vorgehensweise entbehrt jeglicher rechtlicher Grundlage. Sie ist nicht nur ein schwerwiegender Eingriff in die Rechtsordnung, sondern verletzt internationale Rechtsnormen wie das Völkerrecht, an die die Türkei gebunden ist. Wir fordern den Staat auf, diese Vernichtungs- und Vertreibungspolitik gegenüber der gesamten Bevölkerung der Region, die jedoch hauptsächlich gegen die kurdische Bevölkerung gerichtet ist, sofort einzustellen. Alle Ausgangssperren müssen sofort aufgehoben werden. Die Täter und die Verantwortlichen der Menschenrechtsverletzungen müssen zur Rechenschaft gezogen werden. Die materiellen und immateriellen Schäden, die von der Bevölkerung zu beklagen sind, müssen dokumentiert und wiedergutgemacht werden. Zu diesem Zweck verlangen wir, dass nationale und internationale unabhängige Beobachter freien Zugang zu den zerstörten Gebieten erhalten, um die Situation vor Ort einzuschätzen und zu dokumentieren. Wir fordern die Regierung auf, die Bedingungen für eine friedliche Beilegung des Konflikts zu schaffen. Hierfür soll die Regierung eine Roadmap vorlegen, die Verhandlungen ermöglicht und die Forderungen der politischen Vertretung der kurdischen Bewegung berücksichtigt. Um die breite Öffentlichkeit in diesen Prozess einzubinden, müssen unabhängige Beobachter aus der Bevölkerung zu den Verhandlungen zugelassen werden. Wir bekunden hiermit unsere Bereitschaft, freiwillig an dem Friedensprozess teilzunehmen. Wir stellen uns gegen alle repressiven Maßnahmen, die auf die Unterdrückung der gesellschaftlichen Opposition gerichtet sind. Wir fordern die sofortige Einstellung der staatlichen Repressionen gegen die Bürger/innen. Als Akademiker/innen und Wissenschaftler/innen dieses Landes bekunden wir hiermit, dass wir nicht Teil dieser Verbrechen sein werden und in den politischen Parteien, im Parlament und in der internationalen Öffentlichkeit, Initiative ergreifen werden, bis unser Anliegen Gehör findet. **İspanyolca** ** ¡Como académicos e investigadoras/es de este país, no seremos parte de este crimen!** El estado turco ha condenado a sus ciudadanos en Sur, Silvan, Nusaybin, Cizre, Silopi y otras muchas ciudades y barrios en las provincias kurdas al hambre a través del uso de toque de queda, que ha durado semanas. Ha atacado estos lugares con equipamiento y armamento pesado que normalmente se mobiliza sólo en tiempos de guerra. Como resultado, el derecho a la vida, libertad y seguridad y en concreto la prohibición de tortura y malos tratos protegidos por la constitución y convenciones internacionales han sido violados. Esta masacre deliberada y planeada es una violación seria de las propias leyes turcas y tratados internacionales de los que Turquía forma parte. Estas acciones constituyen una seria violación de la ley internacional. Exigimos que el estado abandone esta masacre deliberada y deportación de kurdas/os y otras gentes en la región. También exigimos que el estado levante el toque de queda, castigue a aquellos responsables de las violaciones de derechos humanos, y compense a todos aquellos ciudadanos que han sufrido daños materiales y psicológicos. Por esta razón pedimos que se les de acceso a observadores nacionales e internacionales en la región y que se les permita monitorizar e informar sobre los incidentes. Exigimos que el gobierno prepare las condiciones para negociaciones y cree una hoja de ruta que lleve hacia una paz duradera que incluya las peticiones del movimiento político kurdo. Pedimos la inclusión en estas negociaciones de observadores independientes de distintas secciones de la sociedad. También declaramos nuestra disponibilidad para participar como observadores. Nos oponemos a cualquier tipo de represión de la oposición. Nosotras/os, como académicos e investigadoras/es trabajando sobre y/o en Turquía, declaramos que no formaremos parte de esta masacre manteniendo silencio y exigimos el final inmediato a la violencia perpetrada por el estado. Continuaremos abogando con partidos políticos, el parlamento, y la opinión pública internacional hasta que nuestras demandas sean cumplidas. ### İmzacılar İmzacılar (5 Ocak 2016 itibariyle 446 imza, imzalar düzenli güncellenecektir): A. Dinç Alada, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi A. Nevin Yıldız Tahincioğlu, Yrd. Doç. Dr., Hacettepe Üniversitesi A. Serdar Esen, Dr. (Emekli) Abbas Vali, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Adalet B. Alada, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi Adem Y. Elveren, Yrd. Doç. Dr., Fitchburg Eyalet Üniversitesi Adem Yeşilyurt, Arş. Gör., Kocaeli Üniversitesi Ahmet Altınel, Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Ahmet Atıl Aşıcı, Doç. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi Ahmet Ersoy, Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Alaeddin Şenel, Doç. Dr., Ankara Üniversitesi (Emekli) Ali Akay, Prof. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Ali Cevat Taşıran, Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ali Gökmen, Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ali Rıza Güngen, Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ali Saysel, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Ali Serdar, Dr., Özyeğin Üniversitesi Ali Tansu Balcı, Doktora Öğr., Dokuz Eylül Üniversitesi Alper Açık, Dr., Özyeğin Üniversitesi Anıl Duman, Doç. Dr., Yaşar Üniversitesi Aren Kurtgözü, Yrd. Doç. Dr., MEF Üniversitesi Asena Pala, Arş. Gör., Mardin Artuklu Üniversitesi Asiye Akgün, Dr., İstanbul Kültür Üniversitesi Aslı Aydemir, Arş. Gör., İstanbul Üniversitesi Aslı Çakıvik, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi Aslı Davas, Doç. Dr., Ege Üniversitesi Aslı Iğsız, Yrd. Doç. Dr., New York Üniversitesi Aslı Odman, Öğr. Gör., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Aslı Takanay, Doktora Öğr., Boğaziçi Üniversitesi Aslı Telli Aydemir, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi Aslı Zengin, Öğr. Ü., Brandeis Üniversitesi Asya Saydam, Arş. Gör., Marmara Üniversitesi Atilla Güney, Prof. Dr., Mersin Üniversitesi Aydın Ördek, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Ayfer Bartu Candan, Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Aykut Çoban, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Ayla Zırh Gürsoy, Prof. Dr., Marmara Üniversitesi (Emekli) Aylin Kuryel, Dr., Amsterdam Üniversitesi Aynur Özuğurlu, Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Ayşe Akalın, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi Ayşe Arslan, Doktora Öğr., SOAS Ayşe Berkman, Prof. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Ayşe Erzan, Prof. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi Ayşe Esmeray Yoğun, Yrd. Doç. Dr., Toros Üniversitesi Ayşe Gözen, Prof. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi (Emekli) Ayşe Gül Altınay, Doç. Dr., Sabancı Üniversitesi Ayşe Serdar, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi Ayşen Candaş, Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Ayşen Uysal, Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi Aysun Gezen, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Ayten Alkan, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Aytül Fırat, Öğr. Gör., İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Aziz Harman, Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Bahar Şimşek, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Bahtiyar Mermertaş, Doktora Öğr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Barış Karaağaç, Öğr. Gör., Trent Üniversitesi Barış Kılıçbay, Prof. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi Barış Ünlü, Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Barış Yapışkan, Yrd. Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Başak Can, Yrd. Doç. Dr., Koç Üniversitesi Başak Demir, Arş. Gör., Galatasaray Üniversitesi Başak Ertür, Dr., Londra Üniversitesi, Birkbeck Baskın Oran, Porf. Dr., Ankara Üniversitesi (Emekli) Bediz Yılmaz, Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Begüm Başdaş, Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Begüm Özden Fırat, Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Begüm Özkaynak, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Beliz Güçbilmez, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Belma Bekçi, Doç. Dr. Bengi Akbulut, Bağ. Arş. Berke Özenç, Yrd. Doç. Dr., Türk-Alman Üniversitesi Bermal Aydın, Uzm., Mersin Üniversitesi Berna Zengin, Yrd. Doç. Dr., Özyeğin Üniversitesi Berrak Karahoda, Öğr. Gör., İstanbul Bilgi Üniversitesi Betül Tanbay, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Betül Yarar, Doç. Dr., Gazi Üniversitesi Bilge Selçuk, Doç. Dr., Koç Üniversitesi Bilgen Sanayır, Doktora Öğr., Trakya Üniversitesi Biray Kolluoğlu, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Birgül Yılmaz, Doktora Öğr., Londra Üniversitesi Biriz Berksoy, Dr., İstanbul Üniversitesi Buket Türkmen, Doç. Dr., Galatasaray Üniversitesi Bülent Bilmez, Doç. Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Bülent Duru, Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Bülent Eken, Dr., Kadir Has Üniversitesi Bülent Küçük, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Burak Ülman, Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi Burcu Binboğa, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Burcu Konakçı, Arş. Gör., Galatasaray Üniversitesi Burcu Yakut-Çakar, Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Çağdaş Acet, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Çağla Aydın, Yrd. Doç. Dr., Sabancı Üniversitesi Çağla Aykaç, Yrd. Doç. Dr., Fatih Üniversitesi Çağla Diner, Yrd. Doç. Dr., Kadir Has Üniversitesi Çağlar Dölek, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Çağlar Güven, Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi (Emekli) Can Candan, Öğr. Gör., Boğaziçi Üniversitesi Can Irmak Özinanır, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Can Soylu, Doktora Öğr., İstanbul Üniversitesi Canan Özcan, Arş. Gör., İstanbul Arel Üniversitesi Canani Kaygusuz, Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi Cansu Akbaş Demirel, Arş. Gör., Ege Üniversitesi Cansu Col, Arş. Gör., Victoria Üniversitesi Cavidan Soykan, Dr., Ankara Üniversitesi Cem Özatalay, Doç. Dr., Galatasaray Üniversitesi Cengiz Aktar, Doç. Dr., Süleyman Şah Üniversitesi Cengiz Güneş, Dr., Open Üniversitesi Cenk Yiğiter, Dr., Ankara Üniversitesi Ceren Akçabay, Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Ceren Ergenç, Yrd. Doç. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ceren Mert, Dr., FMV Işık Üniversitesi Ceren Özselçuk, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Ceren Şengül, Doktora Öğr., Edinburgh Üniversitesi Ceren Sözeri, Doç. Dr., Galatasaray Üniversitesi Çetin Gürer, Yrd. Doç. Dr., Nişantaşı Üniversitesi Çetin Veysal, Prof. Dr., Mersin Üniversitesi Ceyda Arslan Kechriotis, Dr., Boğaziçi Üniversitesi Ceylan Begüm Yıldız, Doktora Öğr., Londra Üniversitesi, Birkbeck Chris Stephenson, Öğr. Gör., İstanbul Bilgi Üniversitesi Christoph K. Neumann, Prof. Dr., Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi Çiğdem Bozdağ, Yard. Doç. Dr., Kadir Has Üniversitesi Cuma Çiçek, Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi Demet İslambey, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Deniz Gündoğan İbrişim, Doktora Öğr., Washington Üniversitesi Deniz Morva, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Deniz Parlak, Öğr. Gör., İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Deniz Yonucu, Dr., EUME/ZMO Deniz Yükseker, Prof. Dr., İstanbul Aydın Üniversitesi Derya Bayır, Dr., GLOCUL, Queen Mary, University of London Derya Özkan, Dr., Münih Üniversitesi Derya Ülker, Arş. Gör., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Didem Çınar, Öğr. Gör., İstanbul Teknik Üniversitesi Dilek Hattatoğlu, Doç. Dr., Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Doğan Çetinkaya, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Doğan Emrah Zıraman, Doktora Öğr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Düzgün Uğur, Arş. Gör., Dicle Üniversitesi E. Osman Erdem., Yrd. Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Ebru Aykut, Yrd. Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Ece Algan, Doç. Dr., California State Üniversitesi Ece Öztan, Arş. Gör., Yıldız Teknik Üniversitesi Eda Aslı Şeran, Arş. Gör., Galatasaray Üniversitesi Egemen Cevahir, Dr., Marmara Üniversitesi Egemen Kepekçi, Arş. Gör., İstanbul Üniversitesi Elçin Aktoprak, Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Elif Babül, Yrd. Doç. Dr., Mount Holyoke Koleji Elif Sandal Önal, Doktora Öğr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Emine İncirlioğlu, Prof. Dr., Bağ. Arş. Emir Benli, Dr. Emrah Altındiş, Dr., Harvard Üniversitesi Emrah Dönmez, Öğr. Gör., Işık Üniversitesi Emrah Dönmez, Öğr. Gör., Işık Üniversitesi Emre Kovankaya, Arş. Gör., Yıldız Teknik Üniversitesi Engin Fırat, Arş. Gör., Hacettepe Üniversitesi Engin Sustam, Dr., EHESS Paris Erbatur Çavuşoğlu, Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Ercan Şen, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Erdem Üngür, Arş. Gör., İstanbul Kültür Üniversitesi Erdem Yörük, Yrd. Doç. Dr. Koç Üniversitesi Eren Deniz Tol, Prof. Dr., Muğla Üniversitesi Erhan Keleşoğlu, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Erhan Ünlü, Prof. Dr., Dicle Üniversitesi Erhan Yalçındağ, Dr. Erkan Erdil, Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Erkin Başer, Yrd. Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi Erol Köroğlu, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Ersin Aslıtürk, Dr., Ottawa Üniversitesi Ertan Ersoy, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Ertuğrul Ahmet Tonak, Prof. Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Esengül Ayyıldız, Yrd. Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi Esin Düzel, Öğr. Gör., California Üniversitesi, San Diego Esin Gülsen, Arş. Gör., Mersin Üniversitesi Esra Arsan, Doç. Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Esra Demir, Dr., Marmara Üniversitesi Esra Mungan, Yrd. Doç. Dr. Boğaziçi Üniversitesi Etienne Copeaux, Dr. Evrim Karakaş, Doktora Öğr., Rennes I Üniversitesi Ezgi Güner, Doktora Öğr., Illinois Üniversitesi Ezgi Pınar, Arş. Gör., İstanbul Üniversitesi Ezgi Toplu, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi F. Ceren Akçabay, Yrd. Doç. Dr. Fatih Çağatay Cengiz, Arş. Gör., Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fatma Gök, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Fatma Gül Karagöz, Arş. Gör., Galatasaray Üniversitesi Fatma Müge Göçek, Prof. Dr., Michigan Üniversitesi Ferdan Ergut, Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Feryal Saygılıgil, Doç. Dr., Arel Üniversitesi Feyza Akınerdem, Dr. Figen Işık, Öğr. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fikret Uyar, Prof. Dr., Dicle Üniversitesi Fisun Güven, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fırat Erdoğmuş, Öğr. Gör., Bahçeşehir Üniversitesi Fulya Atacan, Prof. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi Funda Karapehlivan, Dr., Marmara Üniversitesi Funda Şenol Cantek, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Füsun Üstel, Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi Galip Deniz Altınay, Uzm., Mersin Üniversitesi Gaye Elçi, Öğr. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Gaye Yılmaz, Dr., Boğaziçi Üniversitesi Gençay Gürsoy, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi (Emekli) Gökçe Metin, Doktora Öğr., Boğaziçi Üniversitesi Gökçen Yıldız, Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Göksel N. Demirer, Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Gönül Turgut, Öğr. Gör., Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Gözde Aytemur, Arş. Gör., Galatasaray Üniversitesi Gözde Yalçın, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Gül Köksal, Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Gülçin Karabağ, Arş. Gör., YIldız Teknik Üniversitesi Gülengül Altıntaş, Öğr. Gör., Bahçeşehir Üniversitesi Güler İnce, Doktora Öğr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Gülşah Kurt, Yrd. Doç. Dr., Kadir Has Üniversitesi Gülsüm Depeli, Yrd. Doç. Dr., Hacettepe Üniversitesi Gülüm Şener, Yrd. Doç. Dr., Arel Üniversitesi Güneş Gümüş, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Gürel Tüzün, Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi (emekli) Güven Gürkan Öztan, Yrd. Doç., İstanbul Üniversitesi H. Ege Özen, Doktora Öğr., Binghamton Üniversitesi H. Neşe Özgen, Prof. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Hacer Ansal, Prof. Dr., Işık Üniversitesi Hakan Mıhcı, Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi Haldun Sural, Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Haluk Baran Bingöl, Doktora Öğr., Kennesaw State Üniversitesi Hamit Bozarslan, Porf. Dr., Ecole des hautes études en sciences sociales Hande Gülen, Arş. Gör., Yalova Üniversitesi Hande Kaynak, Yrd. Doç. Dr., Çankaya Üniversitesi Hatice Kurtuluş, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi Hazal Azeri, Arş. Gör., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Hazal Halavut, Arş. Gör., Boğaziçi Üniversitesi Hazel Başköy, Arş. Gör., Ufuk Üniversitesi Hülya Adak, Doç. Dr., Sabancı Üniversitesi Hülya Kendir, Yrd. Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Hülya Kirmanoğlu, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi Hümeyra Yılmaz, Arş. Gör., Dicle Üniversitesi İclal Ayşe Küçükkırca, Yrd. Doç, Mardin Artuklu Üniversitesi İlhan Küçükaydın, Yrd. Doç. Dr., Penn State Üniversitesi İlkay Kara, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi İlkay Özküralpli, Öğr. Gör., İstanbul Arel Üniversitesi İpek Seyalıoğlu, Öğr. Gör., Boğaziçi Üniversitesi İrfan Açıkgöz, Prof. Dr., Dicle Üniversitesi Işıl Ünal, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Işın Önol, Doktora Öğr., Viyana Üniversitesi İsmail Şiriner, Prof. Dr., Batman Üniversitesi İzzettin Önder, Prof. Dr. Kasım Akbaş, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi Kenan Demirel, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Kerem Öktem, Prof. Dr., Graz Üniversitesi Kıvanç Ersoy, Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Kıvılcım Turanlı, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi Koray Çalışkan, Doç, Boğaziçi Üniversitesi Kuban Altınel, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Kumru Çılgın, Arş. Gör., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Kuvvet Lordoğlu, Prof. Dr., Kocaeli Üniversitesi Lara Fresko, Cornell Üniversitesi Leyla Neyzi, Prof. Dr., Sabancı Üniversitesi Lülüfer Körükmez, Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi Lütfiye Bozdağ, Yrd. Doç. Dr., Kemerburgaz Üniversitesi Mahir Tokatlı, Doç. Dr., Bonn Üniversitesi Mahmut Mutman, Prof. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi Maya Arakon, Doç. Dr., Süleyman Şah Üniversitesi Mehmet Mutlu, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mehmet Oturan, Prof. Dr., Paris Est Üniversitesi Mehmet Rauf Kesici, Yrd. Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Mehtap Balık, Arş. Gör., İstanbul Üniversitesi Mehtap Tosun, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Melda Yaman, Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi Melehat Kutun, Dr., York Üniversitesi Melek Zorlu, Arş. Gör., Tunceli Üniversitesi Melih Çelik, Yrd. Doç. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Melih Kırlıdoğ, Prof. Dr., Nişantaşı Üniversitesi Melis behlil, Doç. Dr., Kadir Has Üniversitesi Meral Akbaş, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Meral Camcı, Yrd. Doç. Dr., Yeni Yüzyıl Üniversitesi Merve Fidan, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Meryem Koray, Prof. Dr. Mesut Keskin, Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi Mesut Yeğen, Prof. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi Metin Altıok, Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Mihriban Özbaşaran, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi Mine Gencel Bek, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Müge Ayan Ceyhan, Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Murat Cemal Yalçıntan, Prof. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Murat Emeksiz, Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi Murat Koyuncu, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Murat Özbank, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Murat Paker, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Murat Yılmaz, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Mustafa Kemal Coşkun, Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Mustafa Koç., Prof. Dr., Ryerson Üniversitesi Mustafa O. Sinemilloğlu, Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Mustafa Şener, Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Muzaffer Kaya, Yrd. Doç. Dr., Nişantaşı Üniversitesi N. Gamze Toksoy, Yrd. Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi N.Ceren Salmanoğlu, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Nalan Erbil, Doktora Öğr., Wisconsin Madison Üniversitesi Nazan Üstündağ, Yrd. Doç. Dr. Boğaziçi Üniversitesi Nazım H. R. Dikbaş, Öğr. Gör., İstanbul Bilgi Üniversitesi Necat Keskin, Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi Nejla Osseiran, Öğr. Gör., Boğaziçi Üniversitesi Nergiz Kardaş, Arş. Gör., Hacettepe Üniversitesi Nermin Saybaşılı, Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Neşe Yıldıran, Dr., Işık Üniversitesi Nil Mutluer, Yrd. Doç. Dr., Nişantaşı Üniversitesi Nilgün Erdem, Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Noemi Levy-Aksu, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Nüket Esen, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Nur Betül Çelik, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Nurçin İleri, Dr., Boğaziçi Üniversitesi Nuri Ersoy, Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Nurseli Yeşim Sünbüloğlu, Doktora Öğr., Sussex Üniversitesi Ogeday Çoker, Arş. Gör., İstanbul Üniversitesi Öget Öktem Tanör, Prof. Dr. Olcay Akyıldız, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Olcay Kunal, Okutman, Galatasaray Üniversitesi Ömer Tekdemir, Dr., Westminster Üniversitesi Onur Buğra Kolcu, Öğr. Gör., İstanbul Arel Üniversitesi Onur Günay, Doktora Öğr., Princeton Üniversitesi Onur Hamzaoğlu, Prof. Dr., Kocaeli Üniversitesi Osman Cen, Dr., Northwestern Üniversitesi Osman Eroğlu, Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi Ozan Değer, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Ozan Çağlayan, Arş. Gör., Galatasaray Üniversitesi Ozan Erözden, Prof. Dr., MEF Üniversitesi Ozan Kamiloğlu, Arş. Gör., Londra Üniversitesi, Birkbeck Özel Teraman, Yrd. Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Özge Ejder Johnson, Yrd. Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Özge Korkmaz, Doktora Öğr., Michigan Üniversitesi Özge Özdüzen, Doktora Öğr., Edge Hill Üniversitesi Özgün E. Topak, Dr., York Üniversitesi Özgür Martin, Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Özgür Öztürk, Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi Özlem Albayrak, Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Özlem Güçlü, Yrd. Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Özlem Köseoğlu Örnek, Öğr. Gör., İstanbul Bilgi Üniversitesi Özlem Özkan, Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Öznur Öncül, Yrd. Doç. Dr., Bülent Ecevit Üniversitesi Öznur Yaşar Diner, Yrd.Doç. Dr., Kadir Has Üniversitesi Pelin Yalçınoğlu, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi Pınar Bedirhanoğlu, Doç. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Pınar Ecevitoğlu, Yrd. Doç. Dr. , Ankara Üniversitesi Pınar Önen, Öğr. Gör., Okan Üniversitesi Pınar Özdemir, Doç. Dr., Ankara Üniversitesi R. Orkun Güner, Arş. Gör., Kadir Has Üniversitesi Refet Ali Yalçın, Arş. Gör., Boğaziçi Üniversitesi Reyda Ergün, Yrd. Doç. Dr., Kadir Has Üniversitesi S. Cankat Tanrıverdi, Arş. Gör., İstanbul Üniversitesi S. Ulaş Bayraktar, Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Saadet Sorgunlu, Öğr. Gör. Şahika Yüksel, Prof. Dr. Dr., İstanbul Üniversitesi (emekli) Samim Akgönül, Prof. Dr., Strasbourg Üniversitesi Sarphan Uzunoğlu, Öğr. Gör., Kadir Has Üniversitesi Savaş Çoban, Dr., Bağ. Arş. Şebnem Korur Fincancı, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi Şebnem Oğuz, Doç. Dr., Başkent Üniversitesi Seçil Dağtaş, Yrd. Doç. Dr., Waterloo Üniversitesi Seçil Doğuç, Arş. Gör., Galatasaray Üniversitesi Seçkin Özsoy, Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Seda Altuğ, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Sedat Yağcıoğlu, Arş. Gör., Hacettepe Üniversitesi Sefa Feza Arslan, Prof. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Selda Altınok, Arş. Gör., Yalova Üniversitesi Selda Öndül, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Selim Badur, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi Selime Güzelsarı, Doç. Dr. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sema Bayraktar, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Semih Bilgen, Prof. Dr., Yeditepe Üniversitesi Semra Somersan, Doç. Dr. Şemsa Özar, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Serap Sarıtaş, Arş. Gör., Dokuz Eylül Üniversitesi Serdar Altok, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Serdar Çagırga, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Serdar M. Değirmencioğlu, Prof. Dr., Doğuş Üniversitesi Serkan Günay, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sevda Bulduk, Doç. Dr., İstanbul Bilim Üniversitesi Sevgi Uçan Çubukçu, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Seyhan Çamlıgüney, Uzm. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sezai Ozan Zeybek, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Sezen Çilengir, Arş. Gör., İstanbul Üniversitesi Sibel Bekiroğlu, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sibel Irzık, Prof. Dr., Sabancı Üniversitesi Sibel Özbudun, Doç. Dr. Sibel Yardımcı, Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinan Aslan, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sinem Arslan, Arş. Gör., Essex Üniversitesi Sinem Aydınlı, Arş. Gör., Bahçeşehir Üniversitesi Sinem Seçer, Arş. Gör., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Siyaveş Azeri, Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi Şükrü Aslan, Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sümercan Bozkurt, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Süreyya Karacabey, Doç. Dr., Ankara Üniversitesi T. Deniz Erkmen, Yrd. Doç. Dr., Özyeğin Üniversitesi Tahsin Söğüt, Prof. Dr., Dicle Üniversitesi Tahsin Yeşildere, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi Taylan Koç, Yrd. Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi Taylan Şahan Tarhan, Doktora Öğr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Teoman Pamukçu, Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Tezcan Durna, Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Tolga Tören, Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Tuba Akıncılar, Öğr. Gör., Galatasaray Üniversitesi Tuğba Özcan, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Tuğçe Çetin, Arş. Gör., İstanbul Bilgi Üniversitesi Tuğçe Erçetin, Doktora Öğr., Bilgi Üniversitesi Tülay Erkan, Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi Tuna Altınel, Doç. Dr., Lyon-1 Üniversitesi Tuna Coşkun, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Tuna Kuyucu, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Türkan Yosun, Doktora Öğr., Sabancı Üniversitesi Uğur Kara, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi Ülker Sözen, Arş. Gör., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Ülkü Doğanay, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Ülkü Güney, Dr. Umut Şah, Öğr. Gör., İstanbul Arel Üniversitesi Umut Tümay Arslan, Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Veli Deniz, Prof. Dr.,, Kocaeli Üniversitesi Veli Polat, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Vildan Seçkiner, Doktora Öğr., Ludwig Maximilian Üniversitesi Volkan Çıdam, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Wendy Hamelink, Dr., Leiden Üniversitesi Yahya M. Madra, Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Yakın Ertürk, Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi (Emekli) Yasemin Acar, Dr., Özyeğin Üniversitesi Yasemin İnceoğlu, Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi Yasemin Karaca, Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Yasemin Özgün, Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi Yasin Bedir, Arş. Gör., Dicle Üniversitesi Yıldırım Şentürk, Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Yıldız Silier, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Yılmaz Turgut, Prof. Dr., Dicle Üniversitesi Yonca Demir, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Yonca Güneş Yücel, Dr. Yonca Özdemir, Yrd. Doç. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi - Kuzey Kıbrıs Yücel Demirer, Doç. Dr. Kocaeli Üniversitesi Yüksel Taşkın, Prof. Dr., Marmara Üniversitesi Zafer Yenal, Doç. Dr., Boğaziçi Zafer Yörük, Yrd. Doç. Dr., İzmir Ekonomi Üniversitesi Zelal Ekinci, Prof. Dr., Kocaeli Üniversitesi Zerrin Kurtoğlu, Prof. Dr., Ege Üniversitesi Zeynep Arıkan, Arş. Gör., Boğaziçi Üniversitesi Zeynep Çatay, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi Zeynep Dadak, Dr., Kadir Has Üniversitesi Zeynep Direk, Prof. Dr. Zeynep Gönen, Dr. Zeynep Kadirbeyoğlu, Yrd. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Zeynep Kaşlı, Doktora Öğr., Washington Üniversitesi Zeynep Kıvılcım, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Zeynep Savaşçın, Arş. Gör.,Galatasaray Üniversitesi Zeynep Uysal, Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Zeynep Yeşim Gökçe, Arş. Gör., İstanbul Bilgi Üniversitesi ## Okuyucu Yorumları
232862
haber
Ömer Şişmanoğlu, Beşiktaş'a transfer oldu
null
# Ömer Şişmanoğlu, Beşiktaş'a transfer oldu ## Beşiktaş, Medical Park Antalyaspor’un başarılı hücum oyuncusu Ömer Şişmanoğlu’nu kadrosuna kattı Beşiktaş, bir süredir transfer etmeye çalıştığı Ömer Şişmanoğlu’nun transferini bitirdi. NTV Spor’un haberine göre Beşiktaş, Medical Park Antalyaspor'un başarılı hücum oyuncusu ile 4 yıllık anlaşma sağladı. Bu transfer için 1 milyon 600 euro bonservis bedeli ödeyen Beşiktaş, bu ücretin 500 bin euro'su Şişmanoğlu'nun eski takımı Kayserispor'a verilecek. Antalyaspor, Ömer Şişmanoğlu'nun sonraki satışından da yüzde 10'luk bir pay alacak. Beşiktaş, Ömer için ödediği bonservis bedelinin yanında, iki kulübün ortak belirleyeceği 2 genç oyuncusunu da Antalya'ya kiralık olarak yollayacak. ## Okuyucu Yorumları
237472
haber
Esra Albayrak: Babam, İhvan liderinin kızı Esma'nın ölümüne ağladı
null
# Esra Albayrak: Babam, İhvan liderinin kızı Esma'nın ölümüne ağladı ## Başbakan Erdoğan'ın kızı Esra Albayrak, babasının, İhvan liderlerinden El-Bilteci'nin Rabia Meydanı'nda ölen kızına yazdığı mektubu okurken ağladığını söyledi Başbakan **Tayyip Erdoğan** ’ın kızı **Esra Albayrak**, İhvan lideri **El Bilteci** ’nin kızı **Esma** ’nın Rabia Meydanı’nda öldürülmesini öğrendiğinde ağladığını söyledi. Albayrak, "Babamı bu sabah ağlarken gördüm, Rabia Caddesi’nde göğsünden vurularak şehit edilen 17’sindeki Esma’nın haberini okurken" dedi. İhvan liderlerinden El-Bilteci, Mısır’daki askeri darbenin ardından Rabia Meydanı’nda çıkan olaylarda ölen kızı Esma’ya bir mektup yazdı. Bilteci mektubunda "Şehit olmadan iki gün önce seni rüyamda gelinlikler içinde gördüm. ‘Düğün gecen mi’ diye sordum. ‘Düğünüm öğlen olacak’ demiştin. Öğlen vakti şehit olduğun haberi geldi" dedi. İhvan liderlerinden Bilteci’nin Rabia Meydanı’nda ölen kızı Esma’ya mektup yazdı. Siber Eraslan da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Bilteci’nin mektubunu okurken ağladığını yazdı. Star gazetesinde yayımlanan Sibel Eraslan'ın "Esra Albayrak: Babamı ağlarken gördüm bu sabah" başlığıyla yayımlanan (21 Ağustos 2013) yazısı şöyle: ## Esra Albayrak: Babamı ağlarken gördüm bu sabah Sağ elini yukarı kaldırdı... Ve **"4"** işareti yaptı kalabalıklara. Yani **"Rabia**" dedi... Başbakan Erdoğan’ı, tüm diğer dünya liderlerinden, muktedirlerden ayıran, farklı kılan işte bu küçücük hareketidir. **Dünyaya çekilmiş ikinci "one minute"... İnsanlığa bir dakika çağrısı... ** Paylaşmadığınız fikirleri olabilir, hatta muhalifi de olabilirsiniz, kahir ekseriyetle desteklenen iktidarın lideri olduğu halde bu mağduriyet söylemini nereden bulup çıkartıyor diye kızabilirsiniz bile... Ama işte o böyledir.** Koşup geldiği caddeleri bir türlü bırakmaz.** Hemen her konuşmasında dünyanın gelip geçiciliğine vurgu yapan, hepimizin faniliğinden, bir gün ecel çatıp geldiğinde öleceğimizden söz açan başka kaç **devlet reisi** biliyorsunuz? **"Babamı ağlarken gördüm bu sabah**" dedi **Esra Albayrak.** Rabia Caddesi’nde göğsünden vurularak şehit edilen 17’sindeki **Esma** ’nın haberini okurken... *** ** "Komşularla sıfır sorun**"dan "**değerli yalnızlığa** " bir med ceziri tartışıyoruz... Hatta buna "**muhteşem yalnızlık** " diyenler bile var... **Oysa "muhteşem yalnızlık", geçen yüzyılın konularından birisi olarak, emperyal çöküşü işaret eder**.1815-1914 yılları arasında üzerinde güneş batmayan İngiltere’nin, Pax Britannica şeklinde tanımlanacak küresel iddialarının çöküşe geçtiği dönemi adlandırmak için icat edilmiş bir kavramdır. Benzeri bir tarihi kırılma, çok daha çarpıcı ve hızlı olarak Osmanlı İmparatorluğunda da yaşandı, Lozan sonrası Cumhuriyet’le birlikte "**yurtta sulh cihanda sulh** " serlevhası, bizim zorunlu muhteşem yalnızlığımızı ve içe dönük/dışa kapalı ulusçu doktrinimizi kurdu... Türkiye, 1914 sonrası kendisine dayatılan "**muhteşem yalnızlığı"** kırmak adına, 1923 sonrası ikame olan "**dört tarafı düşmanlarla çevrili** " ezberi değiştirerek yeni bir diplomatik dile geçmiştir. Buna sadece "**umut söylemi** " dersek yanılırız çünkü bu aynı zamanda "**gözü pek politika** "yı da icap ettiren oldukça zorlu bir karardır... **Karşımızda soğuk savaşın eski dünya denklemleri yok bir defa**. Glasnost sonrası dağılan Sovyet Bloğunun yol açtığı tek kutuplu dünyada değiliz. **Yerel olan her şeyin aynı anda küresel bir iletişim ağı içinde yer aldığı, eski kutupların patronaj kalıntılarıyla yeni dünyanın kalp atışlarının, önceden hesap edilemezliğinin aynı anda yarıştığı, farklı disiplinlerin farklı olaylarda kolayca bir araya gelebildiği apayrı bir ilişkiler uzayındayız**... "**Güç" tanımı da geçen yüzyıla göre değişti. Siyasetle sivil toplum artık kalın duvarlarla ayrışmış iki farklı kategori değil**. Özellikle Arap baharıyla yaşadığımız tecrübeler, Güney Amerika ve Güney Afrika’da ağır bedellerle gelinen diktatörlük sonrası deneyimler, "**güç** " dediğimiz olgunun salt anlamıyla silah, para, projeden ibaret olmadığını söyledi... **Dipten gelen nice acı ve sabırla birikmiş dalga, adalet istiyor**... Bunu en son Mısır’da Rabia Caddesi’nde ölümü göze alan pasif direnişiyle okudu Mısır halkı. **Türkiye ne yapsaydı**? 200 bin insanın katledildiği komşusu Suriye’de akan kanı görmezlikten mi gelseydi? 400 bini bulan mülteciye kol kanat gerdiği yerde eli kanlı Suriye diktatoryasına aferin mi deseydi? Somali’de bomba tehdidi altında gerçekleştirdiği insani yardım mıdır yoksa Türkiye adına **"muhteşem yalnızlık**" dedikleri şey? Arakan’da kıstırılmış son Rohingaların dramına işaret ettiği ve insancıl diplomasi adına harekete geçtiği için mi suçludur Türkiye? **"Sivil toplum tipi dış politika olmaz**" diyenler, **"one minute**" çıkışının Türkiye’yi yalnızlaştırdığını söylüyorlar. **Türkiye’nin aldığı Gazze inisiyatifiyle birlikte, siyasetin kaba güçten ibaret olmadığını, bir değerler manzumesi olarak adaleti içkin anlamda yeniden tarif edildiğinin de mi farkında değiller? ** İster "**Değerli Yalnızlık** " diyelim, isterse kötücül senaryolar eşliğinde "**Muhteşem Yalnızlık** "... Başka bir şey daha var ve çok daha etkin; **gücü, adaletten yana tarif eden**, savaşta ve barışta, iyilikte ve afette, içerde ve dışarıda **"insancıl**" olana değer veren başka ve yeni bir dünyanın eşiğindeyiz. ## El-Bilteci’den ölen kızı Esma’ya: Sana elveda demiyorum İhvan liderlerinden El-Bilteci, darbe sonrası çıkan olaylarda Rabia Meydanı'nda ölen kızı Esma'ya bir mektup yazdı. Bilteci'nin o mektubu şöyle: *"Sevgili kızım ve değerli öğretmenim... Sana elveda demiyorum bilakis yarın görüşmek üzere. Başı dik tuğyana isyan ederek yaşadın. Tüm engelleri redderek hürriyete sınırsızca aşık oldun. Bu ümmet, uygarlıkta hak ettiği yeri alabilsin diye onu yeniden diriltmek ve inşa etmek için sessizce yeni ufuklar arıyordun. Akranlarının uğraştığı işlerle meşgul olmadın. Her zaman derslerinde birinci olmana rağmen öğrenmeye olan açlığın dinmedi. Bu kısa hayatta sohbetine doyamadım.* *Vaktim, mutlu olacak ve eğlenecek kadar geniş değildi. Rabiatul Adeviyye’de son kez bir araya geldiğimizde, "Sen bizimle olduğunda bile bizden ayrısın" diyerek bana olan sitemini dile getirmiştin. Ben de sana, "Bu hayat birbirimize doyacak kadar geniş değil. Birbirimize doyalım diye Allah’tan cennetinde bize bu sohbeti vermesini temenni ediyorum" demiştim. Sen şehit olmadan iki gün önce seni rüyamda gelinlikler içinde gördüm. Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikteydin. Yanıma sessizce oturduğunda sana, "Bu gece senin düğün gecen mi" diye sordum.* *Sen de "Düğünüm akşam vakitlerinde değil öğlen olacak" demiştin.* *Çarşamba günü, öğlen vakti şehit olduğun haberi bana ulaştığında, senin rüyamda bana ne demek istediğini anlamış oldum. Allah’tan seni şehit olarak kabul etmesini niyaz ettim. Ve şehadetin, bizim haklı olduğumuzu ve düşmanımızın da batılın ta kendisi olduğu inancımızı pekiştirdi. Son vedanda yanında olamamam, son bir kez seni görememem, alnına son bir öpücük konduramamam ve senin cenaze namazını kıldırma şerefine nail olamamam beni derinden üzdü.* *Beni bunları yapmaktan alıkoyan, ölümden veya karanlık hücerelerden korku değil, uğruna canını verdiğin davayı (devrimin hedeflerine ulaşması) sürdürebilmekti. Zalimlere karşı başın dik (göğsünü gere gere) direnirken gaddar kurşunlar göğsüne saplandı ve ruhun yüceldi. Ne kadar güzel bir azmin ve terbiye edilmiş bir nefsin vardı. İnanıyorum ki, sen Allah’a verdiğin söze sadakat gösterdin, Allah da sana verdiği söze... Öyle ki, şehadet şerefini bize değil de sana bahşetti.* *Son olarak, sevgili kızım ve değerli öğretmenim... Sana elveda demiyorum bilakis görüşmek üzere.. Buluşmamız, yakında peygamber ve ashabıyla birlikte Havz-ı Kevser’de olacak. Sonsuz kudret ve hükümranlık sahibi Allah’a yakın, O’nun nezdinde değerli ve şerefli bir konumda. Ayrılmamak üzere, birbirimize doyma temennilerimizin gerçekleşeceği bir buluşma..."* ## Okuyucu Yorumları
230326
haber
Başbakan, kızı Esra Albayrak'ın mezuniyet törenine katıldı
null
# Başbakan, kızı Esra Albayrak'ın mezuniyet törenine katıldı ## Başbakan Erdoğan, San Francisco'da kızı Esra Albayrak'ın Berkeley Üniversitesindeki doktora mezuniyet törenine katıldı Washington'daki resmi temaslarının ardından, California eyaletine geçen Erdoğan, San Francisco'da bilişim sektörünün önde gelen firmalarının yer aldığı Silikon Vadisi'nde incelemelerde bulundu. Erdoğan daha sonra kızı Esra Albayrak'ın Berkeley Üniversitesindeki doktora mezuniyet törenine katıldı. Esra Albayrak, diplomasını almak için kürsüye çıktığında yanında oğlu Ahmet Akif ve kızı Mahinur da vardı. Törenin ardından rektörlüğü ziyaret eden Erdoğan, burada yetkililerden üniversitenin faaliyetleri hakkında bilgi aldı. Daha sonra San Francisco uluslararası havalimanına geçen Erdoğan, özel uçak "ANA" ile TSİ 23.30'da Türkiye'ye hareket etti. Başbakan Erdoğan'ı, Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Namık Tan ve eşi Fügen Tan'ın yanı sıra diğer görevliler uğurladı. Erdoğan'la eşi Emine Erdoğan, AKP Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı, AK Parti Ankara Milletvekili Cevdet Erdöl, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın ve diğer yetkililer de Türkiye'ye hareket etti. Öte yandan, ABD Başkanı Barack Obama ve Başkan Yardımcısı Joe Biden'i korumakla görevli "gizli servis" Erdoğan'ı Washington temaslarının ardından San Francisco'daki temasları sırasında da korudu. Erdoğan'ın San Francisco'daki temasları sırasında en üst düzeyde koruma sağlandı. ## Okuyucu Yorumları
201791
haber
Başbakan'a abdest lavabosu gönderildi
null
İş adamı Yavus Selim Sarıoğlu tarafından icat edilen abdest lavabosu, abdest alanlara büyük kolaylıklar sağlamak için üretildi. Çocukların ve yaşlıların da kullanımını kolaylaştıran yeni lavabo düzeneğine arap ülkeleri büyük rağbet gösterdi. Sarıoğlu, icat ettiği abdest lavabosunu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a da gönderdiğini söyledi. Özellikle Müslüman arap ülkelerinden siparişler aldıklarını belirten Aben Çelik Eşya Sahibi Yavuz Selim Sarıoğlu, "Yaşımızın ilerlemesiyle birlikte yaşadığımız zorluklardan yola çıkarak böyle bir lavabo yapmaya kara verdim. Özellikle Müslüman ülkelerden talepler aldık. Sadece abdest almak için değil, çocuklar için de ideal bir lavabo oldu. Çocuklar artık lavabolara tırmanmayacak. Bel ağrıları çeken yaşlı insanlarımız da bu lavaboların büyük katkısını görecek" dedi. Düzeneğin banyo lavabosunun altındaki dolaba yerleştirildiğinden etrafta görüntü kirliliği de yapmadığını belirten Sarıoğlu, "Kullanımı oldukça kolay, çekerek çıkartıyoruz işimiz bittikten sonra yeniden yerine itiyoruz" diye konuştu. Sarıoğlu'nun mağazasına gelerek abdest lavabosunu görenler de, şaşkınlık içerisinde ürünü inceledi. ## Başbakan'a da gönderildi Sarıoğlu, icadını yaptığı ve patentini aldığı ürünü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a da gönderdi. Ürünün pazarlanması için seri üretim konusunda gerekli tedbirleri aldıklarını belirten Sarıoğlu, "Ürünümüzü Sayın Başbakan'a da gönderdik. Kendisinin ürünü çok beğendiğini duyduk. Bu da bizi çok memnun etti" ## Okuyucu Yorumları
208220
haber
Başbakan'a göre TOKİ'nin kusuru yok, KPSS de son derece başarılı
null
# Başbakan'a göre TOKİ'nin kusuru yok, KPSS de son derece başarılı ## Başbakan Tayyip Erdoğan, yaptığı tatil sonrasında partisinin il başkanları toplantısında bir konuşma yaptı Samsun'da yaşanan sel felaketiyle ilgili TOKİ'ye yapılan eleştirileri yanıtlayan Başbakan Erdoğan, "TOKİ sayesinde 415 bin aile ucuz, sağlam bir çatıya kavuştu. Bugüne kadar hayal edemediniz ey CHP. TOKİ bu tür salvolarla yıkılacak bir kurum değil" dedi. CHP liderine yüklenen Erdoğan, "KPSS son derece temiz, Twitter Kılıçdaroğlu" dedi. Başbakan Tayyip Erdoğan, yaptığı tatil sonrasında partisinin il başkanları toplantısında bir konuşma yaptı. Samsun'da yaşanan sel felaketiyle ilgili konuşan Erdoğan şunları söyledi: "Afette 1508 yapı etkilendi. Üç bakanımız derhal bölgeye intikal etti, çalışmaları yürüttü. Samsun olayından hemen sonra Rusya'da bir olay patlak verdi. 172 kişi öldü. Afetin boyutu orada da çok büyük. ABD'de, Japonya'da oldu. Ülkemizde de zaman zaman afetlerde can kayıpları oluyor. Türkiye'de bir çarpık kentleşme sorunu var. Biz halkımızın da desteğini bekliyoruz. Ne kadar önlem alırsanız alın 1000 yılın en büyük afeti olabiliyor. Afetler karşısında can ve mal kaybını sıfıra indirmek mümkün değil. Depremle iç içe yaşayan Japonya'da kayıplar yaşanıyor. Samsun'da hayatını kaybedenlerle ilgili gerekli her türlü soruşturma ve inceleme yapılıyor. Gereken hiç tereddütsüz yapılacak. Samsun'da yaşanan acı hadiseyi siyasi bir ranta dönüştürmeye çalışanlara da fırsat vermeyeceğiz. Siyasi partilerden tutun medyasına kadar hepsi eleştiri yapabilirler ama bunun bir karalama kampanyası olarak yürütülmesi fırsatçılıktır. Haksız karalama kampanyası şeklinde yapılan eleştiri hiç katkı sağlamaz. ## TOKİ bu salvolarla yıkılmaz Samsun'da yaşanan taşkınla ilgili Orman ve Su İşleri Bakanlığı rapor hazırladı. Gece 12'de yağış başlıyor sabah 5'e kadar sürüyor. Son yağışta debi saniyede 710 metreküpe ulaşıyor. Dere yatağına konut inşa etmek gibi TOKİ'yle alakalı bir durum söz konusu değil. Tamamının gerekli zemin etüdleri yapılmış, dereyle ilgili ıslah çalışmaları yapılmış. 500 yılda bir görülecek bir sel geliyor maalesef bodrum katlarında vatandaşlara ağır faturayı ödettiriyor. Olayın üzeri kapatılamaz. Bodrum katların imarı konusunu da değerlendireceğiz, gerekli önlemleri alacağız. Gazetelerde mimar ve mühendisler konuşuyor. TOKİ'ye bir yazı gelmedi, niye bu yalan. Hayatını kaybetmiş insanlar üzerinden rant devşirme gayretine kimse girmesin. TOKİ bu ülkenin en başarılı kurumlarından biri. TOKİ sayesinde 415 bin aile ucuz, sağlam bir çatıya kavuştu. Size ne oluyor ya? Bugüne kadar hayal edemediniz ey CHP. TOKİ bu tür salvolarla yıkılacak bir kurum değil. Birkaç olumsuz örnekten yola çıkarak bu kadar başarılı bir kurumun hedef yapılması insafsızlıktır. Çıkıyor TOKi öğrencilere yurt yapsın diyor. TOKİ'ye bu yetkiyi zaten Meclis verdi. Haberi yok." Erdoğan konuşmasında Türk jetinin düşürülmesi sonrasında yaşanan gelişmelere de değindi. Erdoğan şunları kaydetti: "Akdeniz'de uçakla irtibatın kesildiği andan itibaren Genelkurmay gerekli incelemeleri yaptı. Sonuçlar son derece şeffaf ortaya kondu. Uçağımız uluslararası hava sahasında Suriye'den 13 mil uzakta isabet aldı. Bunun sonucunda Suriye karasularına sapma yaparak 8.5 mile düştü. Hiçbir uyarı yapılmadı. Bu parçalar çıktıktan sonra füze mi, uçaksavar mı ortaya çıkacak. Her ülkenin hava sahası ihlal edilirken, silahsız uçağımıza saldırıldı. 5 kez Suriye helikopterleri hava sahasını ihlal etti, uyarımızı yaptık hava sahası terk edildi. Hava sahası ihlal edildi anında vur, bu olağan bir şey değil. Uçağımıza hiçbir uyarı yapılmadan tamamen düşmanca saldırı düzenlendi. Bu gerçek ortaya kondu. Siyasi partilerin genel başkanlarını davet ettik. Haritalar üzerinde sunumlar yapıldı. Kılıçdaroğlu sadece pilotların şehit olup olmadığını sordu. Bir-iki ufak soruları oldu. Bakıyorsunuz, bizden ayrıldıktan sonra Kılıçdaroğlu kamuoyuyla paylaşılan şeyleri bizimle konuştular dediler. Biz seni oraya niye çağırdık? Kamuyla paylaşılmayan soruyu sorarsın, alamazsan cevabını alamadık dersin. ## Genelkurmay'a değil, ABD'li gazeteye itibar ediyorlar Türkiye'ye karşı tavrı net olan ABD gazetesi uçağın Suriye karasularında vurulduğunu iddia etti. Kayseri'den o gazeteye çağrı yaptım, mertsen açıkla dedim. Açıklayamazsan namertsin dedim. Ülkemizden de onun izinde yürüyenler var. Böyle bir ismi veremiyorlar. Başbakan'a yakın çevreden aldığımız bilgilere göre... Niye ismini vermiyorsun? Karakter meselesi, dürüst değiller. İstisnaları katmıyorum. Bu gazete bunu her zaman yaptı, yapıyor. Önemli olan Türkiye'den belli kuruluşların, CHP'nin ABD gazetesinin borazanlığını yapıyor olmalarıdır. Genelkurmay'a değil, ABD'nin uydurma haber yayınlayan gazetesine itibar ediyorlar. Türkiye'de Suriye'nin devlet güdümlü gazeteleri kadar Suriye rejimini savunan gazete ve yazarlar vardır. Suriye'yi savunan politikacılar ve partiler var. Esad, uçakla ilgili konuşmuyor. Kılıçdaroğlu, Esad adına yeterince konuşuyor. CHP Genel Başkanı düşürülen uçakla ilgili milli bir duruş sergilemedi. Siz bu senaryoda neden piyonsunuz? Biz çizilen ve uygulanmak istenen bu senaryonun farkındayız. Türkiye üzerinde operasyon gerçekleştirilmesine izin vermeyiz. CHP Genel Başkanı'nın uçağımızla ilgili tavrı şehit olan pilotların hatırasını inciten bir tavırdır. ## KPSS sorunsuz, temiz 16 AB Bakanı Türkiye hakkında bir ifade kullanıyor. 'İlham verici bir örnek' diyorlar. Bundan CHP rahatsız oluyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı bunlara mektup yazıyor. Mealen 'Türkiye'yi övmeyin, örnek bir ülke değil' diyor. Bu zat geçmişte de Dışişleri Bakanlığı yapmış bir zat. Bu nasıl bir zihniyettir. İşte CHP budur. ÖSYM tarafından KPSS yapıldı. Sınavın ardından bir sitede sahte soru kitapçığı yayınlandı. Terör örgütü bunu yapıyor, buna CHP sahip çıkıyor. Geçen sene olmayan bir maille bakanıma yüklendi. Twitter Kılıçdaroğlu. KPSS sorunsuz temiz bir şekilde gerçekleştirildi. " ## Adam mı bulamadız? Tutuklu vekillerin durumuyla ilgili kararı yargının vereceğini belirten Erdoğan, "Bir kısım davaları sulandırma ve tutukluları aday gösterme olayı muhalefetin ülke gündemine taşıdığı bir sorun. Adam mı bulamadınız vekil yapmak için? Cezaevlerinin içine mi kaldı işiniz? Her şey ortaya daha güzel çıkıyor. 3. yargı paketinde buna özel düzenleme yapılmadı. Biz tutuklu vekillerle ilgili parlamento çağrısına evet demeyeceğiz. Atılan adımlar tüm tutuklu ve hükümlülere yöneliktir" diye konuştu. ## Okuyucu Yorumları
237859
haber
Başbakan'ın kızı Esra Albayrak da darbeye karşı mitingde yürüdü
null
# Başbakan'ın kızı Esra Albayrak da darbeye karşı mitingde yürüdü ## Ellerinde Türk, Mısır, Suriye ve Filistin bayrakları ile Rabia işareti bulunan döviz ve flamalar taşıyan gruptakiler, zaman zaman tekbir getirip, slogan attı Ankara'da düzenlenen mitingin ardından dün de İstanbullular "Mısır ve Suriye için BM ile Batı'ya 100 binlik mesaj" sloganıyla Saraçhane'de buluştu. Mitinge, Başbakan **Tayyip Erdoğan** 'ın kızı **Esra Albayrak** da katıldı. Mısır'da darbe karşıtlarına yönelik katliam ile Suriye'deki kimyasal silah saldırısını protesto etmek için Genç Hareket oluşumu önderliğinde Saraçhane Parkı'nda toplanıldı. Yeni Şafak gazetesinden **Yunus Göksü** 'nün haberine göre, İnsan ve Medeniyet Hareketi çatısı altındaki Genç Hareket oluşumu önderliğinde, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle örgütlenen kişiler, Mısır ve Suriye'deki katliamlara dikkati çekmek için "Mısır ve Suriye için BM ile Batı'ya 100 binlik mesaj" sloganıyla bir araya geldi. İstanbul'un farklı yerlerinden otobüs ve otomobillerin bulunduğu araç konvoylarıyla mitinge gelen vatandaşlar, parkı doldurdu. Ellerinde Türk, Mısır, Suriye ve Filistin bayrakları ile Rabia işareti bulunan döviz ve flamalar taşıyan gruptakiler, zaman zaman tekbir getirip, slogan attı. Parkta, Müslüman Kardeşler'in öldürülen kurucusu Hasan el-Benna, Mısır rejimi tarafından idam edilen yazar Seyyid Kutub ve Mısır'ın seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin fotoğraflarının bulunduğu Türkçe, Arapça ve İngilizce "Katlettiniz, Astınız, Yedirmeyiz" ve "Ya Müntakkim Allah, bizi intikamına memur et, şehitler borcunu ödedi, sıra bizde ümmet", "Mazlumu öldüren zalimin kurşunu değil, ümmetin suskunluğudur", "İhvan üzülme imam-hatip nesli seninle" yazılı pankartları yer aldı. Dün, parkın çevresine ve içine, Seyyid Kutub, Şeyh Ahmet Yasin, Mehmet Akif Ersoy, Aliya İzzet Begoviç ve Malcom X'in sözlerinin yazılı olduğu pankartlar ile parktaki Fatih heykeline Kur'an-ı Kerim'den ayetler, katliamı kınayan yazılar, fotoğraflar, posterler, bayraklar ve karikatürler asıldı. Konuşmaların yapılacağı platformun arka tarafında, üzerinde Türkçe, Arapça, İngilizce "Kardeşlik bedel ise Mısır'a destek zamanı", "Adeviyye'ye kardeş meydan Saraçhane" yazıları asıldı. Türk, Mısır, Suriye ve Filistin bayrakları ve Rabia işaretinin bulunduğu flamalarla donatılan parkta, üzerinde Rabia işareti bulunan dev bir balon yer aldı. ## Okuyucu Yorumları
121904
haber
Batman – Habizbin - Hizbullah
null
# Batman – Habizbin - Hizbullah ## ... Şu anda kendimi yokluyorum ve ruh sağlığımda yolunda gitmeyen "bir şeyler" olduğunu... Kaç yıllık alışkanlığımı bozdum; salı akşamı bilgisayarı açmadım; Galatasaray – Beypazarı Şekerspor maçını izlemek üzere televizyonun başına çöktüm. Kendi kendime "Demek Galatasaray’ın Beypazarı takımıyla maç yapacağı günleri de görecekmişiz" diye güldüm; maç 11-0 mı biter, 17-0 mı gibisinden tahminler yaptım. Öyle ya tek bir futbolcusunun fiyatı, Beypazarı takımının tümünden fazla olan bir Galatasaray var ortada ve bu maç Ali Sami Yen’e veda maçı... Maç başladı, formadaki sarı-kırmızı olmasa takımları karıştırabilirdim. Beypazarlı delıkanlılar karşılarındakinden hiç de aşağı değillerdi ve hatta fazlaları vardı. Nitekim ilk golü de attılar. Zapladım. Göztepe maçı olmadıkça TV’de ya da stadyumda maç seyretmeme kararımı yeniden yürürlüğe soktum. Keşke yapmasaymışım. Esneye esneye de olsa Galatasaray- Beypazarı maçını seyretseymişim. Zaplayıp zıplayınca ilkin NTV’ye düştüm. Mirgün Cabas konuklarını karşısına almış "Hizbullah olayı"nı konuşturuyor. Hazır zaplama-zıplama aşamasındayken komşu kanala bakayım dedim. Ahmet Hakan CNN Türk’te konuklarını (ki sayılarını yine abartmıştı) ekrana dizmiş, "Hizbullah olayı"nı tartıştırıyor. Bir ona bir buna zıplayarak ikisini de neredeyse sonuna kadar seyrettim. Şu anda kendimi yokluyorum ve ruh sağlığımda yolunda gitmeyen "bir şeyler" olduğunu şiddetle hissediyorum. Domuz bağlı ürkünç cinayetlerin, "enseye tek kurşun", "arkadan gelip kafatasına satır indirme" cinayetlerinin örgütü, o kanlı ve karanlık Hizbullah’tan bir legal siyasi parti, mütedeyyin insanların buluştuğu bir cemaat, hatta neredeyse bir sivil toplum kuruluşundan söz edercesine konuşuluyordu. İş bir ara "Hizbullah, Menzil tarikatından kaç kişiyi öldürdü, Menzil tarikatı Hizbullah’tan kaç kişiyi öldürdü" sorusuna kadar vardı. Menzilciler 22 Hizbullah yandaşını öldürmüş; Mehmet Faraç’ın verdiği bilgiye göre Hizbullah da Menzil tarikatından 144 kişiyi öldürmüş. Ama bu sanki "Hizbullah-Menzil" basketbol maçı 144 - 22 bitti" gibi konuşuluyor. İçim üşüdü. Son dakikaları seyretmedim. * * * 16 yıl geriye döneceğim. Cumhuriyet’teydim. İlhan Selçuk yukarı çağırdı. Gülerek "Seni telef etmeye karar verdim. Batman’a gidiyorsun. Şu faili meçhulleri bir kurcala bakalım" dedi. O günlerde Batman’ın adı bile ürkütücüydü. Kentte bir yıl içinde işlenen "faili meçhul" cinayetler 209’a ulaşmıştı. Batman’a indim. Otele çantamı koydum. Koşuşturmalar duyuldu. Resepsiyondaki delikanlı "Birini daha vurdular besbelli" dedi. Otelden çıktım. Herkesin gitmediği ama baktığı yöne yürüdüm. Demiryolunun kenarında, bir gün önce yağan yağmurdan kalan su birikintilerinden birinin kıyısında bir ceset yatıyordu. Enseden tek kurşun ! Ölüme kanıksamış Batmanlı ilkokul öğrencilerinden üçü beşi cesedin çevresinde kümelenmiş, bir kısmı su birikintisine saçılmış beyin parçalarını ayaklarının ucuyla dürterek "Vuran herif a-ha bu yana kaçtı. Silahı aldığı seyyar tantunici de a-ha bu yana" diye ters yönleri gösterip aralarında **sohbet** ediyorlardı. Batman’daki faili meçhul cinayetlerin sayısı 210’a yükselmişti. * * * Batman’da üç gün kaldım. Korkunun kara bir bulut gibi kentin üstüne çöktüğü günlerdi. İkindi ezanı okunduktan az sonra dükkan kepenkleri hızla iniyor ve Batmanlılar karanlık basmadan evlerine kaçıyorlardı. Üç günümün öyküsü uzun ve bu yazının konusu değil. Yoksa gözlerinin derinliklerine kadar gülen Kürt arkadaşım Habip Kılıç’ın yok edilişini, Silvan girişinde otobüsten indirilen iki yaşlı Kürdün jandarmalarca sille tokat, tekme dipçik indirilip götürülüşünü, DEP milletvekili Mehmet Sincar’ın çarşının göbeğinde Hizbullah marşları uluyan bir kalabalığın gözleri önünde vuruluşunu, Batman’da beni bulup, Diyarbakır’da bir Hizbullah evine götürenlerle yaptığım ilginç ve ürkünç söyleşiyi anlatmak vardı... Geçelim. Ama Batman’da otelin lobisinde DYP Batman İl Başkanı ile yapılan bir sohbeti geçmeyelim... Ya pervasızdı ya zekaca durgun. Ama ulusal medyadan bir gazeteci ile ilk kez karşılaşmış olmalıydı. Sormadan konuşmaya, deşmeden ötmeye başladı. PKK’li Kürtlere Batman’ı nasıl zindan ettiklerini uzun uzun ve ayrıntısıyla ve tabii öğünerek anlattı. Kentte ihtiyaç fazlası seyyar tantunicilerin aslında silah zulalamak için yerleştiğini doğruladı. Sonra sıra Hizbullah’a geldi. Kendisi Hizbullahçı değildi (öyle dedi). Ama Hizbullah ve askeriye kolkola girmiş; kente ve çevrede PKK’li yaşatmıyorlardı. Batman yöresinin güçlü aşireti Habizbin silahlı Hizbullah mililtanlarının kaynağıydı. Tugay’da eğitiliyorlardı. Son dediğine "inanmaz" göründüm. Yuttu. Tarif etti. "Silvan yönüne git. Tugayın eğitim alanlarına bak,göreceksin" dedi. "Hep oradalar işte, dedi. Hemen görürsün..." İki gün sonra Batman’dan ayrılırken baktım ve gördüm... Adam yalan söylemiyordu. O pervasız devam etti. Bu çocuklar orada yetişiyor; işi erbabından öğreniyor, aslan gibi birer rambo oluyorlar. Bizim burada Habizbinliler için Apaçiler denir, biliyor muydun? Boş yere ‘Batman ovası, mücahit yuvası’ denmedi..." Bu görüşme Cumhuriyet’te yayınlandı. Bizimki köpürmüş. "Dava açacağım. Hepsi yalan" dedi. "Konuşma bantlarını dinlemek ister mi" diye haber yolladım. Bir daha sesi soluğu çıkmadı. * * * Salı gecesi, TV tartışmaları "Hizbullah canileri hasıl tahliye edilir" sorusundan çok uzaklara taştı ve Hizbullah neredeyse yasal bir cemaat, salt dini kaygıları olan masum bir topluluk ve demokratik bir ülkede yeri olabilecek bir örgütmüşcesine tartışılmaya başlandı. İçim üşüdü. Bu yazıyı yazarken içim hâlâ üşüyor... ## Okuyucu Yorumları
170650
haber
BDP, göç illerinde yaşayan Kürt seçmeni kazanabilir mi?
null
# BDP, göç illerinde yaşayan Kürt seçmeni kazanabilir mi? ## Kürt siyasal hareketinin 'çekirdek iller'de aldığı oy oranları konusunda dikkat çeken bir diğer nokta... AHMET KARDAM**Yazının 1. bölümü için TIKLAYIN** Çekirdek İller Arasındaki Farklar Kürt siyasal hareketinin "çekirdek iller"de aldığı oy oranları konusunda dikkat çeken bir diğer nokta, bu bölgenin 16 ili arasında görülen farklardır. Bu farkları, bölgenin 16 ilini üç gruba ayırdığımız** Grafik 3** ’te ve altındaki tabloda izlemek mümkün. Bölge illerini "A Grubu", "B Grubu" ve "C Grubu" olarak üçe ayırırken 2009-2011 arasında oy oranlarındaki değişimin büyüklüğünü esas aldık.** Grafik 3** ’ün altındaki tablonun "Değişim: 2009-2011" başlıklı sütunu her ilin ve il grubunun 2009-2011 dönemindeki oy oranlarındaki değişimi gösteriyor. Tablodaki iller, yukarıdan aşağıya, bu iki seçim arasındaki oy oranı değişiminin en büyük olduğu ilden en küçük olduğu ile doğru sıralanmıştır. "A Grubu"nda, bu değişimin diğer illerden belirgin biçimde yüksek olduğu üç il yer alıyor. "B Grubu", bu değişimin artı olduğu, ama "A Grubu"na kıyasla belirgin biçimde daha düşük olduğu altı ili içeriyor. "C Grubu"nda yer alan yedi il ise, 2009-2011 arasında BDP’nin oy kaybına uğradığı illerdir. Bu tablonun üstündeki **Grafik 3** ’te, her üç il grubunun ortalama oy oranları görülüyor.**A Grubu:**BDP 2011 seçiminde "çekirdek iller"de aldığı toplam 1.573.474 oyun yüzde 24,6’sını "A Grubu"ndaki üç ilden almıştır. Bu üç ili, "B" ve "C" illerinden ayıran başlıca özellikleri şunlardır: 2007 yılında "çekirdek iller"e dahil diğer illerin hepsinde ciddi oy düşüşleri yaşanırken, "A Grubu"nun ilk iki ili olan Hakkari ve Şırnak’ta DTP’nin oylarında artış olmuştur. 2007 sonrasında—Mardin de dahil—"A Grubu"nun her üç ilinde de, hem 2009’da hem de 2011’de, yüksek oranda oy artışları olmuştur. 2011 seçiminde, "B Grubu"nun oyları sadece 2,4 puan artarken ve "C Grubu" illerinde ise oy düşmeleri yaşanırken, "A Grubu"nun oy ortalaması 9,5 puan artmış ve BDP’nin bu üç ildeki oy ortalaması yüzde 50’nin üzerine çıkmıştır. **B Grubu:** BDP’nin "çekirkdek iller"deki oylarının 17,7’sini oluşturan bu grupta altı il yer alıyor. 2007 yılında bu illerin hepsinin oy oranlarında düşme oldu. Grubun o yılki seçimde yaşadığı oy kaybı ortalaması 4,6 puandır. 2009 il genel meclisi seçiminde, Tunceli hariç, grupta yer alan diğer 5 ildeki oy artışları 2007’deki oy kayıplarını telafi etmiş, oy düzeyleri 2002’deki oy oranının üzerine çıkmıştır. "B Grubu"nun 2009’daki oy oranı 2002’deki oy oranından 2,5 puan daha yüksektir. Bu grupta yer alan altı ilin tamamının oyları, 2009-2011 dönemimde de artış göstermiş, grubun ortalama oy artışı 2,4 puan olmuştur. Fakat bu artış, "A Grubu"ndaki üç ilin kaydettiği artışın ancak dörtte biri kadardır. Ayrıca, "A Grubu"ndan farklı olarak, 2011 yılında oy artışının hız kestiği de görülmektedir. 2007-2009 arası 7,1 puan olan oy artışı, 2009-2011’de 2,4 puana gerilemiştir. **C Grubu:** Diyarbakır, Van, Batman ve Şanlıurfa gibi "çekidek iller"in en önemli ve en büyük illerinin yer aldığı, toplam sayıları yedi olan bu iller, BDP’nin 2011’de "çeper iller"den aldığı oyun yüzde 57,7’sini oluşturmaktadır. "C Grubu" illerinin ortak özelliklerinin şunlar olduğu görülüyor: - Bu yedi ilin hepsinde Kürt siyasal hareketinin oyları 1995 ve 1999 yıllarında istisnasız artmıştır. - 2007 yılında ise yine istisnasız, hepsinde düşmüş ve bu düşüş "B Grubu" illerindeki ortalama düşüş kadar olmuştur (4,6 puan). - 2009 seçiminde, yine istisnasız, hepsinde oy oranları ciddi artışlar göstermiş, grubun ortalama oy oranı, 2007’deki kayıpları telafi ettiği gibi, 2002’deki düzeyinin de üstüne çıkarak yüzde 32,5’a ulaşmıştır. - 2011’de ise, yine istisnasız, hepsinin oy oranlarında düşüş yaşanmıştır. "C Grubu" illerini diğer iki il grubundan ayıran en önemli ortak özellikleri budur. 2001 seçiminde bu il grubunun oy oranındaki ortalama düşüş 1,1 puandır. Çeper İller Değerlendirme kapsamındaki 7 "çeper il"in kayıtlı seçmen sayısı olarak büyüklüğü "çekirdek iller"in aşağı yukarı tamamına eşit olmasına rağmen, BDP’nin 2011’deki toplam oyları içindeki payı sadece yüzde 5,0’dır. O bakımdan, Kürt siyasal hareketinin genel oy oranı üzerindeki etkisi de o kadardır. "Kürdistan" diye adlandırılan bölgenin illeri olmalarına rağmen bu bölgenin seçmenlerinin davranışları, daha çok bölgenin batı komşuları olan Kayseri, Sivas, Erzincan ve Bayburt’daki seçmenlerin davranışlarına benzemektedir. Kürt siyasal hareketinin 1995-2011 yılları arasında "çeper iller"deki seçimlerde aldığı sonuçlar **Grafik 4** ’te ve altındaki tabloda görülüyor. Bu tabloda dikkati çeken belli başlı noktalar şunlardır: - "Çeper iller"in 1995-2002 arasındaki oy oranlarında istikrarlı bir artış olmadığı görülüyor. 1995’de yüzde 3,7 olan oy oranı 1999’da yüzde 3,3’e düşmüş, 2002’de tekrar yükselerek yüzde 4,5 düzeyine ulaşmıştır. Bu oran, "Çeper iller"de bugüne kadar ulaşılmış en yüksek oy oranıdır. - 2007 seçiminde bu oran yarı yarıya azalarak yüzde 2,2’ye kadar gerilemiş ve sonraki seçimlerde bir miktar yükseliş göstermişse de, yüzde 3,0 düzeyine bile erişememiştir. Bu illerdeki toplam kayıtlı seçmen sayısı 2002-2011 arasında 794.884 kişi artmış olmasına rağmen, BDP’nin 2011’deki seçmen sayısı 2002’deki 160.022’ye bile ulaşamamış durumdadır. Sayısı yedi olan "çeper iller"in her birinin oy oranları **Tablo 5** ’te görülüyor. Bu tablonun son iki sütununda 2007-2009 ve 2009-2011 arasındaki oy oranı değişiklikleri gösterilmiştir. Bu iki sütundaki rakamlardan çıkan sonuçlar şöyle özetlenebilir:*(*) Elazığ’ın 2001’e ait oy oranı, 2009’daki oy oranının aynı olacağı varsayımıyla yapılan tahmindir.* - 2007’de oy oranının yarı yarıya düşmesinden sonra, 2009’da, Hatay hariç, geriye kalan altı ilin hepsinde DTP’nin oy oranları yükselmiştir. - Buna karşılık, 2009-2011 arasında, oy oranlarında düşüş görülen il sayısı üçe çıkmıştır (Malatya, Hatay ve Kahramanmaraş). - Diğer illerdeki oy oranı artışları sayesinde, 2009-2011 dönemimde ortalama artış 0,2 puan olmuştur. Bu artışa rağmen, artış hızı 2007-2009 dönemine göre azalmıştır. - Özellikle dikkat çeken il Erzurum’dur. BDP’nin bu ilde 2011’de ulaştığı oy oranı, 2009’daki oy oranına kıyasla 2,5 puanlık bir artışla yüzde 6,9’a ulaşarak, 2002’deki yüzde 7,3’lük oy oranını neredeyse yakalamıştır. Göç İlleri BDP’nin, sayısı 17 olan "Göç illeri"nden 2011 seçiminde aldığı oylar, değerlendirme kapsamındaki 40 ilin tamamından aldığı oyun yüzde 32,5’ini oluşturmaktadır. O bakımdan, "göç illeri"nin ağırlığı ve önemi, alınan oyların sadece yüzde 5’ini oluşturan "çeper iller"le kıyaslanamayacak kadar daha fazladır. Kürt siyasal hareketinin 1995-2011 arasında yapılmış seçimlerde "göç illeri"ndeki oy oranları **Grafik 5** ’te ve altındaki tabloda görülüyor. Bu tablodan çıkan sonuçlar şöyle özetlenebilir: - 1995’ten 2002’ye kadar HADEP ve DEHAP’ın bu illerdeki oy oranları mutedil ama istikrarlı bir artış göstererek yüzde 2,6’dan yüzde 3,4’e kadar yükselmiştir. - 2007 seçiminde oy oranı yüzde 44’lük bir azalışla yüzde 1,9’a düşmüştür. 2009 ve 2011 seçimlerinde DTP ve BDP oyları tekrar yükselişe geçmişse de, "çeper iller"de olduğu gibi, 2002’deki oy oranına bir daha ulaşılamamıştır. - 2009 seçiminde oy oranı 0,8 puan artarak (yani yüzde 42’lik bir artışla) yüzde 2,7’ye kadar yükselmiş, ama 2011 seçiminde bu yükseliş büyük ölçüde hız kesmiş, 2009-2011 arasında sadece 0,1 puanlık (yüzde 3,7’lik) bir artışla ancak yüzde 2,8’e ulaşabilmiştir. Göç İlleri Arasındaki Farklar Tıpkı "çekirdek iller"de olduğu gibi, "göç ileri" arasında da incelenmeyi hakkeden farklılıklar gözleniyor. Bu farklılıklar **Grafik 6** ’da ve altındaki tabloda izlenebiliyor. Orada görüldüğü gibi, bölgenin 17 ili, 2009-2011 arasındaki oy oranlarındaki değişimin büyüklüğüne göre, biri "A Grubu" ötekisi "B Grubu" olmak üzere, iki gruba ayrılmıştır. "A Grubu"nda yer alan 10 il, 2009-2011 arasında oy düşüşü yaşanmamış olan illerdir. "B Grubunda" yer alan 7 il ise, aynı dönemde oy oranlarında düşüş olan illerdir. Grafik 6’nın altında yer alan tablonun son iki sütunu 2007-2009 ve 2009-2011 arasında her ilin oy oranındaki değişimi göstermektedir. BDP’nin 2011 seçiminde "göç illeri"nden aldığı toplam oyun bu iki grup arasındaki dağılımı şöyledir: "A Grubu" yüzde 72,2; "B Grubu" yüzde 27,8. Bu grafik ve tablonun gösterdikleri şöyle özetlenebilir: 1995-2011 arasındaki bütün seçimlerde, "B Grubu"nda yer alan 7 ilin oy oranı ortalamaları "A grubu"ndaki 10 ilinkilerden daha yüksek olmuştur. Her iki il grubunda da ortalama oy oranları 2002’ye kadar istikrarlı bir artış göstermişlerdir. 2007’deki kırılmada, "A Grubu"nun ortalama oy oranı 1,3 puan (yüzde 40), "B Grubu"nun ortalama oy oranı da 1,8 puan (yüzde 46) düşüş göstermiştir. 2007-2009 arasında, her iki grupta yer alan illerin hepsinde, istisnasız, oy oranları yükselmiştir. "A Grubu"ndaki illerde ortalama oy oranı artışı 0,5 puan (yüzde 26), "B Grubu"ndakilerde 0,8 puan (yüzde 26) olmuştur. Fakat 2009-2011 arasında bu ikil grubu arasında farklılaşma olduğu görülüyor. **A Grubu:**Bu gruptaki illerin 2007-2009 arasındaki oy oranı artışı 0,5 puanken, bu artış 2009-2011 arasında sadece 0,2 puan olmuştur. Bir başka deyişle, oy oranındaki artış hızı düşmüştür. Bu hız kesilmesi, altı ilde (İzmir, Aydın, Antalya, İstanbul, Sakarya ve Bursa’da) görülmektedir. Diğer dört ilde (Konya, Kocaeli, Yalova ve Ankara) artış hızı ya aynı kalmış ya da küçük miktarlarda artmıştır. **B Grubu**: Bu gruptaki illerin 2007-2009 arasındaki ortalama oy oranı artışı 1,8 puan olurken, 2009-2011 arasında değişim tersine dönmüş, ortalama oy oranında 0,2 puanlık bir düşüş yaşanmıştır. "Göç illeri"nin iki önemli ili, oy oranlarında düşüş yaşanan bu grupta yer almaktadır: Adana ve Mersin. Adana’daki düşüş 0,1 puan, Mersin’deki düşüş 0,5 puandır. Bu iki il, BDP’nin "B Grubu"nda en yüksek oranda oy aldığı illerdir: Yüzde 6,5 ve yüzde 8,1. Bütün bu yüzde ve puan hesaplarını somut rakamlara döktüğümüzde ortaya çıkan tablo nedir? Bir siyasi partinin bir seçimden diğerine aldığı oy sayısındaki değişme iki parçadan oluşur. Birincisi bir seçimden öteki seçime oy oranındaki artışın ya da azalmanın neden olduğu oy sayısı artışı yada azalması; ikincisi, bir seçimden öteki seçime kayıtlı seçmen sayısındaki artıştan aldığı pay nedeniyle meydana gelen oy sayısı artışı. BDP’nin 2011’de "göç illeri"nde aldığı toplam oy sayısı 816.085’tir. Bir önceki seçim olan 2009 il genel meclisi seçiminde DTP’nin bu illerden aldığı oy sayısı 753.535’ti. Aradaki fark 62.550’dir. İki seçim arasında oy puanındaki artış 0,1’dir. Eğer oy oranı hiç artmasaydı, BDP 2011’de 793.588 oy alacaktı. Demek ki, bu 0,1 puanlık artışın kazandırdığı oy sadece 816.085 – 793.588 = 22.497’dir. Geriye kalan 40.053 oy, 2009-2011 arasında toplam kayıtlı seçmen sayısındaki artıştan kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle, BDP’nin oy oranı hiç artmasaydı bile, 2011’deki toplam oy sayısı yine de, salt kayıtlı seçmen sayısındaki artıştan ötürü, 40.053 daha fazla olacaktı. "Göç illerindeki bu 0,1 puanlık oy artışının, "A Grubu" illeri (oy oranları artan iller) ile "B Grubu" illeri (oy oranları düşmüş olan iller) arasındaki dağılımı şöyledir: "Göç illeri"nin en önemlileri olan İstanbul, Adana ve Mersin’e baktığımızda görülen durum şöyledir: İstanbul’da oy oranı 2011’de 0,1 puan artmıştır. Bu artışın 2011’de kazandırdığı oy artışı sadece 9.447’dir. Adana’da oy oranı 2011’de 0,1 puan düşmüştür. Bu düşüşün BDP’ye kaybettirdiği seçmen sayısı 1.476’dır. Mersin’de oy oranı 2011’de 0,5 puan düşmüştür. Bunun BDP’ye kaybettirdiği seçmen sayısı 5.506’dır. Sonuç Ayrı ayrı ele aldığımız "çekirdek", "çeper" ve "göç" illerinin bir arada, toplu fotoğrafını **Grafik 7** ’de görmek mümkün. Bu üç il grubunu birbirleriyle kıyaslanabilir hale getirmek için, hepsinin 2002 yılındaki oy oranlarını 100 kabul ederek diğer yıllara ait oy oranlarını buna göre standartlaştırdık. 2002 yılının baz alınmasının nedeni, her üç il grubunda da bu yılın bir kırılma noktası oluşturmasıdır. **Grafik 7** ’de görünen fotoğraf, üç bölgeyi ayrı ayrı ele alırken söylediklerimizi daha da belirginleştirmektedir. Her üç il grubunun da 2009-2011 arasındaki oy oranları artış hızında belirgin bir yavaşlama vardır. Örneğin, "çekirdek iller"de—2007’deki kırılmayı bir yana bırakırsak—2002’ye ait 100,0 endeks değeri 2009’da 122,1’e yükselerek 22,1 puan artarken, 2009-2011 arasındaki artış sadece 0,3 puandır. "Çeper iller" ile "göç illeri"nin fotoğrafları birbirlerine çok benzemektedir. Her iki il grubunda da 2007 seçimlerinde kaybedilen oyların geri alınması mümkün olmamıştır. "Çeper iller"de 2007’de 48,1’e kadar düşmüş olan endeks değeri 2009’da 59,0’a çıkarak 10,9 puan artmış, ama bu artış hızı 2009-2011 arasında 5,5 puana gerilemiştir. "Göç illeri"nde 2007’deki oy kaybı "çeper iller"e göre daha azdır ve 2007’den 2009’a oy artışı "çeper iller"dekinden daha hızlıdır. 2007’de 57,4’e düşmüş olan endeks değeri 2009’da 81,2’ye çıkarak 23,4 puan artmıştır. Ama 2009-2011 arasındaki hız kesmesi "çeper iller"dekinden de daha sert olmuş; oy oranındaki artış sadece 2,3 puandan ibaret kalmıştır. Oy oranlarındaki bu artış hızı azalmasının her üç il grubunda da görülüyor olması bunun rastlantısal değil, yapısal bir durum olabileceğini düşündürtüyor. Eğer öyleyse, "çekirdek iller" de dahil olmak üzere, Kürt siyasal hareketinin izleyegeldiği politikalarla sağladığı oy artışları bir doyum noktasına yaklaşıyor olabilir mi? Bu soruya bağlı olarak ya da ondan bağımsız olarak şu sorular da akla gelebilir. Bu analizi, irdelenmesinde yarar gördüğüm aşağıdaki sorularla bitirmek istiyorum: - "Çekirdek iller"de, Ak Parti’nin oy oranının yüzde 33,3’e ulaşmış olduğu ve müzakere masasına oturmayı reddedip Kürt sorununu "güvenlik sorunu"na indirgediği koşullarda, Kürt siyasal hareketinin yüzde 33,7’ye varmış olan oy oranı tespit edilmiş politik hedeflere ulaşılması için ne ölçüde yeterlidir? - 2011 seçiminde, aralarında Diyarbakır, Van, Batman’ın da yer aldığı yedi ilde görülen 1,1 puanlık oy oranı düşüşünün, BDP’nin 2009’daki seçmenlerinden—belki şimdilik önemsenmeyecek kadar az olsa bile—3.000 kadarını yitirmiş olmasının nedenleri nelerdir? - "Çekirdek iller"de, BDP dışındaki partilere oy veren ve sandık başına gitmeyen seçmenlerin önemli bir oranının, Kürt sorunun çözümü konusunda BDP’nin, Demokratik Toplum Kongresi’nin, PKK’nin temel taleplerini destekledikleri halde, BDP’ye oy vermemelerinin nedenleri nelerdir? - "Çekirdek iller"de ortalama oy oranının önemli oranda artırılması, özellikle "göç illeri"nde ciddi oy artışları sağlanmasını gerektirmez mi? "Göç illeri"nin bugün yüzde 2,8 olan oy oranın iki yıl sonra yapılacak il genel meclisi seçiminde en azından 2002’deki yüzde 3,4’lük düzeyine çıkartılması gerekmez mi? Bu orana ulaşabilmek için 2011’deki seçmen sayısında (kayıtlı seçmen sayısındaki artış dışında) 160.000 dolayında net bir oy artışı gerekir. Geçtimiz iki yılda (2009-2011 arasında) "göç illeri"nde sadece 22.500 kadar olabilmiş oy artışını yedi kat artırarak en az 160.00’e vardırabilmek için ne yapılması gerekir? - "Göç ileri"nde yaşayan toplam Kürt seçmenlerin sayına ilişkin bir veriye sahip değilim. Sadece, İstanbul’daki Kürt seçmenlerinin sayına ilişkin güvenli sayılabilecek bir veri var. Konda’nın 2010 yılında yaptığı araştırmanın verilerine göre, bu ildeki 18 yaş ve üzeri Kürt nüfusun toplam yetişkin nüfus içindeki oranı yüzde 17,5 kadardır. Bu oranı 2011’de İstanbul’un kayıtlı seçmen sayısına uyguladığımızda 1.256.732 rakamını elde ederiz. 2011 seçiminde "Blok" adaylarının bu ilde aldıkları toplam oy 357.893’tür. Bunun toplam Kürt seçmenlerine oranı yüzde 28,5’tir. "Blok" adaylarına verilen oyların sadece Kürt seçmenlerinden gelmediği açıksa da, bu oran yine de küçümsenecek bir rakam değildir. Ama BDP’ye oy vermeyen, geriye kalan yaklaşık yüzde 70’lik Kürt seçmen kitlesi de (yaklaşık 850.000’lik bir kitle) görmezden gelinemeyecek bir büyüklüktür. "Göç illeri"nde yaşayan Kürt seçmenlerin en azından yarısının desteğini sağlayamayan Kürt siyasal hareketi o illerde yaşayan diğer kimliklerden seçmenlerden alacağı oy oranını yükseltmeyi ne ölçüde umabilir? **Dipnotlar**: 1- 15.07.2011 günü Süleymaniye Camisi çıkışında verdiği demeçten ve 10.08.2011 günü partisinin Ankara’da yapılan iki toplantısındaki konuşmalarından. 2- Konda Araştırma, Kürt Meselesi’nde Algı ve Beklentiler, İletişim Yayınları, İstanbul 2011, s. 88, 92. ## Okuyucu Yorumları
199550
haber
BDP'den çağrı: Nevruzu yarın Kazlıçeşme'de kutlayacağız
null
# BDP'den çağrı: Nevruzu yarın Kazlıçeşme'de kutlayacağız ## Demirtaş, hükümetin aldığı erteleme ve yasaklama kararının kendileri açısından meşruiyeti olmadığını belirtti **T24 -**BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, İstanbul ve Diyarbakır'da valiliklerin izin vermemesine rağmen yarın nevruzu kutlayacaklarını söyledi. Polislerin karakolardan çıkmamasını isteyen Demirtaş, Diyarbakır'daki nevruz alanındaki ses cihazlarına el konulduğunu belirterek, "Valilik, Emniyet suç işliyorsa, bizim tavsiyemiz yarın suç işlemeye devam etmesinler. Emniyet müdürlüklerinin, karakolların içinden çıkmasınlar, gerginlik çıkmasın. Gerginlik yaratan kendileridir. Halk kendi nevruzunu kutlayacaktır" dedi. Diyarbakır Valiliği'nin yarın nevruz kutlamalarına izin vermeyerek, 21 Mart gününün gösterilmesi üzerine BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Van Bağımsız Milletvekili ve DTK Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk ile parti binasında basın toplantısı düzenledi. Demirtaş, hükümetin bu yıl nevruzu açıkça yasaklamaya cesaret edemeyeceği için 21 Mart'ta kutlanması yönünde devlet kararı aldığını söyledi. "Bu nedenle 21 Mart hariç, mitinglerimizin tamamı yasaklandı. İki gün önce bize bile tebligat yapılmadan basın aracılığıyla duyuru yapılarak nevruz etkinlikleri yasaklanmış oldu. AKP'nin yasağına karşı daha önce planlanmış 127 merkezin hiç birinde Nevruz planlama ve kutlamamızı iptal etmediğimizi halkımıza duyuruyoruz. İstanbul ve Diyarbakır dahil olmak üzere ayın 21'ine kadar planlanmış ne kadar etkinliğimiz varsa, tamamı yer ve saat değişmeden aynı şekilde hayata geçirilecek. AKP sadece mitinglerimizi yasaklamıştır. Nevruz kutlamaları yasaklanmamıştır. Dolayısıyla aynı yer ve saatte nevruz kutlaması yapacağız. Miting yapma şansımız olmayabilir. Bu nedenle nevruz kutlamaları yasaklı değildir, engellenemez. Halkımız bu kararlılıkla nevruz kutlamalarına sahip çıkacaktır." Hükümetin aldığı erteleme ve yasaklama kararının kendileri açısından meşruiyeti olmadığını belirten Demirtaş, şöyle devam etti: ## 'Kanuni hiç bir dayanağı yoktur' "Bu idari karardır. Hukuki, kanuni hiç bir dayanağı yoktur. Meşru değildir. Meşruiyet olmayan, suç teşkil eden kararı halkımız tanımayacaktır. Ortada bir kanuna uygun durum söz konusu değildir. Tam tersine halkın nevruzu kutlaması hukuki, meşrudur. Valilik ve İçişleri Bakanlığı'nın kararları hukuki dayanaktan yoksundur. Suç işleyen bir hükümete karşı halkımız doğru tutum neyse onu alacaktır. Biz bir kez daha bütün nevruz kutlamalarına hiçbir şekilde engel ve yasak yokmuş gibi katılımın en güçlü düzeyde olması çağrısını yapıyoruz . İstanbul'da da aynı şekilde arkadaşlarımız hazırlıklarını devam ettiriyor. Ayın 19'u 20'si ve 21'ine ilişkin tüm planlamalarımız devam edecektir." ## Okuyucu Yorumları
220010
haber
BDP'li Sakık ile AKP'li Metiner arasında kavga
null
# BDP'li Sakık ile AKP'li Metiner arasında kavga ## BDP'li Sakık ve AKP’li Metiner, birbirlerine ağza alınmayacak laflar söyledi. BDP Grup başkanvekili Pervin Buldan, AKP’li Metiner'e, 'Kürt halkından içtiğin su, yediğin yemek zehir zıkkım olsun' dedi **Hülya Karabağlı/ Ankara** TBMM'de '2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı' görüşmelerine BDP Muş Milletvekili **Sırrı Sakık** ile AKP Adıyaman milletvekili **Mehmet Metiner ** arasındaki kavga damga vurdu BDP'li Sırrı Sakık ve AKP’li Metiner, birbirlerine ağza alınmayacak laflar söyledi. BDP Grup başkanvekili **Pervin Buldan,** AKP’li Mehmet Metiner’e, "Kürt halkından içtiğin su, yediğin yemek zehir zıkkım olsun" dedi. TBMM Genel Kurulu’nda BDP’li **Sırrı Sakık** ile AKP’li **Mehmet Metiner** ağza alınmayacak sözlerle kavga etti. Bütçe görüşmelerinde çıkan kavgada, "adisin", "terbiyesiz adam", "edepsiz adam, "yalaka", "kasap" gibi hakaret dolu sözler sarfedildi. BDP Grup başkanvekili **Pervin Buldan**, AKP’li **Mehmet** ** Metiner’**e, "Kürt halkından içtiğin su, yediğin yemek zehir zıkkım olsun" dedi. ## ‘PKK’nin şiddetine karşı çıkmıyorsanız ilkeli değilsiniz’ **Mehmet Metiner**, 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Tasarısının 5. madde üzerinde şahsı adına yaptığı konuşmada, "Siz PKK'nın şiddetine karşı çıkamıyorsanız devletin şiddetine karşı çıktığınızda tek yanlı olarak karşı çıktığınızda ilkeli sayılmazsınız. PKK'nın şiddet tarihinde onlarca Uludere vardır. PKK'nın şiddet tarihinde onlarca Kürt kanı vardır. Eğer ilkeliyseniz PKK'nın yarattığı Uluderelere de karşı çıkmak durumundasınız, çünkü PKK'nın elinde Kürt kanı var. PKK'nın isteklerini uygun düşünmüyorsanız zaten Kürt kabul edilmiyorsunuz" dedi. ## 'Sen adisin, şerefsizlik etme' BDP Muş Milletvekili **Sırrı Sakık** da, sataşma nedeniyle söz isteyerek, "Aslında cevap vermeye değer değilsin" dedi. Metiner de, yerinden, "Sen hiç değilsin" diyerek karşılık verdi. Ardından iki vekil arasında karşılıklı tartışma yaşandı. Oldukça sinirli görünen Sakık kürsüdeki su dolu bardağı eline aldı, ancak bardaktaki su yere döküldü. Sakık, "Sen adisin, şerefsizlik etme öyle" dedi. Tansiyonun yükselmesi üzerine Meclis Başkanvekili **Mehmet Sağlam**, "ayıp oluyor beyler" dedi ve oturuma 5 dakika ara verdi. Oturuma ara verilmesine rağmen Sakık ve Metiner arasındaki tartışma devam etti. Bazı vekiller kürsüde bulunan Sakık'ın yanına geldi ve tartışmanın büyümesini önledi. Ancak iki vekil arasındaki karşılıklı sözlü tartışma uzun süre devam etti. ## 'Sen kasapsın' Sakık, "Yalakalık yapma. Edepli ol. İnsan değilsin, kasap sensin" diyerek bağırdı. Kürsüden yerine geçen Sakık ile Metiner arasındaki tartışma devam etti. Metiner, "Hodri meydan" diye bağırırken Sakık, "Sen şiddeti hak eden bir adamsın" diye konuştu. Genel Kurul’da ara verilen oturum sonrası tekrar söz alan AKP’li Mehmet Metiner, " Eğer ilkeliyseniz PKK’nın şiddetine de, PKK’nın yarattığı Uluderelere de karşı çıkmak zorundasınız çünkü PKK’nın elinde Kürt kanı var. Haydi Türk Mehmetler için ağlamıyorsunuz, bari Kürt Mehmetlerin hukukunu savununuz. Ha Türklük adına ulus inşa etmeye kalkışmışsınız, ha Kürtlük adına ulus inşa etmeye kalkışmışsınız. Geçmişte makbul Türk yaratmak adına herkes hizaya sokulmak istendi. Şimdi de makbul Kürt yaratılmak isteniyor. PKK’nın isteklerine uygun düşünmüyorsanız zaten Kürt kabul edilmiyorsunuz" dedi. ## 'PKK’nin tarihinde onlarca Uludere var' BDP’lilere PKK üstünden yüklenen Metiner konuşmasına, "İnsanda az biraz ilke olur, ilkesi olanlar bir şeyi eleştirirken bin kez düşünürler. Siz, PKK’nın şiddetine, terörüne karşı çıkamıyorsanız, devletin şiddetine karşı çıktığınızda, tek yanlı olarak karşı çıktığınızda ilkeli sayılmazsınız. PKK’nın şiddet tarihinde onlarca Uludere, onlarca Kürt kanı vardır. PKK bugün bölgede silahlı bir vesayet rejimi kurmak istiyor ve büyük ölçüde bunu başarmış durumdadır. ## 'Yargıçlarımız Silivri’ye koyarken' Tek devlet, tek bayrak, tek resmi dil, tek vatan diyen Öcalan'ın kendisidir. Tekçi zihniyete karşıysanız, ulu önder olarak kabul ettiğiniz Öcalan'ın bu zihniyetine neden tek bir laf etmiyorsunuz. Bu mu sizin özgürlük anlayışınız. Biz devletten kaynaklı şiddet politikalarına da karşıyız, örgütten kaynaklı şiddet politikalarına da karşıyız. Biz faili meçhullerle mücadele ederken, o faili meçhullerle adı anılanları yargı kararıyla Silivri'ye koyarken yargıçlarımız, Abdullah Öcalan 'Kürt meselesinde çözüm isteyenler Silivri'ye konuluyor' diyor. Öcalan bile Ergenekon davasına sahip çıkarken, siz kalkıp bugün farklı şeyler söylüyorsunuz. Kürt faşizmine hep birlikte karşı çıkmanız lazım.' Metiner’in bu sözlerine CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel, "Vay, vay vay! ‘Biz Silivri’ye koyarken’ haa! Sonra ‘yargıçlarımız’ ha! Aferin be, hadi bakalım, aferin sana!" diye laf attı. ** İşte kavga sırasında kullanılan o sözler:** Adi, şerefsiz, insan kasabı... Sakık: Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum. Aslında cevap vermeye değer değilsin. Metiner: Sen hiç değilsin! Sakık: Sen değilsin ve sen adisin! Başkan: Çok ayıp oluyor beyler. Sakık: Adi! Şerefsizlik etme öyle! Metiner: Sen adisin! Başkan: Çok ayıp oluyor, çok ayıp oluyor beyler. Sakık: Lan sen… Oturumu yöneten Başkanvekili Mehmet Sağlam birleşime ara verdi. Ancak verilen arada da kavga devam etti. Sakık, Metiner’e, "Terbiyesiz, şerefsiz" diye bağırırken, Metiner de Sakık’a, "İnsan kasabı" dedi. AKP’liler ve BDP’liler birbirinin üzerine yürüdü. AKP Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı ile BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan tartıştı. Kaplan’ın Sağlam’a, "Kadın olmak bir izan gerektirir" dediği duyuldu. Bahçekapılı ise "Sersem" karşılığını verdi. Arbede de bazı AK Partili milletvekilleri BDP sıralarına yürüdü. ## 'Senin kürtlükle bir alakan yok' Ara verilen oturumdan sonra kürsüye çıkan BDP’li Sırrı Sakık, Metiner’le uzun yıllar HADEP’te siyaset yaptığını söyledi. "Evimizin kapısını açtık kendisine. Böyle bir hukukumuz var. Eşimiz çocuğumuz kendisine hizmet etmiştir. Senin Kürtlükle bir alakan yok. Sen bizim günahımızsın" dedi. ## ‘Hadep’e gittim günahsa günah’ Sakık’ın sözleri üzerine kürsüye gelen Metiner, "O dönemde Öcalan silahlı güçlerini sınır dışına çekti. HADEP de, ‘Türkiye Partisi olmak istiyoruz’ diyordu. Ben de ‘Barışa katkı’ için HADEP’e gittim. Evet günahsa günah. Size güvenmekle hata etmişiz. O günkü HADEP tek devlet, tek millet, tek resmi dil diyordu. BDP’nin durduğu yer HADEP’in durduğu yer değil. Öcalan ‘Ne mutlu Türküm diyene sözünü açıklarken, ‘Burada söz edilen etnik değil kültürel milliyetçilik’ diyor. BDP’li arkadaşlardan alkış bekliyorum. Sırrı Sakık Kürt ise ben Kürt olmamayı tercih ediyorum" dedi. BDP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan da, Sakık’a "HADEP hiçbir zaman tek millet demedi. Tek bayrak dedi bugün de tek bayrak diyor ama hiçbir zaman tek millet demedik. Kürt ekmeğini yediniz. Yediğiniz her lokma zehir zıkkım olsun" dedi. ## Okuyucu Yorumları
230892
haber
Bebek Starbucks'ın tuvaletine gizli kamera yerleştirilmiş
null
# Bebek Starbucks'ın tuvaletine gizli kamera yerleştirilmiş ## Kameranın bir çalışan tarafından yerleştirildiği belirtildi Bebek Starbucks şubesinde kadınlar tuvaletine gizli kamera yerleştirildiği ortaya çıktı. Bir televizyon kanalında çalışan kadın muhabir, dün akşam saatlerinde gittiği ünlü kahve zinciri olan Starbucks’ın Bebek şubesindeki tuvaleti kullanmak istedi. Tuvaletten içeriye girdiğinde gizlenmiş kamerayı farkeden kadın muhabir, olayı mağaza müdürüne bildirdi. Ancak mağaza müdürünün duruma kayıtsız kalması üstüne kadın muhabir polisi aradı. Kadın muhabir tuvalete gizli kamera yerleştiren Starbucks çalışanından şikayetçi oldu. Polis olayla ilgili soruşturma başlattı ve güvenlik kameraları incelemeye alındı. ## Starbucks özür diledi Konuyla ilgili Starbucks Türkiye tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Bebek mağazamızda görev yapan bir çalışanımızın adının karıştığı tatsız olay, bizi derinden üzmüştür. Olay, Emniyet birimlerine intikal etmiş olup, ilgili kişi hakkında ve olaya konu cep telefonu ile ilgili inceleme başlatılmıştır. Starbucks Türkiye, münferit olarak gerçekleşen konunun açıklığa kavuşturulması için, büyük hassasiyetle, ilgili birimlerle işbirliği içinde çalışmaktadır. Olayın ortaya çıkmasının ardından, söz konusu çalışan hakkında gerekli işlemler ivedilikle başlatılmış olup, kendisi görevinden uzaklaştırılmıştır. Soruşturma sürecinin tamamlanmasını takiben, gerekli her türlü aksiyon tarafımızca alınacaktır. Starbucks, misafirlerinin güvenliğine büyük önem vermekte ve bunu sağlamak için her zamanki hassasiyeti ile faaliyetlerini sürdürmektedir" ## Okuyucu Yorumları
104098
haber
Behice Boran 23. ölüm yıldönümünde anılıyor
null
# Behice Boran 23. ölüm yıldönümünde anılıyor ## Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve Urfa Milletvekili, sosyolog Behice Boran, ölümünün 23. yıldönümünde anılıyor... **T24** - Eski Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve Urfa Milletvekili, sosyolog Behice Boran, ölümünün 23. yıldönümü olan 10 Ekim 2010 Pazar günü, saat 13:00’te, Zincirlikuyu'da mezarı başında anılacak. Bu yıl doğumunun 100’üncü yıldönümü olan Behice Boran, 1910 yılında, işçi sınıfı mücadelesinin bayram günü olan "1 Mayıs"ta, Bursa’da doğmuştu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ni bitiren Boran, İstanbul Üniversitesi’nde felsefe, ABD’de Michigan Üniversitesi’nde sosyoloji okudu. Sosyoloji eğitimi sırasında Marks’ı ve Marksizm’i tanıyan Behice Boran, Türkiye’ye dönüşünde, Mayıs 1939’ta Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde "sosyoloji doçenti" olarak çalışmaya başladı. Türkiye'nin ilk kadın parti genel başkanı Savunduğu sosyalist dünya görüşü nedeniyle 1948’de üniversiteden uzaklaştırılan Behice Boran, daha sonra İstanbul’da Barışseverler Cemiyeti’ni kurdu. Boran’ın başkanı olduğu cemiyet 1950’de Menderes Hükümeti’nin Kore Savaşı’na asker göndermesine karşı çıktı. Bu amaçla Galata Köprüsü’nde bildiri dağıtan Boran ve arkadaşları gözaltına alındıkları bu eylemden yargılanarak 15 hapse mahkûm oldular. 1962'de TİP’e üye olan Boran, 1965 seçimlerinde Urfa'dan milletvekili, 1970’teki TİP 4. Büyük kurultayında da genel başkan seçilerek Türkiye'nin ilk kadın parti genel başkanı oldu. Bu kurultayın bir önemi de "Kürt meselesi" konusunda aldığı kararlardı. "Türkiye’nin doğusunda Kürt halkı yaşamaktadır" diye başlayan ve "hakim sınıflar ile faşist iktidarların Kürtler üzerinde baskı, terör ve asimilasyon politikaları uyguladıkları; sırf Kürt oldukları için onları ekonomik olarak geri bıraktırdıkları" ile devam eden bu kararlar, 12 Mart 1971 muhtırasının ardından cunta yönetimi tarafından TİP’in kapatılmasına ve Behice Boran’ın da 15 yıl hapse mahkûm edilmesine gerekçe oldu. '1 Mayıs’ta Merter'den Taksim'e dinlene dinlene gidecektik' Behice Boran 1974 yılında ilan edilen genel aftan yararlanarak serbest kaldı. 1975'te tekrar kurulan TİP'in genel başkanı seçildi. Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin yılmaz savunucusu, mücadelesine kaldığı yerden devam etti. 1978 yılında tüm ülkede sıkıyönetim ilan edilmiş, 1979’da da Taksim’de 1 Mayıs’ın kutlanması yasaklanmıştı. Yasağa direnen bir tek TİP, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamaya kararlı olan da Genel Başkan Behice Boran’dı. 1 Mayıs 1979 sabahı Behice Boran ve 171 TİP’li, Merter’den Taksim’e doğru yürümeye başladı. Ne var ki yürüyüşleri fazla uzun sürmedi , sıkıyönetim güçleri tarafından gözaltına alındılar. Gözaltına alındığı sırada kafasına bir de dipçik darbesi yiyen, o tarihte 69 yaşındaki Behice Boran’a, mahkemede hakim "Ne yapmak için çıktınız sokağa" diye sordu. Boran, "1 Mayıs’ı kutlamak için" dedi. -"Nerede kutlayacaktınız?" - "Daha önce de söylediğim gibi Taksim’de…" - "Taksime mi gidecektiniz?" - "Evet Taksime gidecektik…" - "Yol uzak, o kadar yolu nasıl gidecektiniz?" - "Dinlene dinlene gidecektik…" 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından yurtdışına çıkan Behice Boran, askeri cuntaya karşı mücadelesini Brüksel’de (Belçika) sürdürdü. Boran, Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) adı altında birleşeceğini duyurduktan iki gün sonra, 10 Ekim 1987’de, Brüksel’de hayata veda etti. Boran'ın cenazesi 16 Ekim 1987’de Ankara’da TBMM’de yapılan töreninin ardından 18 Ekim 1987’de İstanbul’da, Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. ## Okuyucu Yorumları
231076
haber
Beyaz Show, izleyicisi Gezi Parkı protestosuna gidince iptal oldu
null
# Beyaz Show, izleyicisi Gezi Parkı protestosuna gidince iptal oldu ## Kanal D stüdyosunda Beyaz Show için toplanan öğrenciler yayın başlamadan stüdyoyu terk ederek Taksim'de gerçekleşen Gezi Parkı direnişine katılmaya gitti. - A + Kanal D stüdyosunda Beyaz Show için toplanan öğrenciler yayın başlamadan stüdyoyu terkederek Taksim'de gerçekleşen Gezi Parkı direnişine katılmaya gitti. Kanal yönetimi ise programı iptal etti. Taksim'de günlerdir süren Gezi Parkı direnişine bir destek de öğrencilerden geldi. Beyaz Show'un bugunkü yayını için stüdyoda toplanan farklı üniversitelerden öğrenci grupları yayın başlamadan hemen önce stüdyoyu terketti. Öğrenciler Taksim'deki Gezi Parkı direnişine katılmak üzere kanaldan ayrılırken kanal yönetimi bu akşamki Beyaz Show programının iptaline karar verdi. ## Okuyucu Yorumları
216446
haber
Köpek balıklarının beyni insan beynine benzerlik gösteriyor
null
# Köpek balıklarının beyni insan beynine benzerlik gösteriyor ## Yopak, güçlü elektrik sinyali göndererek köpekbalığının algısını yanıltmaya yarayacak teknolojinin bugüne kadar her denemede başarısız olduğunu belirtti Büyük beyaz köpek balıkları, son bir yıl içinde Avustralya’nın batı kıyısı ve ABD kıyıları başta olmak üzere çok sayıda insanı öldürdü. Bilim insanları, büyük beyazköpekbalıklarının saldırı yöntemlerini inceledikleri çalışmalarda elde ettikleri bulgulara göre, bu canlıların beyni ile insan beyni arasında büyük benzerlikler olduğunu ortaya çıkardı. Büyük beyaz köpekbalıkları, dünyanın dört bir yanında sörfçülerin kabusu olmaya devam ediyor. Avustralya hükümeti, 10 ay içinde beş kişiye saldırarak öldüren beyaz köpekbalıklarıyla mücadele etmek için ‘yakala-öldür’ yasası açıklarken, dev balıkları insanlardan uzak tutmak için yeni teknolojiler geliştiriliyor. Batı Avustralya Üniversitesi’ndeki araştırmacılar ise beyaz köpekbalıklarına yönelik araştırmalarında, dev balıkların insanlara düzenledikleri saldırıların iç boyutunu ortaya koyan sonuçlar elde etti. Köpekbalığı uzmanı olan Kara Yopak, 150 türün beyinleri üzerinde yaptıkları analizler sonucunda, büyük beyaz köpekbalıklarıyla insanların beyinleri arasında büyük benzerlikler olduğunu ortaya çıkardı. Yopak, "Büyük beyaz köpekbalıklarının beyinlerinde görsel algıyı değerlendirmek için büyük kısımlar yer alıyor. Bu köpekbalıkları aynı zamanda kendilerinden uzak durmaya çalışan canlıların hareketlerini daha iyi tespit edebiliyor" dedi. Brain, Behaviour and Evolution dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, bugün beyaz köpekbalıklarını insanlardan uzak tutmak için kullanılan en yaygın teknoloji, balığın başında bulunan ve avın yaydığı zayıf elektrik sinyallerini tespit etmesini sağlayan elektrik hassasiyetli gözeneklere müdahale edilmesi. ## Küçük beyin, güçlü algılar Yopak, güçlü elektrik sinyali göndererek köpekbalığının algısını yanıltmaya yarayacak teknolojinin bugüne kadar her denemede başarısız olduğunu belirtti. Avustralyalı araştırmacı, büyük beyaz köpekbalıklarının beyinleri üzerinde yapılacak araştırmalarla, yeni ve işe yarayan önlemler bulabileceklerini ifade etti. Yopak, "Köpekbalıkları, zehirli bir deniz yılanının izlerini fark edebilir ve ondan uzaklaşabilir. Biz de buna benzer bir yöntem geliştirebiliriz... Bu kapsamda köpekbalıklarının sinir sistemlerini çok iyi anlamamız gerekiyor" dedi. Birçok köpekbalığının memeliler ve kuşlarla aynı büyüklükte beyne sahip olduğuna dikkat çeken Yopak, büyüklüklerine kıyasla küçük beyinleri olan köpekbalıkları için ‘ufak beyinli yeme makineleri’ ifadesini kullandı. Son zamanlarda köpekbalığı saldırıların artmasına da değinen kadın araştırmacı, "artan nüfusun ve su sporlarının yaygınlaşmasında da bunun etkisi olduğunu" ifade etti. ## Okuyucu Yorumları
202335
haber
'Bi dünya oyun' bizi bekliyor
null
# 'Bi dünya oyun' bizi bekliyor ## Fatih Üniversitesi Büyükçekmece Kampüsü'nde gerçekleşecek olan festivalde, oyunlar başta olmak üzere söyleşi ve atölye çalışmaları da yer alacak Fatih Üniversitesi tarafından bu yıl 8'incisi düzenlenen tiyatro festivali yarın başlıyor. Fatih Üniversitesi Büyükçekmece Kampüsü'nde yapılacak festival, 24 Nisan-4 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek. Fatih Üniversitesi Sahne Sanatları Ofisi, gelenekselleştirerek devam ettirdiği tiyatro festivalinin bu yıl 8.sini "bi dünya oyun" sloganıyla gerçekleştiriyor. Festivalde çeşitli üniversite ve özel tiyatro grupları tarafından oynanacak oyunlar, ünlü tiyatro sanatçılarıyla söyleşiler, atölye çalışmaları, açık hava gösterileri ve müzik dinletileri yer alacak. 24 Nisan Salı günü saat 13.00'teki açılış programında ünlü tiyatro sanatçısı Gülriz Sururi'ye onur ödülü takdim edilecek. Tiyatro festivalini herkesi tiyatro ile buluşturmak için yaptıklarını belirten Sahne Sanatları Ofisi Sorumlusu Aydemir Gültekin, "Sanat dünyası olarak büyük eksikliğini çektiğimiz tiyatro sanatını icra etmeye devam ederken, bir yandan da mevcut imkanlarla tiyatroyu sanatseverlerle buluşturuyoruz. Geleneksel olarak devam eden tiyatro festivalimizin bu yıl 8. kez perdeleri açılacak. Yine çok sayıda tiyatro grubu ve oyuncu, sanat ve toplum için buluşacak. Fatih Üniversitesi olarak, böylesi önemli faaliyetleri yapmaktan büyük heyecan ve mutluluk duyuyoruz" dedi. ## Okuyucu Yorumları
225198
haber
Bir duruş, bir bakış ve taklidi imkânsız bir stildi Müslüm Gürses
null
# Bir duruş, bir bakış ve taklidi imkânsız bir stildi Müslüm Gürses ## Taraf gazetesi yazarı Mehmet Güreli, hayatını kaybeden sanatçı Müslüm Gürses'in ardından yazdı... **Mehmet Güreli** ** (Taraf - 7 Mart 2013)** ## Müslüm Baba'ya veda... Elleriyle, gözleriyle anlatırdı şarkıları o... Bir gün tek kelime Türkçe bilmeyen birine dinletmiştim ** Olmasa Mektubun** şarkısını. **"Anlıyorum"**, demişti, defalarca çalmamı istemişti. **Manos Loizos** ’un bestesi, **Murathan Mungan** ’ın sözleriyle her şeyi anlatıyordu onun sesiyle buluştuğunda. Bir duruş, bir bakış ve taklidi imkânsız bir stildi **Müslüm Gürses**. Bir **Bob Dylan** söylediğinde de Müslüm Baba, müziğin esrarını, büyüsünü yüreğiyle, beyniyle harmanlıyordu. Hangi ezgiyle, hangi melodiyle yola çıksa nefesi şarkıya kendi imzasını, kendi damgasını vuruyordu. Şarkı onda yeniden doğuyor, yeni bir hayat buluyordu. Bir kuş oluyor, bize doğru uçmaya başlıyordu. Siz onu algılamasanız da, dinlemeseniz de o uçmaya devam ediyor ve o erişilmez alçakgönüllü tavrıyla size gülümsemeden edemiyordu. Müslüm Baba bana her zaman herkesin tanıdığı biri olmanın ötesinde, herkesi tanıyan, herkesin derdini okuyan, düştüğü kaldırımın, çıkamadığı merdivenin özelliklerini bilen, taşıyan biri olarak görünmüştür. Bugün de zaman zaman, yer yer hâkim olan o küçümseyen, hakir gören, aşağılayan, kendilerini farklı zanneden kesimlerin birilerini keşfetmeleri hep zor olmuştur. Hatta keşfettikleri de pek söylenemez. Daha çok bakma, dinleme zamanlarının geldiği çeşitli kılıklarda fısıldanmış gibidir. Belki de modadır bunun adı. Bilinçaltına yollanan, artık onların da sayılabilecek bir rahatlama kılavuzu gibi bir şey. Yine de kendini gizlemekten, yalancılıktan kurtulduklarının ilk adımları sayılabilir... Sonra cenazede itilmeyi üzerlerine almamaları gibi bir şey... Böyleleri de dinlerdi onu; ama onun için herkes aynıydı, hiç önemli değildi. O sakin bir günün, dingin bir ruhun ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Aynıydı her dakka, ayrım yoktu... Bir derviş gibi, paradan puldan uzak bir anlayışın adamıydı. Çok sevilmenin de ne olduğunu biliyordu, ezilmişliğin de. Hatta, küçümsenmenin de, bir pul gibi alınıp satılan insanların gözyaşlarını silmenin de... İlk sahne yıllarında kendine zarar veren hayranlarının da ayakta kalmalarının tek nedeniydi. İnsanlar onun sayesinde hayata küsmekten vazgeçip bir umut şarkısına kavuşabileceklerine inanmaya başlamışlardı. Bu öyle insanları hiç tanımamış olanların pek kolay anlayacakları bir olgu da değil; hele doktora tezi sözkonusu bile değil. Bu sevmenin, gururun, paylaşmanın adı; unutulmuş ya da kaybolmuş bir duygu demetinin yeniden yaratılması belki. Onlar kendilerini yaralamıyorlardı, onlar zaten yaralıydılar. Ve onun şarkılarında sessizce kapanmıyordu yaralar, sarılıyorlardı. Onun duruşu, kültürlerinin duvarını örüyordu, bakışı yüreklerini deliyordu, iç dünyalarıyla buluşuyordu. Müslüm Baba gizemli duruşuyla onları kahredici her durumdan yeni sokaklara, yeni yollara davet ediyor; müzikle uzun bir yolculuğa çıkarıyordu. Müslüm Baba’yı alkışlamaya gittiklerinde bir şölene dönüşüyor her şey. Oysa daha sonraları onlara katılan, kendilerini saklayanlardan söz etmeye bile değmez. Kimsenin onları fark etmedikleriyle avunur onlar. Belli etmediklerine inandıkları dakikalarda neler geçer akıllarından? Zaten çağlar içinde her şey birbirine karışır. Oysa her şey unutuldu, geride kaldı. Onun hiç hoşuna gitmeyecek şeyler geçti önünden... Ayrımcı değildi ama gerçek yolcuları hemen tanırdı. Müslüm Gürses hep aynı gözlerle baktı insanlara. Tıpkı **Muhterem Nur** ’u, **Memduh Ün** ’ün yönettiği ** Üç Arkadaş** ’ta seyreder gibi. Hayran, sevgi dolu ve umutlu... Gözleri barışı hep talihsizliğin önüne koyardı. Sesi her zaman sakin bir akşamüstünün yorgunluğunu taşısa da, öfkenin uzağındadır yürüyüşü. Küçümseyici, değersizleştirici her kelime, her kavram, her bakış kendi yoluna gider; ona yaklaşamaz bile. O elinde sigarası, çayını yudumlarken bir tablonun içinde yer almayı seçti. Kahkahası, yaralı gururu eşlik etti hepimize. Yaptığı hiçbir şey kişiliğini sarsmadı, benzemedi başkalarına. Güle güle Müslüm Baba... ## Okuyucu Yorumları
218487
haber
Bir Hukuk Garabetinin Öyküsü: A’dan Z’ye Pınar Selek davası
null
# Bir Hukuk Garabetinin Öyküsü: A’dan Z’ye Pınar Selek davası ## Bu dava serüveninde birçok tuhaf ya da inanılmaz olaylar, olgular birbiri peşi sıra yaşandı, yaşanmaya devam ediyor... - A + **Akın Atalay** ** Avukat** Bundan yaklaşık 14,5 yıl önce 9 Temmuz 1998 günü İstanbul’da, tarihi Mısır Çarşısı’nın girişindeki bir yiyecek büfesinde patlama oldu. Patlamanın sonucunda 7 kişi hayatını kaybetti 100’ü aşkın kişi yaralandı. Böyle bir patlama nedeniyle ilk akla gelen, bunun bir terör saldırısı olduğu ve büfeye konulan bir bombadan kaynaklandığıydı. İstanbul polisi ve adli makamlar derhal olayla ilgili soruşturma başlattılar. Önce, patlamanın meydana geldiği yer ve çevresinde keşif yapıldı, deliller ve veriler toplandı. Olay yerine gelip araştırma ve inceleme yapan bomba uzmanı polis yetkilileri, patlamanın meydana geldiği gün ve izleyen 10 gün içinde, "olay yeri inceleme tutanağı", "kriminal ekspertiz raporu", "olay yeri inceleme raporu" adında toplam 6 tane tutanak ve rapor düzenledi. Bu tutanak ve raporlarda tespit edilen ortak nokta şu şekilde belirtiliyordu: "bomba bulgusuna rastlanmamıştır", "bombaya ait olabilecek herhangi bir parça, madde veya malzemeye rastlanmamıştır". Nitekim, bu ekibin başında bulunan bomba uzmanı bir başkomiser, duruşma aşamasında da tanık olarak dinlenilmiş ve patlamanın bombadan kaynaklandığına dair hiçbir ize rastlamadıklarını, tüpgaz kaçağı tabana yayıldığı için böyle bir patlama meydana gelmiş olabileceğini beyan etmiştir. Pınar Selek, Mısır Çarşısı’ndaki patlama olayından bağımsız olarak, tümüyle farklı bir nedenden dolayı 11 Temmuz 1998 günü (yani Mısır Çarşısındaki patlamadan iki gün sonra) İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi tarafından gözaltına alındı. Kendisine yöneltilen suçlama, PKK terör örgütünün üyesi olduğu yönünde idi. Selek, yedi gün süresince poliste gözaltında tutuldu, kendisi bu süre boyunca hiç kimse ile görüştürülmedi, Filistin askısı ve elektrik verme dahil sürekli birçok işkenceye tabi tutuldu. Bu süreçte, işkence sonucu çıkan kolu için, emniyette düşerek kolunun çıktığı yönünde bir tutanak düzenlendi. Yedinci günün ardından çıkarıldığı, dönemin DGM askeri savcısı ve DGM hakimi huzurunda da işkence altında kabul ettirilen, zorla, baskıyla, işkenceyle ve tehditle imzalatılan ifadeleri kabul ettirildi. Selek, gözaltına alınışından tutuklanıp cezaevine gönderilene kadar geçen süreçte tek bir avukatın yardımından yararlanmasına izin ve olanak tanınmamıştır. Yapayalnız bırakılmıştır. Bildiğiniz gibi, bugün artık avukatın olmadığı bir ifadenin, yasal olarak hiçbir değeri ve kıymeti bulunmamakta, böyle bir ifade mahkeme hükmüne gerekçe yapılamamaktadır. Fakat, o dönemlerdeki rutin uygulama tersine idi. Pınar’ın gözaltında bulunduğu süreçte, yoğun işkence gördüğü, sonraki süreçte alınan tıbbi raporlarla ortaya çıkarılmıştır. Bu anlattıklarımın, Mısır Çarşısı’ndaki patlamayla hiçbir ilgisi yok, zaten o tarihte, yukarıda da aktardığım gibi polis Mısır Çarşısı’ndaki patlamanın bombadan meydana gelmediğini inceleme ve araştırmaları neticesinde tespit etmişti. Nitekim, Pınar’a da Mısır Çarşısı olayıyla ilgili olarak ne poliste, ne savcılıkta, ne de hakim önünde doğrudan ya da dolaylı olarak tek bir soru yöneltilmiyor. Tutuklanmasından 10 gün sonra 28 Temmuz 1998 günü, DGM savcısı iddianamesini yazıyor ve Pınar Selek hakkında PKK terör örgütünün üyesi olduğu suçlamasıyla, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilmesi talebiyle dava açıyor. Pınar Selek hakkında dava açıldıktan 15 gün sonra, yani 12 Ağustos 1998 günü, Edirne polisi, yasadışı yollardan Yunanistan’a kaçarak PKK örgütünün kamplarına katılacağı iddiasıyla Baran Öztürk adında bir kişiyi gözaltına alır. Bu kişinin yapılan sorgulamasının ardından da, bir iki gün içinde 21 kişi daha PKK örgütü üyesi olmak, Küçükyalı ve Maltepe semtlerindeki bazı eylemlere karışmak suçlaması ile yakalanırlar. Bu andan itibaren tuhaf gelişmeler başlıyor. Yakalanan kişilerden birkaçı, poliste –pek muhtemel olarak özgür iradeleri(!) ile ve hiçbir baskı altında kalmadan(!) verdikleri- ifadelerinde, eylemlerin talimatını, bombaları Pınar Selek’ten aldıklarını beyan ediyorlar. Hatta, bu tuhaflık yetmez gibi, içlerinden Abdülmecit Öztürk adındaki birisi, Mısır çarşısındaki patlamanın da kendi eylemleri olduğunu ve bombayı Pınar’la birlikte planlayıp eylemi birlikte gerçekleştirdiklerini bir anda itiraf ediveriyor… Polisin, -herhalde binbir güçlükle- elde ettiği bu itiraf üzerine, artık olayların akışı ve gerçeğin rengi bir anda değişiyor. Bombaya dair tek bir iz, bulgu ve belirti bulunamayan Mısır çarşısındaki patlamanın bombadan meydana geldiğine dair yeni bir kurgu ortaya çıkıyor. Bu kurgu doğrultusunda, savcılık yeni bir bilirkişi heyeti tayin eder, birisi Prof. Sevil Atasoy başkanlığında bir heyet. Bu kişiler, yeni kurguya uyumlu ve fakat teknik anlamda yetersizliklerle dolu olan 2 Kasım 1998 günlü raporu savcılığa verirler. Bu raporda, daha önce uzman polis ekiplerinin muhtelif raporlarının yetersiz olduğu ve olay yerinde patlamanın bombadan kaynaklanmış olabileceğini gösteren nitroselüloz izlerine rastlandığı belirtiliyordu. Böylece, bir yandan, bu raporla Mısır çarşısındaki patlama artık bir bombalı eylem haline dönüştürülmüş oluyor, öte yandan da Abdülmecit Öztürk adındaki kişinin itirafı ve onun itirafı doğrultusunda yanında kaldığı halasının da ifadesi ile Mısır çarşısındaki bomba eyleminin Pınar tarafından Abdülmecit ile birlikte yapıldığı kanıtlanmış oluyordu. Davanın açılmasına ve Mısır çarşısındaki patlamanın bombadan meydana geldiğine ilişkin savcılığın ürettirdiği yeni rapor, davanın ilerleyen aşamalarında, davayı yakından izleyenlerin bildiği gibi yerle bir oldu, çürütüldü… Ama, hani şu bomba patlamasının Pınar’a ilişkin tanıklıklarında da çok ilginç gelişmeler üst üste yaşandı… Şöyle ki gözaltında iken polislerin ısrarlı ricalarını(!) kıramayarak, gerçekleri (!) itiraf etmeye karar veren Abdülmecit Öztürk, Mısır çarşısına bombayı, Pınar’la birlikte koyduklarını ve bu bombaları kendi halasının evinde birlikte hazırladıklarını itiraf etmişken; gözaltı süresi bittikten sonra DGM savcısının huzuruna çıkarıldığında, Mısır çarşısı olayını bilmediğini, Pınar Selek’i tanımadığını, bunların tümünün uydurmaca ve komplo olduğunu, işkence altında kendisine polis tarafından zorla imzalattırıldığını savcıya söylemiş ve savcılık ifadesine bunları yazdırabilmişti. İşte, savcıya ifadesini verdikten birkaç dakika sonra, ilahi bir mucize daha gerçekleşti… Savcının kararını vermesine kadar, polisler tarafından adliyedeki yan odaya götürülen ve orada bekletilen Öztürk, o yan odada, emniyette kendisini sorgulayan polislerle beraberken, bir anda savcıya söylediklerinden, emniyetteki ifadesini reddetmiş olmaktan herhalde vicdanen pişmanlık duymuş olacak ki (!) hemen oracıkta, biraz önce savcıya verdiği ifadeye ekleme yapmak istediğini söyleyerek yeni bir ifade daha veriyordu. O ifadesi yazılı hale getiriliyor, altına da Öztürk’le birlikte imzalaması için savcının adı soyadı yazılıyordu. Fakat, her ne hikmetse savcı bu eklenen bölümün altındaki adı soyadı yazılı yeri, üstelik kurşun kalemle çarpı işareti konularak imzalaması gerektiği hatırlatılmasına karşın, imzalamamıştı. Bu eklenen ifade metni, biz avukatların savcının imzasının bulunmadığı bir savcılık ifadesi olamayacağı şeklindeki itirazları üzerine, savcı tarafından aradan 2,5 yıl geçtikten sonra, duruşmada ara kararı ile imzalandı. Bir başka garip olay ise, Abdülmecit Öztürk'ün itirafını desteklemek amacıyla, soruşturmacıların Öztürk'ün halasından almış olduğu ifade ve teşhisle ilgiliydi. Öztürk'ün halasının tanıklığına başvuranların aldığı ifadeye göre, Öztürk'ün halası kendisine gösterilen fotoğraf üzerinden Pınar Selek'i teşhis etmiş ve yeğeni Abdülmecit'in Pınar'ı nişanlısı olarak tanıtıp, kendi evine getirdiğini ve ikisinin birlikte bir odaya kapandıklarını söylemişti. Hani, Abdülmecit Öztürk polisteki ifadesinde, bombayı Pınar'la birlikte halasının evinde imal ettiklerini, pişmanlık duyarak, gönüllü olarak itiraf etmişti ya, işte halası da Pınar'ın yeğeni ile birlikte evine geldiğini söylüyor ve de fotoğraf üzerinden evine gelen kişinin de Pınar olduğunu teşhis ediyordu. Böylece kurgunun ispatı da tamamlanmış oluyordu. Soruşturma aşamasında tanık olarak ifadesine başvurulan bu hala daha sonra duruşma aşamasında mahkemeye çağrıldı ve mahkeme heyetince de dinlendi. Fakat o da ne, bu kürt kadını hiç türkçe bilmiyordu, sadece kürtçe konuşabiliyordu. O zaman, nasıl olmuştu da, poliste tercüman da olmadan yazılı ve türkçe ifade vermişti acaba? Mahkemede tercüman aracılığı ile dinlendi, kadının mahkemeye söyledikleri şuydu: "Ben daha önce ifade vermedim, teşhislerle ilgili bir beyanımda yoktur, okuma yazmam da yoktur, neler yazılı olduğunu bilmediğim bir kağıdın altına parmak bastım, bana şu anda gösterdiğiniz Pınar Selek olduğunu söylediğiniz kızı da tanımam". Abdülmecit Öztürk de, polisin elinden kurtulduktan sonra mahkeme huzurunda hep aynı şeyi söylüyordu: "bana işkence yaparak, tehdit ederek bu şekilde yazılmış ifadeyi imzalattırdılar, ben ne Pınar Selek'i tanırım, ne de Mısır çarşısıyla ilgim var, bunların hepsi polisin düzmecesidir"... Bütün bu olgulara karşın, bu konuda hiçbir biçimde ifadesine başvurulmayan Pınar hakkında, diğer sanıklarla birlikte ikinci bir dava açıldı. Bu kez Mısır çarşısına bomba koymak eylemi nedeniyle. Yargılama aşamasında, Pınar hakkında açılan birinci dava ile bu ikinci dava 1999 yılında birleştirildi. Mahkeme 1999 yılında yaptığı dört duruşmada sanıkların sorgularını yaptıktan sonra 2000 yılında dosyaya, patlamaya ilişkin bilirkişi raporları geldi. Biri, İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesinden bir profesör tarafından verildi, ikincisi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim dalında çalışan ve patlama konusunda uzman üç kişilik heyet tarafından verildi, bir diğeri ise bizzat mahkemece İstanbul Teknik Üniversitesinden talep edilen patlama ve gaz konusunda uzman üç kişilik bilim insanının verdiği rapordu. Bu raporlar, patlamanın, mevcut veriler ve bulgular kapsamında bombadan kaynaklandığının söylenemeyeceğini belirtiyordu, yani savcılıkça dava açılması için özel olarak sipariş edilen 2 Kasım tarihli bilirkişi raporunu çürütüyordu. Yani, en basitinden şu gerçek ortaya çıkmıştı. Olay yerindeki incelemeler, elde edilen tüm bulgular, ölenlerin üzerlerindeki elbiselerden elde edilen analizler, otopsi sonuçları vesaireden yola çıkılarak, patlama bombadan meydana gelmiştir denilemezdi... Patlamaya ilişkin bu bilimsel raporlar bir yandan, Abdülmecit Öztürk'ün sonradan işkence gördüğünü söyleyerek reddettiği polis ifadesi ile Öztürk'ün halasının, "fiyasko" olduğu duruşmada ortaya çıkan polis ifadesi öte yandan, artık davayı tümüyle temelsiz hale getirmişti. Kurgulanan düzmece oyun bütün çıplaklığı ile gözler önündeydi. Artık davada verilecek karar belli olmuş gibiydi... Tam bu aşamada, meğerse mahkeme dışındaki başka yer ve odaklarda da bu davanın seyrinin izlendiği ve birilerinin davanın bu gidişatından hiç memnun olmadıkları anlaşıldı. 19 Nisan 2001 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü, savcılığa hitaben bir yazı yazıyor. Yazıda, mahkemenin yeni bir bilirkişi incelemesi daha yaptırması gerektiğini söylüyordu. Bu yazısının ekinde de, İçişleri Bakanlığının hazırlattığı, patlamanın bomba nedeniyle oluştuğuna dair tarihsiz ve imzasız bir raporu mahkemeye gönderiyordu. İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü, mahkemede devam eden bir davaya, kendiliğinden müdahale etmeye karar vermişti, bu pek görülen bir durum değildi. Mahkemenin böyle bir talebi olmadan, doğrudan mahkemeye böyle bir talepte bulunulması olacak iş değildi, ama oldu... Böylece, olağan ve yasal bir mahkemede yargılamanın tarafları savcı, mağdurlar, sanıklar, avukatlar ve hakimler iken, ilk kez bu mahkemede taraflar arasına illegal bir şekilde İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Emniyeti de dahil oldu... Bu tuhaf, imzasız rapor ve emniyetin yeni rapor talebinden iki ay sonra, bu defa Adalet Bakanlığı'na bağlı Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi'nden yeni bir rapor geldi, bundan altı ay sonra da bu defa Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun raporu... Resmi kurum olan Adli Tıp Kurumunun her iki raporunda da, patlamanın nedeninin tespit edilemediği ve edilemeyeceği belirtiliyordu. Buna karşın mahkeme, yine de -herhalde İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Emniyetini üzmemek için diyelim- Emniyetin yazısındaki istek doğrultusunda, Jandarma Kriminal Dairesi'nde hazırlanacak yeni bir rapor için, ikisi jandarma subayı olan beş kişilik yeni bir bilirkişi heyeti seçti. Bu heyette yer alan dört kişinin imzaladığı 2002 tarihli bu rapor ise, bu defa patlamanın bombadan meydana geldiğini belirtiyordu. Ancak, heyetteki beşinci üye olan ODTÜ öğretim üyesi Profesör, bu rapora katılmadığını belirterek, kendisi ayrı bir rapor yazdı. Son olarak da, ODTÜ'den bir başka bilirkişi heyetinin verdiği ve Jandarma Kriminal Laboratuvarında hazırlanan raporun çelişki ve yanlışlıklarını ortaya seren yeni bir rapor dosyaya girdi. SONUÇTA, 2006 yılında mahkeme tüm bu bilirkişi raporları sürecini aktararak, patlamanın neden kaynaklandığının, bütün araştırma ve çabalara karşın, her türlü şüpheden arınmış olarak kanıtlanamadığını belirterek Mısır çarşısı ile ilgili bir karar verilmesine yer olmadığına hükmetti... Cumhuriyet savcısı, bu kararı, Pınar Selek ve Abdülmecit Öztürk'ün mahkum edilmesi gerektiği görüşüyle temyiz etti. Gerekçesi ise, mahkeme dosyasındaki bilirkişi raporlarından iki tanesi; biri savcılığın işin başında Prof. Sevil Atasoy ve arkadaşlarından aldığı 2 Kasım 1998 tarihli rapor, diğeri de Jandarma Kriminal Laboratuvarında hazırlanan rapordu. Diğer raporların tümü dikkate alınmamalıydı, çünkü Abdülmecit Öztürk'ün sonradan reddetse de poliste verdiği ifade de bu iki raporu doğruluyordu. Dosya Yargıtay'a gitti, Yargıtay ceza dairesi, mahkemenin kararını, usulde "karar verilmesine yer olmadığı" şeklinde bir karar şekli olmadığı, mahkemenin vicdani kanaati sonucunda ya mahkumiyet ya beraat diye açıkça bir karar vermesi gerektiğini belirterek usuli bir bozma yaptı. Bunun üzerine dosya kendisine gelen mahkeme, bozma nedenini gözeterek 2008 yılında bu defa eski gerekçeleriyle açıkça beraat kararı verdi. Bu karar da, aynı savcı tarafından, aynı gerekçelerle temyiz edildi. Fakat bu aşamada da açıklanması zor, hadi açık söyleyelim açıklanması zor değil, imkansız bir olgu ile karşılaştık. Daha önce 2006 yılındaki üç sayfalık temyiz dilekçesini, bilgisayardan kes-kopyala yöntemiyle , noktalama işaretlerine kadar aynen yeniden yazan savcı, sadece üç kelimeyi metinden silmişti. Bu üç kelime, "Abdülmecit Öztürk ve" kelimeleri idi. 2006 yılındaki temyiz dilekçesinde yer alan "sanıklar Abdülmecit Öztürk ve Pınar Selek" ibaresi, bu defa "sanıklar Pınar Selek" haline dönüşmüştü. Yani savcı, Abdülmecit Öztürk hakkındaki beraat kararını temyiz etmiyor, sadece Pınar Selek bakımından beraat kararını temyiz ediyordu. Üstelik, temyiz gerekçesi olarak Abdülmecit Öztürk'ün poliste, işkence altında verdiği, " bombayı Pınar'la birlikte koyduk" şeklindeki ifadesine dayanmasına rağmen... Böylece, olmayacak bir şey daha oluyor, bir kişinin, olayı birlikte gerçekleştirdik şeklindeki ifadesi, kendisi için inandırıcı ve geçerli olmuyor, ama birlikte olduğunu söylediği diğer kişi için geçerli ve inandırıcı oluyordu... Yargıtay ceza dairesi, bu defa dosyadaki tüm verileri, bulguları, çelişkileri, raporları sanki bunlar hiç yokmuşcasına görmezden gelerek, patlamanın bombadan meydana geldiğinin, oluşa uygun bir bilirkişi raporuyla kanıtlandığını, Abdülmecit Öztürk'ün emniyet ifadesinde de durumun ikrar edildiğini belirterek, Pınar'ın TCK 125. maddesine göre ağırlaştırılmış müebbet hapisle mahkum edilmesi gerektiğinden bahisle bu defa esastan bozma kararı verdi. Bu bozma kararı üzerine, dosya tekrardan mahkemesine gelmeden önce, bu defa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, kendisine tanınan istisnai nitelikte bir kanun yolu olan itiraz yetkisini kullanarak, ceza dairesinin kararının hatalı ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun önüne götürdü... Ceza Genel Kurulu, Yargıtay ceza dairesinin kararına yönelik Başsavcılığın itirazını oyçokluğu ile reddetti. Ceza Genel Kurulunun kararını okuduğumuzda, bir kez daha en yüksek yargı makamının bu durumda olduğunu görerek, toplum olarak yargı mekanizmasından tüm ümitlerimizi yitirmekte ne derece haklı olduğumuzu kanıtlayan yeni bir örnekle karşılaştık... Genel Kuruldaki üyeler, dosyayı, savunmanın talep ve dilekçelerini geçtik, Yargıtay Başsavcılığının iki sayfalık itiraz gerekçesini bile okumaya tenezzül etmemişti. Ya da okuduğunu anlamıyor demeliyiz ki, bu çok daha ağır bir itham olur diye, hiç okumamışlar demeyi tercih ediyorum... Gerçekten de, başsavcılık "patlamanın bombadan kaynaklandığı kanıtlanamamıştır" diyerek ceza dairesinin kararına itiraz ettiği halde, genel kurul şu tespiti yapmakta hiçbir sakınca görmüyordu: "ceza dairesi ile başsavcılık arasında patlamanın bombadan meydana geldiği konusunda herhangi bir uyuşmazlık yoktur, aralarındaki uyuşmazlık ve itiraz konusu bombayı oraya kimin yerleştirdiği konusundadır". Yargıtay başsavcılığı, açık ve net olarak, patlamanın bombadan meydana gelip gelmediği tartışmalıdır, bu konuda yapılan araştırmalar ve alınan raporlar bomba olgusunu kanıtlayamamıştır diyordu. Oysa Genel Kurul çoğunluğu, iki sayfalık itiraz dilekçesini bir kenara bırakıp, başsavcılığın da ceza dairesi gibi patlamanın bombadan kaynaklandığı konusunda hiçbir tereddütü olmadığını, ceza dairesi ile başsavcılık arasındaki uyuşmazlığın, patlamaya neden olan bombanın kimler tarafından olay yerine konulduğu noktasında olduğunu belirtiyordu. Doğal olarak incelemesini ve kararını da bu çerçeve ile sınırlayarak oluşturdu. Bu dava serüveninde birçok tuhaf ya da inanılmaz olaylar, olgular birbiri peşi sıra yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. Davanın Ceza Genel Kurulu aşamasında, küçük ve ilginç bir ayrıntı daha ortaya çıktı. Genel Kurulun kararında, patlamanın bombadan kaynaklandığının delili olarak gösterilen iki rapordan birisi, henüz dava açılmadan savcılık tarafından alınan Prof. Sevil Atasoy ve arkadaşları tarafından yazılmış rapordu. Genel Kurul çoğunluğu bu raporu, bombanın gerekçesi olarak belirlemişti. Ancak, bu raporu yazan Prof. Sevil Atasoy ise, Vatan ve Taraf gazetelerine bu konuyla ilgili verdiği demeçte, açık açık şöyle diyordu: "Bizim raporumuzda, patlamanın bombadan meydana geldiğine dair bir tespit yok, bu konuda söylenmiş tek bir cümle de yok, raporumuzda patlamanın nasıl ve neden meydana geldiğinin saptanabilmesi için bilimsel olarak izlenmesi gereken yol ve yönteme dair bilgiler var." Anlaşılan o ki, Genel Kurul çoğunluğu raporu kaleme alan kişinin ne dediğine, raporda ne yazdığına değil de, verilmesi önceden belirlenmiş karara göre ne yazması gerektiğini belirlemiş ve sanki raporda öyle yazılmış gibi bir gerekçe yazmıştı. Görüldüğü gibi, küçük(!) ve önemsiz(!) bir ayrıntı. Prof. Atasoy, daha sonra bu konuda, CNNTÜRK televizyon kanalında, Aykırı Sorular adlı bir programda bu söylediklerini aynen tekrar etti. Başsavcılığın itirazı, Genel Kurul tarafından böylesi derin ve anlamlı bir değerlendirme(!) ile reddedilince, dava yeniden mahkemenin önüne geldi. Normal koşullarda, bir dava Ceza Genel Kurulunun önüne iki yolla götürülebilir. Birincisi ve esas olanı; ceza dairesi ile mahkeme arasındaki uyuşmazlık, mahkemenin ceza dairesinin kararına karşı eski kararında direnme hakkını kullanması suretiyle ortaya çıkan durumu çözmek içindir. Bu durumda, genel kurulun verdiği karar kesindir ve mahkeme bu karara uymak zorundadır. İkincisi ise, Pınar Selek olayında olduğu gibi, dosya genel kurulun önüne mahkemenin eski kararında direnmesi suretiyle değil de, Yargıtay başsavcılığının ceza dairesinin kararına itiraz etmesi nedeniyle, başsavcılık tarafından götürülebilir. Bu ikinci yöntemde, esas mahkemesinin, ceza dairesinin kararına karşı, eski kararında direnme hakkı vardır ve halen devam etmektedir. Mahkeme, bu direnme hakkını kullanırsa, dosya, bu kez mahkemenin eski kararında direnmesi nedeniyle genel kurula yeniden gidecektir. Kanun da böyledir, bugüne kadarki yargı pratiği de böyle olmuştur… İşte, Pınar Selek davasında, mahkeme dosya kendisine geri döndükten sonraki ilk duruşmada, Pınar Selek ve Abdülmecit Öztürk hakkındaki bozmaya karşı direnme hakkını kullanarak tekrar beraat kararı vermiştir. Duruşma savcısı, ertesi günü bu beraat kararını yazılı dilekçesi ile temyiz etmiştir. Buna karşılık dosyada, başka eylemlerden dolayı yargılanan bir kısım başka sanıklar yönünden ise, bozmaya uyma kararı verilerek, o sanıklar yönünden yeniden yargılamaya devam edilmiştir. Mahkemenin 9 Şubat 2011’de verdiği bu beraat kararında direnme ve başka sanıklar ve eylemler yönünden ise bozmaya uyma kararından sonra, direnme nedeniyle yeniden genel kurulun önüne gidecek olan dava dosyası, diğer sanıklar yönünden de yargılamanın bitmesini beklediği için, o günden sonra diğer sanıklar için de nihai kararın verilmesi beklenilmeye başlanmıştır. Dava dosyasında yargılanan tüm sanıklar hakkında karar verilince, dava dosyası bir kısım sanıklar yönünden yeniden ceza dairesine, Pınar ve Abdülmecit yönünden ise ceza genel kurul kurulunun önüne gidecektir. Biz, bu sürecin olağan şekilde bitmesini beklerken ve mahkemedeki yargılama diğer sanıklar yönünden devam ederken, geçtiğimiz hafta yine normal işleyişe ve yasaya göre açıklanması imkansız bir durumla daha karşılaştık. Artık, bu inanılmaz olaylara alışmış ya da kanıksamış olmamıza karşın, itiraf edelim ki, her yeni olayda şaşkınlık ve hayret duygularımızı yine de koruyoruz. Doğrusu beklemiyorduk. Son duruşmada yaşananları, duruşma savcısının bile duruşmada "şoke oldum, beklemiyordum" dediğini basından okudunuz. Evet, tüm yerleşik yargı pratiğine, Yargıtay’ın eskiden beri hiç değişmeyen, yerleşmiş uygulamasına ve kanunun açık hükmüne karşın bir mahkeme, kendi kendisine yeni bir usul icat ederek, verdiği beraat kararından birbuçuk yıl sonra kendiliğinden dönüyor ve ceza dairesinin bozma kararına uymaya karar veriyor. Peki nasıl oluyor bu? Beraat kararında direnen heyetin ve mahkemenin asli başkanı geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle istirahatte iken, kendisinin yerine o gün için Adalet Komisyonu tarafından görevlendirilen geçici bir başkanın yer aldığı heyetle bu karar veriliyor. Bozmaya uymak demek, Pınar için ağırlaştırılmış müebbet cezası vereceğim demektir. Peki, bugün itibariyle hacmi iki büyük çuval dolusu evrak boyutundaki hiçbir belgeyi görmeyen, bilmeyen, incelemeyen; tanıkları, savunmaları hiç dinlememiş olan bir hakim, nasıl olur da, bir insanın yaşamını karartacak bir cezaya hükmetmek anlamına gelen bir karar verebilir? Üstelik, 1998’den bugüne kadar yapılan 46 duruşmaya bakıldığında, bir sonraki duruşma tarihinin ortalama 2,5-3 ay sonraya bırakıldığı gerçeği göz önüne alınırsa, bu defaki yeni heyetin, duruşmayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası kararını vermek üzere 21 gün sonraya bırakması da başlı başına bir gösterge değil mi? Neden bu acele diye merak ettiğimizde, mahkemenin asli başkanının hasta yatağından basına yaptığı açıklama ile öğreniyoruz ki, kendisinin 45 günlük raporu varmış ve bu sürenin bitimi de yeni duruşma tarihinden 3-5 gün sonra doluyormuş… Yani davayı 14,5 yıllık süreçte başından sonuna kadar götüren, dosyaya mutlak hakim ve vakıf olan, savunmaları, tanıkları dinleyen, delillerin önünde tartışıldığı mahkemenin tek üyesi ve başkanı, henüz istirahatten dönmeden, bu davaya noktayı koymak istiyorlar… Dava, artık hukuk zemininde, yasa zemininde yürümediğine göre sorumluluk ve görev zamanıdır… Gerçekçi olmak gerekirse, iç hukuk sürecinden ümidim ne yazık ki yok… Bunun için bu davada haddinden fazla somut veri ve uygulama var. Bu dava sürecindeki en belirleyici eşiklerden biri, Ceza Genel Kurulu’nun kararı olmuştur. Genel Kurulda bu dosyanın tetkik hakimliğini yapıp, raporunu ve kararın gerekçesini yazan, davayı ve dosyayı çarpıtmakta büyük bir maharet gösteren hakimin bu başarısı, bu karardan sonra, yapılan ilk seçimde kendisi Yargıtay üyeliğine seçilmek suretiyle ödüllendirilmiş. Eğer bu doğruysa, tüm yargıçlara, böylece gereken sembolik ve işlevsel mesaj da verilmiş oldu… Daha ne diyeyim… ## Okuyucu Yorumları
88969
haber
'Bir kadeh alkol KALBE DOST'
null
# 'Bir kadeh alkol KALBE DOST' ## Prof. Dr. E. Murat Tuzcu, az içilen alkolün kalbe, damar hastalıklarına ve diyabete karşı yararlı olduğunu yazdı. **T24- **Prof. Dr. E. Murat Tuzcu, Milliyet gazetesindeki köşe yazısında az içilen alkolün yararlı olduğunu yazdı. Tuzcu, az miktarda tüketilen alkolün kalp krizi,kalp hastalıkları ve diyabeti azalttığını söylerken tavsiye edilebilmesi için yeterli çalışmanın olmadığını belirtti. Prof. Dr. E. Murat Tuzcu'nun 'Bir kadeh alkol KALBE DOST' başlıklı 2 Ağustos 2010 tarihli yazısı şöyle: Az içilen alkolün kalp, damar ve şeker hastalıklarına karşı koruyucu olduğuna dair kuvvetli kanıtlar var. Peki, bu kadar yararlıysa herkese tavsiye edilebilir mi? Yanıt zor; çünkü alkolü ilaç gibi inceleyen bir araştırma yok Alkollü içkilerin sağlık üstüne olumsuz etkileri çok iyi bilinir. Endüstrileşmiş ülkelerde yapılan istatistikler alkolün önlenebilir ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada olduğunu göstermektedir. Karaciğer sirozu, sinir sistemi hastalıkları, akıl hastalıkları, kanser, özellikle sindirim sistemi kanserleri ve kadınlarda meme kanserinin çok içki içenlerde arttığını ortaya koyan birçok araştırma var. Alkolün trafik kazalarını artırdığını, birçok kavgada ve cinayette başrol oynadığını her günkü gazete haberlerinde görüyoruz. İçkinin ocak söndüren etkisine karşılık, sağlığa yararlı bir yönü olduğu da söyleniyor. İlk bakışta bir paradoks gibi görünen bu durumda ‘İçki hem yararlı hem de zararlı olabilir mi?’ sorusunun cevabını verebilmek için bu konuda yapılmış bilimsel çalışmalara bakmak gerekir. **Ölümleri azaltıyor** Son 30 yıl içinde yapılan araştırmalar az miktarda içilen içkinin kalp krizi ve kalpten ölümleri azalttığı hakkında kuvvetli kanıtlar sunuyor. Bu konuda önemli veriler içeren bir makale 1997’de saygın tıp dergisi New England Journal of Medicine’de yayınlandı. ABD’de 490 bin kişi üstünde yapılan bu çalışmada, günde bir veya iki kadeh içki içen erkekler ve bir kadeh içen kadınlarda, hiç içmeyenlere göre, kalp damar hastalıklarına bağlı ölümlerin yüzde 30 ila 40 azaldığı görüldü. Bu veriler, daha önce aynı dergide yayınlanan, 85 bin orta yaştaki kadın üzerinde yapılan ve bir kadeh içkinin ölüm riskini azalttığını gösteren incelemeyi destekliyordu. Bu iki çalışma ve benzeri 34 araştırmayı bir araya getiren bilim insanları, yaklaşık 1 milyon kişide alkolün etkilerini inceledi. Sonuç aynı yöndeydi: Günde 1-2 kadeh içen erkek ve günde 1 kadeh içen kadınlarda ölüm oranları beşte bir oranında azalıyordu. Ölümlerin azalmasının nedeni, kalp krizlerindeki azalmaya bağlıydı. **Diyabet oluşumunu önlüyor** Bir iki kadeh geçmeyecek düzeyde alınan alkollü içkilerin kalbe olan yararlarının yanı sıra şeker hastalığı oluşumunu önlediğini gösteren veriler de var. Bu konuda yapılmış 15 bilimsel araştırmanın bir arada değerlendirildiği, 10 yıl önce Amerikan Kalp Birliği’nin bilimsel dergisinde yayınlanan bir çalışmada, az miktarda alkolün diyabet oluşumunu önlediği saptandı. Şeker hastası olanlarda bile az miktarda alınan alkolün kalp krizi ve kalpten ölümleri azaltarak yararlı olduğu ortaya çıktı. **Fazlası hasta ediyor...** Az miktarda alkolün yararlarını gösteren çalışmalar, içilen içki miktarı arttıkça ölümlerin de arttığını ortaya koydu. Alkol dozu arttıkça kalbe yararı ortadan kalkıyor, zararlı olmaya başlıyor. Karaciğer sirozu, mide ve bağırsak kanserleri, kadınlarda meme kanserine bağlı ölümler içki içenlerde hiç içmeyenlere göre daha sık. Günde 2 kadehten fazla içki içenlerde yüksek tansiyon, içmeyenlere göre 2 kat daha fazla. Yüksek dozda alkol, kalp kasını zayıflatıp kalp yetmezliği ve ölümlere yol açıyor. Bir oturuşta 4-5 kadeh veya daha fazla içenlerde inme riskine, ciddi kalp çarpıntılarına daha sık rastlanıyor. Kazalar, intiharlar, cinayetler içkiyi fazla kaçıranlarda çok daha sık. **Peki neden yararlı?** Az miktarda alkolün olumlu etkilerinin birçok nedeni olduğu düşünülüyor. Bu konuda yapılmış 42 bilimsel araştırmanın bir araya getirilerek topluca değerlendirdiği bir çalışmada, günde alınan 30 gram alkolün iyi (HDL) kolesterolü yükselttiği, trigliserid adlı kan yağını düşürdüğü, kanın pıhtılaşma eğilimini iyileştirdiği saptandı. Alkolün karbonhidratların vücutta yakıt olarak kullanılabilmesi için gerekli olan insülin maddesinin işini kolaylaştırdığı da biliniyor. Alkollü içkilerde özellikle kırmızı şarapta var olan antioksidan maddelerin de kalp ve damarlara yararlı olduğu düşünülüyor. **1 bardak içkide 14 gram saf alkol var...** Bir kadeh içkinin miktarı ülkeden ülkeye biraz değişse de hiçbir zaman içki sevenlerin istediği kadar büyük değildir. Bir kadeh içkide 14 gram saf alkol olduğu kabul edilir. Bir kadehte ne kadar içki bulunması gerektiği, o içkideki alkol oranına bağlıdır. **En iyisi kırmızı şarap mı?** 1980’lerde yapılan toplumsal araştırmalarda, Fransa’da kalp damar hastalıklarından ölümlerin birçok ülkeye göre belirgin biçimde düşük olması bilim insanına çok şaşırtıcı geliyordu. Çünkü çok sigara içen ve bol yağlı yemekler yiyen Fransızların yüksek kalp krizi ve ölüm riskine maruz kalmaları beklenirdi. Fransız paradoksu denilen bu durum bolca tüketilen kırmızı şaraba bağlandı. Daha sonra Almanya’da Çin’de bira içenlerde, İrlanda’da viski içenlerde yapılan araştırmalar esas olanın alkol olduğunu gösterdi. Hâlâ kırmızı şarabın en yararlı alkollü içki olduğunu düşünenler olsa da bilim çevrelerinde yararın büyük bölümünün alkole bağlı olduğu konusunda ortak bir kanı var. ‘Alkol yararlı mı, zararlı mı?’ sorusunun cevabı, ne içildiğinden çok ne kadar içildiğine bağlı. **İlaç gibi incelenmedi** Alkol bu kadar yararlıysa herkese tavsiye edilmesi gerekmez mi? En başta kalp hastası olanların kolesterol düşürücü ilaç alır gibi bir iki kadeh içkiyi ilaç niyetine içmeleri iyi olmaz mı? Bu sorulara cevap vermek hiç de kolay değil. Sıraladığım bilimsel araştırmalar içki içmeyen birine az da olsa içmesini tavsiye etmek için yeterli değil. Çünkü hepsi gözlemsel çalışmalar. Hiçbiri alkolü bir ilacı inceler gibi incelemiş değil. Örneğin bir ilacın etkinliğinin kabul edilebilmesi için, her türlü özellikleri benzer olan iki grup insan üstünde denenmesi gerekir. Bir gruba gerçek ilaç, diğer gruba ise boş ilaç (plasebo) verilip en az 3-5 yıl bekledikten sonra sonuçlar değerlendirilir. Alkolle ilgili yapılmış böyle bir çalışma yok. Alkollü içki içmeye başlayan bir kişinin bir iki kadehten fazla içmeye başlarsa başlangıçtaki durumundan çok daha riskli bir duruma düşeceği de unutulmamalı. **Ne yapılması gerekiyor?** Alkolün erkeklerde 2 kadehten, kadınlarda 1 kadehten fazla olmamak koşuluyla kalp damar hastalıklarına ve muhtemelen şeker hastalığına karşı koruyucu olduğuna ve hayatı uzattığına dair kuvvetli kanıtlar var. Kalp damar hastası olan ve olma riski yüksek olan kişiler eğer az miktarda alkol alıyorlarsa bu alışkanlıklarını bırakmaları için bir neden yok. Buna karşılık, hiç içki içmeyen kişilere de sağlık nedeniyle içkiye başlamalarını tavsiye etmek için elimizde yeterli kanıt yok. ## Okuyucu Yorumları
218278
haber
BirGün'e Güven, Mert, Temelkuran, Mavioğlu, Şık ve Türker'den tepki...
null
# BirGün'e Güven, Mert, Temelkuran, Mavioğlu, Şık ve Türker'den tepki... ## BirGün'ün kapağı Ahmet Şık, Banu Güven, Ece Temelkuran Ertuğrul Mavioğlu, Nuray Mert, Yıldırım Türker ve Yıldırım Türker'in eleştirisine yol açtı Gazeteci **Ahmet Şık**, **Banu Güven, Ece Temelkuran **ve ** Ertuğrul Mavioğlu**, BirGün gazetesinin bugün yayımlanan kapağını eleştirdi. Şık, "Maksadını aşan, kötü bir çalışma" derken, Mavioğlu "Amaç çok sayıda gazeteciyi işsiz bırakan sansürün kaynağına vurguydu" dedi. BirGün gazetesinin bugün yayımlanan kapağı gazetecilerden tepki gördü. **Banu Güven**, Ertuğrul Mavioğlu, **Nuray Mert**, Ahmet Şık, **Ece Temelkuran ** ve Yıldırım Türker'in BirGün gazetesinde yazacakları duyurulan kapakta, Başbakan Erdoğan'ın gözlerine siyah bant çekilerek, yazarların soyadları yazıldı. BirGün'ün bu kapağı Ahmet Şık, Nuray Mert, Yıldırım Türker, Banu Güven, Ece Temelkuran ve Ertuğrul Mavioğlu'nun eleştirisine yol açtı. ## Ahmet Şık: Maksadını aşan, kötü bir çalışma Gazeteci **Ahmet Şık**, **T24** 'e, BirGün reklamının maksadını aşan, kötü bir çalışma olduğunu söyleyerek şöyle konuştu: "Birgün'deki reklamın meramını anlıyorum; susturulanların yeri olarak gazete, susturan kişi olarak da sistemi temsil eden Başbakan Erdoğan gösteriliyor. Ancak Başbakan bir figür, sistemin kendisi değil ve eleştirinin de tek kişiye indirgenmesi doğru değil. Ayrıca, eğer temsilden gidilecekse gazetecileri susturan medya patronlarının da, gazete yöneticilerinin de, bu susturulmayı sessiz kalarak onaylayan gazetecilerin de fotoğrafları o karede yer almalıydı. Birgün'ün reklamı anlatmak istediğini anlatamayan, maksadını aşan, kötü bir çalışma. Böyle bir reklam kullanılıyorsa, muhataplarının fikrini almamak da saygı sınırını aşan bir durum." ## Banu Güven: Gazeteci olarak derdimiz Başbakan'a muhalefet değil BirGün'ün kapağını gazeteci Banu Güven, Ece Temelkuran ve Ertuğrul Mavioğlu, sosyal paylaşım sitesi Twitter üzerinden eleştirdi. **Banu Güven**, BirGün'ün kapağını eleştirerek "Birgün'ün ilanindan yeni haberdar oldum.Bizim işimiz gözleri açmak. Gazeteci olarak derdimiz, sadece başbakana muhalefet değildir. Olmadı... Birgün'de adımın geçtiği ilandan bugün haberdar olmam da kabul edilemez" diye konuştu. **Ece Temelkuran ** da "Birgün'ü şimdi gördüm,hiç hoş bulmadım.Yazmak kimsenin gözüne bant çekmek değildir.Benim yazılarım da Başbakan'la sınırlı olmadı, olamaz" dedi. Temelkuran daha sonra twitter üzerinden "Hep beraber çıktığımız için yol anlamlıydı halbuki. Cok üzgün olduğumu söylemek isterim.Birgün'e verilen tepkiler lince dönüşmeye başladı.Adil değil.Ortak akılla çözmeyi deneyebilirdik ama arkadaşlar kararlarını açıklamışlar." mesajlarını paylaştı **Ertuğrul Mavioğlu**, "Banu ve Ece doğru yazmışlar, gazetecinin işi sadece Erdoğan'a muhalefet değil, gerçekleri eğip bükmeden yazmak. Bant çekmek değil göz açmak. Reklamcı, gazeteci gibi bakamıyor. Ama reklamdaki asıl amaç da çok sayıda gazeteciyi işsiz bırakan sansürün kaynağına vurguydu. Sadece bu! Yani demem o ki, maksat biraz zorlanmış oldu, herkes başka bir anlam çıkardı. Sansüre, gazeteciler üzerindeki zorbalığa karşı durmaya devam. Tüm bunlar BirGün yönetimiyle paylaştığım görüşler. Derdim tepkiden ziyade meseleyi anlaşılır kılmak, benim açımdan bir geri adım yok" şeklinde konuştu. ## Yıldırım Türker: O Türker ile ilişkim yoktur Yıldırım Türker de Medyatava'ya yaptığı açıklamada "Bugün Birgün Gazetesi'nde dev Erdoğan fotoğrafının gözlerini örten kara bantın üstündeki isimlerden Türker ile bir ilişkim yoktur. Hayatım boyunca kendimi kimsenin gözüne kara bant olma işleviyle tanımlamadım. Tanımlanmasına da izin verecek değilim. Pek dahiyane bulunduğu anlaşılan bu tanıtım faaliyeti için ne demeli? 'Deve cilvesi' mi yoksa 'Reklamcıdan al haberi' mi? Her halükarda bu erken uyarı için belki de müteşekkir olmalıyım" dedi. ## Nuray Mert: Devam etmek istemiyorum Nuray Mert de Medyatava'ya şöyle konuştu: "Bana danışılmadan yapılmış bir iştir. Lanse ediliş şeklini tasvip etmiyorum. Ortada netleşmemiş bir durum varken emrivaki diye nitelendiriyorum bu durumu. Çok yadırgadım. Bu anlayışta olan gazete ve ekiple devam etmek istemiyorum." ## Okuyucu Yorumları
236368
haber
'BM Kürtlerin öldürülmesini kınamalı'
null
# 'BM Kürtlerin öldürülmesini kınamalı' ## Suriye'nin kuzeyinde YGP ile El Nusra arasındaki savaş şiddetlenmeye devam ederkeni Rusya'da BM'ye 'Suriye'de Kürtlere yönelik terör kınanmalı' önerisi geldi. - A + Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'dan, Suriye'deki iç savaşla ilgili bir açıklama geldi. Lavrov, "BM, Suriye'de Kürtlerin öldürülmesini kınamalı" dedi. Rusya'nın başkenti Moskova'da düzenlenen bir basın toplantısında konuşan Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Suriye'de 400 Kürt vatandaşın El Kaide bağlantılı isyancılar tarafından öldürülmesine ilişkin haberlerden dolayı şaşkınlık yaşadığını söyledi. Terör konusunda çifte standartların kabul edilemeyeceğini vurgulayan Lavrov, "BM Güvenlik Konseyi, Suriye'de Kürtlere yönelik terörü ön koşulsuz şekilde kınamalıdır" şeklinde konuştu. ## Okuyucu Yorumları
214059
haber
Boğaziçi Üniversitesi'nde kedi katliamı!
null
# Boğaziçi Üniversitesi'nde kedi katliamı! ## Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri, çalışanları ve öğrencileri tarafından kaleme alınan metinde üniversitenin kampüslerinde son 5 yılda birçok kedinin vahşice öldürüldüğü belirtildi Boğaziçi Üniversitesi'nin Hisarüstü'nde yer alan Güney Kampüs ve Hisar Kampüs'lerinde 2008 yılından bu yana kimliği belirsiz kişiler tarafından kedi katliamı yapıldığı ortaya çıktı. Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri, çalışanları ve öğrencileri tarafından kaleme alınan metine göre, 2008 yılında 4 kedi yavrusu yakıldı, 3 kedi yavrusu tuğla ile öldürüldü, 2010'da bir kedi derisi yüzülmüş halde bulundu. Sosyal medyada dolaşıma giren metinde 2011-2012 yıllarında da birçok kedinin bıçak darbeleriyle ve üzerlerine asit atılarak öldürüldüğü ve yaralandığı belirtildi. Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü'ne çağrı yapılan metinde, 2008 yılında katliamları gerçekleştiren kişinin Boğaziçi Üniversitesi'nden atılmış eski bir öğrenci olduğu iddia edilirken, "kedi katliamları hakkında rektörlüğe daha önce şikayette bulunulmasına rağmen gerekli soruşturmanın yapılmadığı" ifadesi yer aldı. **Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri, çalışanları ve öğrencileri tarafından yapılanın açıklamanın tam metni şöyle:** Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü ve Kamuoyuna, "Yeni eğitim yılı başlarken, sizleri üniversitemizin her kademesindeki tüm mensuplarını ilgilendirdiğini düşündüğümüz önemli bir konuda bilgilendirmek istiyoruz: " ## '2008 yılında 4 yavru kedi yakıldı...' "Özellikle 2008 yılından bu yana, Güney Kampüs’te ve Hisar Kampüs’te insan eliyle, son derece vahşi biçimde işlenmiş ve benzer şekillerde tekrar eden kedi cinayetlerine rastlamaktayız. Farklı bölümlerde yüksek lisans ve doktoralarını yapan öğrenciler ve araştırma görevlileri olarak, yalnızca bizim tespit ettiğimiz, tekrar eden vakalardan örnek vermek istiyoruz: 2008 yılında, Güney Kampüsten Bebek Kapı'ya inen yokuşta aynı hafta içinde **yakılarak öldürülmüş 4** kedi yavrusu bulduk. Aynı yıl, Tarih ve Sosyoloji bölümünde okuyan iki arkadaşımız Güney Kampüs Manzara'da üzerine **tuğla atılarak öldülmüş 3 kedi ölüsü** buldu, bunlardan birinin tuğla ile ezilerek öldürüldüğü aşikardı. " ## 'Kedileri tuğlayla öldüren kişi tespit eildi' "Kedileri bulan iki arkadaşımız, bu kedileri tuğlayla öldüren kişiye yine Güney Kampüste rastlamışlardı; içkili ve madde bağımlısı olduğu kolayca anlaşılabilen, Boğaziçi Üniversitesi’nden uzan yıllar önce atılmış, eski bir öğrenciydi. " ## 'Okul yönetimini bilgilendirdik ama…' "O dönem, okul içinde duyurmaya çalışıp, okul yönetimini güvenlik önlemi alması için bilgilendirmeye çalışmıştık. Sonuç alamadık." ## '2010 yılında da bir kedinin derisi yüzüldü' "2010 yılında Güney Kampüsteki Garanti ATM sine derisi yüzülerek bırakılmış bir kedi ölüsü bulduk. Durumu Genel Sekreterliğe ilettik. O dönem Genel Sekreterimiz olan Sayın Yasemin Kahya konuyla yakından ilgilendi, Garanti Bankası ile görüşüldü ve ATM kamera görüntüleri talep edildi. Aynı hafta içinde bu korkunç vahşeti gerçekleştiren 3 öğrenci bulundu. 2 tanesi İktisat Bölümü mezunu, bir tanesi o dönem mezun olacak bu öğrenciler, kediyi derisi yüzülmüş halde bulduklarını ve hayvan cesedini "eğlenmek" amacıyla oraya bıraktıklarını söylediler. Okul yönetimi dava açmadığı için konu kapandı. Basın, hayvan hakları ve çevre örgütleri durumdan haberdar edilmişti, ancak son söz okul yönetiminin olan bir konuda adım atılamadı. " ## '2011'de kedilerin üzerine asit döküldü' "2011 yılında Güney Kampüsteki, özellikle okulda uzun yıllardır yaşayan ve barınan olgun kedilerinin birkaçının sırtında bıçakla açılmış derin yarıklar tespit ettik. Veteriner hekim, bu kedilerin insan eliyle kullanılabilecek kesiciyle yaralandığını ve üzerlerine asit türevi bir kimyasal döküldüğünü doğruladı. Bu kesme vakalarını yaygın bir şekilde duyurmaya çalıştık. Duyurularımız arttıkça kesme vakaları azaldı, ama ne yazık ki sonlanmadı. " ## '2012'de iç organları çıkarılmış kedi bulundu' "Son olarak birkaç hafta önce, Hisar Kampüs'te insan eliyle kesildiği şüpheye yer bırakmayacak şekilde bariz olan, iç organları dışarı çıkarılmış bir kedi ölüsü bulundu. Kediyi bulan iki öğrencimiz, daha önceki vakaları bildiğinden, hayvanın cesedinden otopsi raporu talep ettiler. Veterinerden gelen rapor, yine benzer bir vaka olduğunu kanıtladı: Kedi insan eliyle kesilerek öldürülmüş, piyasada bulunması zor olan bir kimyasal kullanılmıştı. " ## 'Yine şikâyette bulunduk' "Kediyi bulan arkadaşlar dilekçeleri eşliğinde gerekli belgeleri, Veteriner raporu ve kedinin fotoğrafları Genel Sekreterliğe ve Rektörlüğe teslim ettiler. Boğaziçi Üniversitesi artık bir kedi cenneti değil; cani yöntemlerle kedilerin öldürüldüğü, bunu yapan şahısların serbestçe kol gezdiği ve her türlü operasyonu deneyebildiği bir kampüse dönüşmüş durumda!" ## 'Hayvan cinayetleri son bulsun' "Bizler, Boğaziçi Üniversitesinin özgün doğa ve çevre duyarlılığı kültürünü yaşatması gerektiğine inanan ve bu hayvan cinayetlerinin bir an önce son bulmasını dileyen akademisyenler, çalışanlar ve öğrenciler olarak; hayvana yönelik şiddetin, barındırdığı canilikten öte daha geniş çaplı, insana yönelik şiddet olaylarının işareti ve istisnasız olarak başlangıcı olduğunu tüm kamuoyuna hatırlatmak istiyoruz. Olayın bu boyutuyla birlikte herkesi hayvanseverlere destek olmaya ve hayvana yönelik basit gibi görünen ama Boğaziçi’nde sıkça yaşanan tekmeleme, üzerlerine sıcak çay dökme, sıkıştırma gibi faaliyetlerde bulunanları uyarmaya ve engel olmaya; söz konusu cinayetleri çevreleriyle, iş alanlarında, derslerde öğrencileriyle paylaşamaya çağırıyoruz. " ## 'Boğaziçi'nde hayvana yönelik şiddete önlem alınmalı' "Başta Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü ve Genel Sekreterliği'nden, yoğun emeklerle Türkiye'de istisani bir fauna ve flora korunumuna sahip hale getirilen Boğaziçi Üniversitesi'nde; hayvana yönelik şiddet eğilimini önleyici ve caydırıcı önlemler alınmasını ve düzenlemelere gidilmesini, okuldaki tüm öğrencileri, akademisyenleri, çalışanları bağlayan kampüs alanına dair bir güvenlik meselesinde yapıcı adımlar atılmasını talep ediyoruz." ## Okuyucu Yorumları
197231
haber
Bozdağ 'AKP-Cemaat kavgası' için ne dedi?
null
# Bozdağ 'AKP-Cemaat kavgası' için ne dedi? ## Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ:AK Parti herkesle kavgalı gösterilmek isteniyor - A + T24 - Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, AK Parti ile Gülen cemaati arasındaki kavga iddialarına, AK Parti'nin herkesle kavgalı gösterilmeye çalışıldığı, 75 milyon insanı bir gördükleri cevabını verdi. MİT yasa teklifi eleştirilerini de değerlendiren Bozdağ, özel yetkili mahkemeler için "Olmazsa olmaz değil, ihtiyaç ortadan kalktığında bu mahkemeler kaldırılacak" dedi. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, CNN Türk yayınına katıldı ve Ankara Temsilcisi Hande Fırat'ın gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Bozdağ, MİT'teki ifade krizinin ardından dile getirilen AK Parti-Cemaat kavgası iddialarından MİT yasasında değişiklik öngören teklife ilişkin eleştirilere, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un yargılanmasına kadar merak edilen konulara ilişkin açıklamalarda bulundu. Bozdağ'ın açıklamalarından satırbaşları şöyle: ## Krizde hedef başbakan mı? - Yargı bir takım yerleri hedef alarak görev yapmaz, yapması da fevkalade yanlış olur. Yargı kendi içinde yasalarla ilgili verilen görevleri yapıyor. Biz bunu sayın başbakana dönük bir hedef olarak görmüyoruz. ## Erkler kavgası mı var? - Türkiye'de erkler kavgası şu an itibarıyla yok. Dün de yok. Kurumlar arasında belli konularda farklı görüşler olabilir. Bunu siz kavga olarak alırsanız o zaman herkesin aynı görüşte olduğu bir yapıyı arzu ediyorsunuz demektir. Bu kavga değil demokrasinin doğal bir sonucu... Birileri böyle bir arzu içerisinde, karmaşa olsa diye temennisi olan çok var. ## Cemaat-AK Parti kavgası mı var? - Bu konuyu herkes değerlendiriyor, çok şeyler de söylüyorlar. 'AK Parti ile şunların arasında kavga var, bunların arasında kavga var, kurumların arasında kavga var'. AK Parti ile herkes birilerini kavga ettirmek istiyor. 'Biz bunları bir türlü götüremiyoruz, bir türlü siyaseten bunların üstesinden gelemiyoruz, sandıkta da yenemiyoruz, biz bunları şunlarla kavgalı yapsak, bunlarla kavgalı yapsak'... Müthiş bir kavga olsun diye dua eden grup var. Herkesle AK Parti'yi kavgalı göstermek isteyen bir grup var. Biz milletimizin önünde bir partiyiz. Yüzde 50 bu milletten destek almış bir iktidarız. Kavga içerisinde olanların kurumlarla, toplumla, farklı görüşlerde olanlarla kavga içerisinde olanların böylesi bir toplumsal desteği bulmaları mümkün değil. ## Cemaatle ilişkileri nasıl? - Biz 75 milyon insanımızı bir görüyoruz. Onlara cemaat gözüyle, tarikat gözüyle, STK gözüyle bakmıyoruz, bakmamız da yanlış olur. Ama toplumun içinde yaşayan insanlar kendilerini bir cemaate, bir tarikata, bir STK'ya başka bir şeye yakın görebilir. O da saygıya layık bir şeydir. ## Poliste ve yargıda bir cemaat yapılanması var mı? - Böyle bir şey mümkün değil. Ülkede herkes eşit vatandaş ve memuriyete giriş koşulları da belli. Buna kimse müdahalede bulunamaz. ## MİT'teki düzenleme - Bu düzenlemeler yapıldığı takdirde ortaya çıkan durum kişiye özel değil. Yargıdan kaçırılan bir şey yok. Bu düzenlemeyi yapmak, soruşturmaları engellemek, suçların üzerini örtmek değil. Çünkü bu düzenleme bugüne kadar zaten var, yeni bir şey değil. Burada başbakan kararı yargı kararı değil, yargıya açık. İzin sisteminde son söz yargıya aittir. ## 'Başbakanı çete kurmakla suçlamak iftira' - Ömrü çetelerle mücadeleyle geçmiş ve bu mücadelede mesafe almış bir lideri çete kurmakla suçlamak, kuracak diye itham etmek iftiraların en büyüğüdür. ## Soruşturma izni neden başka kamu görevlilerini kapsamıyor? -Ben katalog suçlarla ilgili bir izin mekanizmasının bütün herkesle alakalı olmasını ben kendi açımdan doğru görmem. Oradaki işin niteliğiyle alakalı. Oradaki düzenleme ve yapıyı birbirinden ayırmak lazım. Özel birtakım görevlerle ilgili ülkenin güvenliğiyle alakalı gerçekten stratejik birtakım görevlerle alakalı düşünülebilir. ## 'Benzer tehlike askerler için yok mu?' -İki soruşturma birbirinden ayrı şeyler. Ergenekon anayasal düzene, yani hükümet ve meclise karşı birtakım suç isnatları var. Ülkenin güvenliğiyle ilgili bir şey değil o. Ülkenin içerideki ve dışarıdaki güvenliğiyle ilgili konuyla bunu yan yana koyduğunuzda o ayrı ayrı noktalarda değerlendirilmesi gereken bir husus. Mevzuatları da ayrı. ## MİT mensuplarını himaye eden yok - Bunları himaye eden kimse de yok. Yani eğer istihbarat örgütünün üyesi, istihbarat mensubu herhangi bir kişi terör örgütünün eylemlerine iştirak etmiş, terör örgütüyle işbirliği yapmış, devletin, ülkenin aleyhine bir faaliyette bulunmuşsa bunu himaye edelim diyen kimse yok. Hükümette de kimse yok. Sayın başbakan da böyle bir şey demiyor, biz de. Böyle bir durumda izlenecek yol belli. Bir istihbarat mensubunun terör örgütüyle işbirliği yaptığına ilişkin iddialar ve bununla ilgili deliller olması halinde bunların ilgili makamlara ulaştırılması gerekir. Bunlar değerlendirildikten sonra "bu görev sınırı içindedir ya da değildir" diye bir sonuca ulaşılır. Bu düzenlemeyi yapmak soruşturmaları engellemek, suçların üzerini örtmek değil. Çünkü bu düzenleme bugüne kadar zaten var, yeni bir şey değil. ## Sadrettin Sarıkaya hakkındaki inceleme - Soruşturmanın gizliliğini ihlal, ister soruşturmayı yürüten yargı görevlileri tarafından veya onların emrinde çalışanlar tarafından, isterse yargı görevi yapanlara yardımcı olan adli kolluk tarafından yapılsın, kim tarafından yapılırsa yapılsın yanlıştır, hukuka aykırıdır. Bunun himayesi, bunun savunulması düşünülemez. Biz bu konuda dün de aynı noktadayız, bugün de aynı noktadayız. Hiçbir şeyimiz yok. Bu konuda savcıyla ilgili inceleme başlatılması da bizim tasarrufumuz değil, HSYK'nın tasarrufudur. Savcının soruşturmadan el çektirilmesi, başka soruşturmalarda görevlendirilmesi de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yaptığı bir şey... ## Özel yetkili mahkemeler olmazsa olmaz değil - Özel görevli mahkemeler Türkiye'de olmazsa olmaz şeyler değil. Bunları savunan bir yaklaşımı da ortaya koymuyoruz ama Türkiye'nin ihtiyaçları, terörle devam eden mücadele, organize suç örgütleri ve başka organize yapılar nedeniyle böyle bir mahkemeye ihtiyaç duyulmuş geçmişten beri ve bu ihtiyaç varlığını sürdürüyor. Başka ülkelerde de bu var, benzer soruşturma ve kovuşturma yetkileri olan özel görevli mahkemeler var. İhtiyaç kalktığında bu da kalkabilir ama bu demek değil ki bu mahkemelerden hiç şikayetimiz yok, eleştirimiz yok. Herkes gibi ben de eleştiriyorum ve hukuk devleti açısından bu mahkemelerin kalıcı mahkemeler olmaması gerektiğini de her zaman ifade ediyoruz. ## Ergenekon ve Balyoz gibi davalar için kurulmadı - Özel yetkili mahkemelere ihtiyacın ne zaman biteceğini şimdiden öngörmek mümkün değil. Dileğim, bu ihtiyacın hızla ortadan kalkması ancak bu terör ve organize suç örgütleriyle mücadeleyle ilgili bir konu. Özel yetkili mahkemeler, Ergenekon ve Balyoz gibi davalar için kurulmadı. Bunları özel bir takım durumlar için kurulmuş mahkemeler olarak tanıtmak yanlış. ## İlker Başbuğ davası - Yargıtay Başsavcılığı İlker Başbuğ'un müracaatı üzerine bir karar verdi. O karar kamuoyunda tartışılacaktır. Anayasanın 145. maddesi devletin güvenliğini, anayasal düzeni ve bu düzenin işleyişine karşı işlendiği iddia olunan suçlarla ilgili davaların herhalde adli yargıda görüleceği hükmüne amirdir. ## Okuyucu Yorumları
238104
haber
Bu ulvi mücadelemizde: Mısır'dan sonra, Türkiye ve terör üzerine
null
# Bu ulvi mücadelemizde: Mısır'dan sonra, Türkiye ve terör üzerine ## Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’deki hükümeti ile Mısır’daki General Sisi hükümetinin ortak noktası ne? Cevap "hiçbir şey" olamaz **Ayça Çubukçu** (El Cezire 23.08.2013) **Çeviri: Balam Kenter** Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’deki hükümeti ile Mısır’daki General Sisi hükümetinin ortak noktası ne? Cevap, en azından, on yıllık uzun görev süresi boyunca Erdoğan iktidarının yasal, liberal ve ölümcül gücüne karşı durma cesareti gösterenler için, "hiçbir şey" olamaz. İşte bu yüzden Erdoğan 17 Ağustos 2013’te Mısır'da gördüklerini, "Bir Mısırlı tankın karşısına çıkıyor, elinde molotof yok, silah yok, taş yok ama kendisine ateş ediliyor ve şehit ediliyor" şeklinde tasvir ettiğinde, halkın alay konusu oldu. Derhal başbakana bundan sadece haftalar önce Türk polisinin öldürdüğü protestocular, polisin yaz boyu sıkmaya devam ettiği plastik mermi ve biber gazı kapsülleriyle yaralanan binlerce vatandaş hatırlatıldı. Ayrıca hem ordunun, hem de polisin bu seneden çok daha önce Kürtlere ateş ettiğini hatırlayabiliriz. Mesele rakamlar mı? Her halükârda, Mısır'ın Ankara'daki büyükelçisini geçtiğimiz hafta geri çekmesinin nedeni (üretilen hasarlı beden parçalarının sayısıyla ölçülen) Türk devletinin şiddetinin boyutları değil. Mısır Cumhurbaşkanı Mursi 3 Temmuz'da bir darbeyle devrildiğinden beri, Erdoğan "uluslararası toplumu" yeni Mısır hükümetini ve bu hükümetin siyasi muhalefet üzerinde uyguladığı sert baskıyı kınamadığı için yerden yere vuruyor. Buna karşılık Mısır yetkilileri, öngörülebileceği üzere, Türkiye'yi "ülkenin iç işlerine karışmak" ile suçladı. Yine de, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e göre, Mısır'da yaşananlar "artık bir içişleri meselesi" değil. Bunun sebebiyse, Gül'ün deyişiyle, savaşta bile "can kaybının bu kadar hızlı" olmaması. Mesele sürât mi o zaman? Öyle ya da böyle, Başbakan Erdoğan da, General Sisi de, "halk"ı temsil ettiklerini iddia ediyor ve belki de vatandaşların yarısı onlarla hemfikir olabilir. Yorumcular arkalarındaki halk desteğini bütünün yüzdeleri olarak ölçe dursunlar, her ikisi de liberal bir gurur ve sevinçle ısrar ediyor: İnsanlar rastgele değil, adaletli, orantılı ve hak ettikleri şekilde yönetilmeli, öldürülmeli, yaralanmalı ve hapsedilmelidir. İnsanlık adına, öyle değilse ulus adına. Ancak Türkiye, Mısır ve başka yerlerde katı bir gerçek varlığını sürdürüyor: "Halk" tekil değil çoğuldur, yani siyasi muhalifler anlaşamaz. Mesele yöntem mi o zaman? Erdoğan da, Sisi de teröre karşı kendi savaşlarını sürdürürken, açıklama mantığının döngüselliği sebebiyle yasallığını veya popülerliğini kaybetmeyen bir şiddet üretiyor. Hem Ankara’da, hem Kahire’de (Washington ve Londra’yı saymıyorum bile), terör yasadışı ve gayrimeşru şiddettir, yasal ve meşru şiddet ise terörle savaşandır. Türkiye Terörle Mücadele Dairesi Başkanlığı tarafından hazırlanan yeni bir kamu spotunun açılış sahnesinde, ağaçtan ağır çekim düşen çürük elmalar gösteriliyor. Ekranda "*Çok geç olmadan...*" altyazısı italik haliyle dururken, resmi bir erkek sesi halkı dikkatlice bilgilendirmeye koyuluyor: "Geleceğimizin teminatı gençlerimiz, masum görünen küçük direniş eylemleriyle başlayarak, kısa süre sonra gözlerini kırpmadan onlarca masum insanın hayatına kıyabilecek eylemler yapabilirler." Arka planda, bir eylemde önce duyulmayan sloganlar atan genç bir kadın, sonraki saniyede intihar bombacısı olarak üç erkek tarafından yavaşça ve sessizce giydiriliyor. "Uçurumun kenarındaki gençlere dost ve güvenilir devlet elini uzatıyoruz. Bu ulvi mücadelemizde toplumun her kesiminden destek ve duyarlılık bekliyoruz." Ve adamın sesi coşkuyla son buluyor: "... *çocuklarımıza sahip çıkalım!*" Türk devletinin bu güncel mesajını alıntıladım, çünkü bu, onun Türkiye'ye "ait" gençleri ve çocukları nasıl gördüğünü tam olarak ortaya koyuyor: devlet ve toplum tarafından kurtarılması ve arındırılması gereken potansiyel teröristler olarak. Ayrıca bu örnek, eğer belli düşünce ve uygulama alışkanlıklarının, belli duyarlılık ve "reflekslerin" bu ulvi mücadelemizde geliştirilmesi, sürdürülmesi ve korunması gerekiyorsa, böyle bir misyonun bir nesilden uzun süreceğini, en azından bir sonraki nesli içermesi gerekeceğini gösteriyor. O halde mesele, eğitim meselesi mi? Kanımca sorulması gereken ilk soru Trafalgar, Rabia veya Taksim meydanlarındaki protestocuların "gerçekten" terörist olup olmadıkları değil. Daha da şaşırtıcı olan, ister askeri, ister parlamenter olsun, siyasi rejimlerin, ister asker, ister polisle yürüttükleri teröre karşı savaşların bütün dünyada bu kadar yasal ve popüler olabilmesi. Nasıl oluyor da her devlet başkanı, her başbakan, her general, her içişleri ve dışişleri bakanı bu konuda hemfikir olabiliyor? Teröristler yok edilmeli ve toplum—hatta insanlık—onlardan korunmalıdır. Güvenlik talep ediyor ve bize bunu sağlayanları yüceltiyoruz. Onun yol haritalarını, taraflarını ve gereklerini tartışıyoruz. Yöntemlerini, bütçelerini ve boyutlarını karşılaştırıyoruz. Yasal ve yasadışı, hukuki ve hukuksuz, haklı ve haksız türlerini birbirinden ayırıyoruz. Sonuçları hız ve rakamlar, insan ölümleri ve yaralanmalar üzerinden hesaplıyoruz. Savaş, casusluk ve istihbarat var. Tutuklamalar, baskınlar ve suikastlarla karşı karşıyayız. Ölüm tugayları, insansız uçaklar ve hapishaneler kullanıyoruz. Tehditlerden, risklerden ve ihlallerden nefret ediyoruz. Barış ve korunma, hukuk ve düzen, huzur istiyoruz. Sonra da, "Erdoğan ve Sisi'nin ortak noktası var mı" diye soruyoruz. İkisinin de orduları, polisleri, yasaları, biraz "meşruiyetleri," bir de yönetecek fevkalade muhteşem bir devletleri var. ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- * Yrd. Doç. Dr. **Ayça Çubukçu**, London School of Economics and Political Science’da insan hakları profesörü ve *Jadaliyya*’nın Türkiye sayfası editörlerinden. İngiltere’den önce ABD’de, Columbia ve Harvard üniversitelerinde ders verdi. ## Okuyucu Yorumları
206037
haber
'Bu yazın terennümü Aşk Gitti Bizden' olacak'
null
# 'Bu yazın terennümü Aşk Gitti Bizden' olacak' ## "Tarkan, yorumuyla (sesiyle) hiç bağırmadan, sesini yükseltmeden, adeta terennüm ederek; sesini, yorumunun gerisinde tutarak bir duygu üretebilmiş" - A + **Telesiyej ** (Taraf, 11 Haziran 2012) ## Belli oldu; bu yazın terennümü ‘Aşk Gitti Bizden’ olacak! Pop müzik nadirattan da olsa bazen maksadını aşıyor mu ne.. ortaya öyle bir parça çıkıyor ki, şaşırtıyor insanı; sanki ona başka bir müzik türü aşılanmış gibi geliyor insana. Bu özel duruma yol açan şey bazen güfteden, bazen besteden, bazen şarkıcının ses renginden, bazen de yorumundan geçiyor. Tabii sonuçta ortaya bir "toplam" çıkıyor ve bu da bir farklılık yaratıyor. Tarkan’ın, Ozan Çolakoğlu’nun 01 albümünde yer alan Aşk Gitti Bizden şarkısı öyle bir şey işte. Pop müziğin klasik hedef kitlesini aşmış bir şarkı sanki bu. Böyle bir şarkı (yani kendi alanının sınırını aşmış bir şarkı da), daha bir derinlik kazanıyor, daha manalı olabiliyor. Tarkan, yorumuyla (sesiyle) hiç bağırmadan, sesini yükseltmeden, adeta terennüm ederek; sesini, yorumunun gerisinde tutarak bir duygu üretebilmiş; aşkın, ayrılık acısının, hüznünün sesini bulmuş bu şarkıda. Ayrılık’ın üzüntüsünü dansla, hareketle buluşturmak, ortaya değişik bir pop müzik vurgusu çıkarmış; adeta bir "zıtların birliği". Aşk Gitti Bizden adlı şarkıda her zamankinden farklı bir yorumu var Tarkan’ın, ona sordum, bana farklı geliyor, öyle mi gerçekten diye, Tarkanş "Evet, dinleyenler öyle diyorlar. Fark, Aşk Gitti Bizden’in, aslında bir dans parçası olmasına rağmen, aynı zamanda duygusal yapıda bir ayrılık şarkısı olmasından kaynaklanıyor sanıyorum; bu ilginç bir kontrast bana göre; bu yüzden de çok farklı okumalar denedim bu şarkı için; sonuçta albümde yer alan yorum bana daha yakın geldi," dedi. Aşk Gitti Bizden’in söz ve müziği Tarkan’a, düzenlemesi ise albümün sahibi Ozan Çolakoğlu’na ait. Tarkan, Ozan’ın 01 albümü katılımı için de: "Ozan Çolakoğlu, uzun zamandır bu albümü yapmayı tasarlıyordu, hayata geçirmek için kolları sıvayınca, müzik alanında neredeyse 20 yıldır birlikte çalıştığımız yakın arkadaşımın albümü için ben de stüdyoya girdim. Kendi albümüm gibi, üç aydır stüdyodayım; gece gündüz çalıştı," diyor. Albümde yer alan sözleri Tarkan’a, müziği Tarkan ve Ozan Çolakoğlu’na ait Ben Yanmışım adlı şarkıyı da Ajda Pekkan söylüyor. Bu şarkının da yaz aylarının en çok dinlenen şarkıları arasında yer alacağı şimdiden belli. Tarkan, Ozan Çolakoğlu’nun 01 albümünde Sezen Aksu’nun ünlü şarkısı Hadi Bakalım’ı da yorumlamış. Çok değişik, ilginç bir yorum bence. "Hadi Bakalım’ı çok severim", diyor Tarkan, söylemek, "uzun zamandır hayalimdi". Şu anda sanal ortamda tıklanma rekorları kıran Aşk Gitti Bizden, bu duygusal ve hareketli yapısıyla her yaştan insanın pop müziğe yakınlık duymayanlar da dâhil ilgisini çekecek gibi görünüyor. Türkiye’de pop müzik her nedense özellikle yaz aylarında eller havaya çağını yaşarken ki bu şekilde kendi dejenerasyonuna yol açmıştır , farklı bir kulvarda yürüyen böyle şarkıların da var olabileceğinin bir kanıtı gibi Aşk Gitti Bizden. Bir de Sezen’in ‘Gizli Aşk’ şarkısındaki yorumu var ki! Ozan Çolakoğlu’nun 01 adlı albümünde yer alan bir şarkı var ki, doğum tarihi 1998. Sezen Aksu, Meral Okay’la birlikte bir Yunan bestecinin müziğine söz yazmış o tarihte. Sonra ne Sezen okumuş şarkıyı, ne de başka birine kısmet olmuş anlaşılan; Ozan Çolakoğlu’nun 01 projesi ortaya çıkınca da, bu şarkı aklına gelmiş Sezen’in. Ozan Çolakoğlu, düzenlemesini yapmış, Sezen stüdyoya girip okumuş Gizli Aşk’ı, Meral Okay’ın anısına diye bir not düşerek. Ama ne okumak! Türkiye’de pop müziğin yanından bile geçemeyeceği bir kültür sesi.. bir kültürel yorum; makam müziği gırtlağına hakimiyet kurarak, günümüz modern popüler müziği için bir ses yorumu farklılığı önerisi bence bu.. müthiş etkileyici. İncelenmesi, araştırılması gereken gizli bir öneri var sanki yorumunda. Gizli Aşk, tokat gibi çarpıyor insana. "Alacası kanayan gurubun Ak satende dinleniyor Seviştikçe yârim demleniyor Bir içim, bir deniz çekiliyor Kalk kıymetlim dar vakit eriyor Uyan ey sırrım uyan Bu güneş bizi ele veriyor Götür beni yalnıza bırak Bırak gitsin gizli yârim Bu dünya aşktan anlamıyor" Sözler, müzik ve yorum öyle erimiş ki birbirinin içinde "bir" olmuş adeta.. şarkının Sezen hâli bu. Gizli Aşk, Ozan Çolakoğlu’nun albümüne mana itibariyle önemli bir derinlik katmış bence. Ve yarın satışa çıkacak olan 01, bu yaz mevsiminin albümü olacak, hiç şüphe yok. ## Okuyucu Yorumları
219037
haber
Bugün kar yağacak mı, soğuk olacak mı?
null
# Bugün kar yağacak mı, soğuk olacak mı? ## Türkiye'nin güney ve batı bölgelerinde sağanak yağmur ve fırtına uyarısı yapılırken, iç ve doğu kesimlerde kar ve karla karışık yağmur bekleniyor Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nden yapılan son değerlendirmelere göre, Türkiye'nin büyük bir bölümünde görülecek olan yağışların genellikle yağmur ve sağanak, güney kıyılarda yer yer gök gürültülü sağanak, iç ve doğu kesimlerde karla karışık yağmur ve kar şeklinde olcağı tahmin ediliyor. Yağışların; kuvvetli güneyli rüzgarla birlikte Muğla, Aydın'ın güney ve doğu ilçeleri, Antalya'nın Elmalı Kaş, Finike, Kumluca ve Kemer ilçeleri ile doğu kesimlerinde kuvvetli (21-50 Kg/Metrekare) olması bekleniyor. **HAVA SICAKLIĞI**: Önemli bir değişiklik olmayacağı tahmin ediliyor. **RÜZGAR**: Genellikle güney ve güneybatı (lodos) yönlerden hafif arasıra orta kuvvette, Güney Ege ve Akdeniz kıyılarında kuvvetli, yer yer kısa süreli fırtına (40-60 Km/Saat) şeklinde esmesi bekleniyor. **UYARILAR** ** KUVVETLİ YAĞIŞ UYARISI**: Yağışların; kuvvetli güneyli rüzgarla birlikte Muğla, Aydın'ın güney ve doğu ilçeleri, Antalya'nın Elmalı Kaş, Finike, Kumluca ve Kemer ilçeleri ile doğu kesimlerinde kuvvetli (21-50 Kg/Metrekare) olması beklendiğinden yaşanabilecek olumsuzluklara karşı (su baskını, yıldırım, deniz ve kara ulaşımında aksamalar, yerel hortum oluşumu vb.) ilgililerin ve vatandaşların dikkatli ve tedbirli olması gerekmektedir. **KUVVETLİ RÜZGAR UYARISI**: Rüzgarın; güney ve güneybatı (lodos) yönlerden, Güney Ege ve Akdeniz kıyılarında kuvvetli, yer yer kısa süreli fırtına (40-60 Km/Saat) şeklinde esmesi beklendiğinden yaşanabilecek olumsuzluklara karşı (ulaşımda aksamalar,ağaç ve direklerin devrilmesi, lodos kaynaklı soba ve baca gazı zehirlenmeleri vb.) ilgililerin ve vatandaşların dikkatli ve tedbirli olmaları gerekmektedir. Dikkat! Batı Karadeniz'de sabah saatlerinde batı ve güneybatı yönlerden 4 ila 6 kuvvetinde esecek olan rüzgarın öğle saatlerine karşın 6 ila 8 (60-75 km/saat) kuvvetinde fırtına şeklinde esmesi beklenmekte. Fırtınanın akşam saatlerine doğru etkisini kaybetmesi tahmin ediliyor. Bölgelerde hava durumu **MARMARA** Parçalı ve çok bulutlu, Edirne ve Kırklareli dışında bölge genelinin aralıklı yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Yağışların; genellikle yağmur ve sağanak, bu sabah ve gece saatlerinde Bilecik ile Bursa'nın yükseklerinde karla karışık yağmur ve yer yer kar şeklinde olması bekleniyor. **BURSA ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağmurlu, bu sabah ve gece saatlerinde yüksekleri karla karışık yağmur ve yer yer kar yağışlı 12 **ÇANAKKALE ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 13 **İSTANBUL ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 11 **YALOVA ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 11 **EGE** Parçalı ve çok bulutlu, bölge genelinin aralıklı yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Genellikle yağmur ve sağanak, güney Ege kıyılarında gök gürültülü sağanak, bu sabah ve gece saatlerinde iç kesimlerde karla karışık yağmur ve yer yer kar şeklinde görülecek olan yağışların; öğle saatlerinde Muğla ile Aydın'ın güney ve doğu ilçelerinde yer yer kuvvetli (21-50 Kg/Metrekare) olacağı tahmin ediliyor. Rüzgarın; Güney Ege kıyılarında güney ve güneybatı (lodos) yönlerden kuvvetli ve yer yer kısa süreli fırtına (40-60 Km/Saat) şeklinde esmesi bekleniyor. **A**.**KARAHİSAR ** Parçalı ve çok bulutlu, genellikle yağmur ve sağanak, bu sabah ve gece saatlerinde karla karışık yağmur ve kar yağışlı 7 **AYDIN ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı geçecek. Yağışların; güney ve Doğu ilçelerinde öğle saatlerinde yer yer kuvvetli olması bekleniyor. 13 **İZMİR ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 13 **MANİSA ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 12 **AKDENİZ** Parçalı ve çok bulutlu, bölge genelinin yağışlı gececeği tahmin ediliyor. Yağışların; Antalya'nın Elmalı Kaş, Finike, Kumluca ve Kemer ilçeleri ile doğu kesimlerinde kuvvetli (21-50 Kg/Metrekare) olmak üzere, yağmur ve sağanak, kıyılarında yer yer gökgürültülü sağanak, bu sabah ve gece saatlerinde Göller yöresinde karla karışık yağmur ve yer yer kar şeklinde olması bekleniyor. Rüzgarın bölgenin kıyılarında güney ve güneybatı (lodos) yönlerden kuvvetli (40-60 Km/Saat) esmesi bekleniyor. **ADANA ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 16 **ANTALYA ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı geçecek. Yağışların Elmalı, Kaş, Finike, Kumluca ve Kemer ilçeleri ile doğu kesimlerinde kuvvetli (21-50 Kg/Metrekare) olması bekleniyor. 17 **MERSİN ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı sağanak ve gökgürültülü sağanak yağışlı 16 **OSMANİYE ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı 14 **İÇ ANADOLU** Parçalı zamanla çok bulutlu, bölge genelinin aralıklı karla karışık yağmur ve kar yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. **AKSARAY ** Parçalı ve çok bulutlu, bu sabah ve gece saatlerinde karla karışık yağmur ve kar yağışlı 8 **ANKARA ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı karla karışık yağmur ve kar yağışlı 9 **ESKİŞEHİR ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı karla karışık yağmur ve kar yağışlı 8 **KARAMAN ** Parçalı ve çok bulutlu, bu sabah ve gece saatlerinde karla karışık yağmur ve kar yağışlı 10 **BATI KARADENİZ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Yağışların kıyılarda yağmur ve sağanak, iç kesimlerde karla karışık yağmur ve kar şeklinde olması bekleniyor. **BARTIN ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 12 **BOLU ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı karla karışık yağmur ve kar yağışlı 7 **KARABÜK ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 10 **ZONGULDAK ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 11 **ORTA ve DOĞU KARADENİZ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Yağışların genellikle yağmur ve sağanak, iç kesimlerinde karla karışık yağmur ve kar şeklinde olması bekleniyor. **BAYBURT ** Parçalı ve çok bulutlu, öğle saatlerinden sonra aralıklı karla karışık yağmur ve kar yağışlı 3 **RİZE ** Parçalı ve çok bulutlu, akşam saatlerinde aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 14 **SAMSUN ** Parçalı ve çok bulutlu, öğle saatlerinde aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 13 **TRABZON ** Parçalı ve çok bulutlu, akşam saatlerinde aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 15 **DOĞU ANADOLU** Parçalı ve çok bulutlu, Malatya ile öğle saatlerinden itibaren bölge genelinin yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Yağışların; genellikle karla karışık yağmur ve kar, Malatya, Elazığ ve Iğdır çevrelerinde yağmur şeklinde olması bekleniyor. **ERZİNCAN ** Parçalı ve çok bulutlu, öğle saatlerinden itibaren yağmur, gece saatlerinde karla karışık yağmurlu 4 **ERZURUM ** Parçalı ve çok bulutlu, akşam saatlerinden itibaren karla karışık yağmur ve kar yağışlı 3 **KARS ** Parçalı ve çok bulutlu, akşam saatlerinden itibaren karla karışık yağmur ve kar yağışlı 2 **VAN ** Parçalı zamanla çok bulutlu, gece saatlerinde karla karışık yağmur ve kar yağışlı 4 **GÜNEYDOĞU ANADOLU** Parçalı ve çok bulutlu, batısı ile zamanla bölge genelinin aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. **ADIYAMAN ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 9 **DİYARBAKIR ** Parçalı ve çok bulutlu, öğle saatlerinden sonra aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 10 **GAZİANTEP ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 8 **ŞANLIURFA ** Parçalı ve çok bulutlu, aralıklı yağmur ve sağanak yağışlı 11 ## Okuyucu Yorumları
233119
haber
Bugün seçim olsa partilerin oy oranları kaç olurdu?
null
# Bugün seçim olsa partilerin oy oranları kaç olurdu? ## ORC araştırma şirketi ve Mak Siyasi Danışmanlık tarafından bugün seçim olsa partilerin oy yüzdesinin ne olacağı hakkında araştırma yapıldı ORC araştırma şirketinin 10-26 Haziran tarihleri arasında 63.750 kişi ile gerçekleştirdiği seçim anketi sonuçlandı. Milliyet.com.tr'de yer alan ORC araştırma şirketinin anket sonucuna göre: **Bugün genel seçim olsa** AKP : Yüzde 44.2 CHP : Yüzde 30.1 MHP : Yüzde 15.5 BDP : Yüzde 6.9 Diğer: Yüzde 3.3 **Bugün yerel seçim olsa** AKP: Yüzde 41.5 CHP: Yüzde 33.0 MHP: Yüzde 15.9 BDP: Yüzde 5.6 Diğer: Yüzde 4.0 Yenişafak Gazetesi yazarı **Erkan Tan** da bugünkü köşesinde Mak Siyasi Danışmanlık tarafından 54.000 kişiyle yapılan seçim anketinin sonuçlarını paylaştı. Mak Siyasi Anket sonuçlarına göre: **Bugün yerel seçim olsa** AKP: Yüzde 46.7 CHP: Yüzde 22.2 MHP: Yüzde 14.4 BDP: Yüzde 5.2 Saadet: Yüzde 4.4 BBP: Yüzde 1.1 Kararsız ve diğerleri: Yüzde 6 ## Okuyucu Yorumları
5340
haber
Burun karıştırmanın psikolojisi
null
## Soru: Sıklıkla burun karıştırmak, psikolojik bir bozukluk mudur? Eğer bozukluk ise, altında yatan neden nedir? Yanıt: Saygın tıp dergisi 'Journal of Clinical Psychiatry'nin Şubat 1995 sayısında yer alan, ABD'de Wisconsin'de yaşayan 100 yetişkin kişi üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, burun karıştıranlar yaptıklarından dolayı suçluluk ya da dışlanmışlık hissetmiyorlar. Makale ayrıca bu alışkanlığın evrensel olduğunu söylüyor. Aynı dergi, 2001 yılında Hindistan'da bir grup yetişkin üzerinde yürütülen başka bir çalışmaya da yer verildiğini, buna göre burun karıştırma sıklığının ortalama olarak günde dört sefer olduğunu yazıyor. Ancak bu davranışın hastalık haline gelmesi için bunun kompulsif (bastırılması güç bir duygunun etkisiyle yapılan) bir nitelik kazanması gerekir. Kompulsif burun karıştırma tıp dilinde 'Rhinotillexomania' olarak bilinir. Bu hastalık burun kanamasına (epistaksis) veya nasal septal perforation'a (burun deliklerini ayıran duvarın delinmesi) yol açabilir. Kompulsif burun karıştırmanın nedeni henüz tam olarak bilinmiyor fakat aşırı durumlarda psikiyatrik bir hastalığın belirtisi olabilir. Wisconsin çalışmasında, bir kişinin burun deliklerini günde iki saat karıştırdığını ortaya çıkartmış. Infection Control and Hospital Epidemiology isimli tıp dergisinde yer alan Hollandalı bilim insanlarının yürüttüğü bir araştırmanın sonuçlarına göre burun karıştırmanın sıklığı, burunda 'Stafilokok Aureus' isimli bakterinin varlığı ile ilişkilidir. Bu bakteri insanların %25'i tarafından taşınır. Ancak bakterinin kötü bir şekli 'et yiyen' enfeksiyonlara dönüşebilir. ## Okuyucu Yorumları
105030
haber
Bütün kanserler ölümcül değildir
null
# Bütün kanserler ölümcül değildir ## Kanser hakkında pek fazla doğru bilgiye sahip olmadığımız soruları, uzmanlar derleyip cevaplandırdı. **T24** - Kanser yalnızca ileri evreye ulaştığında ölümcül. Bazı türlerde kurtulabilme oranı yüzde 90. Bazı türlere ise bir gen neden oluyor ve risk grubundakilerin düzenli testten geçmesi gerekiyor. Kanserden bahsederken herkesin bildiği varsayılan, bu yüzden bilmeyenlerin sormaya çekindiği sorular var. İngiliz DailyMail gazetesi bu soruları derledi, Londra Klinik Kanser Merkezi uzmanları yanıtladı. 1 Kaç çeşit kanser var? Yaklaşık 200 çeşit. Fakat bazıları diğerlerine göre daha nadirdir. 2 Ağrı yapar mı? Bu vücudunuzun hangi bölgesinin kanser olduğuna bağlı. Kanser hücreleri ağrı verici değildir. Ancak geliştirdikleri tümör vücutta bir yere baskı yaptığında, örneğin omurgada ya da solunum yolunu tıkaması gibi, bu durum ağrıya sebep olabilir. 3 Nasıl öldürür? Kanser yalnızca ileri evreye ulaştığında ölümcül olur. Bütün kanserler ölümcül değildir. Bazılarından kurtulabilme oranı yüzde 90’dan fazladır. Kanserin nasıl ölümle sonuçlanacağı ise türüne göre değişir. Kimi kanser türü vücudun hayati fonksiyonlarına etki ederek hastayı öldürür. 4 Kaç evresi var? Çoğu kanser türü 4 evreden oluşur. 1. Kanser bölgeseldir. 2. Kanser lenf düğümlerine yaklaşmıştır. 3. Lenf düğümlerinde ve etrafında kanserli hücreler vardır. Etraftaki dokulara ve organlara sıçramaya başlamış olabilir. 4. Yayılmıştır ve vücuttaki diğer organlara da bulaştığına dair bulgular vardır. 5 Birinin ne kadar süredir kanser olduğu bilinebilir mi? Deri kanserinde ciltteki kanserli dokunun derinliği ölçülerek kanserin ne kadar süredir vücutta olduğu konusunda fikir edinmek mümkünken, diğer kanser türleri için süre tahmin etmek zordur. Kanser belirtileri ortaya çıkmadan yıllar önce vücutta yer almış olabilir. 6 Kanserlilerin başka tip kansere yakalanma olasılığı yüksek mi? Kanser olan bir kişinin başka bir kansere yakalanma riski az da olsa daha fazladır. Çünkü ilk kanserin tedavisi için uygulanan kemoterapi kanserli hücreleri öldürürken sağlıklı hücrelere de zarar verir. Zarar görmüş olan bu hücreler mutasyona uğrayarak kanserli hücrelere dönüşebilirler. Ama bu çok küçük bir risktir. 7 Yaşın ve egzersizin kanserden kurtulmak için nasıl bir etkisi vardır? Genç ve fit bir vücut güçlü bir bağışıklık sistemi demektir ve kanserle mücadelede olumlu etkileri vardır. 8 Hangi kanser türleri kalıtsaldır? Yumurtalık, bağırsak, rahim kanserleri. Bilimadamları bu kanserlere sebep olan geni keşfettiler. Bu durum bu gene sahip olan bir kişinin kesinlikle kanser olacağı anlamına gelmez. Ama bu gene sahip bir kişi büyük risk altındadır. Düzenli testten geçmesi gerekir. 9 Birincil ile ikincil kanser arasındaki fark nedir? Birincil kanserde kanser üremeye başladığı alandadır. İkincil kanserde ise bazı kanser hücreleri lenf sistemini kullanarak vücudun başka bölgesine yayılmıştır. İkincil kanser hastalığın gelişmiş evresi olarak kabul edilir ve tedavi etmek daha güç olur. Doktorlar çeşitli yöntemlerle kanserin büyümesini yavaşlatabilmektedirler. 10 Kanser neden organ nakliyle çözülemiyor? Eğer kanser vücudun diğer kısımlarına yayılmışsa, birincil aşamada kanserli olan organı alsanız bile, kanser hücreleri vücudun diğer kısımlarında ve yeni organda da büyümeye devam edecektir. Ayrıca vücudun nakledilen organı kabul etmesi için anti-rejeksiyon ilaçlar kullanılacaktır. Bu da doğal yollardan kanserle mücadele eden bağışıklık sistemini yavaşlatacaktır. 11 Diyet, egzersiz kanserle mücadelede etkili mi? İyi ve dengeli bir diyet bağışıklık sisteminizin kanserle mücadelesinde daha etkili olmasını sağlayacaktır. Egzersiz hastanın kendisini daha iyi hissetmesini sağlarken, hastaya güç ve moral verir. Doktorların tavsiye ettiği ölçüde egzersiz yapılmalıdır. 12 Kanserliler çocuklarına nasıl söyleyecek? Bunu söylemenin net bir doğru ya da yanlış yöntemi olmamakla beraber, genellikle dürüst ve iyimser bir şekilde söylenmesi tavsiye edilir. Çok küçük çocuklara ise kötü ve iyi hücre terimleri kullanılarak anlatılmalı. 13 Kanser doğurganlığı etkiler mi? Bazı kemoterapi ve radyoterapi doğurganlığı kötü etkileyebilir. Erkekler bu konuda spermlerini bir sperm bankasında saklayabilirler, kadınlarsa erkeklere göre biraz daha zor olan yumurta dondurma yöntemini uyugulayabilirler. 14 Neden bazı kanserler ameliyat edilemez? Eğer tümör hayati organlara ve damarlara çok yakın bir noktadaysa, müdahale etmek çok güç oluyor. Kan kanseri ve kemik iliği kanseri ameliyatla tedavi edilemez. Ancak kemoterapi, radyo terapi, hormon ve biyolojik tedaviler uygulanabilir. 15 Hangi kanserlerde hayatta kalma oranı fazladır? Erkeklerde testis kanseri ve prostat, kadınlardaysa rahim ve göğüs kanseri. ## Okuyucu Yorumları
155461
haber
Çakma çantalar 10 liraya
null
# Çakma çantalar 10 liraya ## Louis Vuitton, Hermes, Chanel, Prada, Gucci, Fendi ve Pierre Cardin gibi markaların taklit ürünleri hızla artıyor **T24- **Louis Vuitton, Hermes, Chanel, Prada, Gucci, Fendi ve Pierre Cardin gibi lüks markaların taklit ürünlerini üreten ya da ithal eden firmaların sayısı hızla artıyor. Bazı ünlü isimlerin de kullandığı taklit çantaların fiyatları 10 liradan başlayıp 1000 dolara kadar çıkıyor. Pazarın milyar dolar büyüklüğünde olduğu tahmin ediliyor. Saraciye Sanayicileri Derneği Başkan Yardımcısı Cemal Aydın, satışlarını engelleyen ''çakma'' piyasasının, sektörün de ''en büyük kangreni'' durumunda olduğunu belirterek, ''Gidin Kapalıçarşı'ya, normal markalı ürün satamazsınız. Kapalıçarşı'da herkes çakma alıyor. Nişantaşı, Bakırköy, güneyde turistik bölgeler ve birçok semt pazarında da çakma çantalar satılıyor'' dedi. Aydın, 1997'den beri Türkiye'de her geçen yıl üretim ve satışı artan ''çakma'' ürünlerin pazarının giderek büyüdüğüne işaret ederek, saraciye sektörünün 200 milyon dolar ihracat yapmasına karşın Türkiye'nin 300 milyon dolar saraciye ithalatı gerçekleştirdiğini, deri ürünlerinde iyi bir konumda bulunan Türkiye'ye ithalatta deri değil, imitasyon ürünler geldiğini söyledi. Markaların bu konudaki sıkıntısının arttığına dikkati çeken Aydın, ''Kapalıçarşı'daki 620 dükkanın neredeyse yüzde 90-95'inde çakma ürünler satılıyor. Çakma ürünler nedeniyle yurt içi satışlarımız çok düşüyor. Bunların büyük bir kısmı yurt içinde üretilirken, bir kısmı da yurt dışından kaçak yollarla ülkeye geliyor. Bir firma ayda 2 bin tane çakma çanta üretebiliyor'' şeklinde konuştu. 'Evlerdeki hanımların günlerinde satışlar yapılıyor' Tescilli Markalar Derneği Başkan Yardımcısı Vehbi Kahveci de yapılan bir araştırmada taklit çanta piyasasının belli grupların hakimiyetinde, organize olduğunun tespit edildiğini belirterek, ''Polis, taklit çanta piyasasının Türkiye'de belli organize grupların elinde olduğunu tespit etti ve polisin yaptığı operasyon sonucu bu belgelendi. Belli markaları belli gruplar yapıyorlar. Birkaç gün önce Marmaris'te operasyon yapıldı, aynı insanlar oradaydı. Dün Antalya Kundu'da operasyon yapıldı, yine aynı adamlar...'' şeklinde konuştu. Kahveci, Türkiye'de üretilen çantaların çok kaliteli, yurt dışından getirtilen çantaların ise kalitesiz olduğunu ve ucuza ithal edildiğini, dışarıdan getirtilen çantaların Türkiye'de üretilen kaliteli çantalar fiyatına satıldığını ifade ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''İnsanlar, markaların internet sitelerine girip beğendikleri çantayı telefonla sipariş edip yaptırtıyorlar. Şu anda evlere dahi girmiş durumdalar. Evlerdeki hanımların günlerinde satışlar yapılıyor. Çok geniş bir pazarlama ağları var. 3 milyar dolarlık taklit tekstil ve aksesuar pazarının büyük bir bölümünü çanta karşılıyor olabilir. Türkiye'deki taklitçilere bir uyarımız oldu; taklit yapmayın, kaliteli çanta yapın, o zaman çok daha fazla talep göreceksiniz diye... Görüşmeler devam ediyor. Eğer bu çalışmayı başarabilirsek özellikle Kapalıçarşı esnafı, ki en kaliteli ürünü onlar yapıyorlar, artık taklit ürün satmayacak, kaliteli dizaynlar satacak, o zaman daha para kazanacak. Bunu başarabilirsek, Kapalıçarşı'da böyle bir akım başlarsa Türkiye'nin itibarı bakımından çok iyi olacak. Polisin yaptığı operasyonlar sonucunda taklitçiler yeni bir yol arayışına girdiler. O yol da bu oldu.'' 'El altından satış başladı' Vehbi Kahveci, Türkiye'nin eskisi kadar ''taklitçi ülke'' olarak anılmadığını belirterek, 3 milyar dolarlık taklit tekstil ve aksesuarları pazarının belli ellerde toplandığını iddia etti. Kahveci, ''Bu mevsimde Güney'de, sahil bandındaki taklit pazarı 600 milyon dolar civarında. Bu para 3-5 organize grubun elinde toplanıyor. Bu paralar kayda girmiyor'' diye konuştu. Polisin yaptığı operasyonlardan sonra Kapalıçarşı'daki dükkanlarda taklit çanta satışının azaldığını, el altından satışın başladığını ifade eden Kahveci, ''Çakma çantaları üretenler belli. Şu anda bir müddet tatile çıktılar. Son duyduğumuza göre Kapalıçarşı esnafı iş yapamamaktan şikayetçi olduğu için yeniden bu işe (taklit çanta satışı) başlayabilirler. Taklit çantada üreticiden çok ithalatçı var. Asıl mesele de gümrüklerde'' dedi. Yabancı lüks markaların Türkiye'de mağaza açmasıyla insanların istenen ürüne ulaşabilme şansı bulduğunu, artan talebe bağlı olarak taklidin de çoğaldığını belirten Kahveci, bazı markaların Türkiye'deki markalarını takip etmediğini, takip edilen markalarda ise mutlaka belli bir kontrol sağlandığını kaydetti. 'Pazarın büyüklüğü milyar dolar tahmin ediliyor' Gön Deri kurucusu Engin Altaş ise ''çakma çanta'' pazarının büyüklüğünün kayıt dışı olması nedeniyle bilinemediğini, ancak milyar dolarlık olduğunun tahmin edildiğini belirterek, Türkiye'nin bavul ticareti ile canlandırdığı, gümrükler sıklaştıkça ve denetim arttıkça kaybettiği deri sektöründeki ivmenin son 5 yılda ''çakma çanta'' ile hayat bulmaya çalıştığını söyledi. Altaş, turistik satışların ağırlıklı olduğu Kapalıçarşı'daki 3 bin mağazanın yaklaşık 600'ünde çanta satıldığını, bu çantaların çok büyük bölümünün ''çakma'' olduğunu, ''çakma çantaların'' yurt dışına da gönderildiğini duyduklarını ifade ederek, yaptırımların artmasıyla taklit ürün üretiminin azalacağını, özellikle Fransız markalarının bu konuda çok hassas olduğunu, tuttukları avukatlarla konunun üzerine gittiğini ve Fransız marka çantaların taklitlerinin üretiminde azalma olduğunu anlattı. ## Okuyucu Yorumları
216579
haber
Can Dündar: Felaket geliyor. Önlemek, Başbakan’ın boynuna borçtur
null
# Can Dündar: Felaket geliyor. Önlemek, Başbakan’ın boynuna borçtur ## Dündar: Eylemcileri tehditle caydırmaya çalışmak, yalan haberlerle kamuoyunu kanlı bir operasyona hazırlamaktır - A + Cezaevlerinde açlık grevleri 53. gününe girerken, Başbakan tarafından "Türkiye’de açlık grevi falan yok" açıklamaları gazetecilerinde köşesine taşındı. Milliyet gazetesi yazarı Can Dündar, 'Geliyorum diyen felaket' başlıklı bugünkü (3 Kasım 2012) yazısında Başbakan'ın açlık grevleri karşısındaki tutumunu eleştirdi. Dündar'ın yazsının bir kısmı şöyle: " İkisinden biri doğru söylemiyor: Başbakan ya da Adalet Bakanı... Başbakan Almanya’da dünyanın gözünün içine baka baka, "Türkiye’de açlık grevi falan yok" diyor. Aynı saatlerde Adalet Bakanı, 683 kişinin açlık grevinde olduğunu söylüyor. Hangisine inanmalı?" "Devlet, uzun süredir Öcalan’ı avukatlarıyla görüştürmüyor. "Koster bozuk" diyor.Bir devletin 1,5 senedir bir kosteri tamir ettiremediğine inanmamızı bekliyorlar. Neden devlet, tecridin gerekçesini açıklamıyor da zekamızla alay ediyor? Neden inatla yalan söyleniyor?" "Başbakan, dünyanın huzuruna çıkıp açlık grevindekilere, "Siz açken, vekilleriniz kuzu kebap götürüyor" diyor. Gösterdiği fotoğrafın 3.5 ay önce çekilmiş olduğunu bilmemesine imkan yok. O halde neden gerçeği gizliyor?" "Nedeni biliyoruz aslında... Devlet aklı böyle çalışıyor. Devirler, isimler değişiyor, o akıl değişmiyor. Kenan Evren’in de, Mehmet Ağar’ın da, Sadettin Tantan’ın da tavrı buydu: Eylemcileri tehditle caydırmaya çalışmak, yalan haberlerle kamuoyunu kanlı bir operasyona hazırlamak, "Devletle pazarlık olmaz" jargonuyla taleplere kulak tıkamak... O devlet aklının sözcülüğünü, bugün giderek "Ağar"laşan bir şekilde Erdoğan üstleniyor" "2000’deki açlık grevlerinde, Bayrampaşa’da ölmeye yatan o gencecik insanları, onların solan çehrelerini, çöken avurtlarını, fersiz bakışlarını, sonra da "Ölmeniz gerekiyorsa, onu ben yaparım" diyen devletin öfkesini görmüş biri olarak bu konunun tehditle, "kuzu kebap" jargonuyla ya da operasyonla çözülemeyeceğine tanıklık ederim. Felaket geliyor. Önlemek, Başbakan’ın boynuna borçtur. Eylem yayılmadan, ölümler başlamadan vicdanın devreye girmesini bekliyoruz." ## Okuyucu Yorumları
254549
haber
Can Dündar imzalı '17 Aralık' belgeseli Artı Bir TV'de
null
# Can Dündar imzalı '17 Aralık' belgeseli Artı Bir TV'de ## Can Dündar’ın hazırladığı '17 Aralık' belgeseli 28 Mart Cuma gecesi 21.30'de Artı Bir TV'de yayınlanacak 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının perde arkasını anlatmayı hedefleyen Can Dündar imzalı "17 Aralık" belgeseli belgeseli 28 Mart Cuma gecesi 21.30'de Artı Bir TV'de yayınlanacak. Belgeselde,17 Aralık gününe dair bugüne dek ortaya çıkan bilgiler, polis fezlekeleri, dinleme kayıtları, şüphelilerin tanıkları ve belgeler ilk kez bir belgeselde bir araya geliyor. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun gerçekleştiği gün, Ankara, İstanbul, Konya, Hatay'da dakika dakika yaşananları son 3 ayda ortaya çıkan bulgularla derli toplu anlatmayı hedefleyen yapım, "Asıl belgesel"in ilk fragmanı olma iddiası taşıyor. ## Okuyucu Yorumları
236379
haber
Can Dündar'ın BirGün gazetesindeki ilk yazısı yayımlandı
null
# Can Dündar'ın BirGün gazetesindeki ilk yazısı yayımlandı ## 'Doğan, bir aylığına izne ayrılırken tavuklarını komşusuna, köşesini bana bırakıyordu. Yazlık geçici işçi statüsünde, nicedir hasret kaldığım bir hakkı kullanıp 'babamın malı'ymış gibi kalem oynatacaktım' Milliyet gazetesinden ayrılan gazeteci **Can Dündar** ’ın BirGün gazetesindeki ilk yazısı yayımlandı. Dündar yazısında, Doğan Tılıç’ın köşesinde bir ay boyunca yazacak olmasıyla ilgili olarak "Yazlık geçici işçi statüsünde, nicedir hasret kaldığım bir hakkı kullanıp ‘babamın malı’ymış gibi kalem oynatacaktım" dedi. Can Dündar'ın "Hangimiz Kara Murat" başlığıyla yayımlanan (8 Ağustos 2013)yazısı şöyle: ## Hangimiz Kara Murat **"1980 yazıydı.** Ağustos ayıydı. Polonya'da Gdansk tersanelerinden kovulan gemi işçileri rejime kafa tutup yürüyüşe geçtiğinde hayretler içinde kalmıştık. Ellerindeki pankartta **"Solidarnosc" **yazıyordu. **"Dayanışma!"** Bu sözcük, kenetlenmiş elleri çağrıştırıyordu bize; rüzgâra karşı omuz omuza yürüyenleri; birlikten kuvvet üretenleri... Biz de öyleydik. Henüz 20'lerimizdeydik; belki varmamıştık. **Duvara dayanmıştık; dayanışma, tek kurtuluşumuzdu.** ** "Hanginiz Kara Murat? Söyleyin yoksa hepiniz öleceksiniz" **dendiğinde ** "Benim Kara Murat" **diye hep birden öne çıkmanın erdemini izleyerek, arkadaşlarını ele vermemek uğruna işkencede can verenlerin direncini dinleyerek büyümüştük. Polonya'da **"Dayanışma"**nın doğuşundan bir ay sonra Türkiye'de darbe yedik. Gerçek o zaman anlaşıldı: **Aslında öne çıkan herkes doğruyu söylemişti.** ** Her biri bir "Kara Murat"tı.** Hepsine birden kıydılar. • • • Kenetlenmiş ellerimizi dipçikle çözdüler. Sert bir rüzgâr ayırdı, yapışık duran omuzlarımızı... **Sonraki 10 yılda, Türkiye'de dayanışma çökerken Polonya'da "Dayanışma"yla başlayan isyan, duvarı yıktı.** Çıkan toza inanamadık. • • • Kendimize gelip yeniden elele verdiğimizde, yine **"Dayanışma" **adını verdik kurulan partiye... **Ama sıkı darbe yemiştik, dayanışamadık.** ** "Gelen yeni nesil, her koyunun kendi bacağından asıldığına inanıyor"**du; **"Hanginiz Kara Murat?" **dense herkes birbirini işaret ediyordu. Öyle sandık, buna inandık. • • • Sonra günlerden bir gün, İstanbul'un orta yerinde, parkta bir ağacın dibinde yeniden parıldadı dayanışmanın ışığı... **"Sönmedim, buradayım" **dedi. Çocuklarımızdı bu kez ön saftakiler... Dayatmalara karşı dayanmanın, dayanışmanın zaruretini yeniden keşfettiler. **"Hanginiz Kara Murat?" **sorusuna ** "Sana ne" **diye cevap verdiler. • • • Doğan Tılıç,-ki insan elinde el, omzunda omuzdur her daim- arayıp "Herkes birbirinin köşesini kazadursun, **gel biz seninle dünya gazeteciliğinde bir ilke imza atalım. **Bir aylık iznim süresince köşemi sen yaz" dediğinde ilkin şaşırdım. Yine bir ağustos ayıydı. 13 yıldır çalıştığım gazeteden, okurlarla vedalaşamadan atılmıştım. Ve işte **"Dayanışma"**nın pankartı sandığından çıkmıştı. BirGün dostları Twitter'dan çağrı kampanyası yapmış, **"Genç gazeteciler", "Baskıyı reddediyoruz" **açıklamasıyla gözümü yaşartmıştı. Doğan, bir aylığına izne ayrılırken tavuklarını komşusuna, köşesini bana bırakıyordu. **Yazlık geçici işçi statüsünde, nicedir hasret kaldığım bir hakkı kullanıp "babamın malı"ymış gibi kalem oynatacaktım.** Su katılmamış bir dayanışma örneğiydi. Ve biliyorduk ki, eskiden beri, ama özellikle de "Gezi'den beri", artık baskı gören kimse yalnız değildi. • • • **"Madem eşe dosta ibret olacak, madem Her gün daha iyi BirGün* **olacak, varım" dedim Doğan'a: **"Nöbeti devralıyorum. Can'la, başla..." **İyi bayramlar hepinize... Merhaba!" ## Okuyucu Yorumları
221943
haber
Can Tanrıyar: Petek ile ayrılmamız için bana tuzak kurdular
null
# Can Tanrıyar: Petek ile ayrılmamız için bana tuzak kurdular ## Can Tanrıyar: Her erkek kadar aldattım. Petek’le beraberken sevgilim olmadı. Yakalanmayan insan yapmıyor demektir. Ben de hiç yakalanmadım Ünlü magazinci **Can Tanrıyar**, **Petek Dinçöz** 'le neden ayrıldıklarını anlattı. Tanrıyar, "Petek ile ayrılmamız için bana tuzak kurdular" dedi. Hürriyet gazetesinden **Hakan Gence** 'ye konuşan Can Tanrıyar özetle şunları söyledi: "Aslında ikimizde anlayamadık. Uzaklaştık. Ağustos’un 28’inde ayrılmaya karar verdik. Medeni bir ayrılık yaşadık. İlk bir hafta iyiydik. Sonra şoförü evden eşyalarını almaya geldi, 'Can Bey siz nasıl bir oyuna geldiniz. İkiniz de kandırıldınız' dedi. Petek’le her akşam iş sonrası buluşup yemek yer, eve dönerdik. Son zamanlarda yemeklerdeki sohbetimiz sıfıra indi. Petek bir şey yemiyor, içmiyordu. İçkiyi bırakmıştım ama o dönem bu yüzden yeniden başladım. Şoför anlattı. Ayrılığımızın altı ay öncesine kadar Petek’in yemeğe gelirken arabada hep annesi ve arkadaşlarıyla olduğunu anlattı. Meğer yol boyunca benimle ilgili anlatılan efsanelerin sonu yokmuş. Petek de ketumluğundan bana bir şey söylemedi. Yargısız infaz. Beş karış surat. Petek ile ayrılmamız için bana tuzak kurdular. Yine surat astığı bir gün 'Sen benim hayatımı bitirdin. Tekrar içkiye başladım. İstemiyorum' dedim, ayrıldık. Aradım. 'Oyuna geldik, birilerinin gazına gelip ruhunu bozdun. Kötü olmayalım, çıkıp dostuz diyelim' dedim. Ama dedirtmediler. Çevresindekiler yan yana gelirsek tekrar birlikte olacağımızı düşünüyordu. Oysa o ihtimal kalmadı. Beni öyle bir hale getirdiler ki artık her gün mahkemeden kağıt alıyorum. ## 'Petek'in annesi telefonunu vermişti' "Petek’le henüz tanışmamıştık. Reha Muhtar ve Muazzez Abacı ile Etiler’deki bir Türkçe bara gittik. Garson geldi: "Bir kadın sizinle görüşmek ve tanışmak istiyor" dedi. Gittim, standdaki kadınlardan birini tanıyordum. Arkadaşım olan; "Yanımdaki hanım senden çok hoşlanıyor" dedi. Kadın da peçeteye telefon numarasını yazdı. Aramadım ama atmadım da. Bir yere tıktım. Bu olaydan bir hafta sonra Petek’le tanıştık. 1.5 sene sonra eve çıkıyorduk. Eski eşyaların arasından o peçete çıktı. "Bu ne" dediğinde hikayeyi anlattım. Sonra Petek telefonunu aldı. Çevirdi ve ekranda "Annem" yazıyordu. Dünyamız yıkıldı. "Biliyor muydun annem olduğunu?" diye defalarca sordu. ‘Nereden bileyim, o karanlıkta görmedim’ dedim. Dürüstlüğüme inandı. Annesi bir şey olmamış gibi davranmıştı. Biz de öyle yaptık. Ben unuttum ama Petek bir kadın. Masadan kalksa bizi başbaşa bıraksa bile şüphe vardı. Sen birini beğeniyorsun, o kızınla evleniyor. Bu yaşananlarda da bunun etkisi vardır. Esas konu bu değil ama. Ne peki?" ## 'Beni aradan çıkarmak istediler' "Beni başta milli piyango gibi gördüler. Sonra yıllar içinde Petek de kazanmaya başladı. Onun imkanlarından faydalanmak istediler. Ailesinde kimse çalışmıyor. Hepsine o baktı. Araba, ev almasını istediler. Ben de buna biraz engel oldum. Bu yüzden beni aradan çıkarmak istediler." ## 'Aldattım ama yakalanmadım' "Her erkek kadar aldattım. Petek’le beraberken sevgilim olmadı. Yakalanmayan insan yapmıyor demektir. Ben de hiç yakalanmadım." ## Okuyucu Yorumları
231460
haber
Çapul TV yayına başladı
null
# Çapul TV yayına başladı ## Tekel direnişini canlı yayınlayanlar Taksim Gezi parkı'nda Çapulcuların sesi oluyor Gezi Parkı direnişinden yayın gerçeklştirecek olan televizyon kanalı Çapul TV kuruldu. Ankara'dan günlerce Tekel direnişini canlı yayınlayanlar Taksim Gezi parkı'nda Çapulcuların sesi oluyor. http://www.capul.tv adresinden test yayını başladı. ## Okuyucu Yorumları
164045
haber
Caretta caretta’nın boynuna taş bağlayıp denize attılar
null
# Caretta caretta’nın boynuna taş bağlayıp denize attılar ## İzmir’de vatandaşlarca büyük ilgi gören 'Yanaşma' adı verilen dişi ‘Caretta caretta’, boynuna... - A + **T24** - İzmir’de 'Yanaşma' adı verilen dişi ‘Caretta caretta’, boynuna 4 kiloluk bir taş bağlanarak öldürüldü.Milliyet'ten Gökhan Karakaş'ın haberine göre, İzmir’de Karaburun ile Mordoğan arasında dolaşarak insanların verdiği yiyeceklerle yaşamını sürdüren dişi ‘Caretta caretta’yı herkes tanıyordu. Bir teknenin pervanesine kaptırdığı sol ön ayağını kaybeden kaplumbağa avlanamadığı için balıkçılar tarafından besleniyordu. ‘Yanaşma’ adı verilen kaplumbağa bölgede o kadar popüler hale gelmişti ki, onu görebilmek için özel dalış turları düzenleniyordu. Ancak bu yaz ‘Yanaşma’ ne balıkçılara ne de dalgıçlara yanaştı. Dalış yapan bir ekip Yanaşma’yı ölü buldu. Başına 4 kiloluk taş bağlı halde deniz dibinde bulunan kaplumbağanın vahşice öldürüldüğü anlaşıldı. Dalgıçları üzen sadece ‘Yanaşma’nın feci sonu olmadı. Hemen yakınında da dalış ekibi başı kesik bir küçük bir ‘Caretta caretta’yla karşılaştılar. Cingöz endişesi Karaburun Yarımadası’nda büyük tepki yaratan Caretta carettaların ölümü uzun bir süredir ortalarda görülmeyen Akdeniz fokunun akibeti konusunda da şüphelere yol açtı. Yarımadanın mağaralarında yuva yapan ‘Cingöz’ isimli Akdeniz fokunun aynı sona uğramasından korktuklarını anlatan dalgıç Veysel Perin, "Yaşam alanları daraldığı için balıkçıların ağlarına yiyecek aramaya girdiyse aynı sona uğramış olabilir. Her iki türde denizdeki canlı yaşamının devamı için çok önemliydi. Nasıl bu kadar acımasız oldular anlayamıyoruz. 120 milyon yıldır yerkürede olan Caretta caretta kaplumbağalarının artması için nöbet tutuyoruz. Yüzerek kaçamayacak kadar savunmasız bir hayvan işkence edilerek öldürüldü. Yanında başı kesilerek öldürülen yavru caretta da insanların acımasızlığını kanıtlıyor" dedi. Cingöz nerede? ‘Cingöz’ isimli Akdeniz foku da uzun süredir ortalarda görünmüyor. Karaburunlular Cingöz’ün de Caretta carettaların akibetiyle karşılaşmasından endişe ediyor. ## Okuyucu Yorumları
226468
haber
Cem Yılmaz bahsetti, 'Kakabüs'ün işleri açıldı
null
# Cem Yılmaz bahsetti, 'Kakabüs'ün işleri açıldı ## Cem Yılmaz'ın son şovu Fundamentals'da 'Kakabüs' ismiyle anlattığı lüks tuvalet otobüsün işleri açıldı Ünlü komedyen **Cem Yılmaz** 'ın 3 Ocak'ta sinemalarda gösterime giren ve 3.8 milyon izleyiciyle gişe rekortmeni olan Fundamentals isimli şovunda anlattığı "tuvalet otobüs"ün işleri açıldı. Bursalı Şamlı Otomotiv, maliyeti 300 bin lirayı bulan araçlardan 2 tane daha yapmak için çalışmalara başladı. Herkes uzun süredir Yılmaz'ın şovunda "Kakabüs" ismiyle anlattığı lüks tuvalet otobüsün gerçek olup olmadığını konuşuyordu. "Biz bu işte zirveyi temsil ediyoruz" sözleriyle Yılmaz'ın şovuna konu olan **Mehmet Şamlı** 'nın oğlu **Ahmet Şamlı**, 1948'den bu yana otobüs dönüşümü yaptıklarını ve 2003'te sanatçılara vip otobüs kiralamaya başladıklarını söyledi. Şamlı "Şu an 4 otobüsümüz var. 2 tane katlı 1 tek katlı vip ve bir tanesi de tuvalet şeklinde. Zaten işlerimiz yoğundu. Sürekli yeni sanatçılarla tanışıyoruz. Bu iş referansla oluyor. Cem abinin şovunda yer vermesinin faydasını görüyoruz. Birkaç araç daha yapmak için çalışmaya başladık. Yurtdışına da göndermeyi planlıyoruz." şeklinde konuştu. Şamlı, WCBus ile Afyon'daki A.R.O.G filminin çekimi süresince Cem Yılmaz ve ekibine 2.5 ay boyunca eşlik etti. Şamlı, anısını "Cem Yılmaz'ın kendine has bir tarzı var. Sete gittik, film çekmeyeceğimize göre sandalyeleri çıkarıp 40 derece havada güneş gözlüklerini takıp oturduk. Yoksa biz de herkes gibi insanız. Reklam filmi çekelim dedi ama anlattığı gibi bir filmi mümkün değil bir yerde yayınlatamayız." sözleriyle anlattı. Cem Yılmaz son şovu Fundamentals'da "Kakabüs" adını verdiği WCBus'ı anlattığı bölüm ise şöyle: ## Okuyucu Yorumları
170594
haber
Cem Yılmaz'ın başarıları ders oldu
null
# Cem Yılmaz'ın başarıları ders oldu ## Cem Yılmaz'ın işindeki başarısı ilköğretim sosyal bilgiler dördüncü sınıf kitabında birinci ünitedeki meslek seçiminde ve işinde başarılı olan insanl T24 - **Cem Yılmaz'ın işindeki başarısı ilköğretim sosyal bilgiler dördüncü sınıf kitabında birinci ünitedeki meslek seçiminde ve işinde başarılı olan insanların yeteneklerinin ve dış görünüşlerinin işlendiği bölümde örnek olarak gösterildi. **Habertürk'ün haberine göre, Cem Yılmaz'ın kariyeriyle ilgili bilgilerin yer aldığı ders kitabında ayrıca, vatandaşların ünlü komedyen hakkındaki görüşlerine de yer veriliyor. Kitapta Yılmaz için "Çok zeki, kellimeleri ustalıkla bir araya getirip kullanıyor", "Espri yeteneklerini sanata dönüştürüyor..." gibi görüşlere yer veriliyor. Kariyerinin ders kitaplarında okutulduğundan haberi olmadığını belirten ünlü komedyen, "Kitabı hazırlayanlara teşekkür ederim" dedi. 'Cem komik biri, çocukların ilgisini çeker Cem Yılmaz'ın ders kitabına girmesi konusunda Talim Terbiye Kurulu Başkanı Merdan Tufan şunları söyledi: "Cem Yılmaz; farklı yeteneklere sahip, esprili, komik bir insan, çocukların ilgisini çeker diye düşünülmüştür. Aynı ünitede bir başka yayınevi 'Filenin Sultanları' diye voleybol milli takımımızdaki kızlarımızı tanıtmıştır. Konu ve müfredat bizim tarafımızdan belirleniyor. Sunum şekli ise yayınevlerine bırakılıyor. Sonuçta bu kitap Talim Terbiye'den onay almıştır." ## Okuyucu Yorumları
212760
haber
Cemaat, dershanelerin kapatılması konusunda ne düşünüyor
null
# Cemaat, dershanelerin kapatılması konusunda ne düşünüyor ## Taha Akyol, derhanelerin kapatılmasını cemaate sordu Hürriyet gazetesi yazarı Taha Akyol, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı "dershanelerin kapatılması" konusunu Gülen cemaatine bağlı kişilere sordu. Akyol, "Cemaat ya da camia çevresine sordum, bir gerilim, bir alınganlık görmedim. 'Bizim için sorun yok' dediler" diye yazdı. Taha Akyol'un Hürriyet gazetesinde "Dershane kararına cemaat ne diyor" başlığıyla yayımlanan (10 Eylül 2012) yazısı şöyle: ## Dershane kararına cemaat ne diyor İktidarla cemaat arasında yaşanan gerilim biliniyor. Yapılan açıklamalarla gerilim hayli düşürülmüştü. Dershanelerin kapatılması için Başbakan tarih verince benim de aklıma bu geldi; hükümetten yeni bir tavır mı, diye düşündüm. Cemaat ya da camia çevresine sordum, bir gerilim, bir alınganlık görmedim. "Bizim için sorun yok" dediler: "Bizim dershanelerimiz yıllar içinde kazandığı tecrübe ve başarı ile buna çoktan hazırdır. Özel okullara gidecek öğrencilerin ücretini de devlet ödeyecek. Talep artışı bile olabilir. Lise düzeyindeki okullarımızda öğrencilerimizi üniversite sınavlarına hazırlayacak birikimimiz de var üstelik. Bu karar konusunda tek eleştiri, özel hocalarla varlıklı ailelerin çocuklarını sınava hazırlamaya devam etmesi, bunun dışında ise ‘kayıt dışı’ kursların ortaya çıkması ihtimali olabilir." Benim görüşüm şu: Dershanecilik bir problem haline gelmişti, en önemlisi müfredat derslerinin ihmal edilmesi, eğitimin bir "sınava hazırlık" faaliyetine dönüşmesi idi. Bu çok ciddi bir sorundur. Ecevit hükümeti döneminde de kapatılmaları gündeme gelmiş ama toplumsal talep dikkate alınarak bu yöne gidilmemişti. Çocukların geleceğinde "sınav" bu kadar belirleyici iken, arzla talep arasında bu kadar fark varken, dershaneler kapatıldığında hali vakti müsait olan aileler özel hocalarla çocuklarını sınava hazırlama yarışına girmeyecek mi? Kayıt dışı ve denetimsiz kurslar oluşmaz mı? Böyle bir durum ortaya çıkarsa çözümünü şimdiden düşünmek lazım. Meseleyi hükümet-cemaat çekişmesi diye dar bir pencereden değil, eğitim sisteminin bir parçası olarak ele almak gerekir, diyorum. ## Okuyucu Yorumları
322005
haber
Cemil Bayık: Silahlı mücadeleye son vermek için hiçbir neden yok, Türkiye'deki iç savaş ağırlaşacak
null
# Cemil Bayık: Silahlı mücadeleye son vermek için hiçbir neden yok, Türkiye'deki iç savaş ağırlaşacak ## "Türkiye'deki Kürt kentlerine ek savaşçılar gönderme hakkını saklı tutuyoruz" Güneydoğu'daki birçok kentte ilan edilen sokağa çıkma yasaklarını ve devam eden operasyonları değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı **Cemil Bayık**, "Mevcut durumda silahlı mücadeleye son vermek için hiçbir neden yok. Aksine gelecek aylarda iç savaş Türkiye'de ağırlaşacak. Türkiye'deki Kürt kentlerine ek savaşçılar gönderme hakkını saklı tutuyoruz, zira bizim görevimiz halkımızı korumaktır" dedi. Kendilerine sunulan tek seçeneğin "Teslim alma veya yok etme" olduğunu savunan Cemil Bayık, "Yakında Türkiye'nin içinden ve dışından gelen başka örgütlerle birlikte yakında bir devrimci direniş cephesinin kuruluşunu ilan etmeyi öngörüyoruz. Adını veremeyeceğim bu örgütler, Erdoğan rejimine karşı bizimle aynı mücadeleyi paylaşıyorlar ve bizimle birlikte mücadele edecekler" diye konuştu. ### "Türk devleti müzakere mantığı içerisinde değil, Kürt hareketini yok etmek istiyor" İmralı Cezaevi'nde bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan'ın silahsızlanma çağrısında bulunmayacağını savunan Cemil Bayık, "Türk devletiyle tüm iletişim kanalları kapalı. Hiçbir temasımız yok" dedi. Siyasi Haber'de yer alan habere göre, Fransız Le Monde gazetesine bir röportaj veren Cemil Bayık'ın açıklamasının öne çıkan bölümleri şöyle: -Türk devleti artık çözüm ve müzakere mantığı içerisinde değil, Kürt hareketini yok etmek istiyor. ### "Başka örgütlerle birlikte bir devrimci direniş cephesinin kuruluşunu ilan edeceğiz" -Teslim olmayacağız. Direneceğiz. Biz mevcut durumda, tüm olanaklarımızla ve elimizdeki tüm kaynaklarla varoluş mücadelesi veriyoruz. Yakında Türkiye'nin içinden ve dışından gelen başka örgütlerle birlikte yakında bir devrimci direniş cephesinin kuruluşunu ilan etmeyi öngörüyoruz. Adını veremeyeceğim bu örgütler, Erdoğan rejimine karşı bizimle aynı mücadeleyi paylaşıyorlar ve bizimle birlikte mücadele edecekler. -Yakında Türkiye'deki Kürt kentlerine ek savaşçılar gönderme hakkını saklı tutuyoruz, zira bizim görevimiz halkımızı korumaktır. -Türk devletiyle tüm iletişim kanalları kapalı. Hiçbir temasımız yok. ### "Gelecek aylarda iç savaş Türkiye'de ağırlaşacak" **-(Silahlın mücadele) **Ne olursa olsun, bu karar bize aittir. Alanda biz varız ve pratik anlamda yaşananları biz görüyoruz. Mevcut durumda silahlı mücadeleye son vermek için hiçbir neden yok. Aksine gelecek aylarda iç savaş Türkiye'de ağırlaşacak. Bur durum herkesin kendi çıkarlarını sürdürdüğü ve hiç kimsenin bölgeden dışlanamayacağı bölgesel bir savaş ortamında yaşanıyor. Türkiye, İran ve Suriye'deki gelişmeler tek ve aynı çatışmadan çıkıyor. Ortadoğu bu savaş sonucunda yeni bir çağa girecek. Kürdistan Ortadoğu'nun merkezinde, Türkiye, Suriye, Irak ve İran'ın arasındadır. Bu nedenle biz mevcut bölgesel savaşın kalbinin Kürdistan olduğunu ve bu savaşın yeni bir duruma dönüşene kadar yoğunlaşacağını düşünüyoruz. -Ortadoğu'da varlık gösteren tüm güçlerle taktik ilişkilerimizin olması ve herhangi bir tarafı tutmadan kendi çizgimizi muhafaza etmemiz gerekiyor. Soğuk Savaş bitti, birbirine karşıt gibi görünen güçlerle çıkarlarımız buluşabilir. ## Okuyucu Yorumları
244860
haber
Caner Erkin, eşi hakkında çıkan 'aldatma' haberlerine yüzükle mesaj verdi
null
# Caner Erkin, eşi hakkında çıkan 'aldatma' haberlerine yüzükle mesaj verdi ## Caner Erkin eşi hakkında çıkan haberlere tepki olarak idmana yüzükle çıktı Fenerbahçeli **Caner Erkin**, eşi **Asena Erkin** ile ilgili çıkan sanatçı ** Berkay** ile basıldı haberlerine tepki olarak takımının Samandıra’daki dünkü antrenmanına evlilik yüzüğü ile çıktı. Bu şekilde bir mesaj veren Caner, eşi ile ilgili çıkan dedikodulara aldırış etmediğini gösterdi. Bu arada basına kapalı gerçekleştirilen **Ersun Yanal** yönetimindeki idmanda Antalyaspor maçının on birinde başlayan oyuncular rejenerasyon çalışmaları yaptı. Diğer futbolcular ise üst sahada, koşu ve ısınma hareketleriyle başladıkları antrenmanı, dar alanda yapılan top kapma ve pas çalışmalarıyla sürdürdü. Antrenman, dar alanda yapılan çift kale maçla noktalandı. Sarı lacivertliler Beşiktaş derbisi hazırlıklarına bu akşam yapacağı idmanla devam edecek. ## Okuyucu Yorumları
62327
haber
Cep telefonunun zararları
null
## Cep telefonlarının insan sağlığına zararlarını "Cep Tehlikesi" adlı kitabında toplayan Prof. Selim Şeker Buket Aşçı'nın sorularını yanıtladı. **Cep telefonlarının insan sağlığına zararlarını "Cep Tehlikesi" adlı kitabında toplayan Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Eektronik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Selim Şeker Vatan gazetesi yazarı Buket Aşçı'nın (22.11.2009) sorularını yanıtladı:** Cep telefonlarının beyin tümörü başta olmak üzere vücuda uykusuzluk, kısırlık, meme kanseri gibi sonuçlarla zarar verdiği bir şehir efsanesi gibi konuşuluyordu. Bu hafta bu şüphe gazetemizin manşetine yansıdı. Uzmanlar "kesin kanıt yok" dese de şüpheleri de küçümsemedi. Peki risk ne kadar? Zarar söz konusuysa bundan kaçınabilmek mümkün mü? İşte biz de bu sorulara yanıt bulmak için bu konudaki araştırmalarını "Cep Tehlikesi" isimli kitabında toplayan Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Selim Şeker’in bilgilerine başvurduk. Cep telefonlarını "yeni bir organımız" olarak tanımlıyorsunuz, tıpkı elimiz, ayağımız gibi... Hayatımızdaki yeri nedir? Uluslararası Telekomünikasyon Birliği’nin açıklamasına göre; (2008 sonu verileriyle) dünyadaki cep telefonu kullanıcı sayısı 4 milyar. Türkiye’deki abone sayısı ise 67 milyon (2009 Nisan). * Neredeyse Türkiye nüfusu... Evet. Cep telefonu sayısı ise 114 milyon, nüfusun bir buçuk katı. Baz istasyonu sayısı da 36 bin, yani her iki bin kişiye bir baz istasyonu düşüyor. * İnsanları nasıl etkiliyor? Bir radyasyon kaynağı... Bu da uzun vadede insan vücuduna beyin tümörü gibi ciddi zararlar verebilecek riskler demek. Bir ışıma yapar yani radyasyon yayıyor. Bu ışıma, hem dışarıya doğru olur, hem de beynin içine doğru... 2003’te Time dergisinde yer alan bir araştırmada cep telefonu kullanımının uzun vadede alzheimer, beyin tümörü gibi ciddi sonuçları olduğu vardı... Ya da uykusuzluk, unutkanlık gibi... * Peki bunun için bir güvenlik standardı yok mu? Var. Ancak bu güvenlik standartlarında cep telefonlarının sadece ısınmaya yol açarak zararlı olduğu söyleniyor. Ancak cep telefonlarının ısınma dışında da etkileri var. Uçağı etkilediği gibi etkiliyor alyuvarlara zarar veriyor. * Cep telefonlarının ısınma dışında nasıl etkileri var? Uçaklarda cep telefonu kullanımı yasaktır. Niye? Çünkü, en basit ifadeyle, yaydığı sinyallerle uçağın aklını karıştırır... Nitekim cep telefonları çalacağı sırada yakınınızda bilgisayar vs. varsa titreşim olur ve bir uyarı sesi verir. Yani etkilenir. Şimdi yolcu koltuğundaki bir cep telefonu kokpiti etkileyebiliyorsa, kulağınıza dayadığınız cep telefonu insan vücudunu etkilemez mi? İnsan beyin ve kalbiyle yürütülen bir biyoelektriksel sistemdir. Mideden beyne sinyal gitmezse acıktığınızı hissetmezsiniz. Yani vücutta da bir telekomünikasyon sistemi var. Vücudu dışarıdan, cep telefonu gibi yapay bir komünikasyon sisteminin etkilemesi ile bu biyolojik yapı zarar görür. Kalsiyum akışı azalır, alyuvarlar etkilenir vs... Sizce de bir uyarı gerekmez mi? Mesela kalp sorunu olanların cep telefonu kullanmaması gerektiği söyleniyor mu? * Peki ne yapacağız? Bu cihazlar hayatımıza girdi. İnsan kolunu nasıl kesip atabilir? Atamaz. Ben zaten "Aman cep telefonu kullanmayın, elektrikli cihazlardan uzak durun" demiyorum. Sadece bu konuda bilinçli hareket etmekten yanayım. Dünya sanayi devrimi gibi çok kötü bir süreçten geçti. Bu süreçten geçilirken hiçbir önlem alınmadı. Sonucunda bugün küresel ısınmaya kadar uzanan bir süreç yaşandı. Ancak nereye kadar... Bazı şeyler ne yazık ki geri döndürülemez. Aynı şey cep telefonları başta olmak üzere elektro manyetik alan yaratan cihazlar için de geçerli. *Kulaklıkla konuşun, mesajlaşın, eve gelince kapatın, kılıfla taşıyın... * Mümkün olduğunca az konuşun. * Eve girdiğinizde kapatın. Ya da daha basiti ev telefonunuza yönlendirin. * Gece uyurken kesinlikle odanızda olmasın. Hatta hiçbir elektrikli cihaz olmasın. Çünkü uyku vücudun bakıma alınmasıdır. * Cep telefonunuza hassas organlara yakın taşımayın. * Kulaklıkla konuşun, risk çok azalıyor. * Mesajlaşmak çok daha güvenli. Vücudunuzdan ne kadar uzak tutarsanız o kadar iyi. * Cebinizde taşıyorsanız bir şeye sarın ya da kılıf takın. Tuş takımı dışarı baksın böylece dalgaları vücudunuza doğru değil dışarı doğru yayılır. * Karşı taraf açmadan kulağınıza götürmeyin çünkü ararken daha çok dalga yayıyor. * Sinyal seviyesi düşükken kullanmayın çünkü baz istasyonu aramak için daha çok dalga yayacaktır. Bu konuda üreticiler de pek çok ürün geliştirebilir, buna uygun iç çamaşırları, perdeler gibi. * Nasıl kapalı mekanda sigara içmek başkasına zarar veriyorsa aynı şey cep telefonları için de geçerli. Mesela otobüstesiniz, sinyal camdan çıkacak ama önünde biri oturuyorsa önce onu geçecektir. Bu yüz den bence başkalarını düşünerek kapalı alanlarda konuşmayın. Tabii ki hastanelerde ve okullarda da. Saç kurutma makinesi çok radyasyon yayıyor Bol bol doğaya çıkıp açık alanlarda yürüyün * Kitabınızdan tehlikenin sadece ceple sınırlı olmadığını da görüyoruz. Neden cep telefonunda odaklanıyorsunuz? Milyonlarca cihaz var bu şekilde riskli... Mesela saç kurutma makinesi bile standardın üstünde radyasyon yayar. Ancak onu hayatımızda çok az kullandığımız için bir cep telefonunun taşıdığı riskleri taşıdığını söyleyemeyiz. Çünkü kullanmanın verdiği olumsuz etkileri beyin günün geri kalan kısmında telafi edebiliyor. Ama siz cep telefonunu 24 saat kullanır, onunla yatağa da girerseniz vücudun onun yaydığı radyasyon etkisini telafi etme imkanı kalmaz. O şansı vücuda vermeyiz. Bu nedenle ne kadar az kullanırsak o kadar iyi. Bakın vücudumuz 1 milyonda birin milyonda biri kadar küçük bir enerjiyle çalışır. Peki ya burada söz konusu enerjinin ölçüsü ne? Elektrikli ısıtıcıları düşünün en basiti... Elektro manyetik kirliliği göremez, koklayamaz, dokunamazsınız ama oradadır. Bu yüzden de sık sık doğaya çıkın, açık alanlarda yürüyün, ayaklarınız toprağa değsin. Yeni ısıtma cihazları telefondan daha zararlı Laptoplar genellikle düşük seviyede alan üretirler. Ancak kullanırken şarjda tutmayın. Çünkü adaptör bağlantısı varken metre başına birkaç yüz voltu bulan yüksek şiddetli elektrik üretirler. Bu yüzden uzakta şarj edin. Çamaşır makinelerinden de... Daha doğrusu yıkarken çok sorun yoktur ama kurutma aşamasında uzak durun. Çünkü o zaman ısıtıcılar devreye giriyor ve yüksek enerji üretilir. Kablosuz bebek alarmlarını ise mutlaka beşikten bir metre uzakta tutun. Ama en önemlisi bu yeni ısıtma cihazları... Mümkünse kullanmayın. Bunlar üç bin watt’lık cihazlar. Bir apartmanın kurulu gücüne göre bir dairenin gücü 6 bin watt’tır. İki tane ısıtıcı çalıştırdığınızda o bölgenin elektriği gidebilir. O yüzden önce elektrik idaresine başvurun. Bir de unutmayın cep telefonlarının zararlarını anlatırken, 1 watt’ın altındaki bir gücün sonuçlarından söz ediyorduk, bu cihazlarda ise 3 bin watt’tan bahsediyoruz. Nitekim bu güçler, yaydığı ışımalar nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü tarafından kanser yapma riskleri listesinde yer alır. İlaç prospektüsünde olduğu gibi yan etkileri yazılmalı * Mesela fabrika kurarken artık nasıl arıtma tesisi de zorunluysa bu cihazlar için de "arıtıcı" yöntemler mi olmalı? Evet. Mesela ABD Başkanı uçağında tele konferans veriyor, değil mi? Peki nasıl? Uçağın sinyali iyi yalıtılırsa cep telefonu kullanılır ve zarar vermez. Ama bunlardan da önce bilgilendirilmemiz gerek. Bir ilaç aldığınızda prospektüsünde o ilaçla ilgili her bilgi yazar. Buna yan etkileri de dahildir. İşte elektrikli cihazlarda, radyasyon yayan cihazları alırken bu bilgi bize sunulmalı. Ne yazık ki Türkiye’de bu konuda çok ciddi eksikler var. * Bazı doktorlar kanıt yok diyor... Dünya Sağlık Örgütü’nün bu konuda bir sonuç raporu var mı? Hayır. DSO’nun tıpkı sigara gibi bir şeyin evrensel olarak zararlı olduğunu söyleyebilmesi için bu sonucun hemen her ülkede bulunması gerek. Şu an bu araştırmaların başındayız. Çünkü cep telefonunun tarihi çok yeni. Bu konuda Kuzey ülkelerinin araştırmalarına bakmakta fayda var çünkü bize bu teknolojiyi onlar sundu, buradaki araştırmalar da ciddi beyin tümörü riskinden bahsediyor. Bir de mesela sigaranın zararlarıyla mücadele 1960’larda başlamıştı, sonuçlar daha yeni ortaya çıktı. Türkiye’de bu tür araştırmalar henüz yapılamadı çünkü çok pahalı. Kanser on-on beş senede ortaya çıkıyor. Bu yüzden "kesin kanıt yok" demek yanlış olur. Bakın bu şuna benziyor; adamın biri cüzdanını kaybetmiş. Işığın altında arayıp duruyormuş, sormuşlar ona; "Orada mı kaybettin" diye. "Hayır, burada kaybetmedim ama burada ışık olduğu için ancak burada arayabiliyorum" demiş. Bu da ona benziyor. Bilim adamı imkanlarına bakarak "kanıt yok" dememeli. * Sağlığa zararlı olmayan sigara bulanamadı. Peki sağlığa zarar vermeyen cep telefonu mümkün mü? Tabii ki. Ben ve benim gibi düşünen meslektaşlarım "cep telefonu kullanılmasın" demiyoruz. Benim de cep telefonum var, ben de kullanıyorum. "Bu konuda bilgilendirilmemiz gerek" diyoruz. Bu bizim hakkımız. Bir de daha bilinçli kullanalım diye de uyarıda bulunuyoruz, o kadar. Tüplü televizyon yerine LCD kullanın * Başka hangi cihazların ne tür etkileri söz konusu ve nasıl tedbirler alabiliriz? Arkası tüplü bilgisayarlar ve televizyonlar... Bunların tüplerine en az bir metre mesafede olmak gerek. Nitekim 1990’da sivil toplum örgütleri, basın bunları protesto edince LCD ekranlara geçildi. Bence bu biz tüketicilerin başarısıydı. ## Okuyucu Yorumları
65607
haber
Cesetlerin fotoğrafları ailelerine göndermişler
null
# Cesetlerin fotoğrafları ailelerine göndermişler ## Kocaeli'nde ormanlık alanda bavul içinde parçalanmış olarak bulunan cesetlerin ailelerine, cesetlerin fotoğrafları çekip gönderdikleri ortaya çıktı. - A + T24 - Kocaeli'nde ormanlık alanda parçalanmış halde bavul içinde cesetleri bulunan Cengiz Nurçin ve Nizam Polat'ı öldürenler, önce kafalarını kestiler ve beyinlerini açtılar. Sadece yüz bölümü gözüken başın fotoğrafını çekip ailelerine yolladılar. Şüphelilerin "İşte kocalarınızın hali" dediği Cengiz Nurçin ile Nizam Polat'ın eşleri fotoğrafları görünce bayıldı. Gebze ve Dilovası arasında Eski İstanbul Yolu kenarında ormanlık alanda parçalanarak bavula konulup toprağa gömülen cesetlerle ilgili soruşturma devam ediyor. Cinayeti araştıran Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri Cengiz Nurçin (35) ile Nizam Polat'ın (25) vahşice öldürülmesiyle ilgili olarak 12 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltındakilerin çoğunluğunu Özbey Ailesi'nde olduğu belirtildi. Emniyetteki sorguları tamamlanan şüphelilerden Erdal G., Adil Ö., Gökhan Ö. ve Reis Ö. Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne sevk edildi. Cinayeti işlediği öne sürülen Erdal E. ve Nizamettin Ö. ile birlikte Musa Ö., Yunus Ç., ve Ekrem Ö.'nün ise sorguları sürüyor. Emniyette işlemleri devam eden diğer 8 şüphelinin yarın adliyeye sevk edilmesi bekleniyor. Olayla ilgili 6 kişi daha aranıyor. Üç yıl önce Pendik'te haraç anlaşmazlığı sırasında çıkan çatışmada dört yaşındaki Şevval Tandoğan'ın ölümü yüzünden polisin aradığı Cengiz Nurçin ve Nizam Polat ile Özbey Ailesi arasında 2001 yılına kadar giden husumet vardı. En son meydana gelen olayda Nesim Özbey, 3 Ekim 2009 günü saat 18.45 sıralarında Maltepe, İdealtepe Mahallesi, Bağdat Caddesi üzerinde saldırıya uğramıştı. Şüpheli olarak yakalanan Adem Uzun'un ifadesine göre cinayetin azmettiricisinin Cengiz Nurçin olduğu anlaşıldı. Cengiz Nurçin, Maltepe'de öldürülen Nesim Özbey cinayetinin azmettiricisi olarak da aranıyordu. Gebze ve Dilovası arasında Eski İstanbul Yolu kenarında ormanlık alanda parçalanarak bavula konulup toprağa gömülen cesetlerle ilgili soruşturma devam ediyor. Cinayeti araştıran Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri Cengiz Nurçin (35) ile Nizam Polat'ın (25) vahşice öldürülmesiyle ilgili olarak 12 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltındakilerin çoğunluğunu Özbey Ailesi'nde olduğu belirtildi. Emniyetteki sorguları tamamlanan şüphelilerden Erdal G., Adil Ö., Gökhan Ö. ve Reis Ö. Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne sevk edildi. Cinayeti işlediği öne sürülen Erdal E. ve Nizamettin Ö. ile birlikte Musa Ö., Yunus Ç., ve Ekrem Ö.'nün ise sorguları sürüyor. Emniyette işlemleri devam eden diğer 8 şüphelinin yarın adliyeye sevk edilmesi bekleniyor. Olayla ilgili 6 kişi daha aranıyor. Üç yıl önce Pendik'te haraç anlaşmazlığı sırasında çıkan çatışmada dört yaşındaki Şevval Tandoğan'ın ölümü yüzünden polisin aradığı Cengiz Nurçin ve Nizam Polat ile Özbey Ailesi arasında 2001 yılına kadar giden husumet vardı. En son meydana gelen olayda Nesim Özbey, 3 Ekim 2009 günü saat 18.45 sıralarında Maltepe, İdealtepe Mahallesi, Bağdat Caddesi üzerinde saldırıya uğramıştı. Şüpheli olarak yakalanan Adem Uzun'un ifadesine göre cinayetin azmettiricisinin Cengiz Nurçin olduğu anlaşıldı. Cengiz Nurçin, Maltepe'de öldürülen Nesim Özbey cinayetinin azmettiricisi olarak da aranıyordu. ## Okuyucu Yorumları
197885
haber
Cezaevlerindeki 'ölüm oruçları' 11'inci gününe girdi!
null
# Cezaevlerindeki 'ölüm oruçları' 11'inci gününe girdi! ## Aralarında BDP Şırnak Milletvekilleri Selma Irmak ile Faysal Sarıyıldız’ın da bulunduğu mahkûmların 15 Şubat’ta başlattıkları süresiz dönüşümsüz açlık grevleri devam ediyor. T24 - Abdullah Öcalan'a uygulanan "tecridin sonlandırılması ile Öcalan'ın özgürlüğü", "Kürt halkına yönelik siyasi ve askeri operasyon ve saldırıların durdurulması" için cezaevlerinde tutuklu bulunan 103 mahkûmun başlattığı ölüm orucu 11'inci gününe girdi. Aralarında BDP Şırnak Milletvekilleri Selma Irmak ile Faysal Sarıyıldız’ın da bulunduğu mahkûmların 15 Şubat’ta başlattıkları süresiz dönüşümsüz açlık grevleri devam ediyor. PKK'yla yakınlığı bilinen Fırat Haber Ajansı'nda yer alan habere göre; Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sonlandırılması ile Öcalan'ın özgürlüğü, Kürt halkına yönelik siyasi ve askeri operasyon ve saldırıların sonlandırılması, anadilde eğitimin güvence altına alınması gibi taleplerle 103 mahkûmun başlattığı eylem 11. gününe girdi. ## Tekirdağ cezaevinde de ölüm orucu başladı Süresiz dönüşümsüz açlık grevlerinin yanı sıra Öcalan'a yönelik tecrit uygulamasını protesto eden Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nde bulunan tutsak Adnan Titiz’in ölüm orucu eylemi de devam ediyor. Titiz’in "Öcalan üzerindeki tecridin son bulmaması ve görüşme gerçekleştirmemesi durumunda" eylemine devam edeceği öğrenildi. ## PKK’lı mahkûmlardan açıklama Cezaevindeki PKK mahkûmlar adına 14 Şubat günü yapılan açıklamada her türlü bedeli ödemeye hazır olduklarını vurguladılar. Açıklamada, 1 Aralık tarihinden bu yana sürdürdükleri açlık grevi eylemlerini bir üst aşamaya taşıma kararı aldıklarını belirtildi. 28 Aralık Roboskî katliamı ardından süresiz-dönüşümsüze çevrilen açlık grevini 15 Şubat'tan itibaren yeni grupların devralacağı belirtilen açıklamada şunlar ifade edildi: "1 Aralık 2011 tarihinden bu yana açlık grevinde olan arkadaşlarımız, 15 Şubat tarihi ile birlikte, açlık grevi eylemlerine son verecek ve direniş bayrağını bize devredeceklerdir. 15 Şubat 2012 tarihinden itibaren, Diyarbakır, Batman, Siirt, Mardin, Midyat, Urfa, Elbistan, Malatya, Bingöl, Bitlis il ve ilçelerinde bulunan tüm PKK’li ve PAJK’lı tutsaklar olarak, süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başlıyoruz. Diyarbakır, Batman, Siirt, Mardin, Midyat, Urfa, Elbistan, Malatya, Bitlis ve Bingöl dışındaki cezaevlerinde kalan arkadaşlarımız, 15 Şubat tarihi ile direniş bayrağını bizlere devredeceklerdir. Bu yerler dışında kalan arkadaşlarımız, vakurla sıranın kendilerine gelmesini bekleyeceklerdir." Süresiz dönüşümsüz açlık grevindeki tutsaklar şunlar: **Diyarbakır D Tipi Cezaevi**: Lütfi Dağ, Özgür Yıldırım, Sinan Kaplan, Nadir Yıldırım, Nihat Varlı, Mirhan Göktaş, Mahsum Akbaş, Murat Yıldeniz, Müstafa Türkan, Umut Özer, Sıddık Çete, Serdar Ziriğ, Ahmet Çelen, Ali Ekinci, Aykut Eroğlu, Recep Güler, Ercan Sezgin, Tuncay Ok, Enver Özkartal, Mehmet Ermiş, Mahir Birgül, İlyas Efe, Yücel Çelik, Ramazan Malçok, Saffet Durmaz, Serhat Keskin, Necmetin Kaçar, A. Kemal Türk, Mikail Çağrıcı, Savaş Aslan, Hekim Denli, Talat Uçar, İsmail Öndeş, Erdal Işık, Ömer Atlı, Mustafa Kaplan, Diyar Kaydu, Emrah Ubiç, Ulaş Telsaç, Murat Kozat, Ali Kurt, Ömer Sipek, Mehmet Aksu, Maşallah Özmen, Şafi Kayhan, Aslan Demir, Çetin Atlan, Mazlum Timuçin, Ufuk Fidan, Mehmet Taş, Bülent Buluç, Müslüm Tıkız, İrfan Bozencir, Osman Kılıç, Ozan Alpkaya, Selami Kızıl, Hüseyin Barsak, Cengiz Ünal, Murat Canşat, Salih İlem, Şerif Aslan, Yakup Borukanlı **Diyarbakır E Tipi Cezaevi**: BDP Şırnak Milletvekili Selma Irmak, Fadile Bayram, Hacire Özdemir, Leyla Deniz, Ayşe Irmak, Pınar Işık, Dirayet Taşdemir, Hanım Çeşme ve Emine Yılmaz. **Mardin E Tipi Cezaevi**: BDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, Ramazan Aktaş, Musa Aslan, Gürhan Koyuncu, Mahmut Balkaş, Toncay Gündoğan, Mesut Gökhan, Behruz Akgül, Bekir Kılıçaslan, Aziz Bulut, Mesut Kar, Ömer Kabul, Hayretin Alkan, Cahit Sevim, Zerdeşt Oduncu, Burhan Gök, Mehmet Ali Güray, Ruşen Erdem, Bahar Cirasun, Asiye Atılgan, Fatma Uyar, Cemile Duman. **Elbistan E Tipi Cezaevi**: Bedrettin Uzunboy, Salih Şimşek, Hüseyin Çığ, Emin Mutlu ve Hüseyin Torunoğlu. **Bitlis E Tipi Cezaevi**: Pelin Yılmaz, Ediba Ekmen, Ruken Çelik, Ülkem Özkan ve Şeyman Kantarcı. ## Okuyucu Yorumları
323968
haber
Chomsky: Erdoğan birçok yoldan IŞİD'i destekliyor, başka yoruma gerek var mı!
null
# Chomsky: Erdoğan birçok yoldan IŞİD'i destekliyor, başka yoruma gerek var mı! ## Prof. Noam Chomsky, Erdoğan’ın Türkiye daveti sonrası T24’e değerlendirmede bulundu Prof. **Noam Chomsky**, Cumhurbaşkanı **Tayyip Erdoğan** ’ın, kendisini Türkiye'ye davet etmesine yanıt verdi. **T24** 'ün ulaştığı Chomsky, bu sorunun bugün bolca sorulduğunu ve kısaca şöyle cevaplamak istediğini söyledi: *"Türkiye, Erdoğan’ın birçok yoldan yardım ettiği IŞİD’i suçluyor, diğer taraftan IŞİD’den çok da farkı olmayan El Nusra’yı desteklerken. Ve Erdoğan, Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan ana güç olan Kürtlere karşı işlediği suçları lanetleyen kişileri suçluyor. Başka bir yoruma ihtiyaç var mı?"* ### Erdoğan: Ey aydın müsveddeleri, sizler karanlık ve cahilsiniz! Erdoğan, dün (12 Ocak 2016) 8. Büyükelçiler Konferansı'nda Güneydoğu'da yaşanan sokağa çıkma yasakları ve çatışma ortamı neticesinde yaşanan hak ihlallerine ilişkin imza kampanyası düzenleyerek, "Bu suça ortak olmayacağız" diyen Barış İçin Akademisyenler inisiyatifiyle bir araya gelen 1128 akademisyene ağır eleştirilerde bulunmuştu. Erdoğan, "Çoğu maaşını devletten alan sözde aydınların ihanetiyle karşı karşıyayız" dediği akademisyenler için "Ey aydın müsveddeleri, sizler karanlık ve cahilsiniz" ifadelerini kullanmıştı. Aralarında Noam Chomsky'nin de olduğu bildiriye imza atan yabancı akademisyenlere çağrıda bulunan Erdoğan, "Kendilerini Türkiye'ye davet ediyorum, ne oluyor kendilerine anlatmaya hazırız" demişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "ABD Büyükelçiliği, Chomsky’yi davet etsin, misafir edelim. Bölgeyi, bu akademisyen sıfatlı 5. kol elamanlarıyla değil, kendi gözleriyle görsün" diye konuşmuştu. ## Okuyucu Yorumları
327730
haber
Chomsky: Erdoğan'ın desteklediği IŞİD, Türkiye'ye petrol sevkıyatı yapıyordu!
null
# Chomsky: Erdoğan'ın desteklediği IŞİD, Türkiye'ye petrol sevkıyatı yapıyordu! ## "Türkiye, IŞİD'den çok farklı olmayan El Nusra cephesine açık destek veriyor" Güneydoğu'daki operasyonlar ve sokağa çıkma yasaklarının sona ermesi talebiyle imzalanan "Suça ortak olmayacağız" bildirisine destek vermesiyle gündem olan ve Cumhurbaşkanı **Tayyip Erdoğan** 'ın davetini reddeden Filozof, dilbilimci ve tarihçi Prof. **Noam Chomsky, **IŞİD'le Türkiye arasındaki ilişki hakkında yeni iddialarda bulundu. "Türkiye, IŞİD’den petrol sevkıyatı kabul ediyordu. Resmi olarak bunu bloke etmeye mecbur bırakıldılar, ama hâlâ kaçakçılığın yapıldığı güzergâhlardan gelmeye devam ediyor" diyen Chomsky, "Erdoğan’in barış talebinde bulunan akademisyenlere küçük düşürücü ve sert bir şekilde saldırmasına da sebep olan olay IŞİD vahşetidir ve Erdoğan IŞİD’i destekliyor" görüşünü savundu. ABD'de yaşayan bazı Türk akademisyenlerle yaptığı görüşmede değerlendirmelerde bulunan Chomsky, "Türkiye, Suriye'de bir yandan IŞİD’e üstü kapalı destek olurken, El Nusra cephesine açık destek veriyor ve bu cephe de IŞİD'den çok farklı değil" yorumu yaptı. **Chomsky'nin açıklamalarından satır başları şöyle:** Bu yüzyılın başlarında durum biraz hafifledi. Kürtler’in kendi dillerini kullana3bilmeleri için bazı fırsatlar oluştu; bu sebepten öldürülmüyorlardı, tek tük bazı açılımlar oldu. Ben aradan birkaç yıl geçtikten sonra tekrar Diyarbakır’a gittim ve öncekinden çok daha iyi durumdaydı. Bașka açılımlar da vardı. Türkiye’de ilk defa Ermeniler’e yapılan büyük katliamlar önceden ağıza bile alınamazken artık tanınmaya başlanmıştı, bazı Ermeni bölgeleri yeniden inşa ediliyordu, bu da değişiyordu. Bundan birkaç yıl önce Hrant Dink Konferansı’nda bir konuşma yaptım ve onun öldürüldüğü binanın önünde çok büyük, muazzam bir protestodan çok etkilendim. Durum düzeliyordu. Son birkaç yılda tekrar gerilemeye bașladı. Erdoğan daha otoriterleşmeye başladı, kendi etrafında güç biriktirme dürtüsü Kürt halkına artan saldırılarla birleşerek neredeyse bir saplantı haline döndü. Komşu ülkelerde olan bitenle de bağlantılı bu. ### "Türkiye, Erdoğan'ın hâlâ desteklediği IŞİD'in petrolünü alıyordu!" En kötü zülumlerin bir kısmı ve Türkiye’deki terör saldırıları –ki Erdoğan’in barış talebinde bulunan akademisyenlere küçük düşürücü ve sert bir şekilde saldırmasına da sebep olan olay IŞİD vahşetidir ve Erdoğan IŞİD’i destekliyor. Türkiye sınırı Suriye’den gelen cihatçılara açık. Türkiye, IŞİD’den petrol sevkıyatı kabul ediyordu. Resmi olarak bunu bloke etmeye mecbur bırakıldılar, ama hâlâ kaçakçılığın yapıldığı güzergâhlardan gelmeye devam ediyor. Aynı zamanda, IŞİD’e karşı duran temel kara kuvvetleri Kürtler. Suriye’de bir tür işlevsel bir bölge oluşturanlar onlar ve burada çok önemli ve ilginç akımlar var ve kara kuvvetleri var. Türkiye onlara saldırıyor. Aslında şu an Cenevre görüşmeleri yapılacakken Türkiye, Kürtler’in masada bulunmaması için ısrar ediyor. IŞİD’le savaşan en önemli güç katılamaz diyor. Bu grup (PYD) PKK ile yakın ilişkisi olan bir grup ve Irak’ta da aynı grubun başka bir kolu, fakat şimdi bunlar terörist. ### "Türkiye, IŞİD'den çok farklı olmayan El Nusra cephesine açık destek veriyor" Türkiye, bir yandan da IŞİD’e üstü kapalı destek olurken, El Nusra cephesine açık destek veriyor ve bu cephe de IŞİD'den çok farklı değil. İkisinin alan çatışması var, ama birbiriyle değiştirilebilir gruplar bunlar. Öyle ki Batı görüşmelerde iki grubu da istemiyor. Bunlar Türkiye’nin müttefikleri. Bu karmaşık koşullar altında Erdoğan gücü daha çok kendisinde toplamaya çalışırken bunu yapmanın geleneksel metodlarını kullanıyor, milli histeriyi ve -kısmen kendisinin teşvik ettiği- teröre dayalı korkuyu yaymaya devam ediyor. IŞİD bomba saldırıları Türkiye’nin aksiyonları ile bağlantılıdır. Başka faktörler yoktur demek istemiyorum ama bu büyük bir faktördür. Son 15 yılın kazanımlarının –ki bunlar ufak tefek değil- kaybedilmesi ve 90'ların korkunç koşullarına geri dönülmesi kaygısı ciddi bir kaygı. ### "Maalesef dünya buna sessiz kalıyor" Başka bir yönden tecrübelerime göre Türkiye’nin eşi benzeri yok. İleri gelen önemli yazarlar, sanatçılar, gazeteciler, yayıncılar, akademisyenler açıkça ve sürekli devletin suçlarını protesto ediyorlar, bununla da kalmıyor ki bu bile ender görülür, aynı zamanda direkt sivil itaatsizlik eylemlerine geçiyorlar ve bazı durumlarda çok ciddi cezalara katlanmak durumunda kalıyorlar. Bildiğim kadarıyla dünyanın hiç bir yerinde böyle bir şey söz konusu değil, hakikaten tarihte benzeri yok. Emsalsiz bir durum ve Türkiye bununla gurur duymalı. Barış dilekçesini imzalayanlar bunun örneği. Türkiyeli olmanın onurunun bu şekilde korunmasına derin saygı duymak gerek ve eğer tarih tekrar yazılacaksa –belki yazılmaz- bu olağanüstü katkılar tanınmalıdır. Sanıyorum gözlemlediğimiz, içinde bulunduğumuz durum bu. Maalesef dünya buna sessiz kalıyor, ama bu 90'larda da böyleydi. Türkiye’nin yaptığı zülme sadece ABD destek olmuyordu, Almanya da destek olmuştu, diğerleri de. Bazı ironik olayları hatırlıyorum mesela 1999’da, NATO’nun yıl dönümü idi. NATO’nun kuruluşunun kutlanması için büyük bir toplantı düzenlenmişti ve herkes sızlanıyordu nasıl olur da NATO sınırlarının yakınında felaket suçlar işlenir diye; eski Yugoslavya’da. Oysa NATO’nun sınırları içinde daha beter suçlar NATO güçlerinin katkısı ile işlenmeye devam ediyordu, bu çok önemliydi ama tartışılmadı bile. Bu koşullar, gazete haberi bile çok nadiren oluyordu. Yüzyüze olduğumuz Batı medeniyeti dediğimiz işte budur. Bu iyi bir örnektir. Bugünkü sessizlik, Kürtler’e karşı sadece Türkiye’de değil Suriye’de de, artan zulme karşı pasif duruş Batı kültürü ve toplumuna işaret eden çarpıcı bir olgudur. **Chomky'nin açıklamalarına ilişkin video şöyle:** ## Okuyucu Yorumları
247740
haber
CHP’li Oran’dan Erdoğan’a: Sabah ve ATV için satın alma talimatı verdiniz mi?
null
# CHP’li Oran’dan Erdoğan’a: Sabah ve ATV için satın alma talimatı verdiniz mi? ## CHP'li Oran, Başbakan Tayyip Erdoğan’a, 'Size yakın işadamlarının bir para havuzu oluşturarak Sabah-ATV grubunu satın almaları için talimat verdiniz mi' diye sordu **Hülya Karabağlı / ANKARA** CHP Genel Başkan Yardımcısı ** Umut Oran**, Çalık Grubunun Sabah- ATV satışına ilişkin olarak iş adamlarının 550 milyon dolarlık yardım havuzu oluşturulduğu iddiasını Meclis gündemine taşıdı. Oran, Başbakan **Tayyip Erdoğan** ’a, "Size yakın işadamlarının bir para havuzu oluşturarak Sabah-ATV grubunu satın almaları için talimat verdiniz mi" diye sordu. Oran’ın soruları şöyle: Sabah-ATV grubunu 4 yıl önce 1,1 milyar dolara satın alan ve damadınızın da uzun süre çalıştığı Çalık Grubu, Halkbank’tan aldığı 750 milyon dolar krediyi geri ödedi mi? Çalık Grubu, Halkbank’tan aldığı 750 milyon dolar krediyi kaç taksitte hangi tarihlerde ne kadarlık bölümünü geri ödedi? İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş’ın dosyası elinden alınana kadar yürüttüğü, ikinci yolsuzluk ve rüşvet operasyonu kapsamında teknik takibe yakalandığı biçimiyle, size yakın işadamlarının bir para havuzu (yardım havuzu) oluşturarak Sabah-ATV grubunu satın almaları için talimat verdiniz mi? Ya da söz konusu işadamlarına bu yönde bir telkininiz oldu mu? Sizin yönlendirmeniz üzerine Sabah ve ATV’nin satışı için son dönemde devletten büyük ihaleler alan işadamlarından destek talep edildiği ve bu amaçla 550 milyon dolarlık havuz oluşturulduğu, havuza "su koyacak" işadamlarının ise Mehmet Cengiz, Celal Koloğlu, İbrahim Çeçen, Adnan Çebi, Hayrettin Özaltın, Muzaffer Nasıroğlu ve Abdullah Tivnikli’den oluştuğu iddiası doğru mudur? Grubu, Zirve Holding’in devir alacağı, başında ise Ömer Faruk Kalyoncu’nun bulunacağı duyumu doğru mudur? ## Okuyucu Yorumları
229237
haber
CHP'nin anket sonuçları: AKP ile fark çok az
null
# CHP'nin anket sonuçları: AKP ile fark çok az ## CHP'nin son anket sonuçlarına göre, yerel seçimlerde özellikle Ankara ve İstanbul illerinde CHP ile AKP arasındaki oy farkı çok az CHP Parti Meclisi toplantısında Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın, yerel seçimlere ilişkin brifing verdi. Son anket sonuçlarının masaya yatırıldığı brifingde Günaydın, AKP ile farkın çok küçük olduğunu, İzmir'i kaybetmeyecekleri gibi, Ankara ve İstanbul'u da alabileceklerini dile getirdi ## 'AKP İzmir'i kazanmak için çok çaba harcıyor' Son anket çalışmalarının da ele alındığı brifingde, halen CHP'li başkanların yönettiği belediyelerin tamamına yakının yeniden kazanılacağı mesajı verildi. Toplantıda, AKP'nin İzmir Büyükşehir Belediyesi'ni kazanmak için çok fazla çaba harcadığı ancak buna karşın CHP'nin İzmir'i kaybetmeyeceği değerlendirmesinde bulunuldu. ## 'Ankara - İstanbul'u da alırız' Ankara ve İstanbul 'da da AK Parti ile aradaki farkın çok küçük olduğu, doğru aday tercihiyle her iki büyükşehir belediyesinin de alınabileceği tespitinde bulunuldu. ## Okuyucu Yorumları
222151
haber
Cinayetin 20. yılında Uğur Mumcu davası
null
# Cinayetin 20. yılında Uğur Mumcu davası ## Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin üzerinden 20 yıl geçti, Güldal Mumcu 20 yılda yaşananları 'İçimden geçen zaman' isimli kitabında anlattı - A + ## Işıl Öz 24 - 31 Ocak günleri arasında 50’yi aşkın kuruluşun organizasyonuyla düzenlenen 20. Adalet ve Demokrasi Haftası’nın başlığı "Uğur Mumcu Ölümsüzdür." Gazeteci-yazar **Uğur Mumcu**, otomobiline konan bir bomba sonucunda 24 Ocak 1993 tarihinde öldürüldü.Uğur Mumcu cinayeti bütün bağlantılarıyla hâlâ aydınlatılmadı. Cinayetten sonra yaşaanlar Güldal Mumcu'nun "İçimden Geçen Zaman" kitabında anlatılıyor. 'Bombalanan araba f aili meçhuller için anıt' Umut Operasyonu’na ilişkin açılan ve Yargıtay’ın bozma kararından sonra tekrar görülen davanın sonunda, Uğur Mumcu’ya ait 06 YR 245 plakalı aracın enkazının mirasçılarına iadesine karar verildi. Uğur Mumcu’nun kızı **Özge Mumcu**, kararın açıklanmasının ardından tepkisini şöyle dile getirdi: "1993 yılında, arabanın sadece fotoğraflarını gördüm. Görüntülerini… Çekiciyle götürülüşünü… Yıllarca her haber görüntüsünde o yerle bir olmuş hali bir kere daha izledim. Şimdi, ailemizin içinde seyahat ettiği, nice anımızın biriktiği ve ters yüz olmuş bir arabayı almamız bekleniyor. 20 yıldır, babamın anmalarında büyüdüm… Gelen topluluk her yıl azalacağına adım adım daha da arttı. Her yıl, ocak ayı bir mıh gibi hayatımızın orta yerine oturdu. Kasıma kadar hayat normal, kasımdan ocak ayına kadar garip bir koşturma, ocaktan marta kadar dalgalı. Ülkede her geçen gün yeni bir haksızlık dalgası yaşanıyor, yeni bir şizofreni dünyasına giriyoruz… Bir kısım insan, babamın Anıtkabir’de yattığına inanıyor. Bir kısım insan, bireysel ve siyasal kinlerini babam üzerinden, her gün, sosyal medyadan üzerimize kusabiliyor. Garip… Ve toplumun çoğu hâlâ bu cinayete ve ülkede olan haksızlıklara ağlamaya devam ediyor. Tüm bu seslerin ardından, hiçbir şey yokmuşcasına yaşamak gerekiyor. Bu nasıl bir hayat? Resmi dışında görmediğim o çelik yığınına dönüşen, babamın öldürüldüğü o arabamızın enkazını nereye koyacağımızı organize edeceğiz… İçinde bir dönem hayatımızı geçirdiğimiz o "enkaz", ülkedeki faili meçhuller için de bir anıt niteliğinde, ülkenin en görünür yerine dikilmeli. Mirasçısı olduğumuz enkaz değil. Bir güzel insanın bu dünyaya vermeye çalıştıkları." ## Umut Davası’ndaki son durum Peki, Uğur Mumcu davasının zaman aşımına uğrayacağına dair paylaşılan bilgiler doğru mu? Özge Mumcu’dan Umut Davası’ndaki son duruma dair ve zaman aşımı tartışması konusunda bilgi aldım. Özetle, yanlış bir bilgilendirme durumu mevcut. Zaman aşımı dava açılmayan sanıklar için var, ama Umut Davası içinde dava açılmayan sanık yok. Yani, Umut Davası’nda zaman aşımı yok. Umut davasında yargılananlar iki grup olarak bulunuyorlardı. Birinci grup Tevhid-Selam Kudüs Ordusu örgütü; ikinci grup **Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı**’yı bizzat öldürme fiilinde yer alanlardı. Bunlardan**Rüştü Aytufan**ve** Necdet Yüksel,**2002’de alınan ilk kararda**Ferhan Özmen** ’le birlikte idama mahkûm edildiler. Ferhan Özmen yönünden karar bozuldu. Diğer ikisinin kararı Yargıtay tarafından onandı. 2005’teki yargılamada ise Ferhan Özmen’e verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası da Yargıtay tarafından onandı. Öldürme fiilinin faillerinin cezalarının kesinleşmesi ile dosyada Mumcu ailesinin müdahillik sıfatı sona erdi. Son kararla yerel mahkeme cezası kesinleşmeyen Tevhid Selam Kudüs Ordusu örgütü sanıklarından **Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç ve Ekrem Baytap**, "silahlı suç örgütü kurma ve yönetme" eylemlerinden 15’er yıl hapis cezasına mahkûm etti. Sanıkların yargılama aşamasındaki iyi halleri nedeniyle takdiri indirim uygulayan mahkeme, cezalarını 12 yıl 6’şar ay olarak belirledi. Sanıklar**Abdülhamit Çelik, Fatih Aydın, Yusuf Karakuş, Mehmet Şahin**ve**Recep Aydın** da "silahlı suç örgütü üyesi olmak" suçundan 7 yıl 6’şar ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, bu sanıkların yargılama aşamasındaki iyi hallerini dikkate alarak, cezalarını 6 yıl 3’er ay olarak belirledi. Yargılama aşamasında Mumcu’nun aracına bombayı koyduğu belirtilen **Oğuz Demir** için 2005 tarihinde "… bugüne kadar aranmasına rağmen yakalanıp savunması alınamadığından dosyanın sürüncemede kalmaması için bu sanık hakkındaki kamu davasının tefriki ile yeni bir esasa kaydedilmesine… sanık hakkında çıkartılan gıyabi tutuklama müzekkeresinin yakalama emrine dönüştürülmesine" karar verildi. Demir'in yargılanması halen gıyabi olarak devam ediyor. Ayrıca örgütün yurtdışı bağlantısı olduğu kabul edilen A **hmet Cansız, Selahattin Eş, Ali Akbulut**ve**Aydın Koral** hakkında Yasadışı Tevhid – Selam Kudüs Ordusu örgütü üyesi olmak, örgüte ait kalaşnikof tüfeği bulundurmak suçlarından Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne, özel görevli savcılık tarafından dava açıldı. İlk üç sanığın ikametgâhı Tahran / İran olarak gösteriliyor. Firari sanık Oğuz Demir ve diğer sanık Selahattin Eş hakkında kırmızı bülten çıkarıldı. Mumcu Ailesinin talebi üzerine iki dosya Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2005 – 297 E. sayılı dosyada birleştirildi. ## Zaman aşımı Bu sanıklar yönünden zaman aşımı süresi, haklarında dava açıldığı için 24 Ocak 1993 tarihinden itibaren 30 yıla çıktı. Yasaya göre böyle durumlarda, yani yeniden dava açılması, dava tefriki durumlarında, zaman aşımı süresi, normal sürenin yarısı olarak arttırılıyor. 24 Ocak 2011’de, öldürme olayının asli failleri kabul edilip cezalandırılan Ferhan Özmen, Necdet Yüksel ve Rüştü Aytufan’ın cezalarının Yargıtayca onanıp kesinleşmesinden sonra, Mumcu Ailesi tarafından diğer failler yönünden soruşturmanın savsaklandığı gerekçesi ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu. Dolayısıyla, bu sanıklar yönünden zaman aşımı söz konusu değil. Yine haklarında ayrı dava açılan Selahattin Eş ve dört arkadaşı ile dosyası ana davadan ayrılmış olan firari sanık Oğuz Demir hakkında zaman aşımı süreci 30 yıla çıktı. Ancak, zaman aşımı, bugüne kadar ismi belirlenemeyen olayın aslı ya da fer'i failleri hakkında 24 Ocak 2013’te dolacak. ## Okuyucu Yorumları
90723
haber
Cinsiyet değiştiren öğretmen faturayı SGK'ya gönderdi
null
# Cinsiyet değiştiren öğretmen faturayı SGK'ya gönderdi ## Erkek öğretmen kadın olabilmek için olduğu ameliyatın ücretini SGK'nın karşılaması için valiliğe başvurdu. **T24 - **İstanbul’da görevli bir erkek öğretmen Çapa Tıp Fakültesi’nde 2.5 sene tedavi gördü. Hastaneden ‘kadın olabilir’, mahkemeden ‘ameliyat olabilir’ kararı aldı. Ve kadın olabilmek için özel bir klinikte ameliyat masasına yattı. Ardından da 10 bin TL ameliyat bedelini Sosyal Sigortalar Kurumu’nun karşılaması için Valiliğin İnsan Hakları Masası’na başvurdu. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde İstanbul’da görev yapan 34 yaşındaki İngilizce öğretmeni, cinsel kimliği nedeniyle sık sık geçici olarak farklı yerlere atanarak geri hizmette görevlendirildi. Son olarak bir öğretmenevinde görev yapan öğretmen 2008’de cinsiyet değiştirmek için mahkemeye baş vur du. Mah ke me nin yön len - dir me siy le de 2.5 yıl boyunca Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde hormonal ve psikolojik tedavi gördü. Tedavisinin sonunda hastaneden fiziksel ve duygusal erkeklik bulgularının tamamen yok olduğunu anlatan, ‘kadın olabilir’ yönünde heyet raporu aldı. Yeniden adliyenin yolunu tutan öğretmen, ameliyat için mahkeme kararı aldı. Valiliğe başvurdu Öğretmen geçen martta özel bir klinikte cinsiyet değiştirmek için ameliyat masasına yattı. Daha sonra hastane giderlerinin karşılanması için devletten yardım istedi. Öğretmen, 10 bin TL olan ameliyat bedelinin bağlı olduğu sosyal güvenlik kurumu tarafından karşılanması için Valiliğin İnsan Hakları Masası’na başvurdu. E-posta yoluyla gönderdiği başvurusunda adının saklı kalmasını istedi. Başvuruyu inceleyen İnsan Hakları Masası da İstanbul Tabip Odası, İstanbul Barosu, Bilgi ve Galatarasay Üniversitesi Hukuk Fa kül te si De - kan lık la rı’n dan ko nuy la il gi li görüş alarak bir dosya hazırladı. İnsan Hakları Masası ayrıca dosyayı incelemesi için Avukat Abdurrahman Dursun’u görevlendirdi. Ameliyatla kadın olan öğretmen yine mahkeme kanalıyla adını değiştirerek pembe kimliğini aldı. Erkek olduğu dönemde de kadın gibi giyinerek, peruk taktığı öğrenilen öğretmen yeni kimliğiyle İstanbul’da bir ilköğretim okuluna tayin oldu. Prosedür nasıl işliyor Cinsiyet değiştirme ameliyatlarında prosedür şöyle işliyor: "Cinsiyet değiştirmek isteyenin 18 yaşından büyük olması ve evli olmaması gerekiyor. Cinsiyet değiştirmek istiyen kişi önce mahkemeye müracaat ediyor. Mahkeme kişiyi tam teşekküllü hastaneye sevk ediyor. Hastane bir yıl boyunca psikolojik ve hormonal tedavi uyguluyor. Tedaviden sonuç alınamazsa mahkeme ameliyata karar veriyor. Operasyon tıbbi gereklilik sebebiyle Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından Genel Sağlık Sigortası kapsamında. Ameliyat sonrasında mahkeme nüfustan değişikliği kaydetmesini istiyor. Cinsiyeti değişen kişi, erkeklikten kadınlığa geçmişse daha erken emekli oluyor, kadınlıktan erkekliğe geçmişse daha geç emekli oluyor. Ameliyatı SGK karşılamak zorunda Cinsiyet değiştirme ameliyatına bir sağlık kurulu karar verdiği için bunu bir hastalık olarak kabul edilmesi gerektiğini belirten Sosyal Güvenlik Uzmanı Ali Tezel, öğretmenin ameliyat parasının SGK’nın ödemek zorunda olduğunu söyledi. "Her isteyen cinsiyet değiştirme ameliyatı geçiremez. Bunun bir hastalık olduğunun tespiti gerekir" diyen Tezel şunları kaydetti; "Geçireceği cinsiyet değiştirme ameliyatının bir tıbbi zorunluluk olduğu yönünde sağlık kurulu raporu varsa bu bir hastalık olarak kabul edilir ve tedavisi genel sağlık sigortası kapsamında Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmak zorundadır." Tezel, "Bu kişinin tüm tedavi giderlerini kamu hastanelerinde tedavi olması halinde SGK öder. Eğer SGK ile sözleşmeli özel hastanelere giderse ameliyat parasını yine SGK öder ama ilaveten kişi kendisi de hastanenin sınıfına göre yüzde 30-70 oranında ödeme yapar. Bu konunun emeklilik boyutu da var. Kendisi kadın sıfatını taşıyacağı için 5 yıl erken emeklilik hakkı kazanacak ve emekli olacak" dedi. Kanun ne diyor? 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 60. ve 61. maddeleri üç şeyi yasaklıyor; 1) Güzelleşmek ve zayıflamak için yapılan operasyon ve ameliyatlar 2) Sağlık Bakanlığı’nın sağlık hizmeti olarak ruhsatlandırmadığı hizmetler (Örneğin yurtdışından biri geliyor. ‘Bende manyetik güç var, elle tedavi edebiliyorum’ diyor) 3) Yabancı ülke vatandaşlarının Türkiye’ye gelmeden önce var olan kronik hastalıkları hariç olmak üzere tüm sağlık hizmetleri. **SGK’da olağanüstü hallerde yapılan sağlık yardımları ** ** 1-**Tüp bebek uygulaması ** 2-**İktidarsız erkeklere çubuk takılması ** 3-**Erkeklik organı büyütme ** 4-**Cinsiyet değiştirme operasyonu ## Okuyucu Yorumları