Dataset Viewer
index
int64 0
208k
| url
stringlengths 15
830
| text
stringlengths 16
12.7M
|
---|---|---|
0 |
http://adamgibigiyin.com/
|
Ye kürküm ye… Beğenseniz de, beğenmeseniz de durum bu! Gönül isterdi ki bütün dünya buna inanmasa, herkes önüne yaprak filan taksa, hayat bayram olsa; ama kazın ayağı öyle değil maalesef.Yapılan bir araştırmaya göre, insanların karşısındakileri kıyafetlerine göre değerlendirmediğini düşünenlerin oranı yalnızca %4. Yani, dünyanın hemen her yerinde (hele ki bizim memlekette), insanların çoğu ilk bakışta karşısındakini tepeden tırnağa süzüp etiketi yapıştırıyor. Saniyeler içinde verdiğimiz bu ilk izlenimi değiştirmek için çoğunlukla ikinci bir şansımız da olmuyor. Sırf bu yüzden belki iyi bir iş, belki potansiyel bir müşteri, hatta belki hayatımızın kadını elimizden kaçıyor. Hal böyle iken, ufak ayrıntılara dikkat ederek ibreyi kendi lehimize çevirmenin mümkün olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor…Benim bu blogda“Şunu giy, bunu giyme!”şeklinde ahkam kesmek gibi bir niyetim yok. Zira, insanın benimsemeden, içine sinmeden giyeceği bir şeyden daha çirkin bir kıyafet olmadığını düşünürüm. Bu yüzden, bu konulara meraklı olan ve kendine özenmek isteyenlerle kendi deneyimlerimi ve kişisel tercihlerimi paylaşacağım.Ayrıca, yeni trendlerden değil daha temel bilgilerden bahsedeceğim ve bunu vurgulamak için özellikle güncel modadan örnekler vermeyeceğim. Böylece herkesin kendi özgün tarzını oluşturmasına yönelik fikir vermeye çalışacağım.Buraya tıklayarakilk yazıyı okumaya başlayabilirsiniz.Yine de adam gibi giyinmek bir yere kadar; kıyafetin içindeki “adam” değilse ilk izlenim yalnızca ömrü kısa bir balon… Bununla ilgili olarak da felsefi denemeler yazdığım ayrı bir bölüm açtım; onu daburaya tıklayarakokumaya başlayabilirsiniz (Hatta lütfen okuyun, hayata bakışınızda ufacık bir şey değiştirebilirsem çok mutlu olurum). Ye kürküm ye… Beğenseniz de, beğenmeseniz de durum bu! Gönül isterdi ki bütün dünya buna inanmasa, herkes önüne yaprak filan taksa, hayat bayram olsa; ama kazın ayağı öyle değil maalesef. Yapılan bir araştırmaya göre, insanların karşısındakileri kıyafetlerine göre değerlendirmediğini düşünenlerin oranı yalnızca %4. Yani, dünyanın hemen her yerinde (hele ki bizim memlekette), insanların çoğu ilk bakışta karşısındakini tepeden tırnağa süzüp etiketi yapıştırıyor. Saniyeler içinde verdiğimiz bu ilk izlenimi değiştirmek için çoğunlukla ikinci bir şansımız da olmuyor. Sırf bu yüzden belki iyi bir iş, belki potansiyel bir müşteri, hatta belki hayatımızın kadını elimizden kaçıyor. Hal böyle iken, ufak ayrıntılara dikkat ederek ibreyi kendi lehimize çevirmenin mümkün olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor… Benim bu blogda“Şunu giy, bunu giyme!”şeklinde ahkam kesmek gibi bir niyetim yok. Zira, insanın benimsemeden, içine sinmeden giyeceği bir şeyden daha çirkin bir kıyafet olmadığını düşünürüm. Bu yüzden, bu konulara meraklı olan ve kendine özenmek isteyenlerle kendi deneyimlerimi ve kişisel tercihlerimi paylaşacağım. Ayrıca, yeni trendlerden değil daha temel bilgilerden bahsedeceğim ve bunu vurgulamak için özellikle güncel modadan örnekler vermeyeceğim. Böylece herkesin kendi özgün tarzını oluşturmasına yönelik fikir vermeye çalışacağım. Buraya tıklayarakilk yazıyı okumaya başlayabilirsiniz. Yine de adam gibi giyinmek bir yere kadar; kıyafetin içindeki “adam” değilse ilk izlenim yalnızca ömrü kısa bir balon… Bununla ilgili olarak da felsefi denemeler yazdığım ayrı bir bölüm açtım; onu daburaya tıklayarakokumaya başlayabilirsiniz (Hatta lütfen okuyun, hayata bakışınızda ufacık bir şey değiştirebilirsem çok mutlu olurum).
|
1 |
http://adamgibigiyin.com/adam-gibi-net
|
"Şark kurnazı, açgözlü, bencil, kaypak ve fesat"toplum unsurları ile mücadele kapsamındaki yeni yazı dizisi.Adam Gibi Net: GirişAdam Gibi Net: ÖzenAdam Gibi Adam OlmakAdam Gibi Adam Genelleme YapmazAdam Gibi Adam “Bana Ne” DerAdam Gibi Adam “Bana Ne” Demez "Şark kurnazı, açgözlü, bencil, kaypak ve fesat"toplum unsurları ile mücadele kapsamındaki yeni yazı dizisi.
|
2 |
http://adamgibigiyin.com/adam-gibi-net-giris
|
Şubat 2012’de yazmaya başladığım bu blog, giderek katlanan trafiği ile Haziran 2014 itibariyle 250 bin kişi tarafından ziyaret edilmiş. Şu an aylık 30 bin kişi tarafından okunuyor ve bugüne kadar aldığım olumsuz mesaj sayısı yalnızca 1 (yazıyla bir). Yani yazılarımın yanı sıra yazdığım yüzlerce yorum ve eposta ile on binlerce kişiye bir şekilde yardımcı olmuşum. Bu kadar çok insanın hayatına dokunmanın, karşılığında aldığım tepkilerin verdiği mutluluğu tarif etmek inanın pek mümkün değil.Yukarıda bahsettiğim “yardımcı olmanın keyfi” ile blogun kapsamını biraz daha genişletmek ve ilk yazımda vurguladığım “Adam gibi giyinmeden önce adam olmak gerek” konusunu irdelemek istiyorum. Sorabilirsiniz,“Adam olmaktan bahsedeceksin de, sen adam mısın?” diye. Böyle bir iddiam yok,“Adam olmaya çalışıyorum, kendimi geliştirmek için çabalıyorum”diye cevap vereyim.Nasıl derseniz, öncelikle pek şanslı bir insanım; harika bir eğitim alma imkanım (bknz:pisk.in), parlak öğretmenlerim ve parlak arkadaşlarım oldu. Birçok derneğe üye oldum, inanılmaz insanlarla tanıştım; farklı kültürleri, bakış açılarını tanıdım. Yıllardır müzik yapıp sahneye çıkıyorum, bu sayede hayata sanat gözüyle bakmaya da başladım. Tarih, felsefe, psikoloji, dinler tarihi, siyaset, vb. okuyorum bol bol; okuduklarımı özümseyerek hayatıma uygulamak ve daha iyi bir insan olmak için kendimi güdülüyorum. Yurt dışına gidiyorum sıkça, aylarca kaldığım da oluyor. Turist olarak gezmiyorum sadece; milletin arasına karışıp gözlemliyorum, insanlarla sohbet ediyorum. Hayatların, şehirlerin, ülkelerin işleyişini öğrenmeye; hoşuma gidenleri kendi hayatıma uygulamaya çalışıyorum. Velhasıl uğraşıyorum, çabalıyorum. Bu çabalarımı da yazıya dökeyim, okuyan bir kişinin bile yoluna ışık tutsa mutlu olayım istiyorum.Dogmatik ve didaktik söylemlerden hiç hazetmediğim için, blogun tamamında olduğu gibi yine kendi yolumdan bahsedeceğim; faydalanırsanız ne mutlu bana…Buyurun ilk yazı Şubat 2012’de yazmaya başladığım bu blog, giderek katlanan trafiği ile Haziran 2014 itibariyle 250 bin kişi tarafından ziyaret edilmiş. Şu an aylık 30 bin kişi tarafından okunuyor ve bugüne kadar aldığım olumsuz mesaj sayısı yalnızca 1 (yazıyla bir). Yani yazılarımın yanı sıra yazdığım yüzlerce yorum ve eposta ile on binlerce kişiye bir şekilde yardımcı olmuşum. Bu kadar çok insanın hayatına dokunmanın, karşılığında aldığım tepkilerin verdiği mutluluğu tarif etmek inanın pek mümkün değil. Yukarıda bahsettiğim “yardımcı olmanın keyfi” ile blogun kapsamını biraz daha genişletmek ve ilk yazımda vurguladığım “Adam gibi giyinmeden önce adam olmak gerek” konusunu irdelemek istiyorum. Sorabilirsiniz,“Adam olmaktan bahsedeceksin de, sen adam mısın?” diye. Böyle bir iddiam yok,“Adam olmaya çalışıyorum, kendimi geliştirmek için çabalıyorum”diye cevap vereyim. Nasıl derseniz, öncelikle pek şanslı bir insanım; harika bir eğitim alma imkanım (bknz:pisk.in), parlak öğretmenlerim ve parlak arkadaşlarım oldu. Birçok derneğe üye oldum, inanılmaz insanlarla tanıştım; farklı kültürleri, bakış açılarını tanıdım. Yıllardır müzik yapıp sahneye çıkıyorum, bu sayede hayata sanat gözüyle bakmaya da başladım. Tarih, felsefe, psikoloji, dinler tarihi, siyaset, vb. okuyorum bol bol; okuduklarımı özümseyerek hayatıma uygulamak ve daha iyi bir insan olmak için kendimi güdülüyorum. Yurt dışına gidiyorum sıkça, aylarca kaldığım da oluyor. Turist olarak gezmiyorum sadece; milletin arasına karışıp gözlemliyorum, insanlarla sohbet ediyorum. Hayatların, şehirlerin, ülkelerin işleyişini öğrenmeye; hoşuma gidenleri kendi hayatıma uygulamaya çalışıyorum. Velhasıl uğraşıyorum, çabalıyorum. Bu çabalarımı da yazıya dökeyim, okuyan bir kişinin bile yoluna ışık tutsa mutlu olayım istiyorum. Dogmatik ve didaktik söylemlerden hiç hazetmediğim için, blogun tamamında olduğu gibi yine kendi yolumdan bahsedeceğim; faydalanırsanız ne mutlu bana…
|
3 |
http://adamgibigiyin.com/adam-gibi-net-ozen
|
Bu yazı dizisine öncelikle bazı tespitlerle başlamak istiyorum. Ne zamandan beri ve nasıl olduğu, topluma nasıl yerleştiği ayrı bir tartışma konusu; maalesef bizim toplumda genel olarak bir “özenmeme”, “idare etme” durumu var. Kendine, yaptığı işe, eşine, arkadaşına, sokaktaki tanımadığı adam ile ilişkisine, falan filan özenmeme… İşte bu kalıpları kırmakla başlayacağız işe!Hayatımıza özeneceğiz kardeşim; ince ince, nakış gibi işleyeceğiz kendimizi. İyi bir insan olacağız… Özetle bu! Neden dersen, cevabı benim hayat felsem: Bu evrende, milyarlarca yıllık tarihte ufacık bir noktadan başka bir şey değiliz. Bu devasa sistem, bizim bir şekilde “idare ederek” bir iz bırakmadan geçip gitmemiz için kurulmuş olamaz. Saksıdaki çiçeğin, sokaktaki ağacın bile bir amacı, faydası varsa; bizim hayatımızın da bu koskoca sistem içerisinde bir anlamı olmalı. Birçok dini inanış ve felsefi düşüncede bunun karşılığını bulabilirsiniz; bu sistem sen, ben 80-100 yıl boyunca antin kuntin işlerin peşinde koşalım, saksı gibi oturalım, sonra yok olup gidelim diye de kurulmuş olamaz. Hem kendimize, hem etrafımıza bir faydamızın dokunması gerek. Benim için bunu sağlamanın yolu da ilahi bir ceza korkusu ya da ödül beklentisi olmadan, kendimize saygımızla ruhumuzu parlatmaktan ve yüceltmekten geçiyor.İyi bir insan, iyi bir vatandaş, iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir evlat, iyi bir dost, iyi bir işçi/işveren, vb. olacağız ki içinde yaşadığımız dünya da iyi bir yer olsun. Bizim topluma bakıyorsun, herkes çok konuşuyor, herkes bir şeylerden şikayet ediyor; yahu kardeşim bir bakalım kendimize aynada, bizim her tarafımız düzgün mü? Belki kendimiz yamuğuzdur da, ondan herkes bize yamuk geliyordur. Hani var ya bir Temel fıkrası, otoyolda giderken radyoda bir anons duyuyor“Bir sürücü otoyolda ters yöne girdi, tüm sürücülerin dikkatine”şeklinde, Temel de söyleniyor“Ne biri? Hepsi, hepsi!”diye; aynı o hesap… Yani önce işe kapımızın önünü süpürmekle başlayacağız.Bu genel kavramlar üzerinde bazı yazılar yazdıktan sonra çeşitli adab-ı muaşeret kuralları ile birlikte detaylara gireceğim. Az sonra… 🙂 Bu yazı dizisine öncelikle bazı tespitlerle başlamak istiyorum. Ne zamandan beri ve nasıl olduğu, topluma nasıl yerleştiği ayrı bir tartışma konusu; maalesef bizim toplumda genel olarak bir “özenmeme”, “idare etme” durumu var. Kendine, yaptığı işe, eşine, arkadaşına, sokaktaki tanımadığı adam ile ilişkisine, falan filan özenmeme… İşte bu kalıpları kırmakla başlayacağız işe! Hayatımıza özeneceğiz kardeşim; ince ince, nakış gibi işleyeceğiz kendimizi. İyi bir insan olacağız… Özetle bu! Neden dersen, cevabı benim hayat felsem: Bu evrende, milyarlarca yıllık tarihte ufacık bir noktadan başka bir şey değiliz. Bu devasa sistem, bizim bir şekilde “idare ederek” bir iz bırakmadan geçip gitmemiz için kurulmuş olamaz. Saksıdaki çiçeğin, sokaktaki ağacın bile bir amacı, faydası varsa; bizim hayatımızın da bu koskoca sistem içerisinde bir anlamı olmalı. Birçok dini inanış ve felsefi düşüncede bunun karşılığını bulabilirsiniz; bu sistem sen, ben 80-100 yıl boyunca antin kuntin işlerin peşinde koşalım, saksı gibi oturalım, sonra yok olup gidelim diye de kurulmuş olamaz. Hem kendimize, hem etrafımıza bir faydamızın dokunması gerek. Benim için bunu sağlamanın yolu da ilahi bir ceza korkusu ya da ödül beklentisi olmadan, kendimize saygımızla ruhumuzu parlatmaktan ve yüceltmekten geçiyor. İyi bir insan, iyi bir vatandaş, iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir evlat, iyi bir dost, iyi bir işçi/işveren, vb. olacağız ki içinde yaşadığımız dünya da iyi bir yer olsun. Bizim topluma bakıyorsun, herkes çok konuşuyor, herkes bir şeylerden şikayet ediyor; yahu kardeşim bir bakalım kendimize aynada, bizim her tarafımız düzgün mü? Belki kendimiz yamuğuzdur da, ondan herkes bize yamuk geliyordur. Hani var ya bir Temel fıkrası, otoyolda giderken radyoda bir anons duyuyor“Bir sürücü otoyolda ters yöne girdi, tüm sürücülerin dikkatine”şeklinde, Temel de söyleniyor“Ne biri? Hepsi, hepsi!”diye; aynı o hesap… Yani önce işe kapımızın önünü süpürmekle başlayacağız. Bu genel kavramlar üzerinde bazı yazılar yazdıktan sonra çeşitli adab-ı muaşeret kuralları ile birlikte detaylara gireceğim. Az sonra… 🙂
|
4 |
http://adamgibigiyin.com/ayakkabi-modelleri-ve-terimleri
|
Türkiye’de pek bulunmasa da, yurt dışında ayakkabı modellerini tanımlayan çeşitli terimler mevcut; yurt dışından alışveriş yapanlar ve konuyla ilgilenenler için genel bir bilgilendirme yazısı yazayım istedim.Oxford (ya da Balmoral):Oxford kelimesi -hatalı olarak- bağcıklı ayakkabıları genellemek için de kullanılmakla birlikte, aslen ayakkabının bağcık kısmının tasarımını anlatan bir terimdir. Bağcık deliklerinin bulunduğu kulakçıkların alt uçlarının gövdenin içine iliştirilmiş şekilde kapalı olduğu, “Kapalı bağcık” olarak da ifade edilen modeldir.Derby (ya da Blücher):Derby modeli de yine bağcık kısmının tasarımı ile tanımlanabilir. “Açık bağcık” olarak da ifade edilir, bağcık deliklerinin bulunduğu kulakçıkların alt uçlarının açık olduğu modeldir. Eskiden çok kullanırdım, ama daha önce de belirttiğim üzere artık “Oxford” modellerini tercih ediyorum.Tokalı (İngilizce “Monk-strap”):Adından da anlaşılacağı üzere bağcık yerine toka kullanılan (hayatımda bir çift bile satın almayacak kadar sevmediğim) modeldir.Bağcıksız (İngilizce “Loafer” ya da “Slip-on”):Yine isminden anlaşılacağı üzere, üzerinde bağcık ya da toka bulunmayan cascavalak bir modeldir (Bu model ile de pek anlaşamadığım belli oluyor herhalde 🙂 Ayakkabılığımda onlarca çift arasında bir çift bile bağcıksız ayakkabı bulunmuyor diye ifade edeyim).Ayrıca, ayakkabının burun kısmının tasarımına göre değişen çeşitli model ve terimler de bulunmakta:Düz burun:Ayakkabının burun kısmında herhangi bir dikiş, desen, işleme vb. bulunmayan modeldir.Cap-toe:Bu modelin Türkçesi var mı bilmiyorum, ama burun kısmında dikiş ya da benzeri bir işleme ile “şapka” görünümü bulunan modeldir. Görsel olarak bir fark yaratmakla birlikte, yürürken ayakkabının kırılan bölümünde bulunan bu dikiş, bu kırılmaları önlediği ya da gizlediği için pek faydalıdır; son zamanlardaki değişmez tercihimdir.Wingtip ya da Brogue:Türkçede “zımbalı” olarak genellenmekle birlikte, ayakkabının burun kısmındaki işlemenin kenarları bir kuşun kanadına benzediği için bu şekilde isimlendirlimiş. Ayakkabının gövdesinde de delikli (ya da zımbalı) işlemeler bulunur. Genellikle “Derby” olarak üretilen bu modelleri ben takım elbise ile değil, blazer ceketin ile giydiğimdenim(kot) (*) ya da kanvas pantolonun altına tercih ediyorum. Son dönemlerde altı lastikli ya da birçok farklı renkte üretilen daha spor modellerin özellikle yurt dışında oldukça popüler olduğunu ekleyeyim.Semi-brogue:“Yarım zımbalı” olarak Türkçeleştirebileceğim bu modelin burun kısmı, yukarıdaki wingtip modelinden farklı olarak kanat şeklinde değil, cap-toe gibi düz olarak tasarlanıyor. Ayakkabının gövdesindeki delikli (ya da zımbalı) işlemelerin daha az ya da daha sade olarak kullanıldığına da şahit olabilirsiniz. Genellikle “Oxford” olarak üretiliyor ve takım elbise ile gayet şık oluyor.Quarter-brogue:“Çeyrek zımbalı” olarak Türkçeleştirebileceğim bu modelin burun kısmı ise, cap-toe’ya çok benzemekle birlikte sade bir dikiş yerine zımbalı bir işlemeden oluşmaktadır. “Şapka”nın iç kısmında ve ayakkabının gövdesinde işleme yoktur. Takım elbisenin altında harika duracağını söylememe gerek yok sanırım 🙂Bunların dışında, ayakkabının tarzı ile ilgili birçok model bulunuyor; bot, sandalet, kanvas, spor ayakkabılar, vb. Bunlara bir örnek olarak da, yazın deniz kıyısında şort altına sıklıkla giyilen tekne ayakkabılarını (İngilizce “boat shoes” ya da “top-siders”) ekleyerek yazıyı sonlandırayım.(*) Kavram kargaşasını önlemek amacıylaKot, Denim, Blucin, Jean, Blue Jeanbaşlıklı yazımı okumanızı öneririm. Türkiye’de pek bulunmasa da, yurt dışında ayakkabı modellerini tanımlayan çeşitli terimler mevcut; yurt dışından alışveriş yapanlar ve konuyla ilgilenenler için genel bir bilgilendirme yazısı yazayım istedim. Oxford (ya da Balmoral):Oxford kelimesi -hatalı olarak- bağcıklı ayakkabıları genellemek için de kullanılmakla birlikte, aslen ayakkabının bağcık kısmının tasarımını anlatan bir terimdir. Bağcık deliklerinin bulunduğu kulakçıkların alt uçlarının gövdenin içine iliştirilmiş şekilde kapalı olduğu, “Kapalı bağcık” olarak da ifade edilen modeldir. Derby (ya da Blücher):Derby modeli de yine bağcık kısmının tasarımı ile tanımlanabilir. “Açık bağcık” olarak da ifade edilir, bağcık deliklerinin bulunduğu kulakçıkların alt uçlarının açık olduğu modeldir. Eskiden çok kullanırdım, ama daha önce de belirttiğim üzere artık “Oxford” modellerini tercih ediyorum. Tokalı (İngilizce “Monk-strap”):Adından da anlaşılacağı üzere bağcık yerine toka kullanılan (hayatımda bir çift bile satın almayacak kadar sevmediğim) modeldir. Bağcıksız (İngilizce “Loafer” ya da “Slip-on”):Yine isminden anlaşılacağı üzere, üzerinde bağcık ya da toka bulunmayan cascavalak bir modeldir (Bu model ile de pek anlaşamadığım belli oluyor herhalde 🙂 Ayakkabılığımda onlarca çift arasında bir çift bile bağcıksız ayakkabı bulunmuyor diye ifade edeyim). Ayrıca, ayakkabının burun kısmının tasarımına göre değişen çeşitli model ve terimler de bulunmakta: Düz burun:Ayakkabının burun kısmında herhangi bir dikiş, desen, işleme vb. bulunmayan modeldir. Cap-toe:Bu modelin Türkçesi var mı bilmiyorum, ama burun kısmında dikiş ya da benzeri bir işleme ile “şapka” görünümü bulunan modeldir. Görsel olarak bir fark yaratmakla birlikte, yürürken ayakkabının kırılan bölümünde bulunan bu dikiş, bu kırılmaları önlediği ya da gizlediği için pek faydalıdır; son zamanlardaki değişmez tercihimdir. Wingtip ya da Brogue:Türkçede “zımbalı” olarak genellenmekle birlikte, ayakkabının burun kısmındaki işlemenin kenarları bir kuşun kanadına benzediği için bu şekilde isimlendirlimiş. Ayakkabının gövdesinde de delikli (ya da zımbalı) işlemeler bulunur. Genellikle “Derby” olarak üretilen bu modelleri ben takım elbise ile değil, blazer ceketin ile giydiğimdenim(kot) (*) ya da kanvas pantolonun altına tercih ediyorum. Son dönemlerde altı lastikli ya da birçok farklı renkte üretilen daha spor modellerin özellikle yurt dışında oldukça popüler olduğunu ekleyeyim. Semi-brogue:“Yarım zımbalı” olarak Türkçeleştirebileceğim bu modelin burun kısmı, yukarıdaki wingtip modelinden farklı olarak kanat şeklinde değil, cap-toe gibi düz olarak tasarlanıyor. Ayakkabının gövdesindeki delikli (ya da zımbalı) işlemelerin daha az ya da daha sade olarak kullanıldığına da şahit olabilirsiniz. Genellikle “Oxford” olarak üretiliyor ve takım elbise ile gayet şık oluyor. Quarter-brogue:“Çeyrek zımbalı” olarak Türkçeleştirebileceğim bu modelin burun kısmı ise, cap-toe’ya çok benzemekle birlikte sade bir dikiş yerine zımbalı bir işlemeden oluşmaktadır. “Şapka”nın iç kısmında ve ayakkabının gövdesinde işleme yoktur. Takım elbisenin altında harika duracağını söylememe gerek yok sanırım 🙂 Bunların dışında, ayakkabının tarzı ile ilgili birçok model bulunuyor; bot, sandalet, kanvas, spor ayakkabılar, vb. Bunlara bir örnek olarak da, yazın deniz kıyısında şort altına sıklıkla giyilen tekne ayakkabılarını (İngilizce “boat shoes” ya da “top-siders”) ekleyerek yazıyı sonlandırayım. (*) Kavram kargaşasını önlemek amacıylaKot, Denim, Blucin, Jean, Blue Jeanbaşlıklı yazımı okumanızı öneririm.
|
5 |
http://adamgibigiyin.com/ayakkabi-satin-alirken
|
Öncelikle ayakkabının erkek giyimindeki en önemli eleman olduğunu düşündüğümü ve büyük önem verdiğimi belirteyim. Ayakkabının kalitesinin genel olarak fiyatı ile doğru orantılı olacağını belirterek bu konuda bütçenizi zorlamanızı öneririm. Siz bakmayın atasözüne, dost da düşman da ilk olarak ayağa bakıyor. Birçok kişinin ilk tanıştığı insanı ayakkabılarına bakarak değerlendirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.Kaliteli bir ayakkabı İsviçre çakısı gibi çok özelliklidir 🙂 Hem şık, hem rahat, hem de dayanıklıdır; yıllar boyu formu bozulmadan rahatlıkla giyebilirsiniz. Su geçirmezlik, hava alma, özel tabanlar gibi özellikler ile gün boyu rahat edersiniz. Ama en önemlisi, ayakkabılar kendini ilk bakışta belli edecek kadar klas durur.“Bir ayakkabıya şu kadar para vereceğime ucuzundan iki tane alır sürekli yeni giyerim”düşüncesini doğru bulmam,“ucuz etin yahnisi yavan olur”deyimini hatırlatırım. Hem sıradan iki çift ayakkabınız olur, hem de ikisinin toplam ömrü hala daha kısa olur. Ayrıca emin olun, bir yıllık sıradan bir ayakkabı, 2-3 yıllık kaliteli bir ayakkabıya göre daha yıpranmış görünür.Ayakkabılarınızı işi ayakkabı üretmek olan markalardan almanızı öneririm; uzun yılların deneyimini kalitelerine yansıttıklarını görebilirsiniz. Örneğin Allen Edmonds, ayakkabıların tabanına bir katman erimiş mantar koyuyor, böylece ayakkabı zaman içerisinde ayağınızın şeklini alarak daha rahat etmenizi sağlıyor. Bunun gibi önemli markalardan alışveriş yaptığınızda, ayakkabıda bir sorun yaşadığınız zaman hemen çözüm üretmelerini de bekleyebilirsiniz. Ayrıca, ufak bir ücret karşılığı, yıllarca kullandığınız ayakkabılarınızı fabrikalarına göndererek bakımdan geçirmelerini isteyebilirsiniz. Böylece ayakkabılarınızın tabanını, topuğunu, astar ve bağcıklarını değiştirecekler; üst derisini ütüleyerek çatlaklarını gidereceklerdir. Son bir boya ve bakımdan geçirecekleri ayakkabılarınızın neredeyse yeni bir çift almış kadar yenilenmiş olacağından emin olabilirsiniz.Yurt dışında üretilen birçok kaliteli markada, ayakkabı numarasının yanı sıra genişliğini de seçebileceğiniz ölçüler bulunuyor (B, C, D, E, vb. şekilde). Böylece ayaklarınız çok ince ya da kalın olsa bile standart bir kalıbın içine sokuşturmak zorunda kalmıyor, size özel imal edilmiş gibi çok rahat ayakkabılar satın alabiliyorsunuz. Maalesef ben yerli markalarda bu genişlik ölçüsüyle karşılaşmadım, sürekli talep ederek başlamaları sağlanabilir belki.Bir de şu konuyu vurgulamak isterim; ayakkabıyı hangi amaçla kullanacaksanız, ona uygun bir ayakkabı satın alın.“Hem öyle hem böyle giyerim”diye düşünmeyin, muhtemelen hem öyle giydiğinizde uyumsuz olur, hem de böyle… Takım elbise altına giymek için lastik tabanlı ya da kösele ayakkabı görünümlü spor ayakkabı almayın mesela. Ya da, çoğunlukla yürüyüş için kullanacaksanız sadece güzel görünüyor diye tenis ayakkabısı almayın (Ben uzun yıllar çok renkli oluyorlar diye yürüş ayakkabısı satın almıyordum, sonunda ön yargımı kırıp bir çift satın aldım; rahatlığı ile birlikte yıllarca ne büyük enayilik yaptığımı gördüm).Gelelim ufak püf noktalarına:Kösele tabanların, el dikişi ile ayakkabının gövdesine (Goodyear Welt olarak bilinen bir yöntem ile) iliştirilmesi, ayakkabının kalitesini gösteren önemli bir ayrıntıdır. Ayakkabının dayanıklılığını önemli ölçüde artırır. Ayakkabının altını incelediğinizde, kenar kısımlardaki dikişleri görebilirsiniz. Yalnız, bazı markalar açıkgözlülük yaparak, ayakkabı tabanına dikiş yapılmış gibi kabartma baskı yapıyorlar; dikkatli olmanızı öneririm. Bu dikişler genelde tabanda açılan bir kanal (ya da yarık) içerisine yapılıyor, buradan ayırt edebilirsiniz.Ayakkabının üretiminde kullanılan malzemelere de dikkat etmek gerekiyor. Öncelikle, ayakkabılar havayı geçirerek ayağınızın nefes almasını sağlayabilmeli. Bunun için de ayakkabının dışının ve iç astarının üretiminde deri, vb. doğal malzemelerin (ya da GORE-TEX gibi çeşitli katmanlardan oluşan özel kumaşların) kullanıldığından emin olmalısınız. İç astarda işlem görmemiş deri kullanılması durumunda çoraplarınızı boyaması mümkündür, ama çok daha sağlıklı olduğu için kendi adıma tercih ediyorum. Ayakkabının cinsine göre (örneğin spor ayakkabılarda) ayakkabının tabanı yapay malzemelerden üretilebilir, ancak takım elbise ile kullanacağınız ayakkabıların tabanının kösele olmasına özen gösterin. Malzemeleri kontrol etmek için, satın alacağınız ayakkabıyı inceleyerek içerisinde, üzerinde ya da kutusunda yukarıdaki resimdekine benzer bir etiket arayın. Bu etiket üzerinde ayakkabının dışında, iç astarında ve tabanında hangi malzemelerin kullanıldığını görebilirsiniz. Takım elbise için ayakkabı alırken, tamamının deri olmasını tercih etmenizi öneririm.Kösele ayakkabı satın alırken bağcıklarının mümkün olduğunca ince ve mum ile kaplanmış olmasına dikkat etmenizi öneririm. Kalın bağcıklar ayakkabıyı spor ayakkabı gibi göstereceği gibi, mum kaplı bağcıklar hem kolay çözülmeyecek hem de daha yavaş yıpranacaktır. Öncelikle ayakkabının erkek giyimindeki en önemli eleman olduğunu düşündüğümü ve büyük önem verdiğimi belirteyim. Ayakkabının kalitesinin genel olarak fiyatı ile doğru orantılı olacağını belirterek bu konuda bütçenizi zorlamanızı öneririm. Siz bakmayın atasözüne, dost da düşman da ilk olarak ayağa bakıyor. Birçok kişinin ilk tanıştığı insanı ayakkabılarına bakarak değerlendirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Kaliteli bir ayakkabı İsviçre çakısı gibi çok özelliklidir 🙂 Hem şık, hem rahat, hem de dayanıklıdır; yıllar boyu formu bozulmadan rahatlıkla giyebilirsiniz. Su geçirmezlik, hava alma, özel tabanlar gibi özellikler ile gün boyu rahat edersiniz. Ama en önemlisi, ayakkabılar kendini ilk bakışta belli edecek kadar klas durur. “Bir ayakkabıya şu kadar para vereceğime ucuzundan iki tane alır sürekli yeni giyerim”düşüncesini doğru bulmam,“ucuz etin yahnisi yavan olur”deyimini hatırlatırım. Hem sıradan iki çift ayakkabınız olur, hem de ikisinin toplam ömrü hala daha kısa olur. Ayrıca emin olun, bir yıllık sıradan bir ayakkabı, 2-3 yıllık kaliteli bir ayakkabıya göre daha yıpranmış görünür. Ayakkabılarınızı işi ayakkabı üretmek olan markalardan almanızı öneririm; uzun yılların deneyimini kalitelerine yansıttıklarını görebilirsiniz. Örneğin Allen Edmonds, ayakkabıların tabanına bir katman erimiş mantar koyuyor, böylece ayakkabı zaman içerisinde ayağınızın şeklini alarak daha rahat etmenizi sağlıyor. Bunun gibi önemli markalardan alışveriş yaptığınızda, ayakkabıda bir sorun yaşadığınız zaman hemen çözüm üretmelerini de bekleyebilirsiniz. Ayrıca, ufak bir ücret karşılığı, yıllarca kullandığınız ayakkabılarınızı fabrikalarına göndererek bakımdan geçirmelerini isteyebilirsiniz. Böylece ayakkabılarınızın tabanını, topuğunu, astar ve bağcıklarını değiştirecekler; üst derisini ütüleyerek çatlaklarını gidereceklerdir. Son bir boya ve bakımdan geçirecekleri ayakkabılarınızın neredeyse yeni bir çift almış kadar yenilenmiş olacağından emin olabilirsiniz. Yurt dışında üretilen birçok kaliteli markada, ayakkabı numarasının yanı sıra genişliğini de seçebileceğiniz ölçüler bulunuyor (B, C, D, E, vb. şekilde). Böylece ayaklarınız çok ince ya da kalın olsa bile standart bir kalıbın içine sokuşturmak zorunda kalmıyor, size özel imal edilmiş gibi çok rahat ayakkabılar satın alabiliyorsunuz. Maalesef ben yerli markalarda bu genişlik ölçüsüyle karşılaşmadım, sürekli talep ederek başlamaları sağlanabilir belki. Bir de şu konuyu vurgulamak isterim; ayakkabıyı hangi amaçla kullanacaksanız, ona uygun bir ayakkabı satın alın.“Hem öyle hem böyle giyerim”diye düşünmeyin, muhtemelen hem öyle giydiğinizde uyumsuz olur, hem de böyle… Takım elbise altına giymek için lastik tabanlı ya da kösele ayakkabı görünümlü spor ayakkabı almayın mesela. Ya da, çoğunlukla yürüyüş için kullanacaksanız sadece güzel görünüyor diye tenis ayakkabısı almayın (Ben uzun yıllar çok renkli oluyorlar diye yürüş ayakkabısı satın almıyordum, sonunda ön yargımı kırıp bir çift satın aldım; rahatlığı ile birlikte yıllarca ne büyük enayilik yaptığımı gördüm). Gelelim ufak püf noktalarına:Kösele tabanların, el dikişi ile ayakkabının gövdesine (Goodyear Welt olarak bilinen bir yöntem ile) iliştirilmesi, ayakkabının kalitesini gösteren önemli bir ayrıntıdır. Ayakkabının dayanıklılığını önemli ölçüde artırır. Ayakkabının altını incelediğinizde, kenar kısımlardaki dikişleri görebilirsiniz. Yalnız, bazı markalar açıkgözlülük yaparak, ayakkabı tabanına dikiş yapılmış gibi kabartma baskı yapıyorlar; dikkatli olmanızı öneririm. Bu dikişler genelde tabanda açılan bir kanal (ya da yarık) içerisine yapılıyor, buradan ayırt edebilirsiniz. Ayakkabının üretiminde kullanılan malzemelere de dikkat etmek gerekiyor. Öncelikle, ayakkabılar havayı geçirerek ayağınızın nefes almasını sağlayabilmeli. Bunun için de ayakkabının dışının ve iç astarının üretiminde deri, vb. doğal malzemelerin (ya da GORE-TEX gibi çeşitli katmanlardan oluşan özel kumaşların) kullanıldığından emin olmalısınız. İç astarda işlem görmemiş deri kullanılması durumunda çoraplarınızı boyaması mümkündür, ama çok daha sağlıklı olduğu için kendi adıma tercih ediyorum. Ayakkabının cinsine göre (örneğin spor ayakkabılarda) ayakkabının tabanı yapay malzemelerden üretilebilir, ancak takım elbise ile kullanacağınız ayakkabıların tabanının kösele olmasına özen gösterin. Malzemeleri kontrol etmek için, satın alacağınız ayakkabıyı inceleyerek içerisinde, üzerinde ya da kutusunda yukarıdaki resimdekine benzer bir etiket arayın. Bu etiket üzerinde ayakkabının dışında, iç astarında ve tabanında hangi malzemelerin kullanıldığını görebilirsiniz. Takım elbise için ayakkabı alırken, tamamının deri olmasını tercih etmenizi öneririm. Kösele ayakkabı satın alırken bağcıklarının mümkün olduğunca ince ve mum ile kaplanmış olmasına dikkat etmenizi öneririm. Kalın bağcıklar ayakkabıyı spor ayakkabı gibi göstereceği gibi, mum kaplı bağcıklar hem kolay çözülmeyecek hem de daha yavaş yıpranacaktır.
|
6 |
http://adamgibigiyin.com/camper-ayakkabi
|
Gündelik hayatta kullanmak üzere hem rahat hem de şık bir ayakkabı arayanlar için ideal. Hem spor hem de yarı resmi giyime uygun. Aynı zamanda oldukça dayanıklı. Yıllar önce satın aldıklarım bile gayet iyi durumdalar. Deri modeller, yine Camper mağazalarından temin edilebilen boya ile bakım yapıldığında ilk günkü kadar güzel oluyorlar.Camper ayakkabıların en büyük özelliği tabanları. Tabanında 87 adet yuvarlak çıkıntı var ve bunlar yürürken ayak tabanında oluşan darbeleri emerek dağıtıyor ve ekstra bir konfor sağlıyor. Oldukça esnek malzemelerden üretilen ayakkabıların özellikle yeni modelleri çok hafif. Ayağınızda varlığını hissetmiyorsunuz bile.Camper ayakkabıların derileri, dikişleri ve bağcık delikleri su geçirmez şekilde tasarlanmış. Deri ve astar arasındaki özel yalıtım malzemesi de ayak ısısını sürekli sabit tutmayı sağlıyor.Kaliteli malzemeler kullanmalarının yanı sıra, ayakkabının üst bölümü ile tabanını yapıştırma yerine iki ayrı dikiş sistemi ile birleştirerek oldukça dayanıklı ürünler üretiyorlar.Bu tarzda bir çift ayakkabı almak istediğim zaman doğrudan Camper mağazasına gidiyorum, öyle bir alıştım ki… Ayakkabılıkta sanırım 10 çift filan var.Satış sonrası hizmeti konusunda hiçbir fikrim yok; onca yıldır alışveriş yapıyorum, hiçbir şikayetim olmadı.Özetle, kalite, şıklık, rahatlık, dayanıklılık konusunda mükemmel…Detaylar ve modeller için:camper.com Gündelik hayatta kullanmak üzere hem rahat hem de şık bir ayakkabı arayanlar için ideal. Hem spor hem de yarı resmi giyime uygun. Aynı zamanda oldukça dayanıklı. Yıllar önce satın aldıklarım bile gayet iyi durumdalar. Deri modeller, yine Camper mağazalarından temin edilebilen boya ile bakım yapıldığında ilk günkü kadar güzel oluyorlar. Camper ayakkabıların en büyük özelliği tabanları. Tabanında 87 adet yuvarlak çıkıntı var ve bunlar yürürken ayak tabanında oluşan darbeleri emerek dağıtıyor ve ekstra bir konfor sağlıyor. Oldukça esnek malzemelerden üretilen ayakkabıların özellikle yeni modelleri çok hafif. Ayağınızda varlığını hissetmiyorsunuz bile. Camper ayakkabıların derileri, dikişleri ve bağcık delikleri su geçirmez şekilde tasarlanmış. Deri ve astar arasındaki özel yalıtım malzemesi de ayak ısısını sürekli sabit tutmayı sağlıyor. Kaliteli malzemeler kullanmalarının yanı sıra, ayakkabının üst bölümü ile tabanını yapıştırma yerine iki ayrı dikiş sistemi ile birleştirerek oldukça dayanıklı ürünler üretiyorlar. Bu tarzda bir çift ayakkabı almak istediğim zaman doğrudan Camper mağazasına gidiyorum, öyle bir alıştım ki… Ayakkabılıkta sanırım 10 çift filan var. Satış sonrası hizmeti konusunda hiçbir fikrim yok; onca yıldır alışveriş yapıyorum, hiçbir şikayetim olmadı. Özetle, kalite, şıklık, rahatlık, dayanıklılık konusunda mükemmel… Detaylar ve modeller için:camper.com
|
7 |
http://adamgibigiyin.com/ceket-nasil-giyilir
|
Merhabalar, bir çaylak olarak (Üniversite 2. sınıf öğrencisiyim) siteniz o kadar şey öğretti ki bana, yıllarca uğraşsam öğrenemezdim düşüncesindeyim. Benim merak ettiğim asıl konu takım elbiseyi giydikten sonrası. Yani nerede ceket iliklenir, ceketin nerede çıkarılması gerekir; yani kısaca takım elbise ile nasıl hareket edilir, nasıl davranılır? Teşekkürler.(Berk A., İzmir)Öncelikle çok basit ve ana hatları ile özetleyeyim: Otururken ceket çıkarılır, ayakta iken düğmeleri iliklenir. Elbette istisnaları var, elbette uymayanı dövdükleri cinsten kurallar değil bunlar; ama mantıklı açıklamları var, onlardan bahsedeyim:Takım elbise şık görünmek için giyilir, haliyle ayakta iken düğmeleri iliklerseniz daha şık görünürsünüz. Ceket düğmelerinin de basit bir kuralı var, önceki bir yazımda bahsetmiştim: Ceketlerin en alt düğmesi iliklenmez. Üç düğmeli ceketlerde, dilerseniz en üst düğmeyi de iliklemeyebilirsiniz. Anlamsız ya da gereksiz görünebilir, ama kural böyle işte (Hikayeye göre, İngiliz kralı 7. Edward o kadar şişmanlamış ki, ceketinin en alt düğmesini ilikleyemez olmuş. Krala saygıdan, halkı da ceketlerinin en alt düğmesini iliklememeye başlamış ve bu gelenek günümüze kadar gelmiş).Ama işten çıktınız, bir bara gidip bir bira içiyorsunuz, hatta müzikten hafiften kıpırdamaya başladınız; ortama ait değilmişsiniz de kasıyormuş gibi görünmeyin, açıverin düğmeleri gitsin 🙂Takım elbiselerimiz %100 yün ya (Aylardır o kadar yazıyorum, anlaştık herhalde bu konuda), haliyle kolay buruşuyor. Ceket sürekli üzerimizde olur ise, üzerine otura otura akordeon gibi olur arkası. Bu yüzden araba kullanırken, iş yerinde çalışırken ceketi çıkarıp asmakta fayda var. Hem de daha rahat hareket edersiniz. Ama bir toplantıya giriyorsunuz, ciddi bir ortam, elbette ceketiniz kalsın üzerinizde. Buruşursa da, yün olduğu için bir gün askıda kalınca kırışıklıkların çoğu kaybolur. Olmadı, askıda iken buharlı ütünün buharını tutun buruşuk kısıma, o şekilde askıda bırakın; daha da düzleşir.Ceket ile oturduğunuzda düğmeleri de açın. Hem ortadan sıkılmış diş macunu tüpü gibi görünmezsiniz, hem toplantı ortamında daha rahat olursunuz, hem de sağdan soldan gerilen düğmenin kopup karşınızdakinin alnına patlamasını engellersiniz 🙂 Bu tip resmi ortamlarda, toplanıyı yöneten, ya da davet sahibi kişi çıkarmadan ceketinizi çıkarmamanızı öneririm.Başlamışken birkaç şey daha yazayım. Bazı ceketlerin kol düğmelerinde de son düğmenin açık bırakıldığını görebilirsiniz. Normalde koldaki düğmeler süs içindir, bir fonksiyonu yoktur. Ancak, ceketin kollarını kıvırabilmek için bazı ceketlerde bu düğmeler işlevseldir (Gömlek düğmeleri gibi). İngilizcede bu tip ceket kol ağızlarına“cerrah kol ağzı”deniyor. Ceketini çıkarmaya fırsat bulamadan ameliyata girişirse, bari kollarını kıvırıversin diye herhalde… 🙂 Genelde pahalı markalarda ve özel dikim ceketlerde karşımıza çıkıyor; bunların da son düğmesi genelde iliklenmiyor. Hatta bazılarında son iliğin etrafındaki dikişler farklı renk olabiliyor. Bu detayı bilmeyen insanlar (muhtemelen çoğunluktadır) tarafından düğmelerden birisi düşmüş gibi algılanması muhtemel kullanım aslında. Ayrıca bana biraz“Benim ceketim özel”diye bağırmak gibi görünüyor açıkçası; bu şekilde bir ceketim yok, ancak olursa da son düğmesini iliklerim herhalde.Ceketin kolundaki düğmeler zamanla kopabilir ya da kırılabilir. Bu durumda ceketin içinden çıkan yedek düğmeleri kullanabilirsiniz (Yeni ceket ya da takım elbise aldığında iç cepleri kurcalayarak yedek düğmeleri bulup gelecekteki ihtiyaca karşılık düzgün bir yerde saklayın diyorum yani 🙂 ). Eğer yedek düğmeniz yoksa da bir zahmet terziye götürüp tüm düğmeleri yenilemesini isteyin. Dişlerinin yarısı dökülmüş amcalara dönmesin güzelim takım elbise…Ceket yakasına rozet takacak iseniz, yalnız bir adet rozet takmanızı öneririm. Üyesi olduğunuz spor kulübünün, derneğin, mezun olduğunuz okul ya da okulların hepsinin rozetlerini taşımak isteyebilirsiniz; ancak bir tanesini tercih etmenizde fayda var. Brövelerle dolu general üniforması giymiş gibi gezinmenin alemi yok.Ceketin yakasında (genelde içi açılmamış) bir ilik bulunur. Bu ilik kapalı ise rozetinizi bunun içinden geçirerek kullanırsanız yakanın yıpranmasını engelleyebilirsiniz. Eğer yakanıza çiçek takmak istiyorsanız, bir terziye giderek bu iliği açtırın. Hatta eğer mevcut değilse, yakanın arkasına, iliğin birkaç santim altına iplikten ufak bir halka dikmesini isteyin. İlikten içeri sokacağınız çiçek sapını daha sonra da bu halkadan geçirerek sabitleyebilirsiniz. Bu ilik açık değilse, yakaya iğnelemek suretiyle çiçek takmayın. Yakayı zedeleyeceğinize iliği açtırıverin. En çok kullanılan çiçeklerin de beyaz ya da kırmızı karanfil ve beyaz gonca gül olduğunu ekleyeyim.Yaka mendili ile birlikte çiçek kullanılmaz diyemem, ama bazılarına ikisi birden fazla gelebilir. Eğer çiçek takabileceğiniz bir ortam ise, tercihinizi taptaze çiçekten yana kullanmanızı öneririm. Ha, bir de asla gerçek olmayan çiçek kullanmayın. Kumaşlar, ayakkabılar, kısaca her şey doğal olsun diye uğraşıyoruz, bir çuval inciri batırmanın alemi yok 🙂Ben yaka mendili olmadan ceket giymiyorum. Renklerle oynamak için bir malzame daha sağlıyor yaka mendili. Birçok farklı şekilde katlayabilirsiniz bu mendilleri; ben her zaman düz katlıyorum ve yere paralel olacak şekilde cebe koyuyorum (Ceket cebi hafif açılı olduğu için yatay küçük bir üçgen gibi duruyor). Yaka mendilleri ile ilgili olarak da ayrıca bir yazı yazacağım.Son olarak ceket ceplerini pek kullanmayın derim. Üst cebi yalnızca yaka mendili için kullanın. Yaka mendili kullanmayacaksanız, cebi kapalı tutan dikişleri sökmeyin bile. Yan cepleri hiç kullanmayın, takım elbise cebi torba değildir. Benim tüm takım elbiselerimin yan cepleri dikişli olarak kapalıdır. İç cepleri de mümkün olduğunca az kullanın, ceketinizin sağının solunun şişik görünmesini istemezsiniz. Benim çok ince bir cüzdanım var; ehliyetim, en sık kullandığım kredi kartı ve az miktarda nakit bulunur içinde. Diğer tüm kartları, anahtarları, vb. çantada taşırım.Ha bir de, ne amaçla konduğunu anlamadığım marka etiketleri oluyor ceketlerin kol ağzında. Aman diyeyim, sökmeden giymeye başlamayın ceketi… 🙂 Öncelikle çok basit ve ana hatları ile özetleyeyim: Otururken ceket çıkarılır, ayakta iken düğmeleri iliklenir. Elbette istisnaları var, elbette uymayanı dövdükleri cinsten kurallar değil bunlar; ama mantıklı açıklamları var, onlardan bahsedeyim: Takım elbise şık görünmek için giyilir, haliyle ayakta iken düğmeleri iliklerseniz daha şık görünürsünüz. Ceket düğmelerinin de basit bir kuralı var, önceki bir yazımda bahsetmiştim: Ceketlerin en alt düğmesi iliklenmez. Üç düğmeli ceketlerde, dilerseniz en üst düğmeyi de iliklemeyebilirsiniz. Anlamsız ya da gereksiz görünebilir, ama kural böyle işte (Hikayeye göre, İngiliz kralı 7. Edward o kadar şişmanlamış ki, ceketinin en alt düğmesini ilikleyemez olmuş. Krala saygıdan, halkı da ceketlerinin en alt düğmesini iliklememeye başlamış ve bu gelenek günümüze kadar gelmiş). Ama işten çıktınız, bir bara gidip bir bira içiyorsunuz, hatta müzikten hafiften kıpırdamaya başladınız; ortama ait değilmişsiniz de kasıyormuş gibi görünmeyin, açıverin düğmeleri gitsin 🙂 Takım elbiselerimiz %100 yün ya (Aylardır o kadar yazıyorum, anlaştık herhalde bu konuda), haliyle kolay buruşuyor. Ceket sürekli üzerimizde olur ise, üzerine otura otura akordeon gibi olur arkası. Bu yüzden araba kullanırken, iş yerinde çalışırken ceketi çıkarıp asmakta fayda var. Hem de daha rahat hareket edersiniz. Ama bir toplantıya giriyorsunuz, ciddi bir ortam, elbette ceketiniz kalsın üzerinizde. Buruşursa da, yün olduğu için bir gün askıda kalınca kırışıklıkların çoğu kaybolur. Olmadı, askıda iken buharlı ütünün buharını tutun buruşuk kısıma, o şekilde askıda bırakın; daha da düzleşir. Ceket ile oturduğunuzda düğmeleri de açın. Hem ortadan sıkılmış diş macunu tüpü gibi görünmezsiniz, hem toplantı ortamında daha rahat olursunuz, hem de sağdan soldan gerilen düğmenin kopup karşınızdakinin alnına patlamasını engellersiniz 🙂 Bu tip resmi ortamlarda, toplanıyı yöneten, ya da davet sahibi kişi çıkarmadan ceketinizi çıkarmamanızı öneririm. Başlamışken birkaç şey daha yazayım. Bazı ceketlerin kol düğmelerinde de son düğmenin açık bırakıldığını görebilirsiniz. Normalde koldaki düğmeler süs içindir, bir fonksiyonu yoktur. Ancak, ceketin kollarını kıvırabilmek için bazı ceketlerde bu düğmeler işlevseldir (Gömlek düğmeleri gibi). İngilizcede bu tip ceket kol ağızlarına“cerrah kol ağzı”deniyor. Ceketini çıkarmaya fırsat bulamadan ameliyata girişirse, bari kollarını kıvırıversin diye herhalde… 🙂 Genelde pahalı markalarda ve özel dikim ceketlerde karşımıza çıkıyor; bunların da son düğmesi genelde iliklenmiyor. Hatta bazılarında son iliğin etrafındaki dikişler farklı renk olabiliyor. Bu detayı bilmeyen insanlar (muhtemelen çoğunluktadır) tarafından düğmelerden birisi düşmüş gibi algılanması muhtemel kullanım aslında. Ayrıca bana biraz“Benim ceketim özel”diye bağırmak gibi görünüyor açıkçası; bu şekilde bir ceketim yok, ancak olursa da son düğmesini iliklerim herhalde. Ceketin kolundaki düğmeler zamanla kopabilir ya da kırılabilir. Bu durumda ceketin içinden çıkan yedek düğmeleri kullanabilirsiniz (Yeni ceket ya da takım elbise aldığında iç cepleri kurcalayarak yedek düğmeleri bulup gelecekteki ihtiyaca karşılık düzgün bir yerde saklayın diyorum yani 🙂 ). Eğer yedek düğmeniz yoksa da bir zahmet terziye götürüp tüm düğmeleri yenilemesini isteyin. Dişlerinin yarısı dökülmüş amcalara dönmesin güzelim takım elbise… Ceket yakasına rozet takacak iseniz, yalnız bir adet rozet takmanızı öneririm. Üyesi olduğunuz spor kulübünün, derneğin, mezun olduğunuz okul ya da okulların hepsinin rozetlerini taşımak isteyebilirsiniz; ancak bir tanesini tercih etmenizde fayda var. Brövelerle dolu general üniforması giymiş gibi gezinmenin alemi yok. Ceketin yakasında (genelde içi açılmamış) bir ilik bulunur. Bu ilik kapalı ise rozetinizi bunun içinden geçirerek kullanırsanız yakanın yıpranmasını engelleyebilirsiniz. Eğer yakanıza çiçek takmak istiyorsanız, bir terziye giderek bu iliği açtırın. Hatta eğer mevcut değilse, yakanın arkasına, iliğin birkaç santim altına iplikten ufak bir halka dikmesini isteyin. İlikten içeri sokacağınız çiçek sapını daha sonra da bu halkadan geçirerek sabitleyebilirsiniz. Bu ilik açık değilse, yakaya iğnelemek suretiyle çiçek takmayın. Yakayı zedeleyeceğinize iliği açtırıverin. En çok kullanılan çiçeklerin de beyaz ya da kırmızı karanfil ve beyaz gonca gül olduğunu ekleyeyim. Yaka mendili ile birlikte çiçek kullanılmaz diyemem, ama bazılarına ikisi birden fazla gelebilir. Eğer çiçek takabileceğiniz bir ortam ise, tercihinizi taptaze çiçekten yana kullanmanızı öneririm. Ha, bir de asla gerçek olmayan çiçek kullanmayın. Kumaşlar, ayakkabılar, kısaca her şey doğal olsun diye uğraşıyoruz, bir çuval inciri batırmanın alemi yok 🙂 Ben yaka mendili olmadan ceket giymiyorum. Renklerle oynamak için bir malzame daha sağlıyor yaka mendili. Birçok farklı şekilde katlayabilirsiniz bu mendilleri; ben her zaman düz katlıyorum ve yere paralel olacak şekilde cebe koyuyorum (Ceket cebi hafif açılı olduğu için yatay küçük bir üçgen gibi duruyor). Yaka mendilleri ile ilgili olarak da ayrıca bir yazı yazacağım. Son olarak ceket ceplerini pek kullanmayın derim. Üst cebi yalnızca yaka mendili için kullanın. Yaka mendili kullanmayacaksanız, cebi kapalı tutan dikişleri sökmeyin bile. Yan cepleri hiç kullanmayın, takım elbise cebi torba değildir. Benim tüm takım elbiselerimin yan cepleri dikişli olarak kapalıdır. İç cepleri de mümkün olduğunca az kullanın, ceketinizin sağının solunun şişik görünmesini istemezsiniz. Benim çok ince bir cüzdanım var; ehliyetim, en sık kullandığım kredi kartı ve az miktarda nakit bulunur içinde. Diğer tüm kartları, anahtarları, vb. çantada taşırım. Ha bir de, ne amaçla konduğunu anlamadığım marka etiketleri oluyor ceketlerin kol ağzında. Aman diyeyim, sökmeden giymeye başlamayın ceketi… 🙂
|
8 |
http://adamgibigiyin.com/dress-code-nedir
|
Maalesef bizim kültürümüzde yer almayan, haliyle tam karşılığı olmayan bir kavram olur kendisi. İnternette arayınca“kıyafet yönetmeliği”gibi saçma karşılıklar bulabilirsiniz.“Bir davete, organizasyona, toplantıya, vb. katılımızda giymeniz beklenen/istenen kıyafet”şeklinde tanımlayayım ben.Dediğim gibi bizde pek kullanılmıyor, bari el alem nasıl kullanıyor anlatayım. Bir düğün davetiyesi geliyor, üzerinde adres tarih filan yazıyor; en altında da katılım durumunuzu bildirmeniz gereken iletişim bilgileri ve “dress code” yer alıyor (“Dress Code: Koyu renk takım elbise”şeklinde). Hani bizde bir laf var ya“Misafir umduğunu değil bulduğunu yer”diye, hah işte onun gibi“Misafirliğinizi bilin, canınızın istediğini değil söyleneni giyin”diyor şair burada… Adam aylarca uğraşıp bir şeyler organize etmeye, hayatının belki en önemli gününü planlamaya çalışıyor; lütfen çomarlık yapıp“Benim tarzım böyle arkadaş”diyerek kot-gömlek gitmeyin. Giderseniz de arkanızdan bir kamyon laf yiyeceğinizi bilin.Bizde önden söylenmediği için ben alışkanlık edindim, bir yere çağrıldığımda doğrudan soruyorum“Nasıl giyiniyoruz?”diye. Yazılı bir davetiye almış isem de katılım durumumu bildirirken soruyorum. Sadece düğün-dernek için değil, basit bir davet için bile soruyorum. Bir şekilde kendi etrafıma bu “dress code” işini yerleştirmeye çalışıyorum. Benzer bir alışkanlık edinerek sizin de herhangi bir ortamda ofsayta düşmeden çok rahat edeceğinizin garantisini verebilirim.Son olarak “dress code” jargonunu yazayım (Dediğim gibi konsept yabancı, İngizcesi ile birikte Türkçesini de yorumlayarak yazıyorum):Frak(White tie-Beyaz papyon):En resmisidir, frak giymeniz beklenir; smokinle gidene maymun muamelesi yapılır 🙂 (Neden beyaz papyon derseniz; frak ile beyaz, smokin ile siyah papyon kullanılır)Smokin(Black tie-Siyah papyon):Smokin giymeniz beklenir, siyah takım elbise ile gidene fakir(!) muamelesi yapılır 🙂Smokin (opsiyonel)(Black tie optional):Yukarıdaki fakirler(!) de gelebilir demek 🙂 Smokinin yoksa koyu renk takım elbise, beyaz gömlek ve uygun renkte bir kravat da olur anlamında…Takım Elbise(Business):Evet, tahmin edeceğiniz üzere takım elbise giymeniz bekleniyor. Rengi, gömleği, kravatı meşrebinize kalmış.Yarı Resmi(Busines Casual):Blazer ceket, gömlek, kumaş/kanvas-chinopantolon giyip gelin diyor.Serbest(Casual):Yukarıda bahsettiğim kot-gömlek, kot-tişört işte bu kategoriye giriyor. Serbest dediysem şort-terlik giyip de gitmeyin ama.Son söz: Yazılarımda hep kendimize özenmekten bahsediyorum, ancak bir davete icabet ederken kendimizden önce davet sahibine ve davete özenelim, özenmeyenleri uyaralım 🙂 Maalesef bizim kültürümüzde yer almayan, haliyle tam karşılığı olmayan bir kavram olur kendisi. İnternette arayınca“kıyafet yönetmeliği”gibi saçma karşılıklar bulabilirsiniz.“Bir davete, organizasyona, toplantıya, vb. katılımızda giymeniz beklenen/istenen kıyafet”şeklinde tanımlayayım ben. Dediğim gibi bizde pek kullanılmıyor, bari el alem nasıl kullanıyor anlatayım. Bir düğün davetiyesi geliyor, üzerinde adres tarih filan yazıyor; en altında da katılım durumunuzu bildirmeniz gereken iletişim bilgileri ve “dress code” yer alıyor (“Dress Code: Koyu renk takım elbise”şeklinde). Hani bizde bir laf var ya“Misafir umduğunu değil bulduğunu yer”diye, hah işte onun gibi“Misafirliğinizi bilin, canınızın istediğini değil söyleneni giyin”diyor şair burada… Adam aylarca uğraşıp bir şeyler organize etmeye, hayatının belki en önemli gününü planlamaya çalışıyor; lütfen çomarlık yapıp“Benim tarzım böyle arkadaş”diyerek kot-gömlek gitmeyin. Giderseniz de arkanızdan bir kamyon laf yiyeceğinizi bilin. Bizde önden söylenmediği için ben alışkanlık edindim, bir yere çağrıldığımda doğrudan soruyorum“Nasıl giyiniyoruz?”diye. Yazılı bir davetiye almış isem de katılım durumumu bildirirken soruyorum. Sadece düğün-dernek için değil, basit bir davet için bile soruyorum. Bir şekilde kendi etrafıma bu “dress code” işini yerleştirmeye çalışıyorum. Benzer bir alışkanlık edinerek sizin de herhangi bir ortamda ofsayta düşmeden çok rahat edeceğinizin garantisini verebilirim. Son olarak “dress code” jargonunu yazayım (Dediğim gibi konsept yabancı, İngizcesi ile birikte Türkçesini de yorumlayarak yazıyorum): Son söz: Yazılarımda hep kendimize özenmekten bahsediyorum, ancak bir davete icabet ederken kendimizden önce davet sahibine ve davete özenelim, özenmeyenleri uyaralım 🙂
|
9 |
http://adamgibigiyin.com/dugune-giderken-ne-giyilir
|
Hah, geldik mi düğün dernek sezonuna… Onlarca soru gelmeye başladı bu konuda, yazmak da farz oldu.Öncelikle kanayan bir yaraya parmak basayım, içimi dökeyim; yazarken soruya cevap vermeye de başlamış olurum. Toplumsal hayatımızın hemen her tarafında “güzel” kavramı (“sanat” kavramına paralel olarak) maalesef yerlerde sürünüyor. Örneğin bir inşaat yapılıyor; belki çok sağlam, belki çok ekonomik, ama “çirkin” be kardeşim. Bir tercih yapılırken kalitesi, fiyatı, rahatlığı, kullanışlılığı filan değerlendiriliyor da, “güzellik” çoook geri planda kalıyor. İşlerimizi elimizin ucu (hatta kıçımızın kenarı) ile yapıyor,“idare etsin yeter”diyerek geçiştiriyoruz. Çoğu insan; kendisini, bulunduğu ortamı güzelleştirmek için akıl, zaman, enerji ayırmıyor.Bu durum haliyle kılık kıyafetlere de yansıyor. Özensiz, umursamaz, idare eden kıyafetlerle dolu ortalık. Bıraksanız bir sürü insan başlangıca dönüp bir incir yaprağı ile idare edecek.Bana gelen sorularda genel eğilim, eş-dost, akraba düğünlerine gayet spor kıyafetlerle katılma yönünde. Öncelikle şunu belirteyim; bir düğüne davet edildiyseniz, sizin rolünüz insanların o güzel gününe şahitlik etmek, heyecanlarına ortak olmak, bu ortamı güzel ve hatırlanır kılmaktır. Yıllarca hatırlamak için insanların aylarca uğraştıkları bu törene saygı göstermek ve elinizden geldiğince güzelleştirmek durumundasınız. Bunu da öncelikle kendinize özen gösterek, düzgün bir şekilde giyinerek, tören sırasında bir şeylerden şikayet etmeyerek ve mümkün olduğunca yardımcı olarak yapabilirsiniz. En azından gölge etmeyin, yeter…Unutmayın, bu sizin değil evlenen insanların günü; kimsenin sizi olduğunuz gibi kabul etmesini beklemeyin (Yani“Ben asi adamım; deri pantolonumu, yırtık tişörtümü giyer, zincirleri takarım; ben böyleyim”filan demeyin 🙂 ). Asıl olarak siz o günü, o töreni, o insanları oldukları ve olması gerektiği gibi kabul etmelisiniz. Bundan 20 sene sonra arkadaşlarınız (ya da siz) düğün fotoğraflarına baktıklarında, anılarında düzgün giyinmiş güzel bir adam görsünler. Aksi durumda kendilerini ve o özel günlerini çok da önemsemeyen, kerhen orada bulunmuş olan bir insan olarak değerlendirirler diye düşünüyorum.Gelelim, ne giyeceğiz konusuna… Öncelikle davetiyeye bakın, kıyafet ile ilgili bir uyarı, açıklama, vb. varsa sorgulamadan riayet edin. Eğer yoksa:1. Siyah Takım Elbise:Önceki yazılarımda belirttiğim gibi, her erkeğin gardrobunda bir siyah takım elbise ve beyaz gömlek bulunması gerektiğini düşünüyorum. Gece katılacağınız her tür davet için bu siyah takım elbiseyi giymenizi öneririm. Düğünün yapıldığı ortama bağlı olarak papyon, siyah ya da gümüş gri kravat takabilirsiniz. Burada tek kriter, damattan daha şık olmamaktır.2. Koyu Renk Takım Elbise:Siyah takım elbiseniz yoksa, koyu lacivert, füme ya da koyu gri takım elbise giyebilirsiniz. Beyaz gömlek ve bağcıklı, siyah kösele ayakkabı baki olmak kaydıyla… Kravat olarak yukarıdakilerin yanı sıra, törene birlikte gittiğiniz kadının elbisesi ile uyumlu bir renk de tercih edebilirsiniz.3. Açık Renk Takım Elbise:Eğer tören yazın gündüz saatlerinde olacak ise, gri, mavi gibi açık renk takım elbiseler de giyebilirsiniz (Yine de benim tercihim siyah olmasa bile koyu griden yana filan olurdu). Ancak efil efil ketenleri giyip de gitmeyin. Kahverengi ve krem renkleri de bence pek uygun değil.4. Diğer:Sıra dışı bir düğüne davet edilmiş ve ortamın nasıl olacağını kestiremiyor olabilirsiniz (Kumsalda, teknede, evin bahçesinde, vb). Bu durumda davet sahibini arayarak bilgi alın, nasıl giyinmenin uygun olacağını, damadın ne giyeceğini sorun; sonra da gereğini yapın.Bir de şöyle bir soru gelmişti,“Her düğüne aynı siyah takım elbiseyi giyiyorum, bu sefer biraz farklı bir şeyler yapmak istiyorum”diyerek… Bu farklı olma arzusu yüzünden birçok insan gördüm palyaço gibi dolaşan. Sürekli olarak doğru kıyafeti giymenin bir sakıncası yok, ama farklı olmaya çalışmak benim anlayışıma ters. Hele ki genelde özensiz giyinen insanların yaşadığı bir ülkede, giydiğine özenmek başlı başına farklılık zaten. Ayrıca şöyle bir durum da var; daha önceki düğünlerde siyah takım elbise ile görüp de“Aa, yine aynı takım elbiseyi giymiş”diyecek bir kişi bile çıkmayacak muhtemelen, ama uygunusuz bir kıyafet anında farkedilecektir.İsrarla takım elbise giymeye direnenler için de bir çift lafım var: Daha önce takım elbise giymemiş ya da sevmiyor olabilirsiniz, ancak bir erkek olarak takım elbise giymeniz gereken durumlar çokça olacaktır. Hatta olmalıdır da… Hayat denim pantolon ve spor gömlek ile geçmez! Bu tip ortamlara girmeniz gerekeceği gibi, böyle durumları da hayatınıza sokmanız gerekir bence. Hayatın her alanında boy göstermek gerekli; haliyle resmi ortamlardan uzak durmak bence kişisel gelişim için hoş bir durum değil. Ayrıca takım elbise içinde ne kadar beğenildiğinizi farkedince emin olun takım elbise giymekten hoşlanır olacaksınız. 🙂Son olarak da yine bazı dilek ve temenniler: Lütfen beleş yemek-içki buldum diye tabağa yumulmayın. Ortamın keyfini çıkarın, tanımasanız bile etraftakilerle sohbet edin, yeni insanlarla tanışın, dans edin ve gülümseyin… Düğündeki herkesin yüzünün gülmesine yardımcı olun; mesela tek başına oturan yalnız bir aile büyüğü var ise, yanına gidin ve dansa kaldırın. 🙂 Hah, geldik mi düğün dernek sezonuna… Onlarca soru gelmeye başladı bu konuda, yazmak da farz oldu. Öncelikle kanayan bir yaraya parmak basayım, içimi dökeyim; yazarken soruya cevap vermeye de başlamış olurum. Toplumsal hayatımızın hemen her tarafında “güzel” kavramı (“sanat” kavramına paralel olarak) maalesef yerlerde sürünüyor. Örneğin bir inşaat yapılıyor; belki çok sağlam, belki çok ekonomik, ama “çirkin” be kardeşim. Bir tercih yapılırken kalitesi, fiyatı, rahatlığı, kullanışlılığı filan değerlendiriliyor da, “güzellik” çoook geri planda kalıyor. İşlerimizi elimizin ucu (hatta kıçımızın kenarı) ile yapıyor,“idare etsin yeter”diyerek geçiştiriyoruz. Çoğu insan; kendisini, bulunduğu ortamı güzelleştirmek için akıl, zaman, enerji ayırmıyor. Bu durum haliyle kılık kıyafetlere de yansıyor. Özensiz, umursamaz, idare eden kıyafetlerle dolu ortalık. Bıraksanız bir sürü insan başlangıca dönüp bir incir yaprağı ile idare edecek. Bana gelen sorularda genel eğilim, eş-dost, akraba düğünlerine gayet spor kıyafetlerle katılma yönünde. Öncelikle şunu belirteyim; bir düğüne davet edildiyseniz, sizin rolünüz insanların o güzel gününe şahitlik etmek, heyecanlarına ortak olmak, bu ortamı güzel ve hatırlanır kılmaktır. Yıllarca hatırlamak için insanların aylarca uğraştıkları bu törene saygı göstermek ve elinizden geldiğince güzelleştirmek durumundasınız. Bunu da öncelikle kendinize özen gösterek, düzgün bir şekilde giyinerek, tören sırasında bir şeylerden şikayet etmeyerek ve mümkün olduğunca yardımcı olarak yapabilirsiniz. En azından gölge etmeyin, yeter… Unutmayın, bu sizin değil evlenen insanların günü; kimsenin sizi olduğunuz gibi kabul etmesini beklemeyin (Yani“Ben asi adamım; deri pantolonumu, yırtık tişörtümü giyer, zincirleri takarım; ben böyleyim”filan demeyin 🙂 ). Asıl olarak siz o günü, o töreni, o insanları oldukları ve olması gerektiği gibi kabul etmelisiniz. Bundan 20 sene sonra arkadaşlarınız (ya da siz) düğün fotoğraflarına baktıklarında, anılarında düzgün giyinmiş güzel bir adam görsünler. Aksi durumda kendilerini ve o özel günlerini çok da önemsemeyen, kerhen orada bulunmuş olan bir insan olarak değerlendirirler diye düşünüyorum. Gelelim, ne giyeceğiz konusuna… Öncelikle davetiyeye bakın, kıyafet ile ilgili bir uyarı, açıklama, vb. varsa sorgulamadan riayet edin. Eğer yoksa: 1. Siyah Takım Elbise:Önceki yazılarımda belirttiğim gibi, her erkeğin gardrobunda bir siyah takım elbise ve beyaz gömlek bulunması gerektiğini düşünüyorum. Gece katılacağınız her tür davet için bu siyah takım elbiseyi giymenizi öneririm. Düğünün yapıldığı ortama bağlı olarak papyon, siyah ya da gümüş gri kravat takabilirsiniz. Burada tek kriter, damattan daha şık olmamaktır. 2. Koyu Renk Takım Elbise:Siyah takım elbiseniz yoksa, koyu lacivert, füme ya da koyu gri takım elbise giyebilirsiniz. Beyaz gömlek ve bağcıklı, siyah kösele ayakkabı baki olmak kaydıyla… Kravat olarak yukarıdakilerin yanı sıra, törene birlikte gittiğiniz kadının elbisesi ile uyumlu bir renk de tercih edebilirsiniz. 3. Açık Renk Takım Elbise:Eğer tören yazın gündüz saatlerinde olacak ise, gri, mavi gibi açık renk takım elbiseler de giyebilirsiniz (Yine de benim tercihim siyah olmasa bile koyu griden yana filan olurdu). Ancak efil efil ketenleri giyip de gitmeyin. Kahverengi ve krem renkleri de bence pek uygun değil. 4. Diğer:Sıra dışı bir düğüne davet edilmiş ve ortamın nasıl olacağını kestiremiyor olabilirsiniz (Kumsalda, teknede, evin bahçesinde, vb). Bu durumda davet sahibini arayarak bilgi alın, nasıl giyinmenin uygun olacağını, damadın ne giyeceğini sorun; sonra da gereğini yapın. Bir de şöyle bir soru gelmişti,“Her düğüne aynı siyah takım elbiseyi giyiyorum, bu sefer biraz farklı bir şeyler yapmak istiyorum”diyerek… Bu farklı olma arzusu yüzünden birçok insan gördüm palyaço gibi dolaşan. Sürekli olarak doğru kıyafeti giymenin bir sakıncası yok, ama farklı olmaya çalışmak benim anlayışıma ters. Hele ki genelde özensiz giyinen insanların yaşadığı bir ülkede, giydiğine özenmek başlı başına farklılık zaten. Ayrıca şöyle bir durum da var; daha önceki düğünlerde siyah takım elbise ile görüp de“Aa, yine aynı takım elbiseyi giymiş”diyecek bir kişi bile çıkmayacak muhtemelen, ama uygunusuz bir kıyafet anında farkedilecektir. İsrarla takım elbise giymeye direnenler için de bir çift lafım var: Daha önce takım elbise giymemiş ya da sevmiyor olabilirsiniz, ancak bir erkek olarak takım elbise giymeniz gereken durumlar çokça olacaktır. Hatta olmalıdır da… Hayat denim pantolon ve spor gömlek ile geçmez! Bu tip ortamlara girmeniz gerekeceği gibi, böyle durumları da hayatınıza sokmanız gerekir bence. Hayatın her alanında boy göstermek gerekli; haliyle resmi ortamlardan uzak durmak bence kişisel gelişim için hoş bir durum değil. Ayrıca takım elbise içinde ne kadar beğenildiğinizi farkedince emin olun takım elbise giymekten hoşlanır olacaksınız. 🙂 Son olarak da yine bazı dilek ve temenniler: Lütfen beleş yemek-içki buldum diye tabağa yumulmayın. Ortamın keyfini çıkarın, tanımasanız bile etraftakilerle sohbet edin, yeni insanlarla tanışın, dans edin ve gülümseyin… Düğündeki herkesin yüzünün gülmesine yardımcı olun; mesela tek başına oturan yalnız bir aile büyüğü var ise, yanına gidin ve dansa kaldırın. 🙂
|
10 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/acma-deri
|
Takım elbise ile ilgili düşüncelerim ayakkabı konusunda da geçerli: Her erkeğin en az bir çift siyah ayakkabısı bulunmalı. Hatta, özel günlerde ve davetlerde giymek üzere çok iyi durumda bir çift ayakkabı kenarda beklemeli; özel bir davete mecburiyetten yıllardır giymekte olduğunuz yıpranmış bir ayakkabı ile gitmek istemezsiniz.Daha sonrasında bir yol ayrımına geliyoruz: Siyah ayakkabılarla devam etmek, ya da kahverengi ayakkabılara da bulaşmak. Bulaşmak diyorum, çünkü kahverengi ayakkabı demek kahverengi kemer, çanta, cüzdan hatta saat kayışı demek; ek maaliyet demek. Yolun henüz başında ve kıyafet konusunda sınırlı bütçesi olanlar için bir süre siyah ile devam etmek mantıklı olabilir, ama eninde sonunda kahverengi ile yolların keşişmesi kaçınılmaz olacak.Devamını oku→ Takım elbise ile ilgili düşüncelerim ayakkabı konusunda da geçerli: Her erkeğin en az bir çift siyah ayakkabısı bulunmalı. Hatta, özel günlerde ve davetlerde giymek üzere çok iyi durumda bir çift ayakkabı kenarda beklemeli; özel bir davete mecburiyetten yıllardır giymekte olduğunuz yıpranmış bir ayakkabı ile gitmek istemezsiniz. Daha sonrasında bir yol ayrımına geliyoruz: Siyah ayakkabılarla devam etmek, ya da kahverengi ayakkabılara da bulaşmak. Bulaşmak diyorum, çünkü kahverengi ayakkabı demek kahverengi kemer, çanta, cüzdan hatta saat kayışı demek; ek maaliyet demek. Yolun henüz başında ve kıyafet konusunda sınırlı bütçesi olanlar için bir süre siyah ile devam etmek mantıklı olabilir, ama eninde sonunda kahverengi ile yolların keşişmesi kaçınılmaz olacak.Devamını oku→
|
11 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/adam-gibi-adam-olmak
|
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”var ya hani; benim için işte o yılanın başını ezen, yaralı parmaklara işeyerek gezendir adam gibi adam… Aslında bu kadar net; yazıyı burada bitirsem yeridir… 🙂Neredeyse her yazımda bahsediyorum, “insanın özenmesi lazım kendine, çevresine vb.” diye; yine konu dönüp dolaşıp aynı kapıya çıkıyor. Hepimiz huzur ve refah içerisinde yaşamak istiyoruz şüphesiz, ama sormak isterim“Bugün huzurlu bir hayat için ne yaptın?”diye… Her şeyi devletten, belediyeden, şirketten, aileden, eşten beklemek kolay; sen ne yaptın bugün, hangi taşın altına elini koydun? İlla öyle büyük çaplı şeylerden bahsetmiyorum; yerdeki bir çöpü alıp kutuya atmaktan, yaşlı bir kadının elindeki torbayı alıp kapısına kadar eşlik etmekten vb. bahsediyorum.Osmanlı torunlarıyız ya, maalesef analarımız da bizleri padişah torunları gibi büyüttü. Her şey ayağımıza geldi; bir hazıra konmacılık, bir armut piş ağzıma düşçülük toplumsal karakterimiz oldu. Ama hazıra dağ dayanmıyor işte; herkesin her şeyi ayağına beklediği bir ortamda işler nasıl yürüyecek, mümkün mü? Yaşadığınız çevrede bir kaldırım taşı kırılmış ise, ya da bir sokak lambası yanmıyorsa ne yapıyorsunuz?“Bana ne?”deyip geçiyor musunuz? Yoksa muhtarı, belediyeyi vb. arayıp çözülmesini mi istiyorsunuz? İnanın siz ilgi gösterince, ilgili kurumlar daha çok ilgi gösteriyor; bu konuda şahsen beni çok şaşırtıp utandırdıklarını itiraf edeyim. Ama kimse ilgi göstermeyince de, bu eksiklikler, sorunlar artarak büyüyor (Bununla ilgili olarakKırık Camlar Teorisi‘ni okumanızı öneririm).Büyük işler değil bunlar; herkes bir ucundan tutsa dalga dalga yayılsa, ne acayip bir toplumda yaşıyor oluruz, bir düşünün lütfen? Haydi popüler bir örnek vereyim, Barcelona’nın tiki-taka futbolunu hayatımıza uyarlamaktan bahsediyorum: Toplu hücum, toplu defans, yardımlaşma, takım olgusu vb. Messi bile koşup defansa geliyorsa, haydi bir zahmet vatanını seven defansa gelsin! 😀 “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”var ya hani; benim için işte o yılanın başını ezen, yaralı parmaklara işeyerek gezendir adam gibi adam… Aslında bu kadar net; yazıyı burada bitirsem yeridir… 🙂 Neredeyse her yazımda bahsediyorum, “insanın özenmesi lazım kendine, çevresine vb.” diye; yine konu dönüp dolaşıp aynı kapıya çıkıyor. Hepimiz huzur ve refah içerisinde yaşamak istiyoruz şüphesiz, ama sormak isterim“Bugün huzurlu bir hayat için ne yaptın?”diye… Her şeyi devletten, belediyeden, şirketten, aileden, eşten beklemek kolay; sen ne yaptın bugün, hangi taşın altına elini koydun? İlla öyle büyük çaplı şeylerden bahsetmiyorum; yerdeki bir çöpü alıp kutuya atmaktan, yaşlı bir kadının elindeki torbayı alıp kapısına kadar eşlik etmekten vb. bahsediyorum. Osmanlı torunlarıyız ya, maalesef analarımız da bizleri padişah torunları gibi büyüttü. Her şey ayağımıza geldi; bir hazıra konmacılık, bir armut piş ağzıma düşçülük toplumsal karakterimiz oldu. Ama hazıra dağ dayanmıyor işte; herkesin her şeyi ayağına beklediği bir ortamda işler nasıl yürüyecek, mümkün mü? Yaşadığınız çevrede bir kaldırım taşı kırılmış ise, ya da bir sokak lambası yanmıyorsa ne yapıyorsunuz?“Bana ne?”deyip geçiyor musunuz? Yoksa muhtarı, belediyeyi vb. arayıp çözülmesini mi istiyorsunuz? İnanın siz ilgi gösterince, ilgili kurumlar daha çok ilgi gösteriyor; bu konuda şahsen beni çok şaşırtıp utandırdıklarını itiraf edeyim. Ama kimse ilgi göstermeyince de, bu eksiklikler, sorunlar artarak büyüyor (Bununla ilgili olarakKırık Camlar Teorisi‘ni okumanızı öneririm). Büyük işler değil bunlar; herkes bir ucundan tutsa dalga dalga yayılsa, ne acayip bir toplumda yaşıyor oluruz, bir düşünün lütfen? Haydi popüler bir örnek vereyim, Barcelona’nın tiki-taka futbolunu hayatımıza uyarlamaktan bahsediyorum: Toplu hücum, toplu defans, yardımlaşma, takım olgusu vb. Messi bile koşup defansa geliyorsa, haydi bir zahmet vatanını seven defansa gelsin! 😀 Nasreddin Hoca fıkrası vardır; Hocaya seslenmiş birisi“Hoca gördün mü bir tepsi baklava götürdüler”diye… Hoca cevap vermiş:“Bana ne!”.“Ama”demiş öteki,“Sizin eve götürdüler”. Hoca da vermiş cevabı“O zaman sana ne!”Çokça şahit oluyorum, milletin başkasının hayatını didiklemesine, bir açığını kollamasına, bulunca da kendince lafı oturtmasına, moda tabirle “ayar vermesine”… Yahu kardeşim sana ne; kim ne yaparsa yapsın, nasıl yaşarsa yaşasın… Ülkenin yasalarına aykırı bir durum yoksa, herkes hür iradesiyle dilediğince yaşamakta özgürdür; başkasına da “halt yemek düşer” afedersiniz.Bu konuda bir örnek vermek isterim bizim üç aylık San Francisco maceramızdan. Benim ufkumu çok açan bir deneyim olduğu için sıklıkla örnekler vereceğim gibi görünüyor. Öncelikle şu detayı yazmak isterim; bizim San Francisco’da tanıştığımız, gözlemlediğimiz insanlar, kendilerini dünyanın en çevreci ve en liberal insanları olarak görüyor ve buna aykırı bir eylemde bulunmaya da çekiniyor/utanıyor. Tamam belki çok içselleştirmeden yapıyorlar, belki içlerinden farklı davranmak geliyor, bilemiyorum; ama gurur duydukları yaşam tarzına uygun davranıyorlar önünde sonunda. Belediye otobüsündeyiz bir gün; bir genç kulaklıkla müzik dinliyor, bağıra çağıra da eşlik ediyor şarkıya. Baktık ki insanlar pek umursamıyor, bir kişi gidip de“Bi sus birader”demiyor. Yüzünden rahatsız olduğunu anladığımız birkaç kişi de, bir sonraki otobüse binmeyi tercih ederek otobüsten iniyor. Otobüste yüksek sesle şarkı söylemeye aykırı bir yasa bulunmadığı için, kimse o gence kendi ahlaki doğrusunu kabullendirmeye çalışmıyor. Rahatsız oluyorsa basıp gidiyor. Suç başka, ayılık başka… 🙂Devamını oku→ Nasreddin Hoca fıkrası vardır; Hocaya seslenmiş birisi“Hoca gördün mü bir tepsi baklava götürdüler”diye… Hoca cevap vermiş:“Bana ne!”.“Ama”demiş öteki,“Sizin eve götürdüler”. Hoca da vermiş cevabı“O zaman sana ne!” Çokça şahit oluyorum, milletin başkasının hayatını didiklemesine, bir açığını kollamasına, bulunca da kendince lafı oturtmasına, moda tabirle “ayar vermesine”… Yahu kardeşim sana ne; kim ne yaparsa yapsın, nasıl yaşarsa yaşasın… Ülkenin yasalarına aykırı bir durum yoksa, herkes hür iradesiyle dilediğince yaşamakta özgürdür; başkasına da “halt yemek düşer” afedersiniz. Bu konuda bir örnek vermek isterim bizim üç aylık San Francisco maceramızdan. Benim ufkumu çok açan bir deneyim olduğu için sıklıkla örnekler vereceğim gibi görünüyor. Öncelikle şu detayı yazmak isterim; bizim San Francisco’da tanıştığımız, gözlemlediğimiz insanlar, kendilerini dünyanın en çevreci ve en liberal insanları olarak görüyor ve buna aykırı bir eylemde bulunmaya da çekiniyor/utanıyor. Tamam belki çok içselleştirmeden yapıyorlar, belki içlerinden farklı davranmak geliyor, bilemiyorum; ama gurur duydukları yaşam tarzına uygun davranıyorlar önünde sonunda. Belediye otobüsündeyiz bir gün; bir genç kulaklıkla müzik dinliyor, bağıra çağıra da eşlik ediyor şarkıya. Baktık ki insanlar pek umursamıyor, bir kişi gidip de“Bi sus birader”demiyor. Yüzünden rahatsız olduğunu anladığımız birkaç kişi de, bir sonraki otobüse binmeyi tercih ederek otobüsten iniyor. Otobüste yüksek sesle şarkı söylemeye aykırı bir yasa bulunmadığı için, kimse o gence kendi ahlaki doğrusunu kabullendirmeye çalışmıyor. Rahatsız oluyorsa basıp gidiyor. Suç başka, ayılık başka… 🙂Devamını oku→ “Ohoo, daha yazının başlığında kendin genelleme yapmışsın”diyebilirsiniz,“Ben de hala adam gibi adam olma yolunda çalışıyorum, olsun o kadar”diye cevap vereyim… 🙂Hepimizin hayatında var bir sürü kimlik; etnik, dini, coğrafi, vb… Bunların varlığı bir zenginlik, o da tamam. Ama düzgün bir adam olmak için bu kimlikleri bir kenara bırakmak lazım bence. İnsanları öncelikle insan oldukları için sevmek gerek. Genellemeler yapmak, yani birisine sadece “şu ırka” ait olduğu için “kötü” ya da “şu dine” inandığı için “iyi” demek biraz güdük ve sığ bakış açısı maalesef. İyi insan vardır, kötü insan vardır, bunların ortak özellikleri vardır (Aslında her insanın içinde bir miktar iyilik, bir miktar kötülük var da, şimdilik oraya girmeyelim); ama ortak bir özellikten genelleme yapıp bunu daha sonra başka bireylere indirgemek, bu ortak özelliğe sahip bir insan gördüğünde şak diye yaftayı yapıştırmak bana göre tam bir yontulmamış kafa yapısı… 1-2 dakika kendini sorgula isterim, günlük hayatında hiç“Kadınlar şöyledir”,“Kayserililer öyledir”,“Yahudiler böyledir”,“Eşcinseller şöyledir”gibi söylemlerin var mı diye… Varsa emin ol bir yerde yanlış yapıyorsun! Bir yerlerde bahsettim, çok sayıda ve çok değişik insan tanıdım; bana bir genelleme söyleyin, anında çürütecek birisi ile tanıştırabilirim sizi! Düşünce yapımızı bu sağlıksız ve dar kalıplardan kurtararak çevremize evrensel bir gözle bakabilirsek; aya bile gideriz. Ya da büyük düşünürümüz Mahmut Tuncer’in halayına katılıp her yere gidiyoruz diye olduğumuz yerde döner dururuz.Devamını oku→ “Ohoo, daha yazının başlığında kendin genelleme yapmışsın”diyebilirsiniz,“Ben de hala adam gibi adam olma yolunda çalışıyorum, olsun o kadar”diye cevap vereyim… 🙂 Hepimizin hayatında var bir sürü kimlik; etnik, dini, coğrafi, vb… Bunların varlığı bir zenginlik, o da tamam. Ama düzgün bir adam olmak için bu kimlikleri bir kenara bırakmak lazım bence. İnsanları öncelikle insan oldukları için sevmek gerek. Genellemeler yapmak, yani birisine sadece “şu ırka” ait olduğu için “kötü” ya da “şu dine” inandığı için “iyi” demek biraz güdük ve sığ bakış açısı maalesef. İyi insan vardır, kötü insan vardır, bunların ortak özellikleri vardır (Aslında her insanın içinde bir miktar iyilik, bir miktar kötülük var da, şimdilik oraya girmeyelim); ama ortak bir özellikten genelleme yapıp bunu daha sonra başka bireylere indirgemek, bu ortak özelliğe sahip bir insan gördüğünde şak diye yaftayı yapıştırmak bana göre tam bir yontulmamış kafa yapısı… 1-2 dakika kendini sorgula isterim, günlük hayatında hiç“Kadınlar şöyledir”,“Kayserililer öyledir”,“Yahudiler böyledir”,“Eşcinseller şöyledir”gibi söylemlerin var mı diye… Varsa emin ol bir yerde yanlış yapıyorsun! Bir yerlerde bahsettim, çok sayıda ve çok değişik insan tanıdım; bana bir genelleme söyleyin, anında çürütecek birisi ile tanıştırabilirim sizi! Düşünce yapımızı bu sağlıksız ve dar kalıplardan kurtararak çevremize evrensel bir gözle bakabilirsek; aya bile gideriz. Ya da büyük düşünürümüz Mahmut Tuncer’in halayına katılıp her yere gidiyoruz diye olduğumuz yerde döner dururuz.Devamını oku→ Adam gibi adam, yani iyi bir insan pişirmek için gerekli malzemeleri sayıyorum:Bir adet insan,Alabildiğince vicdanBenim için vicdanı olan, kararlarını ve davranışlarını vicdanının süzgecinden geçiren adam iyidir; gerisi teferruat…Kendi adıma vicdanımı tepeme astım,Demokles’in kılıcıgibi… Antin kuntin durumlara düştüğümde, trafikte birisi beni çileden çıkardığında filan“Ben adam olmaya çalışıyorum, bu bana yakışıyor mu?”diye sorguluyorum kendimi; resmen el freni gibi çalışıyor 🙂 Tavsiye ederim!Eh, “Vicdan yeter!” diyip kestirip atmak olmaz; biraz detaya gireyim, benim için düzgün adam olmanın kriterlerini yazayım. Dürüst olmak, yardımsever olmak gibi genel kavramlara hiç girmeyeyim, zira onlar zaten şart…Bunları da madde madde ve her maddeyi de ayrı bir yazı olarak yazayım, yazdıkça da aşağıdaki listeye ekleyeyim (Yazdıkça yazasım geliyor; hepsini bu başlığın altına yazarsam gözünüz korkar, okumazsınız 🙂Adam gibi adam genelleme yapmamalıDevamı gelecek… Adam gibi adam, yani iyi bir insan pişirmek için gerekli malzemeleri sayıyorum: Benim için vicdanı olan, kararlarını ve davranışlarını vicdanının süzgecinden geçiren adam iyidir; gerisi teferruat… Kendi adıma vicdanımı tepeme astım,Demokles’in kılıcıgibi… Antin kuntin durumlara düştüğümde, trafikte birisi beni çileden çıkardığında filan“Ben adam olmaya çalışıyorum, bu bana yakışıyor mu?”diye sorguluyorum kendimi; resmen el freni gibi çalışıyor 🙂 Tavsiye ederim! Eh, “Vicdan yeter!” diyip kestirip atmak olmaz; biraz detaya gireyim, benim için düzgün adam olmanın kriterlerini yazayım. Dürüst olmak, yardımsever olmak gibi genel kavramlara hiç girmeyeyim, zira onlar zaten şart… Bunları da madde madde ve her maddeyi de ayrı bir yazı olarak yazayım, yazdıkça da aşağıdaki listeye ekleyeyim (Yazdıkça yazasım geliyor; hepsini bu başlığın altına yazarsam gözünüz korkar, okumazsınız 🙂 Bu yazı dizisine öncelikle bazı tespitlerle başlamak istiyorum. Ne zamandan beri ve nasıl olduğu, topluma nasıl yerleştiği ayrı bir tartışma konusu; maalesef bizim toplumda genel olarak bir “özenmeme”, “idare etme” durumu var. Kendine, yaptığı işe, eşine, arkadaşına, sokaktaki tanımadığı adam ile ilişkisine, falan filan özenmeme… İşte bu kalıpları kırmakla başlayacağız işe!Hayatımıza özeneceğiz kardeşim; ince ince, nakış gibi işleyeceğiz kendimizi. İyi bir insan olacağız… Özetle bu! Neden dersen, cevabı benim hayat felsem: Bu evrende, milyarlarca yıllık tarihte ufacık bir noktadan başka bir şey değiliz. Bu devasa sistem, bizim bir şekilde “idare ederek” bir iz bırakmadan geçip gitmemiz için kurulmuş olamaz. Saksıdaki çiçeğin, sokaktaki ağacın bile bir amacı, faydası varsa; bizim hayatımızın da bu koskoca sistem içerisinde bir anlamı olmalı. Birçok dini inanış ve felsefi düşüncede bunun karşılığını bulabilirsiniz; bu sistem sen, ben 80-100 yıl boyunca antin kuntin işlerin peşinde koşalım, saksı gibi oturalım, sonra yok olup gidelim diye de kurulmuş olamaz. Hem kendimize, hem etrafımıza bir faydamızın dokunması gerek. Benim için bunu sağlamanın yolu da ilahi bir ceza korkusu ya da ödül beklentisi olmadan, kendimize saygımızla ruhumuzu parlatmaktan ve yüceltmekten geçiyor.Devamını oku→ Bu yazı dizisine öncelikle bazı tespitlerle başlamak istiyorum. Ne zamandan beri ve nasıl olduğu, topluma nasıl yerleştiği ayrı bir tartışma konusu; maalesef bizim toplumda genel olarak bir “özenmeme”, “idare etme” durumu var. Kendine, yaptığı işe, eşine, arkadaşına, sokaktaki tanımadığı adam ile ilişkisine, falan filan özenmeme… İşte bu kalıpları kırmakla başlayacağız işe! Hayatımıza özeneceğiz kardeşim; ince ince, nakış gibi işleyeceğiz kendimizi. İyi bir insan olacağız… Özetle bu! Neden dersen, cevabı benim hayat felsem: Bu evrende, milyarlarca yıllık tarihte ufacık bir noktadan başka bir şey değiliz. Bu devasa sistem, bizim bir şekilde “idare ederek” bir iz bırakmadan geçip gitmemiz için kurulmuş olamaz. Saksıdaki çiçeğin, sokaktaki ağacın bile bir amacı, faydası varsa; bizim hayatımızın da bu koskoca sistem içerisinde bir anlamı olmalı. Birçok dini inanış ve felsefi düşüncede bunun karşılığını bulabilirsiniz; bu sistem sen, ben 80-100 yıl boyunca antin kuntin işlerin peşinde koşalım, saksı gibi oturalım, sonra yok olup gidelim diye de kurulmuş olamaz. Hem kendimize, hem etrafımıza bir faydamızın dokunması gerek. Benim için bunu sağlamanın yolu da ilahi bir ceza korkusu ya da ödül beklentisi olmadan, kendimize saygımızla ruhumuzu parlatmaktan ve yüceltmekten geçiyor.Devamını oku→
|
12 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/adam-gibi-net-2
|
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”var ya hani; benim için işte o yılanın başını ezen, yaralı parmaklara işeyerek gezendir adam gibi adam… Aslında bu kadar net; yazıyı burada bitirsem yeridir… 🙂Neredeyse her yazımda bahsediyorum, “insanın özenmesi lazım kendine, çevresine vb.” diye; yine konu dönüp dolaşıp aynı kapıya çıkıyor. Hepimiz huzur ve refah içerisinde yaşamak istiyoruz şüphesiz, ama sormak isterim“Bugün huzurlu bir hayat için ne yaptın?”diye… Her şeyi devletten, belediyeden, şirketten, aileden, eşten beklemek kolay; sen ne yaptın bugün, hangi taşın altına elini koydun? İlla öyle büyük çaplı şeylerden bahsetmiyorum; yerdeki bir çöpü alıp kutuya atmaktan, yaşlı bir kadının elindeki torbayı alıp kapısına kadar eşlik etmekten vb. bahsediyorum.Osmanlı torunlarıyız ya, maalesef analarımız da bizleri padişah torunları gibi büyüttü. Her şey ayağımıza geldi; bir hazıra konmacılık, bir armut piş ağzıma düşçülük toplumsal karakterimiz oldu. Ama hazıra dağ dayanmıyor işte; herkesin her şeyi ayağına beklediği bir ortamda işler nasıl yürüyecek, mümkün mü? Yaşadığınız çevrede bir kaldırım taşı kırılmış ise, ya da bir sokak lambası yanmıyorsa ne yapıyorsunuz?“Bana ne?”deyip geçiyor musunuz? Yoksa muhtarı, belediyeyi vb. arayıp çözülmesini mi istiyorsunuz? İnanın siz ilgi gösterince, ilgili kurumlar daha çok ilgi gösteriyor; bu konuda şahsen beni çok şaşırtıp utandırdıklarını itiraf edeyim. Ama kimse ilgi göstermeyince de, bu eksiklikler, sorunlar artarak büyüyor (Bununla ilgili olarakKırık Camlar Teorisi‘ni okumanızı öneririm).Büyük işler değil bunlar; herkes bir ucundan tutsa dalga dalga yayılsa, ne acayip bir toplumda yaşıyor oluruz, bir düşünün lütfen? Haydi popüler bir örnek vereyim, Barcelona’nın tiki-taka futbolunu hayatımıza uyarlamaktan bahsediyorum: Toplu hücum, toplu defans, yardımlaşma, takım olgusu vb. Messi bile koşup defansa geliyorsa, haydi bir zahmet vatanını seven defansa gelsin! 😀 “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”var ya hani; benim için işte o yılanın başını ezen, yaralı parmaklara işeyerek gezendir adam gibi adam… Aslında bu kadar net; yazıyı burada bitirsem yeridir… 🙂 Neredeyse her yazımda bahsediyorum, “insanın özenmesi lazım kendine, çevresine vb.” diye; yine konu dönüp dolaşıp aynı kapıya çıkıyor. Hepimiz huzur ve refah içerisinde yaşamak istiyoruz şüphesiz, ama sormak isterim“Bugün huzurlu bir hayat için ne yaptın?”diye… Her şeyi devletten, belediyeden, şirketten, aileden, eşten beklemek kolay; sen ne yaptın bugün, hangi taşın altına elini koydun? İlla öyle büyük çaplı şeylerden bahsetmiyorum; yerdeki bir çöpü alıp kutuya atmaktan, yaşlı bir kadının elindeki torbayı alıp kapısına kadar eşlik etmekten vb. bahsediyorum. Osmanlı torunlarıyız ya, maalesef analarımız da bizleri padişah torunları gibi büyüttü. Her şey ayağımıza geldi; bir hazıra konmacılık, bir armut piş ağzıma düşçülük toplumsal karakterimiz oldu. Ama hazıra dağ dayanmıyor işte; herkesin her şeyi ayağına beklediği bir ortamda işler nasıl yürüyecek, mümkün mü? Yaşadığınız çevrede bir kaldırım taşı kırılmış ise, ya da bir sokak lambası yanmıyorsa ne yapıyorsunuz?“Bana ne?”deyip geçiyor musunuz? Yoksa muhtarı, belediyeyi vb. arayıp çözülmesini mi istiyorsunuz? İnanın siz ilgi gösterince, ilgili kurumlar daha çok ilgi gösteriyor; bu konuda şahsen beni çok şaşırtıp utandırdıklarını itiraf edeyim. Ama kimse ilgi göstermeyince de, bu eksiklikler, sorunlar artarak büyüyor (Bununla ilgili olarakKırık Camlar Teorisi‘ni okumanızı öneririm). Büyük işler değil bunlar; herkes bir ucundan tutsa dalga dalga yayılsa, ne acayip bir toplumda yaşıyor oluruz, bir düşünün lütfen? Haydi popüler bir örnek vereyim, Barcelona’nın tiki-taka futbolunu hayatımıza uyarlamaktan bahsediyorum: Toplu hücum, toplu defans, yardımlaşma, takım olgusu vb. Messi bile koşup defansa geliyorsa, haydi bir zahmet vatanını seven defansa gelsin! 😀 Nasreddin Hoca fıkrası vardır; Hocaya seslenmiş birisi“Hoca gördün mü bir tepsi baklava götürdüler”diye… Hoca cevap vermiş:“Bana ne!”.“Ama”demiş öteki,“Sizin eve götürdüler”. Hoca da vermiş cevabı“O zaman sana ne!”Çokça şahit oluyorum, milletin başkasının hayatını didiklemesine, bir açığını kollamasına, bulunca da kendince lafı oturtmasına, moda tabirle “ayar vermesine”… Yahu kardeşim sana ne; kim ne yaparsa yapsın, nasıl yaşarsa yaşasın… Ülkenin yasalarına aykırı bir durum yoksa, herkes hür iradesiyle dilediğince yaşamakta özgürdür; başkasına da “halt yemek düşer” afedersiniz.Bu konuda bir örnek vermek isterim bizim üç aylık San Francisco maceramızdan. Benim ufkumu çok açan bir deneyim olduğu için sıklıkla örnekler vereceğim gibi görünüyor. Öncelikle şu detayı yazmak isterim; bizim San Francisco’da tanıştığımız, gözlemlediğimiz insanlar, kendilerini dünyanın en çevreci ve en liberal insanları olarak görüyor ve buna aykırı bir eylemde bulunmaya da çekiniyor/utanıyor. Tamam belki çok içselleştirmeden yapıyorlar, belki içlerinden farklı davranmak geliyor, bilemiyorum; ama gurur duydukları yaşam tarzına uygun davranıyorlar önünde sonunda. Belediye otobüsündeyiz bir gün; bir genç kulaklıkla müzik dinliyor, bağıra çağıra da eşlik ediyor şarkıya. Baktık ki insanlar pek umursamıyor, bir kişi gidip de“Bi sus birader”demiyor. Yüzünden rahatsız olduğunu anladığımız birkaç kişi de, bir sonraki otobüse binmeyi tercih ederek otobüsten iniyor. Otobüste yüksek sesle şarkı söylemeye aykırı bir yasa bulunmadığı için, kimse o gence kendi ahlaki doğrusunu kabullendirmeye çalışmıyor. Rahatsız oluyorsa basıp gidiyor. Suç başka, ayılık başka… 🙂Devamını oku→ Nasreddin Hoca fıkrası vardır; Hocaya seslenmiş birisi“Hoca gördün mü bir tepsi baklava götürdüler”diye… Hoca cevap vermiş:“Bana ne!”.“Ama”demiş öteki,“Sizin eve götürdüler”. Hoca da vermiş cevabı“O zaman sana ne!” Çokça şahit oluyorum, milletin başkasının hayatını didiklemesine, bir açığını kollamasına, bulunca da kendince lafı oturtmasına, moda tabirle “ayar vermesine”… Yahu kardeşim sana ne; kim ne yaparsa yapsın, nasıl yaşarsa yaşasın… Ülkenin yasalarına aykırı bir durum yoksa, herkes hür iradesiyle dilediğince yaşamakta özgürdür; başkasına da “halt yemek düşer” afedersiniz. Bu konuda bir örnek vermek isterim bizim üç aylık San Francisco maceramızdan. Benim ufkumu çok açan bir deneyim olduğu için sıklıkla örnekler vereceğim gibi görünüyor. Öncelikle şu detayı yazmak isterim; bizim San Francisco’da tanıştığımız, gözlemlediğimiz insanlar, kendilerini dünyanın en çevreci ve en liberal insanları olarak görüyor ve buna aykırı bir eylemde bulunmaya da çekiniyor/utanıyor. Tamam belki çok içselleştirmeden yapıyorlar, belki içlerinden farklı davranmak geliyor, bilemiyorum; ama gurur duydukları yaşam tarzına uygun davranıyorlar önünde sonunda. Belediye otobüsündeyiz bir gün; bir genç kulaklıkla müzik dinliyor, bağıra çağıra da eşlik ediyor şarkıya. Baktık ki insanlar pek umursamıyor, bir kişi gidip de“Bi sus birader”demiyor. Yüzünden rahatsız olduğunu anladığımız birkaç kişi de, bir sonraki otobüse binmeyi tercih ederek otobüsten iniyor. Otobüste yüksek sesle şarkı söylemeye aykırı bir yasa bulunmadığı için, kimse o gence kendi ahlaki doğrusunu kabullendirmeye çalışmıyor. Rahatsız oluyorsa basıp gidiyor. Suç başka, ayılık başka… 🙂Devamını oku→ “Ohoo, daha yazının başlığında kendin genelleme yapmışsın”diyebilirsiniz,“Ben de hala adam gibi adam olma yolunda çalışıyorum, olsun o kadar”diye cevap vereyim… 🙂Hepimizin hayatında var bir sürü kimlik; etnik, dini, coğrafi, vb… Bunların varlığı bir zenginlik, o da tamam. Ama düzgün bir adam olmak için bu kimlikleri bir kenara bırakmak lazım bence. İnsanları öncelikle insan oldukları için sevmek gerek. Genellemeler yapmak, yani birisine sadece “şu ırka” ait olduğu için “kötü” ya da “şu dine” inandığı için “iyi” demek biraz güdük ve sığ bakış açısı maalesef. İyi insan vardır, kötü insan vardır, bunların ortak özellikleri vardır (Aslında her insanın içinde bir miktar iyilik, bir miktar kötülük var da, şimdilik oraya girmeyelim); ama ortak bir özellikten genelleme yapıp bunu daha sonra başka bireylere indirgemek, bu ortak özelliğe sahip bir insan gördüğünde şak diye yaftayı yapıştırmak bana göre tam bir yontulmamış kafa yapısı… 1-2 dakika kendini sorgula isterim, günlük hayatında hiç“Kadınlar şöyledir”,“Kayserililer öyledir”,“Yahudiler böyledir”,“Eşcinseller şöyledir”gibi söylemlerin var mı diye… Varsa emin ol bir yerde yanlış yapıyorsun! Bir yerlerde bahsettim, çok sayıda ve çok değişik insan tanıdım; bana bir genelleme söyleyin, anında çürütecek birisi ile tanıştırabilirim sizi! Düşünce yapımızı bu sağlıksız ve dar kalıplardan kurtararak çevremize evrensel bir gözle bakabilirsek; aya bile gideriz. Ya da büyük düşünürümüz Mahmut Tuncer’in halayına katılıp her yere gidiyoruz diye olduğumuz yerde döner dururuz.Devamını oku→ “Ohoo, daha yazının başlığında kendin genelleme yapmışsın”diyebilirsiniz,“Ben de hala adam gibi adam olma yolunda çalışıyorum, olsun o kadar”diye cevap vereyim… 🙂 Hepimizin hayatında var bir sürü kimlik; etnik, dini, coğrafi, vb… Bunların varlığı bir zenginlik, o da tamam. Ama düzgün bir adam olmak için bu kimlikleri bir kenara bırakmak lazım bence. İnsanları öncelikle insan oldukları için sevmek gerek. Genellemeler yapmak, yani birisine sadece “şu ırka” ait olduğu için “kötü” ya da “şu dine” inandığı için “iyi” demek biraz güdük ve sığ bakış açısı maalesef. İyi insan vardır, kötü insan vardır, bunların ortak özellikleri vardır (Aslında her insanın içinde bir miktar iyilik, bir miktar kötülük var da, şimdilik oraya girmeyelim); ama ortak bir özellikten genelleme yapıp bunu daha sonra başka bireylere indirgemek, bu ortak özelliğe sahip bir insan gördüğünde şak diye yaftayı yapıştırmak bana göre tam bir yontulmamış kafa yapısı… 1-2 dakika kendini sorgula isterim, günlük hayatında hiç“Kadınlar şöyledir”,“Kayserililer öyledir”,“Yahudiler böyledir”,“Eşcinseller şöyledir”gibi söylemlerin var mı diye… Varsa emin ol bir yerde yanlış yapıyorsun! Bir yerlerde bahsettim, çok sayıda ve çok değişik insan tanıdım; bana bir genelleme söyleyin, anında çürütecek birisi ile tanıştırabilirim sizi! Düşünce yapımızı bu sağlıksız ve dar kalıplardan kurtararak çevremize evrensel bir gözle bakabilirsek; aya bile gideriz. Ya da büyük düşünürümüz Mahmut Tuncer’in halayına katılıp her yere gidiyoruz diye olduğumuz yerde döner dururuz.Devamını oku→
|
13 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/aksesuar-2
|
Evet, kaldığımız yerden devam edelim…Öncelikle şu yaka mendilini neden kullanıyoruz diye bir sorgulayalım isterim. Evet, şık olmak için, tarzımızı ortaya çıkarmak için, sofistike görünmek için, takım elbiseye renk katmak için, vb. denebilir. Ancak asıl bir de işin fonksiyonel tarafı var. Bir kadının gözyaşlarını, ya da üzerine dökülen şarabı silmek, vb. için de taşımalısınız bu mendili. Bu yüzden düzgün dursun diye kartona sarma, hatta iliştirme gibi işlere girişmeyin; güzelim ipek mendilleri kara tahta silgisine dönüştürmeyin lütfen. Ancak bu mendili kullanın dediysem de, burnunuzu filan silmeyin ha! Hala el kurulamak filan için mendil kullanıyorsanız, ayrı bir mendil taşıyıverin. Yakanızdaki mendil her zaman tertemiz olmalı. İhtiyacı olan bir kadına sümüklü mendilinizi vermek istemezsiniz herhalde… 🙂Yazılarımda hep“Jilet gibi giyinin”filan diyorum, ama bunu yaparken çok çabalamış görünmemek lazım. Güzel giyinmek ile güzel giyinmek için çabalamak arasında büyük fark var. Bu bağlamda, yaka mendilini katlamak için öyle dakikalar harcamayın. Doğru mendili seçtikten sonra, zevkinize göre katlayıp koyuverin cebinize.Yaka mendili ile birlikte yakaya çiçek ya da rozet takılır mı?Açıkçası bana çok kalabalık, hatta yukarıda bahsettiğim şekilde çok çabalamak gibi geliyor. Bu yüzden ben tek başına yaka mendili, çiçek ya da rozet takıyorum; ikisini ya da üçünü bir arada kullanmıyorum.Yakası açık gömlek ile (kravatsız) yaka mendili kullanılır mı?Evet kullanılır, yalnız ben jilet gibi katlanmış düz beyaz, vb. bir mendil yerine renkli, desenli ipek bir mendili daha uygun buluyorum.Bazı mendillerin kenarları kaba dikilmiş gibi görünüyor, bu nedir?Erkek giyiminde, takım elbiseden ayakkabıya kadar el işçiliği ile yapılmış her şey daha kıymetlidir. Bir kıyafetin el işçiliği ile üretildiğini vurgulamak için ceket yakalarının, yaka mendillerinin, vb. kenarlarında bu el dikişi kullanılır. İyi bir şeydir yani… 🙂Bonus Bilgi: Bir kadına yaka mendilinizi verdiyseniz, geri almayın; onda kalsın 😉 Evet, kaldığımız yerden devam edelim… Öncelikle şu yaka mendilini neden kullanıyoruz diye bir sorgulayalım isterim. Evet, şık olmak için, tarzımızı ortaya çıkarmak için, sofistike görünmek için, takım elbiseye renk katmak için, vb. denebilir. Ancak asıl bir de işin fonksiyonel tarafı var. Bir kadının gözyaşlarını, ya da üzerine dökülen şarabı silmek, vb. için de taşımalısınız bu mendili. Bu yüzden düzgün dursun diye kartona sarma, hatta iliştirme gibi işlere girişmeyin; güzelim ipek mendilleri kara tahta silgisine dönüştürmeyin lütfen. Ancak bu mendili kullanın dediysem de, burnunuzu filan silmeyin ha! Hala el kurulamak filan için mendil kullanıyorsanız, ayrı bir mendil taşıyıverin. Yakanızdaki mendil her zaman tertemiz olmalı. İhtiyacı olan bir kadına sümüklü mendilinizi vermek istemezsiniz herhalde… 🙂 Yazılarımda hep“Jilet gibi giyinin”filan diyorum, ama bunu yaparken çok çabalamış görünmemek lazım. Güzel giyinmek ile güzel giyinmek için çabalamak arasında büyük fark var. Bu bağlamda, yaka mendilini katlamak için öyle dakikalar harcamayın. Doğru mendili seçtikten sonra, zevkinize göre katlayıp koyuverin cebinize. Yaka mendili ile birlikte yakaya çiçek ya da rozet takılır mı?Açıkçası bana çok kalabalık, hatta yukarıda bahsettiğim şekilde çok çabalamak gibi geliyor. Bu yüzden ben tek başına yaka mendili, çiçek ya da rozet takıyorum; ikisini ya da üçünü bir arada kullanmıyorum. Yakası açık gömlek ile (kravatsız) yaka mendili kullanılır mı?Evet kullanılır, yalnız ben jilet gibi katlanmış düz beyaz, vb. bir mendil yerine renkli, desenli ipek bir mendili daha uygun buluyorum. Bazı mendillerin kenarları kaba dikilmiş gibi görünüyor, bu nedir?Erkek giyiminde, takım elbiseden ayakkabıya kadar el işçiliği ile yapılmış her şey daha kıymetlidir. Bir kıyafetin el işçiliği ile üretildiğini vurgulamak için ceket yakalarının, yaka mendillerinin, vb. kenarlarında bu el dikişi kullanılır. İyi bir şeydir yani… 🙂 Bonus Bilgi: Bir kadına yaka mendilinizi verdiyseniz, geri almayın; onda kalsın 😉 Çılgınlar gibi süren bir proje döneminde, nefes bulduğum ilk fırsatta ihmal ettiğim yazılarıma tekrar başlayayım diyerek oturdum bilgisayarın başına. Bugünkü konumuz yaka mendili…Kendimizi ve tarzımızı ifade etme yolundaki üç beş aksesuardan birisi bu yaka mendili.“Takmazsak ne olur?”derseniz; hiçbir şey olmaz, yaka mendilsiz de gayet şık olabilirsiniz. Hatta konuya çok hakim değilseniz, hiç takmamak belki daha bile isabetli olur, durduk yere ağrısız başınıza ağrı almazsınız.Ama derseniz ki“Yahu, görüyorum insanlarda; pek hoşuma gidiyor, ben de takayım…”, buyurun şöyle başlayalım.Yaka mendili için birçok katlama şekli var. Ben en temel olanları aşağıya koyayım öncelikle.Bunlardan hiçbirisi için doğru ya da yanlış diyemem, tamamen zevk meselesi. Ben yine kendi tercihlerimle başlayayım. Mühendis olmamdan mıdır, yoksa düzen intizam takıntısı mıdır bilemem; ben derli toplu duran şekilleri tercih ediyorum (bkz. 1, 2 ve 3 numaralar).Düz bir şekilde durması için mendilin biraz tok bir kumaştan olması gerekli, bu yüzden çok ince ipek dokumalar için 3 ya da 4 numaralı modeli tercih etmek durumunda kalabilirsiniz. Ben çoğunlukla düz beyaz gömlek giydiğim için, düz beyaz pamuklu mendiller ile istediğim modeli rahatlıkla kullanabiliyorum. Eğer desenli bir mendil kullanacak iseniz, 3 numaralı modelde desen pek belli olmayacağı için, tercih etmek istemeyebilirsiniz. 5 numeroyu ben ilkokulda siyah önlüğün üzerine takarmışım (Vallahi de billahi de manyak olacağım o zamanlardan belli imiş… 🙂 ). O yüzden şu an bana hiç hitap etmiyor. 6 numara da tavus kuşu misali çok zorlama geliyor açıkçası…Öncelikle temel birkaç kuraldan bahsedeyim. Kravat ile birebir aynı renk ve desende olmasın. Bazen kravat ile mendil birlikte satılıyor aynı kumaştan, bu şekilde kullanmayın. Neden derseniz, işin içindeki zevk, özenme gibi kavramlar tamamen çöpe gidiyor; mağazadan alıp doğrudan kullanıyorsunuz. Özenle düşünülüp hazırlanmış bir yemek yerine fast-food tercih etmek gibi bir şey açıkçası… Ama bu şekilde takım olarak satın aldığınız mendiller varsa, başka kravatlarınız ile kullanabileceğinizi söylememe gerek yok sanırım. 🙂Desen konusuna gelirsek; düz kravatla desenli mendil, ya da desenli kravatla düz mendil kullanmayı ben daha çok tercih ediyorum. Genelde desenli kravatlar kullandığım için benim mendillerim çoğunlukla düz renk. Ama dediğim gibi bu tamamen kişisel tercih; desenli gömlek, desenli kravat ve desenli mendilin de gayet uyumlu ve şık bir şekilde kullanıldığını da görebilirsiniz.Renk uyumu olarak şöyle bir kuralım var: Gömlek ya da kravat içerisindeki renklerle uyum sağlamaya çalışıyorum. Birbirleri ile tamamen alakasız renklerde ceket-gömlek-kravat-mendil eşleşmeleri bana aşırı kalabalık geliyor. Benzer şekilde parlak renklerde bir kravat takıyorsam, daha soluk pastel tonlarda bir mendil; ya da tam tersini tercih ediyorum. İkisi birden parlak olunca beni yoruyor. Yine de kesinlikle kullanmam diyemem; öyle güzel bir kravat-mendil ikilisi denk gelir ki, takmasan olmaz…Renk uyumuna örnek bulayım diye internette görsel aramaktan gözlerim şişti; içime en çok sinen ikisini sizinle paylaşayım. Yalnız renk uyumu açısından değerlendirdiğimi tekrar hatırlatayım.Üstteki arkadaşın kravatındaki puanların pembe olmasına dikkatinizi çekmek istiyorum.Alltaki takım elbisenin ve kravatın deseni pek benlik değil, ama renk uyumu konusunda sağlam çalışılmış. Kravatın deseninde maviler olduğu gibi, mendilin kenarlarında da mavi renk bulunuyor. Ayrıca pantolonun da lacivert renkte olduğunu ekleyince; siz de hakkını teslim edersiniz sanırım.Konu ile ilgili yazacak başka şeylerim de var, ama uzun olunca okumuyorsunuz 🙂 Onları da 1-2 gün içerisinde ayrı bir yazı olarak yazayım… Çılgınlar gibi süren bir proje döneminde, nefes bulduğum ilk fırsatta ihmal ettiğim yazılarıma tekrar başlayayım diyerek oturdum bilgisayarın başına. Bugünkü konumuz yaka mendili… Kendimizi ve tarzımızı ifade etme yolundaki üç beş aksesuardan birisi bu yaka mendili.“Takmazsak ne olur?”derseniz; hiçbir şey olmaz, yaka mendilsiz de gayet şık olabilirsiniz. Hatta konuya çok hakim değilseniz, hiç takmamak belki daha bile isabetli olur, durduk yere ağrısız başınıza ağrı almazsınız. Ama derseniz ki“Yahu, görüyorum insanlarda; pek hoşuma gidiyor, ben de takayım…”, buyurun şöyle başlayalım. Yaka mendili için birçok katlama şekli var. Ben en temel olanları aşağıya koyayım öncelikle. Bunlardan hiçbirisi için doğru ya da yanlış diyemem, tamamen zevk meselesi. Ben yine kendi tercihlerimle başlayayım. Mühendis olmamdan mıdır, yoksa düzen intizam takıntısı mıdır bilemem; ben derli toplu duran şekilleri tercih ediyorum (bkz. 1, 2 ve 3 numaralar). Düz bir şekilde durması için mendilin biraz tok bir kumaştan olması gerekli, bu yüzden çok ince ipek dokumalar için 3 ya da 4 numaralı modeli tercih etmek durumunda kalabilirsiniz. Ben çoğunlukla düz beyaz gömlek giydiğim için, düz beyaz pamuklu mendiller ile istediğim modeli rahatlıkla kullanabiliyorum. Eğer desenli bir mendil kullanacak iseniz, 3 numaralı modelde desen pek belli olmayacağı için, tercih etmek istemeyebilirsiniz. 5 numeroyu ben ilkokulda siyah önlüğün üzerine takarmışım (Vallahi de billahi de manyak olacağım o zamanlardan belli imiş… 🙂 ). O yüzden şu an bana hiç hitap etmiyor. 6 numara da tavus kuşu misali çok zorlama geliyor açıkçası… Öncelikle temel birkaç kuraldan bahsedeyim. Kravat ile birebir aynı renk ve desende olmasın. Bazen kravat ile mendil birlikte satılıyor aynı kumaştan, bu şekilde kullanmayın. Neden derseniz, işin içindeki zevk, özenme gibi kavramlar tamamen çöpe gidiyor; mağazadan alıp doğrudan kullanıyorsunuz. Özenle düşünülüp hazırlanmış bir yemek yerine fast-food tercih etmek gibi bir şey açıkçası… Ama bu şekilde takım olarak satın aldığınız mendiller varsa, başka kravatlarınız ile kullanabileceğinizi söylememe gerek yok sanırım. 🙂 Desen konusuna gelirsek; düz kravatla desenli mendil, ya da desenli kravatla düz mendil kullanmayı ben daha çok tercih ediyorum. Genelde desenli kravatlar kullandığım için benim mendillerim çoğunlukla düz renk. Ama dediğim gibi bu tamamen kişisel tercih; desenli gömlek, desenli kravat ve desenli mendilin de gayet uyumlu ve şık bir şekilde kullanıldığını da görebilirsiniz. Renk uyumu olarak şöyle bir kuralım var: Gömlek ya da kravat içerisindeki renklerle uyum sağlamaya çalışıyorum. Birbirleri ile tamamen alakasız renklerde ceket-gömlek-kravat-mendil eşleşmeleri bana aşırı kalabalık geliyor. Benzer şekilde parlak renklerde bir kravat takıyorsam, daha soluk pastel tonlarda bir mendil; ya da tam tersini tercih ediyorum. İkisi birden parlak olunca beni yoruyor. Yine de kesinlikle kullanmam diyemem; öyle güzel bir kravat-mendil ikilisi denk gelir ki, takmasan olmaz… Renk uyumuna örnek bulayım diye internette görsel aramaktan gözlerim şişti; içime en çok sinen ikisini sizinle paylaşayım. Yalnız renk uyumu açısından değerlendirdiğimi tekrar hatırlatayım. Üstteki arkadaşın kravatındaki puanların pembe olmasına dikkatinizi çekmek istiyorum. Alltaki takım elbisenin ve kravatın deseni pek benlik değil, ama renk uyumu konusunda sağlam çalışılmış. Kravatın deseninde maviler olduğu gibi, mendilin kenarlarında da mavi renk bulunuyor. Ayrıca pantolonun da lacivert renkte olduğunu ekleyince; siz de hakkını teslim edersiniz sanırım. Konu ile ilgili yazacak başka şeylerim de var, ama uzun olunca okumuyorsunuz 🙂 Onları da 1-2 gün içerisinde ayrı bir yazı olarak yazayım… Bu sefer de olmusuz bir deneyimimden bahsedeceğim. Aslında Türkiye’de gördüğüm en geniş çanta koleksiyonu burada. Birbirinden güzel görünümlü birçok model arasından tam ihtiyacım olan, ufak ve ince bir çanta bulunca pek sevinmiştim (Fotoğraftakine benzer bir model). Ama sevincim burada kaldı, gerisi tamamen trajedi. Ayda ancak 1-2 kez kullandığım bu çantanın sapı 7-8 kullanımdan sonra koptu. İncelemeye gönderdim, üç hafta sonra tamir edilerek teslim edildi. 3-5 kullanımdan sonra hem iç hem dış tarafındaki fermuarların zaman zaman kapanmadığını farkettim. Tekrar götürdüm mağazaya, değişim istedim; “kullanıcı hatası” gerekçesiyle 3-4 hafta sonra olduğu gibi geri gönderildi. Madem fermuar kullanmayı bilmiyorum, kendilerinden “doğru fermuar kullanımı” konusunda bilgi istedim, havamı aldım. Elbette tekrar gönderdim; 3-4 hafta sonra geri geldi, galiba fermuarlardan birisini değiştirmişler; ama diğeri yine aynı durumda. Dördüncü kez gönderdiğimde ikinci fermuarı de değiştirdiler. Farklı bir fermuar kullanmışlar, iki fermuarın tutacak yerleri birbirinden farklı olmuş.Devamını oku→ Bir erkeğin saat dışında takım elbise ile birlikte kullanabileceği en şık aksesuar olarak düşündüğüm kol düğmeleri ile ilgili de bir yazı yazayım istedim. Bana çok ciddi olmayan iş ortamlarında kol düğmesi kullanımı ile ilgili çokça soru geldi, öncelikle bu konudaki fikrimi belirterek başlayayım. Kol düğmesi kullanımını tamamen kişisel zevk ve tercih olarak değerlendiriyorum. Kol düğmelerinin takım elbiseye ciddi bir hava verdiğini ve renk uyumu sağlamak için kullanılabilecek güzel bir aksesuar olduğunu düşünüyorum. Buna rağmen, kullanılmasının ya da kullanılmamasının abes olacağı bir ortam söyleyemem. Dediğim gibi tamamen tarz meselesi. Oldukça rahat bir iş ortamında, diğer insanlar gömlek kollarını kıvırırken, kol düğmesi kullanarak tarzınızı ortaya koymanızda hiçbir sakınca yok bence.Şahsen takım elbise içerisine giydiğim neredeyse tüm gömleklerim kol düğmesi ile kullanmak üzere duble manşetli (Gömlek manşetleri ile ilgili ayrı bir yazı yazacağım). İlk kol düğmem dedemden kalma sedef bir çift kol düğmesi idi. O kol düğmeleri sayesinde, okul dışında takım elbise giymeye başladığım 20 yaşımdan itibaren kol düğmelerine büyük ilgi duyuyorum ve 20 senedir kol düğmesi topluyorum. İlk başlarda hemen hemen hiç çeşit bulamazken, şimdi sınırsız bir arz ile karşı karşıyayız; bu durumu değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Durum böyle iken açıkça itiraf etmeliyim ki kol düğmesine her zaman pozitif ayrımcılık yapıyorum… 🙂Devamını oku→ Bir erkeğin saat dışında takım elbise ile birlikte kullanabileceği en şık aksesuar olarak düşündüğüm kol düğmeleri ile ilgili de bir yazı yazayım istedim. Bana çok ciddi olmayan iş ortamlarında kol düğmesi kullanımı ile ilgili çokça soru geldi, öncelikle bu konudaki fikrimi belirterek başlayayım. Kol düğmesi kullanımını tamamen kişisel zevk ve tercih olarak değerlendiriyorum. Kol düğmelerinin takım elbiseye ciddi bir hava verdiğini ve renk uyumu sağlamak için kullanılabilecek güzel bir aksesuar olduğunu düşünüyorum. Buna rağmen, kullanılmasının ya da kullanılmamasının abes olacağı bir ortam söyleyemem. Dediğim gibi tamamen tarz meselesi. Oldukça rahat bir iş ortamında, diğer insanlar gömlek kollarını kıvırırken, kol düğmesi kullanarak tarzınızı ortaya koymanızda hiçbir sakınca yok bence. Şahsen takım elbise içerisine giydiğim neredeyse tüm gömleklerim kol düğmesi ile kullanmak üzere duble manşetli (Gömlek manşetleri ile ilgili ayrı bir yazı yazacağım). İlk kol düğmem dedemden kalma sedef bir çift kol düğmesi idi. O kol düğmeleri sayesinde, okul dışında takım elbise giymeye başladığım 20 yaşımdan itibaren kol düğmelerine büyük ilgi duyuyorum ve 20 senedir kol düğmesi topluyorum. İlk başlarda hemen hemen hiç çeşit bulamazken, şimdi sınırsız bir arz ile karşı karşıyayız; bu durumu değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Durum böyle iken açıkça itiraf etmeliyim ki kol düğmesine her zaman pozitif ayrımcılık yapıyorum… 🙂Devamını oku→
|
14 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/ayakkabi-2
|
Timberlandmarkası ile lise yıllarımda tanıştım. 90’lı yıllarda çok fazla marka yoktu Türkiye’de, genelde yurt dışından getirtilirdi moda ürünler; bir gün bir baktık ki Timberland Ankara’da mağaza açtı. Ayakkabıları çok popüler, ancak öğrenci harçlığı için de gayet pahalı. Evde kural var, istediğim her şey alınmıyor; ya haketmem ya da para biriktirmem gerekiyor. Haketme hakkımı daha büyük şeyler için saklı tutarak, bir süre para biriktirip bir çift ayakkabı satın aldım; gözüm gibi bakıyorum çocuğa… Altı ay filan geçti, bir gün bir baktım tabanı enlemesine boydan boya yarılmış. Başımdan kaynar sular döküldü. Ne yapabilirim diye sormak için mağazaya götürdüm,“Biz onu bir incelemeye gönderelim”dediler. Aradan iki-üç hafta geçti, aradılar; üretim hatası nedeniyle yeni bir çift ayakkkabı vereceklerini söylediler. O yaştaki bir çocuğu herhalde daha iyi tavlayamazlardı. Markaya karşı inanılmaz bir sadakatim oluştu. Hakkını vereyim, o zamandan bugüne hiç de üzmediler beni. Hem Türkiye’den hem yurt dışından bugüne kadar onlarca çift ayakkabı, bir o kadar da tişört, gömlek, vb. almışımdır; hem çok memnun kullandım, hem de bir sorun anında hemen gereğini yaptılar. Türkiye’deki distribütörüDeridende müşteri memnuniyeti konusunda Amerika’yı pek aratmadı.Devamını oku→ Gündelik hayatta kullanmak üzere hem rahat hem de şık bir ayakkabı arayanlar için ideal. Hem spor hem de yarı resmi giyime uygun. Aynı zamanda oldukça dayanıklı. Yıllar önce satın aldıklarım bile gayet iyi durumdalar. Deri modeller, yine Camper mağazalarından temin edilebilen boya ile bakım yapıldığında ilk günkü kadar güzel oluyorlar.Camper ayakkabıların en büyük özelliği tabanları. Tabanında 87 adet yuvarlak çıkıntı var ve bunlar yürürken ayak tabanında oluşan darbeleri emerek dağıtıyor ve ekstra bir konfor sağlıyor. Oldukça esnek malzemelerden üretilen ayakkabıların özellikle yeni modelleri çok hafif. Ayağınızda varlığını hissetmiyorsunuz bile.Devamını oku→ Gündelik hayatta kullanmak üzere hem rahat hem de şık bir ayakkabı arayanlar için ideal. Hem spor hem de yarı resmi giyime uygun. Aynı zamanda oldukça dayanıklı. Yıllar önce satın aldıklarım bile gayet iyi durumdalar. Deri modeller, yine Camper mağazalarından temin edilebilen boya ile bakım yapıldığında ilk günkü kadar güzel oluyorlar. Camper ayakkabıların en büyük özelliği tabanları. Tabanında 87 adet yuvarlak çıkıntı var ve bunlar yürürken ayak tabanında oluşan darbeleri emerek dağıtıyor ve ekstra bir konfor sağlıyor. Oldukça esnek malzemelerden üretilen ayakkabıların özellikle yeni modelleri çok hafif. Ayağınızda varlığını hissetmiyorsunuz bile.Devamını oku→ Merhaba Gökhan bey. Öğretmenim; kumaş mı keten mi arasında keten seviyorum, kumaş hoşuma gitmiyor. Bana önerebileceğiniz kumaş görünümlü ketenler var mı? Ayrıca, taba rengi ayakkabı, krem rengi keten, taba rengi kemer, beyaz gömlek, şık bir saat kombini nasıl sizce? Yoksa krem yerine farklı bi renk mi seçmeliyim pantolon olarak? Bir de, kravat olarak hangi renk gider? Saygılar…(Serkan Bey, Adana)Krem rengi keten pantolon denince, gözümün önüne paçaları kıvırıp kumsalda yürüş yapan bir adam geliyor. Kravatla birlikte ciddi bir kullanıma uygun olduğunu pek düşünmüyorum; kumaşın hafifliğinden ve anında buruşabilme özelliğinden olsa gerek… Kumaş pantolon konusundaki tercihinize de hak veriyorum, ben de ceketin altına krem rengi kumaç pantolon giymiyorum. O zaman ne giyeceğiz derseniz, chino, khakis, kanvas, vb. şekillerde adlandırılan pamuklu kumaştan pantolonları deneyebilirsiniz. Ben genelde Dockers markasını tercih ediyorum; kesim, renk ve model olarak çok sayıda alternatif bulabiliyorum. Yandaki resimde iki farklı tarz var örneğin, siz de kendinize uygun bulduğunuz bir model tercih edebilirsiniz. Kışın da alternatif olarak, çok bariz fitilli olmayan kadife pantolonları düşünebilirsiniz.Devamını oku→ Krem rengi keten pantolon denince, gözümün önüne paçaları kıvırıp kumsalda yürüş yapan bir adam geliyor. Kravatla birlikte ciddi bir kullanıma uygun olduğunu pek düşünmüyorum; kumaşın hafifliğinden ve anında buruşabilme özelliğinden olsa gerek… Kumaş pantolon konusundaki tercihinize de hak veriyorum, ben de ceketin altına krem rengi kumaç pantolon giymiyorum. O zaman ne giyeceğiz derseniz, chino, khakis, kanvas, vb. şekillerde adlandırılan pamuklu kumaştan pantolonları deneyebilirsiniz. Ben genelde Dockers markasını tercih ediyorum; kesim, renk ve model olarak çok sayıda alternatif bulabiliyorum. Yandaki resimde iki farklı tarz var örneğin, siz de kendinize uygun bulduğunuz bir model tercih edebilirsiniz. Kışın da alternatif olarak, çok bariz fitilli olmayan kadife pantolonları düşünebilirsiniz.Devamını oku→ Ayakkabıların giyim konusundaki önemini sık sık vurguluyorum. Uygun ve temiz bir ayakkabı şık giyinmek isteyen erkeğin olmazsa olmazı. Bunun için sürekli yeni ayakkabı almanıza gerek yok, doğru alışveriş stratejisi ve düzenli bakım alışkanlıkları gayet yeterli (İnanmazsınız, 15 yıl önce satın aldığım bir ayakkabıyı giydim dün örneğin; görseniz en çok bir yıl önce satın aldığımı düşünürdünüz. Nasıl olduğunu aşağıda okuyabilirsiniz).Ayakkabı bakımı aslında alışveriş aşamasında başlıyor.Doğru ölçülerde ve kaliteli ayakkabılar satın almak (Ayakkabı Satın Alırkenbaşlıklı okumanızı öneririm) işin kilit noktası. Kalitesiz bir ayakkabıya her gün bakım yapsanız bile kısa sürede yıpranacağı için bir süreden sonra düzgün görünmesini sağlayamazsınız. Aynı şekilde, ayağınıza büyük, küçük ya da dar olan bir ayakkabı satın aldığınızda ayakkabı kısa sürede deforme olacaktır. Örneğin ayağınız taraklı ise, dar modeller tercih ettiğinizde ayakkabılarınız kısa sürede sağlam dayak yemiş boksöre dönecektir 🙂 Bu yüzden geniş modelleri, ya da ayakkabıları farklı genişliklerde üreten markaları tercih etmeniz gerekiyor.Devamını oku→ Ayakkabıların giyim konusundaki önemini sık sık vurguluyorum. Uygun ve temiz bir ayakkabı şık giyinmek isteyen erkeğin olmazsa olmazı. Bunun için sürekli yeni ayakkabı almanıza gerek yok, doğru alışveriş stratejisi ve düzenli bakım alışkanlıkları gayet yeterli (İnanmazsınız, 15 yıl önce satın aldığım bir ayakkabıyı giydim dün örneğin; görseniz en çok bir yıl önce satın aldığımı düşünürdünüz. Nasıl olduğunu aşağıda okuyabilirsiniz). Ayakkabı bakımı aslında alışveriş aşamasında başlıyor.Doğru ölçülerde ve kaliteli ayakkabılar satın almak (Ayakkabı Satın Alırkenbaşlıklı okumanızı öneririm) işin kilit noktası. Kalitesiz bir ayakkabıya her gün bakım yapsanız bile kısa sürede yıpranacağı için bir süreden sonra düzgün görünmesini sağlayamazsınız. Aynı şekilde, ayağınıza büyük, küçük ya da dar olan bir ayakkabı satın aldığınızda ayakkabı kısa sürede deforme olacaktır. Örneğin ayağınız taraklı ise, dar modeller tercih ettiğinizde ayakkabılarınız kısa sürede sağlam dayak yemiş boksöre dönecektir 🙂 Bu yüzden geniş modelleri, ya da ayakkabıları farklı genişliklerde üreten markaları tercih etmeniz gerekiyor.Devamını oku→ Kahverengi kotun üstüne kahverengi, lacivert ve beyaz karışımı kareli gömlek giydim; çok güzel oldu, olumlu yanıt aldım herkesten. Ama ayakkabıda kararsızım, hangi tür ve renk ayakkabı giymeliyim?(Emre, Antalya)Öncelikle, yazıya başlamadan önce kavram kargaşasını önlemek amacıylaKot, Denim, Blucin, Jean, Blue Jeanbaşlıklı yazımı okumanızı öneririm.Kahverengi pantolon altına giyilebilecek en kolay renk yine kahverengi. Teorik olarak pantolondan daha koyu bir kahverengi tonu tercih etmeniz daha uygun olur. Kıyafet içerisinde kahverenginin yanında mavi ya da lacivert varsa (sizin durumunuzda olduğu gibi); farklı ve sıra dışı bir tarz yaratmak adına lacivert bir ayakkabı da çok güzel bir tercih olacaktır. Aynı şekilde eğer kahverengiyi yeşil ve haki tonları ile birlikte kullanıyorsanız, yeşil tonlarında bir ayakkabı da tercih edebilirsiniz. Yine de bu şekilde farklı renkte ayakkabıların kısıtlı kullanım alanı olacağını; ayakkabılarınız ile aynı tonda bir kemere ihtiyacınız olacağını hatırlatayım.Devamını oku→ Öncelikle, yazıya başlamadan önce kavram kargaşasını önlemek amacıylaKot, Denim, Blucin, Jean, Blue Jeanbaşlıklı yazımı okumanızı öneririm. Kahverengi pantolon altına giyilebilecek en kolay renk yine kahverengi. Teorik olarak pantolondan daha koyu bir kahverengi tonu tercih etmeniz daha uygun olur. Kıyafet içerisinde kahverenginin yanında mavi ya da lacivert varsa (sizin durumunuzda olduğu gibi); farklı ve sıra dışı bir tarz yaratmak adına lacivert bir ayakkabı da çok güzel bir tercih olacaktır. Aynı şekilde eğer kahverengiyi yeşil ve haki tonları ile birlikte kullanıyorsanız, yeşil tonlarında bir ayakkabı da tercih edebilirsiniz. Yine de bu şekilde farklı renkte ayakkabıların kısıtlı kullanım alanı olacağını; ayakkabılarınız ile aynı tonda bir kemere ihtiyacınız olacağını hatırlatayım.Devamını oku→
|
15 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/ayakkabi-malzemeleri
|
Öncelikle ayakkabının erkek giyimindeki en önemli eleman olduğunu düşündüğümü ve büyük önem verdiğimi belirteyim. Ayakkabının kalitesinin genel olarak fiyatı ile doğru orantılı olacağını belirterek bu konuda bütçenizi zorlamanızı öneririm. Siz bakmayın atasözüne, dost da düşman da ilk olarak ayağa bakıyor. Birçok kişinin ilk tanıştığı insanı ayakkabılarına bakarak değerlendirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.Kaliteli bir ayakkabı İsviçre çakısı gibi çok özelliklidir 🙂 Hem şık, hem rahat, hem de dayanıklıdır; yıllar boyu formu bozulmadan rahatlıkla giyebilirsiniz. Su geçirmezlik, hava alma, özel tabanlar gibi özellikler ile gün boyu rahat edersiniz. Ama en önemlisi, ayakkabılar kendini ilk bakışta belli edecek kadar klas durur.“Bir ayakkabıya şu kadar para vereceğime ucuzundan iki tane alır sürekli yeni giyerim”düşüncesini doğru bulmam,“ucuz etin yahnisi yavan olur”deyimini hatırlatırım. Hem sıradan iki çift ayakkabınız olur, hem de ikisinin toplam ömrü hala daha kısa olur. Ayrıca emin olun, bir yıllık sıradan bir ayakkabı, 2-3 yıllık kaliteli bir ayakkabıya göre daha yıpranmış görünür.Devamını oku→ Öncelikle ayakkabının erkek giyimindeki en önemli eleman olduğunu düşündüğümü ve büyük önem verdiğimi belirteyim. Ayakkabının kalitesinin genel olarak fiyatı ile doğru orantılı olacağını belirterek bu konuda bütçenizi zorlamanızı öneririm. Siz bakmayın atasözüne, dost da düşman da ilk olarak ayağa bakıyor. Birçok kişinin ilk tanıştığı insanı ayakkabılarına bakarak değerlendirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Kaliteli bir ayakkabı İsviçre çakısı gibi çok özelliklidir 🙂 Hem şık, hem rahat, hem de dayanıklıdır; yıllar boyu formu bozulmadan rahatlıkla giyebilirsiniz. Su geçirmezlik, hava alma, özel tabanlar gibi özellikler ile gün boyu rahat edersiniz. Ama en önemlisi, ayakkabılar kendini ilk bakışta belli edecek kadar klas durur. “Bir ayakkabıya şu kadar para vereceğime ucuzundan iki tane alır sürekli yeni giyerim”düşüncesini doğru bulmam,“ucuz etin yahnisi yavan olur”deyimini hatırlatırım. Hem sıradan iki çift ayakkabınız olur, hem de ikisinin toplam ömrü hala daha kısa olur. Ayrıca emin olun, bir yıllık sıradan bir ayakkabı, 2-3 yıllık kaliteli bir ayakkabıya göre daha yıpranmış görünür.Devamını oku→
|
16 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/ayakkabi-renkleri
|
Takım elbise ile ilgili düşüncelerim ayakkabı konusunda da geçerli: Her erkeğin en az bir çift siyah ayakkabısı bulunmalı. Hatta, özel günlerde ve davetlerde giymek üzere çok iyi durumda bir çift ayakkabı kenarda beklemeli; özel bir davete mecburiyetten yıllardır giymekte olduğunuz yıpranmış bir ayakkabı ile gitmek istemezsiniz.Daha sonrasında bir yol ayrımına geliyoruz: Siyah ayakkabılarla devam etmek, ya da kahverengi ayakkabılara da bulaşmak. Bulaşmak diyorum, çünkü kahverengi ayakkabı demek kahverengi kemer, çanta, cüzdan hatta saat kayışı demek; ek maaliyet demek. Yolun henüz başında ve kıyafet konusunda sınırlı bütçesi olanlar için bir süre siyah ile devam etmek mantıklı olabilir, ama eninde sonunda kahverengi ile yolların keşişmesi kaçınılmaz olacak.Devamını oku→ Takım elbise ile ilgili düşüncelerim ayakkabı konusunda da geçerli: Her erkeğin en az bir çift siyah ayakkabısı bulunmalı. Hatta, özel günlerde ve davetlerde giymek üzere çok iyi durumda bir çift ayakkabı kenarda beklemeli; özel bir davete mecburiyetten yıllardır giymekte olduğunuz yıpranmış bir ayakkabı ile gitmek istemezsiniz. Daha sonrasında bir yol ayrımına geliyoruz: Siyah ayakkabılarla devam etmek, ya da kahverengi ayakkabılara da bulaşmak. Bulaşmak diyorum, çünkü kahverengi ayakkabı demek kahverengi kemer, çanta, cüzdan hatta saat kayışı demek; ek maaliyet demek. Yolun henüz başında ve kıyafet konusunda sınırlı bütçesi olanlar için bir süre siyah ile devam etmek mantıklı olabilir, ama eninde sonunda kahverengi ile yolların keşişmesi kaçınılmaz olacak.Devamını oku→
|
17 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/ayakkabi-tabani
|
Öncelikle ayakkabının erkek giyimindeki en önemli eleman olduğunu düşündüğümü ve büyük önem verdiğimi belirteyim. Ayakkabının kalitesinin genel olarak fiyatı ile doğru orantılı olacağını belirterek bu konuda bütçenizi zorlamanızı öneririm. Siz bakmayın atasözüne, dost da düşman da ilk olarak ayağa bakıyor. Birçok kişinin ilk tanıştığı insanı ayakkabılarına bakarak değerlendirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.Kaliteli bir ayakkabı İsviçre çakısı gibi çok özelliklidir 🙂 Hem şık, hem rahat, hem de dayanıklıdır; yıllar boyu formu bozulmadan rahatlıkla giyebilirsiniz. Su geçirmezlik, hava alma, özel tabanlar gibi özellikler ile gün boyu rahat edersiniz. Ama en önemlisi, ayakkabılar kendini ilk bakışta belli edecek kadar klas durur.“Bir ayakkabıya şu kadar para vereceğime ucuzundan iki tane alır sürekli yeni giyerim”düşüncesini doğru bulmam,“ucuz etin yahnisi yavan olur”deyimini hatırlatırım. Hem sıradan iki çift ayakkabınız olur, hem de ikisinin toplam ömrü hala daha kısa olur. Ayrıca emin olun, bir yıllık sıradan bir ayakkabı, 2-3 yıllık kaliteli bir ayakkabıya göre daha yıpranmış görünür.Devamını oku→ Öncelikle ayakkabının erkek giyimindeki en önemli eleman olduğunu düşündüğümü ve büyük önem verdiğimi belirteyim. Ayakkabının kalitesinin genel olarak fiyatı ile doğru orantılı olacağını belirterek bu konuda bütçenizi zorlamanızı öneririm. Siz bakmayın atasözüne, dost da düşman da ilk olarak ayağa bakıyor. Birçok kişinin ilk tanıştığı insanı ayakkabılarına bakarak değerlendirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Kaliteli bir ayakkabı İsviçre çakısı gibi çok özelliklidir 🙂 Hem şık, hem rahat, hem de dayanıklıdır; yıllar boyu formu bozulmadan rahatlıkla giyebilirsiniz. Su geçirmezlik, hava alma, özel tabanlar gibi özellikler ile gün boyu rahat edersiniz. Ama en önemlisi, ayakkabılar kendini ilk bakışta belli edecek kadar klas durur. “Bir ayakkabıya şu kadar para vereceğime ucuzundan iki tane alır sürekli yeni giyerim”düşüncesini doğru bulmam,“ucuz etin yahnisi yavan olur”deyimini hatırlatırım. Hem sıradan iki çift ayakkabınız olur, hem de ikisinin toplam ömrü hala daha kısa olur. Ayrıca emin olun, bir yıllık sıradan bir ayakkabı, 2-3 yıllık kaliteli bir ayakkabıya göre daha yıpranmış görünür.Devamını oku→
|
18 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/bagcikli-ayakkabi
|
Türkiye’de pek bulunmasa da, yurt dışında ayakkabı modellerini tanımlayan çeşitli terimler mevcut; yurt dışından alışveriş yapanlar ve konuyla ilgilenenler için genel bir bilgilendirme yazısı yazayım istedim.Oxford (ya da Balmoral):Oxford kelimesi -hatalı olarak- bağcıklı ayakkabıları genellemek için de kullanılmakla birlikte, aslen ayakkabının bağcık kısmının tasarımını anlatan bir terimdir. Bağcık deliklerinin bulunduğu kulakçıkların alt uçlarının gövdenin içine iliştirilmiş şekilde kapalı olduğu, “Kapalı bağcık” olarak da ifade edilen modeldir.Derby (ya da Blücher):Derby modeli de yine bağcık kısmının tasarımı ile tanımlanabilir. “Açık bağcık” olarak da ifade edilir, bağcık deliklerinin bulunduğu kulakçıkların alt uçlarının açık olduğu modeldir. Eskiden çok kullanırdım, ama daha önce de belirttiğim üzere artık “Oxford” modellerini tercih ediyorum.Devamını oku→ Türkiye’de pek bulunmasa da, yurt dışında ayakkabı modellerini tanımlayan çeşitli terimler mevcut; yurt dışından alışveriş yapanlar ve konuyla ilgilenenler için genel bir bilgilendirme yazısı yazayım istedim. Oxford (ya da Balmoral):Oxford kelimesi -hatalı olarak- bağcıklı ayakkabıları genellemek için de kullanılmakla birlikte, aslen ayakkabının bağcık kısmının tasarımını anlatan bir terimdir. Bağcık deliklerinin bulunduğu kulakçıkların alt uçlarının gövdenin içine iliştirilmiş şekilde kapalı olduğu, “Kapalı bağcık” olarak da ifade edilen modeldir. Derby (ya da Blücher):Derby modeli de yine bağcık kısmının tasarımı ile tanımlanabilir. “Açık bağcık” olarak da ifade edilir, bağcık deliklerinin bulunduğu kulakçıkların alt uçlarının açık olduğu modeldir. Eskiden çok kullanırdım, ama daha önce de belirttiğim üzere artık “Oxford” modellerini tercih ediyorum.Devamını oku→ Merhaba, ben üniversite son sınıf öğrencisiyim ve takım elbise almak istiyorum. İş görüşmeleri ve bir projenin sunumunda kullanmayı planlıyorum. Nasıl bir takım elbise ve ayakkabı önerirsiniz?(Safa Aslan, İstanbul)Takım Elbise Alırken: Renk Seçimibaşlıklı yazımda ilk takım elbise için önerim şöyle olmuştu: “Olabildiğince koyu, siyaha yakın bir tonda; desensiz, düz renkte lacivert. Hem beyaz, hem de mavi gömlekler ve hemen her renkte kravatla giyebilirsiniz”.Bu şekilde, farklı renk kombinasyonları ile her seferinde başka bir takım elbise giymiş gibi bir hava yaratabilirsiniz. Ayrıca lacivert takım elbise, doğru renkte gömlek ve kravatlarla, takım elbise giymeniz gereken her ortam için uygun olacaktır.Çizgili desenler sizi kombinasyonlar konusunda oldukça kısıtlayacağı için, ilk takım elbisenizi kesinlikle düz renk almanızı öneririm.Ayakkabı konusuna gelince; kesinlikle bağcıklı, yuvarlak burunlu, parlak olmayan siyah bir ayakkabı alın derim (Lacivert takım elbisenin altına kahvarengi ayakkabıları daha şık bulmakla birlikte, başlangıçta sizi kısıtlayacağı için siyah rengi tercih edin).Devamını oku→ Takım Elbise Alırken: Renk Seçimibaşlıklı yazımda ilk takım elbise için önerim şöyle olmuştu: “Olabildiğince koyu, siyaha yakın bir tonda; desensiz, düz renkte lacivert. Hem beyaz, hem de mavi gömlekler ve hemen her renkte kravatla giyebilirsiniz”. Bu şekilde, farklı renk kombinasyonları ile her seferinde başka bir takım elbise giymiş gibi bir hava yaratabilirsiniz. Ayrıca lacivert takım elbise, doğru renkte gömlek ve kravatlarla, takım elbise giymeniz gereken her ortam için uygun olacaktır. Çizgili desenler sizi kombinasyonlar konusunda oldukça kısıtlayacağı için, ilk takım elbisenizi kesinlikle düz renk almanızı öneririm. Ayakkabı konusuna gelince; kesinlikle bağcıklı, yuvarlak burunlu, parlak olmayan siyah bir ayakkabı alın derim (Lacivert takım elbisenin altına kahvarengi ayakkabıları daha şık bulmakla birlikte, başlangıçta sizi kısıtlayacağı için siyah rengi tercih edin).Devamını oku→
|
19 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/balo
|
Mevsim yaklaştı, onlarca soru almaya başladım; acilen bir yazı yazarak gençlerin bu kanayan yarasına el atayım istedim.Öncelikle sorunu tespit etmekle başlayayım. Zamanında bizler yaptık, sizler de yapıyorsunuz eminim; bir farklı olma çabaları, bir çılgınlık hayalleri şüphesiz delikanlıların kafalarında dört dönüyor. Hemen cevap vereyim: Dönmesin! 🙂Bana gelen soruların neredeyse tamamında keten pantolon, spor ayakkabı, vb. geçiyor. Ancak kazın ayağı öyle değil maalesef. İsminden de anlaşılacağı üzere mezuniyet balosu bir balo ve baloya smokin ile gidilir. Yaşınız itibariyle smokin sahibi olmayabilirsiniz, bu durumda:1. Bütçeniz müsaitse smokin satın alıp benzer durumlarda yıllarca kullanabilirsiniz. Satın alacağınız smokini uzun yıllar kullanmak istiyorsanız şu an için moda olan şeylere pek girmeyin derim (Örneğin son Oscar törenlerinde bol bol gördüğümüz lacivert ya da çok çok ince yakalar, lacivert smokinler, vb). Ancak elbette yazılarımda belirttiğimceketvepantolonölçülerine özen gösterin; yıllarca giyeceğim, klasik olsun diye babalarımızın zamanından kalan modelleri de satın almayın.2. Ailenizde bedeninize uygun smokin sahibi bir yakınınız varsa bir gece için ödünç alabilirsiniz.Devamını oku→ Mevsim yaklaştı, onlarca soru almaya başladım; acilen bir yazı yazarak gençlerin bu kanayan yarasına el atayım istedim. Öncelikle sorunu tespit etmekle başlayayım. Zamanında bizler yaptık, sizler de yapıyorsunuz eminim; bir farklı olma çabaları, bir çılgınlık hayalleri şüphesiz delikanlıların kafalarında dört dönüyor. Hemen cevap vereyim: Dönmesin! 🙂 Bana gelen soruların neredeyse tamamında keten pantolon, spor ayakkabı, vb. geçiyor. Ancak kazın ayağı öyle değil maalesef. İsminden de anlaşılacağı üzere mezuniyet balosu bir balo ve baloya smokin ile gidilir. Yaşınız itibariyle smokin sahibi olmayabilirsiniz, bu durumda: 1. Bütçeniz müsaitse smokin satın alıp benzer durumlarda yıllarca kullanabilirsiniz. Satın alacağınız smokini uzun yıllar kullanmak istiyorsanız şu an için moda olan şeylere pek girmeyin derim (Örneğin son Oscar törenlerinde bol bol gördüğümüz lacivert ya da çok çok ince yakalar, lacivert smokinler, vb). Ancak elbette yazılarımda belirttiğimceketvepantolonölçülerine özen gösterin; yıllarca giyeceğim, klasik olsun diye babalarımızın zamanından kalan modelleri de satın almayın. 2. Ailenizde bedeninize uygun smokin sahibi bir yakınınız varsa bir gece için ödünç alabilirsiniz.Devamını oku→
|
20 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/blazer-ceket
|
Benim kahverengi bir pantolonum var. Birlikte kullanmak için dirsekleri yamalı krem rengi bir ceket aldım. Buna uygun gömlek ve kravat önerileriniz nasıl olur? Bir de lacivert takımımın ceketiyle bir eşleştirme çirkin olur mu?(Mehmet Yılmaz, Ankara)Öncelikle ikinci sorunuzdan başlayayım. Bence takım elbisenizin ceketini yalnızca takım elbisenizin pantolonu ile kullanın. En basit gerekçe olarak, ceket yıprandığında ya da bir şekilde zarar gördüğünde takım elbisenizin kullanılmaz duruma geleceğini göstereyim. Bununla birlikte, tek ceketlerin takım elbise ceketlerinden kumaş, kesim ya da düğme tarzları olarak daha farklı olması gerektiğini düşünüyorum.Kahverengi bir pantolonu lacivert bir ceket ile giyebilirsiniz, çok da şık olur (Yine de kahverenginin tonuna bağlı olacak şekilde bir not düşeyim. Şahsen açık, sütlü kahve tonlarını tercih ettiğimi ekleyeyim). Hele yandaki resimdeki gibi kahverengi tonlarında düğmeleri olursa tadından yenmez olur.Lacivert ceket ve kahverengi pantolon için aşağıya çeşitli gömlek ve kravat kombinasyonlarını gösteren bir resim ekledim. Elbette daha birçok farklı kombinasyon yapılabilir, ben aklıma ilk gelenleri bir araya getirmeye çalıştım. Ek olarak, gömlekleri kravatsız olarak da kullanmanızın mümkün olduğunu belirtmek isterim.Devamını oku→ Öncelikle ikinci sorunuzdan başlayayım. Bence takım elbisenizin ceketini yalnızca takım elbisenizin pantolonu ile kullanın. En basit gerekçe olarak, ceket yıprandığında ya da bir şekilde zarar gördüğünde takım elbisenizin kullanılmaz duruma geleceğini göstereyim. Bununla birlikte, tek ceketlerin takım elbise ceketlerinden kumaş, kesim ya da düğme tarzları olarak daha farklı olması gerektiğini düşünüyorum. Kahverengi bir pantolonu lacivert bir ceket ile giyebilirsiniz, çok da şık olur (Yine de kahverenginin tonuna bağlı olacak şekilde bir not düşeyim. Şahsen açık, sütlü kahve tonlarını tercih ettiğimi ekleyeyim). Hele yandaki resimdeki gibi kahverengi tonlarında düğmeleri olursa tadından yenmez olur. Lacivert ceket ve kahverengi pantolon için aşağıya çeşitli gömlek ve kravat kombinasyonlarını gösteren bir resim ekledim. Elbette daha birçok farklı kombinasyon yapılabilir, ben aklıma ilk gelenleri bir araya getirmeye çalıştım. Ek olarak, gömlekleri kravatsız olarak da kullanmanızın mümkün olduğunu belirtmek isterim.Devamını oku→
|
21 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/blog
|
AdamGibiGiyin’i ilk kez ziyaret ediyorsanız, okumayaburadanbaşlamanızı öneririm.Farkettiğiniz üzere bir süredir yazamıyorum. Sebebi suskunluğum, altı ay önce giriştiğim büyük çaplı ve kritik bir yazılım projesidir. Son dönemlerde günde 3-4 saat uyuyorum diyeyim, siz anlayın gerisini…Projenin acil kısmının sonuna geldik, bundan sonra daha insanca yaşayacağım (5-6 saatlik uyku filan) ve Adam Gibi Giyin’e kaldığım yerden devam edeceğim.Öncelikle, yazı yazamadığım dönemde e-posta ile birçok soru aldım; ancak maalesef ilgilenemedim, kendilerinden bu durumu mazur görmelerini rica ediyorum (bkz. ilk paragraf). Bu e-postalar arasından bir kısmını zaman içerisindeSoru-Cevapbölümünde yayımlayacağım.Ayrıca, yalnızca çorap üzerine e-ticaret yapanchetik.com‘un kurucusu Turgut Bey, kullanıp değerlendirmem için lütfedip iki farklı marka çorap göndermiş; yazı yazamadığım dönemde uzunca deneme fırsatı bulduğum bu çoraplar üzerine de bir yazı yazacağım (Güncelleme:Yazdım bile).Son olarak, daha uzun mesafelere seyahat edebilmek (açılışı yaz sonunda Yunanistan ile yaptık) üzere motosikletimi yeniledim; iki teker üzerinde daha fazla vakit geçirdikçe bu konuda da “adam gibi giyinmek” ve “adam gibi kullanmak” konularında çok söz birikti. “Motosiklet” başlıklı yeni bir başlık altında bunları da aktarmaya başlayacağım.Birkaç güne görüşmek üzere…Lütfen kendinize, hayatınıza, yaptığınız işe ve çevrenize özen göstermeyi ihmal etmeyin! AdamGibiGiyin’i ilk kez ziyaret ediyorsanız, okumayaburadanbaşlamanızı öneririm. Farkettiğiniz üzere bir süredir yazamıyorum. Sebebi suskunluğum, altı ay önce giriştiğim büyük çaplı ve kritik bir yazılım projesidir. Son dönemlerde günde 3-4 saat uyuyorum diyeyim, siz anlayın gerisini… Projenin acil kısmının sonuna geldik, bundan sonra daha insanca yaşayacağım (5-6 saatlik uyku filan) ve Adam Gibi Giyin’e kaldığım yerden devam edeceğim. Öncelikle, yazı yazamadığım dönemde e-posta ile birçok soru aldım; ancak maalesef ilgilenemedim, kendilerinden bu durumu mazur görmelerini rica ediyorum (bkz. ilk paragraf). Bu e-postalar arasından bir kısmını zaman içerisindeSoru-Cevapbölümünde yayımlayacağım. Ayrıca, yalnızca çorap üzerine e-ticaret yapanchetik.com‘un kurucusu Turgut Bey, kullanıp değerlendirmem için lütfedip iki farklı marka çorap göndermiş; yazı yazamadığım dönemde uzunca deneme fırsatı bulduğum bu çoraplar üzerine de bir yazı yazacağım (Güncelleme:Yazdım bile). Son olarak, daha uzun mesafelere seyahat edebilmek (açılışı yaz sonunda Yunanistan ile yaptık) üzere motosikletimi yeniledim; iki teker üzerinde daha fazla vakit geçirdikçe bu konuda da “adam gibi giyinmek” ve “adam gibi kullanmak” konularında çok söz birikti. “Motosiklet” başlıklı yeni bir başlık altında bunları da aktarmaya başlayacağım. Birkaç güne görüşmek üzere…Lütfen kendinize, hayatınıza, yaptığınız işe ve çevrenize özen göstermeyi ihmal etmeyin! Uzunca bir zamandır yazmayı ihmal ettiğimin farkındayım; inanılmaz yoğun bir proje döneminin sonuna gelmiş durumdayım. Muhtemelen 1-2 hafta içerisinde tekrar yazmaya başlayacağım.İlk yazı gelene kadar sizlere jilet gibi güzel bir yıl dilemek istedim. Başta bu gece olmak üzere lütfen adam gibi giyinmeye, adam gibi davranmaya, adam gibi içmeye ve adam gibi eğlenmeye özen gösterin. Ama en önemlisi, birlikte olduğunuz insanlara adam gibi davranmaya…Not: Benim için adam gibi eğlenmek, kenarda saksı gibi oturup kasım kasım kasılmak değil; hakkını vererek, dans ederek “gerçekten eğlenmek”, ama asla maymun olmamak demektir🙂 Uzunca bir zamandır yazmayı ihmal ettiğimin farkındayım; inanılmaz yoğun bir proje döneminin sonuna gelmiş durumdayım. Muhtemelen 1-2 hafta içerisinde tekrar yazmaya başlayacağım. İlk yazı gelene kadar sizlere jilet gibi güzel bir yıl dilemek istedim. Başta bu gece olmak üzere lütfen adam gibi giyinmeye, adam gibi davranmaya, adam gibi içmeye ve adam gibi eğlenmeye özen gösterin. Ama en önemlisi, birlikte olduğunuz insanlara adam gibi davranmaya… Not: Benim için adam gibi eğlenmek, kenarda saksı gibi oturup kasım kasım kasılmak değil; hakkını vererek, dans ederek “gerçekten eğlenmek”, ama asla maymun olmamak demektir🙂 Cumartesi günü tam daşu yazımdatarif ettiğim bir durum ile karşılaştım. Kendi adıma bunlara kulak tıkamayı öğrendim, ama hiç tanımadığım bir kişinin herhangi bir günahı olmadığı halde itham edilmesine, hakarete maruz kalmasına kayıtsız kalamadım. Doğrudan ulaşma şansım olmadığı için kendisine hem teşekkür etmek, hem de konuyla ilgili bir açıklama ile destek vermek amacıyla kısa bir yazı yazayım istedim.Bu siteyi okuyanlar bilirler, herhangi bir maddi beklentim olmadan yazıyorum yazıları. Yıllar içinde edindiğim deneyimleri paylaşmak, konuya ilgisi olanlara yardımcı olmak, üzerine bir de sayısız teşekkür mesajı almak beni inanılmaz mutlu ediyor. Ekşi Sözlük’te de bir yazar, okuduğundan memnun kalmış olmalı ki -sağ olsun- kendisine saklamamış, başkalarına da faydası olsun diyebir yazıile paylaşmış. Bundan sonra da bahsettiğim zihniyet devreye girmiş; yok yazı reklam amaçlı olarak yazmış da, siteye Google araması ile ulaşmak mümkün değilmiş de, falan filan. Bunları yazan arkadaşın ne gibi bir üretimi, topluma nasıl faydası olduğunu bilmiyorum ama bulup beğendiği bir bilgiyi paylaşmak isteyen (özetle üreten, fayda sağlamaya çalışan) tanımadığı birisine böyle dayanaksız ithamlarda bulunması benim kabul edebileceğim, algılayabileceğim bir zihniyet değil maalesef. Türk Dil Kurumu’nun“Meyve veren ağaç taşlanır”olarak tanımladığı bu durum, buradan bakıldığında da (kendisini tanımam etmem, kusuruma bakmasın) “Cahil küstahlığı” olarak görünüyor.Devamını oku→ Cumartesi günü tam daşu yazımdatarif ettiğim bir durum ile karşılaştım. Kendi adıma bunlara kulak tıkamayı öğrendim, ama hiç tanımadığım bir kişinin herhangi bir günahı olmadığı halde itham edilmesine, hakarete maruz kalmasına kayıtsız kalamadım. Doğrudan ulaşma şansım olmadığı için kendisine hem teşekkür etmek, hem de konuyla ilgili bir açıklama ile destek vermek amacıyla kısa bir yazı yazayım istedim. Bu siteyi okuyanlar bilirler, herhangi bir maddi beklentim olmadan yazıyorum yazıları. Yıllar içinde edindiğim deneyimleri paylaşmak, konuya ilgisi olanlara yardımcı olmak, üzerine bir de sayısız teşekkür mesajı almak beni inanılmaz mutlu ediyor. Ekşi Sözlük’te de bir yazar, okuduğundan memnun kalmış olmalı ki -sağ olsun- kendisine saklamamış, başkalarına da faydası olsun diyebir yazıile paylaşmış. Bundan sonra da bahsettiğim zihniyet devreye girmiş; yok yazı reklam amaçlı olarak yazmış da, siteye Google araması ile ulaşmak mümkün değilmiş de, falan filan. Bunları yazan arkadaşın ne gibi bir üretimi, topluma nasıl faydası olduğunu bilmiyorum ama bulup beğendiği bir bilgiyi paylaşmak isteyen (özetle üreten, fayda sağlamaya çalışan) tanımadığı birisine böyle dayanaksız ithamlarda bulunması benim kabul edebileceğim, algılayabileceğim bir zihniyet değil maalesef. Türk Dil Kurumu’nun“Meyve veren ağaç taşlanır”olarak tanımladığı bu durum, buradan bakıldığında da (kendisini tanımam etmem, kusuruma bakmasın) “Cahil küstahlığı” olarak görünüyor.Devamını oku→
|
22 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/bordo-ayakkabi
|
Takım elbise ile ilgili düşüncelerim ayakkabı konusunda da geçerli: Her erkeğin en az bir çift siyah ayakkabısı bulunmalı. Hatta, özel günlerde ve davetlerde giymek üzere çok iyi durumda bir çift ayakkabı kenarda beklemeli; özel bir davete mecburiyetten yıllardır giymekte olduğunuz yıpranmış bir ayakkabı ile gitmek istemezsiniz.Daha sonrasında bir yol ayrımına geliyoruz: Siyah ayakkabılarla devam etmek, ya da kahverengi ayakkabılara da bulaşmak. Bulaşmak diyorum, çünkü kahverengi ayakkabı demek kahverengi kemer, çanta, cüzdan hatta saat kayışı demek; ek maaliyet demek. Yolun henüz başında ve kıyafet konusunda sınırlı bütçesi olanlar için bir süre siyah ile devam etmek mantıklı olabilir, ama eninde sonunda kahverengi ile yolların keşişmesi kaçınılmaz olacak.Devamını oku→ Takım elbise ile ilgili düşüncelerim ayakkabı konusunda da geçerli: Her erkeğin en az bir çift siyah ayakkabısı bulunmalı. Hatta, özel günlerde ve davetlerde giymek üzere çok iyi durumda bir çift ayakkabı kenarda beklemeli; özel bir davete mecburiyetten yıllardır giymekte olduğunuz yıpranmış bir ayakkabı ile gitmek istemezsiniz. Daha sonrasında bir yol ayrımına geliyoruz: Siyah ayakkabılarla devam etmek, ya da kahverengi ayakkabılara da bulaşmak. Bulaşmak diyorum, çünkü kahverengi ayakkabı demek kahverengi kemer, çanta, cüzdan hatta saat kayışı demek; ek maaliyet demek. Yolun henüz başında ve kıyafet konusunda sınırlı bütçesi olanlar için bir süre siyah ile devam etmek mantıklı olabilir, ama eninde sonunda kahverengi ile yolların keşişmesi kaçınılmaz olacak.Devamını oku→
|
23 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/bot
|
Eh, her gün takım elbise giymiyoruz; Clark Kent’ten Superman’e döndüğümüz zamanlar da var…Tahmin edeceğiniz gibi “Takım elbise ile giydiğiniz bir paltoyu, pardösüyü günlük kıyafetlerinizle (ya da tersi) giymeseniz iyi olur” diyerek başlayacağım. Tüm kış boyunca bir tek paltoya, arsız veledin“Vuracam kırbacı, vuracam kırbacı”diyerek yavru eşeğe yaptığı muameleyi yapmanın alemi yok 🙂Yazılarımı yeni okuyanlar için tekrar hatırlatayım; dogmatik ve didaktik söylemlerden kaçınmaya çalışan bir şahsiyet olmam itibarıyla, yazılarımda“şunu, bunu yapın/yapmayın”yerine kendi tercihlerimi aktarıyorum; yine öyle yapacağım.İstanbul gibi kışları nispeten yumuşak geçen bir şehirde yaşamanın avantajı ile benim neredeyse tüm kış boyunca tercihim deri montlar oluyor. Takım elbisenin aksine, spor kıyafetlerimde toprak tonlarını da kullandığım için hem siyah hem de kahverengi deri montlarım var. Palto, ceket, vb. gibi görünen deri montlar yerine, tarzı “motosiklet montu” olarak adlandırılan yandakine benzer modelleri tercih ediyorum.Deri mont ile yalnızcadenimpantolonlar; onun da altına her zaman deri bot giyiyorum. Yıllardır tarzından ve kalitesinden çok memnun olduğum OXS botlardan pek şaşmıyorum.Denim pantolonların paça genişliği ve boyu konusunda da birkaç şey yazayım. Takım elbiselerde olduğu gibi, günlük giyimde de gün geçtikçe da paçalar daralıyor ve paça boyları da kısalıyor. Ben denim pantolonlarda da paça genişliğini 20 cm kullanıyorum (Bacaklarım bir miktar “edeleli” olduğu için daha dar giyemiyorum). Buradaki tek kriterim, pantolonun bacağıma yapışmaması. Birçok yazımda belirttiğim üzere, insanların güzel yönlerini ortaya çıkarıp estetik olmayan yerlerini gizleyecek şekilde giyinmesi gerektiğine inanıyorum. Erkek bacaklarının da tayt gibi dar pantolonlar giyerek insanların gözüne sokulacak kadar güzel şeyler olmadığını düşünüyorum.Paça uzunluğuna gelirsek, yine “ayakkabımızı ortaya çıkaracak kadar kısa, bilekleri göstermeyecek kadar uzun” şeklinde teorik bilgi ile yandaki örneği vereyim (“Neden bilek görünmesin?” sorusuna cevabım, aynen yukarıda belirttiğim şekilde, erkek ayak bileklerinin sağa sola gösterecek kadar estetik olmadığını düşünmemdir. Çok seksi ayak bilekleriniz olduğunu düşünüyorsanız, çekin paçaları yukarı! 😀 ). Ben yandaki fotoğraftaki kadar, ya da 1-2 cm daha kısa olacak şekilde kullanmayı tercih ediyorum. Buradaki botları da oldukça şık bulduğumu ekleyeyim.Bir de paça kıvırma konusu var. Açıkası örnek vermek için bir saat görsel aradım internette, bir tane paçası kıvrık olmayan görsel bulamadım. Şahsi tercihim paçaları kıvırmamak yönünde, nedeni ise ayrı bir yazının konusu olsun.Elbette biraz daha şık olmam gereken ortamlar da oluyor. O zaman ise takım elbise ile giydiğim paltonun biraz kısa olanını (eteği kalça altına gelecek şekilde), ya da yağmura daha dayanıklı bir parka kullanıyorum.Burada renk olarak tercihim koyu lacivert; günlük hayatta tercih ettiğim renkler (mavi, lacivert denim, kahverengi tonlarındakanvaspantolonlar; gri, lacivert, yeşil kazaklar ve trikolar; mavi gömlek üzeri lacivert süveter, vb.) ile çok daha kullanışlı.Bu kıyafetlerle de yine bot giyiyorum, ama bu sefer aşağıdaki gibi biraz daha şık bir model tercih ediyorum.Bir de İstanbul’da kar yağdığı iki üç günde ve soğuk memleketleri ziyaret ettiğimde kullandığım bir kaz tüyü montum var. Altına yine denim ve botlar… Bu sefer tamamen fonksiyonel botlar tercih ediyorum, bütün gün yağmur çamur içinde kalsam bile ayaklarımın donmamasını ya da ıslanmamasını sağlamalarını istiyorum.Son olarak da aksesuarları yazayım. Spor dışında bere kullanmıyorum, beyzbol şapkası asla takmıyorum. Daha önce deyazlık giyim ile ilgili yazımdaörnek verdiğim kasketlerin yünlü olanlarını tercih ediyorum.Her dışarı çıktığımda kıyafetimle uygun renkte bir atkı sarıyorum boynuma. Takım elbise ile kaşmir atkı önermiştim ama deri mont ile kaşmir atkı bana çok narin geliyor; bu sefer tercihim daha kalın dokumalı ancak kesinlikle doğal malzemeden üretilmiş bir atkı oluyor.Genelde düz renkte ve gri, lacivert gibi parlak olmayan renkte atkılar kullanıyorum. Bir iki tane de enine çizgili atkım var, giydiklerim desensiz ya da tek renk ise; bu atkılarımı kullanıyorum.Eldiven olarak ise soğuk havalarda yine deri eldivenden şaşmıyorum. Biraz daha ılık havalarda ise parmaksız yün eldiven terih ediyorum; “rock”çı ruhuma pek uygun geliyor 🙂Kazak, gömlek, triko, bunların uyumu, vb. konularda yazacak birçok şey var; bu yazı burada bitsin; kazaklar da başka bir yazının konusu olsun. Eh, her gün takım elbise giymiyoruz; Clark Kent’ten Superman’e döndüğümüz zamanlar da var… Tahmin edeceğiniz gibi “Takım elbise ile giydiğiniz bir paltoyu, pardösüyü günlük kıyafetlerinizle (ya da tersi) giymeseniz iyi olur” diyerek başlayacağım. Tüm kış boyunca bir tek paltoya, arsız veledin“Vuracam kırbacı, vuracam kırbacı”diyerek yavru eşeğe yaptığı muameleyi yapmanın alemi yok 🙂 Yazılarımı yeni okuyanlar için tekrar hatırlatayım; dogmatik ve didaktik söylemlerden kaçınmaya çalışan bir şahsiyet olmam itibarıyla, yazılarımda“şunu, bunu yapın/yapmayın”yerine kendi tercihlerimi aktarıyorum; yine öyle yapacağım. İstanbul gibi kışları nispeten yumuşak geçen bir şehirde yaşamanın avantajı ile benim neredeyse tüm kış boyunca tercihim deri montlar oluyor. Takım elbisenin aksine, spor kıyafetlerimde toprak tonlarını da kullandığım için hem siyah hem de kahverengi deri montlarım var. Palto, ceket, vb. gibi görünen deri montlar yerine, tarzı “motosiklet montu” olarak adlandırılan yandakine benzer modelleri tercih ediyorum. Deri mont ile yalnızcadenimpantolonlar; onun da altına her zaman deri bot giyiyorum. Yıllardır tarzından ve kalitesinden çok memnun olduğum OXS botlardan pek şaşmıyorum. Denim pantolonların paça genişliği ve boyu konusunda da birkaç şey yazayım. Takım elbiselerde olduğu gibi, günlük giyimde de gün geçtikçe da paçalar daralıyor ve paça boyları da kısalıyor. Ben denim pantolonlarda da paça genişliğini 20 cm kullanıyorum (Bacaklarım bir miktar “edeleli” olduğu için daha dar giyemiyorum). Buradaki tek kriterim, pantolonun bacağıma yapışmaması. Birçok yazımda belirttiğim üzere, insanların güzel yönlerini ortaya çıkarıp estetik olmayan yerlerini gizleyecek şekilde giyinmesi gerektiğine inanıyorum. Erkek bacaklarının da tayt gibi dar pantolonlar giyerek insanların gözüne sokulacak kadar güzel şeyler olmadığını düşünüyorum. Paça uzunluğuna gelirsek, yine “ayakkabımızı ortaya çıkaracak kadar kısa, bilekleri göstermeyecek kadar uzun” şeklinde teorik bilgi ile yandaki örneği vereyim (“Neden bilek görünmesin?” sorusuna cevabım, aynen yukarıda belirttiğim şekilde, erkek ayak bileklerinin sağa sola gösterecek kadar estetik olmadığını düşünmemdir. Çok seksi ayak bilekleriniz olduğunu düşünüyorsanız, çekin paçaları yukarı! 😀 ). Ben yandaki fotoğraftaki kadar, ya da 1-2 cm daha kısa olacak şekilde kullanmayı tercih ediyorum. Buradaki botları da oldukça şık bulduğumu ekleyeyim. Bir de paça kıvırma konusu var. Açıkası örnek vermek için bir saat görsel aradım internette, bir tane paçası kıvrık olmayan görsel bulamadım. Şahsi tercihim paçaları kıvırmamak yönünde, nedeni ise ayrı bir yazının konusu olsun. Elbette biraz daha şık olmam gereken ortamlar da oluyor. O zaman ise takım elbise ile giydiğim paltonun biraz kısa olanını (eteği kalça altına gelecek şekilde), ya da yağmura daha dayanıklı bir parka kullanıyorum. Burada renk olarak tercihim koyu lacivert; günlük hayatta tercih ettiğim renkler (mavi, lacivert denim, kahverengi tonlarındakanvaspantolonlar; gri, lacivert, yeşil kazaklar ve trikolar; mavi gömlek üzeri lacivert süveter, vb.) ile çok daha kullanışlı. Bu kıyafetlerle de yine bot giyiyorum, ama bu sefer aşağıdaki gibi biraz daha şık bir model tercih ediyorum. Bir de İstanbul’da kar yağdığı iki üç günde ve soğuk memleketleri ziyaret ettiğimde kullandığım bir kaz tüyü montum var. Altına yine denim ve botlar… Bu sefer tamamen fonksiyonel botlar tercih ediyorum, bütün gün yağmur çamur içinde kalsam bile ayaklarımın donmamasını ya da ıslanmamasını sağlamalarını istiyorum. Son olarak da aksesuarları yazayım. Spor dışında bere kullanmıyorum, beyzbol şapkası asla takmıyorum. Daha önce deyazlık giyim ile ilgili yazımdaörnek verdiğim kasketlerin yünlü olanlarını tercih ediyorum. Her dışarı çıktığımda kıyafetimle uygun renkte bir atkı sarıyorum boynuma. Takım elbise ile kaşmir atkı önermiştim ama deri mont ile kaşmir atkı bana çok narin geliyor; bu sefer tercihim daha kalın dokumalı ancak kesinlikle doğal malzemeden üretilmiş bir atkı oluyor. Genelde düz renkte ve gri, lacivert gibi parlak olmayan renkte atkılar kullanıyorum. Bir iki tane de enine çizgili atkım var, giydiklerim desensiz ya da tek renk ise; bu atkılarımı kullanıyorum. Eldiven olarak ise soğuk havalarda yine deri eldivenden şaşmıyorum. Biraz daha ılık havalarda ise parmaksız yün eldiven terih ediyorum; “rock”çı ruhuma pek uygun geliyor 🙂 Kazak, gömlek, triko, bunların uyumu, vb. konularda yazacak birçok şey var; bu yazı burada bitsin; kazaklar da başka bir yazının konusu olsun. Timberlandmarkası ile lise yıllarımda tanıştım. 90’lı yıllarda çok fazla marka yoktu Türkiye’de, genelde yurt dışından getirtilirdi moda ürünler; bir gün bir baktık ki Timberland Ankara’da mağaza açtı. Ayakkabıları çok popüler, ancak öğrenci harçlığı için de gayet pahalı. Evde kural var, istediğim her şey alınmıyor; ya haketmem ya da para biriktirmem gerekiyor. Haketme hakkımı daha büyük şeyler için saklı tutarak, bir süre para biriktirip bir çift ayakkabı satın aldım; gözüm gibi bakıyorum çocuğa… Altı ay filan geçti, bir gün bir baktım tabanı enlemesine boydan boya yarılmış. Başımdan kaynar sular döküldü. Ne yapabilirim diye sormak için mağazaya götürdüm,“Biz onu bir incelemeye gönderelim”dediler. Aradan iki-üç hafta geçti, aradılar; üretim hatası nedeniyle yeni bir çift ayakkkabı vereceklerini söylediler. O yaştaki bir çocuğu herhalde daha iyi tavlayamazlardı. Markaya karşı inanılmaz bir sadakatim oluştu. Hakkını vereyim, o zamandan bugüne hiç de üzmediler beni. Hem Türkiye’den hem yurt dışından bugüne kadar onlarca çift ayakkabı, bir o kadar da tişört, gömlek, vb. almışımdır; hem çok memnun kullandım, hem de bir sorun anında hemen gereğini yaptılar. Türkiye’deki distribütörüDeridende müşteri memnuniyeti konusunda Amerika’yı pek aratmadı.Devamını oku→
|
24 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/canta
|
Bu sefer de olmusuz bir deneyimimden bahsedeceğim. Aslında Türkiye’de gördüğüm en geniş çanta koleksiyonu burada. Birbirinden güzel görünümlü birçok model arasından tam ihtiyacım olan, ufak ve ince bir çanta bulunca pek sevinmiştim (Fotoğraftakine benzer bir model). Ama sevincim burada kaldı, gerisi tamamen trajedi. Ayda ancak 1-2 kez kullandığım bu çantanın sapı 7-8 kullanımdan sonra koptu. İncelemeye gönderdim, üç hafta sonra tamir edilerek teslim edildi. 3-5 kullanımdan sonra hem iç hem dış tarafındaki fermuarların zaman zaman kapanmadığını farkettim. Tekrar götürdüm mağazaya, değişim istedim; “kullanıcı hatası” gerekçesiyle 3-4 hafta sonra olduğu gibi geri gönderildi. Madem fermuar kullanmayı bilmiyorum, kendilerinden “doğru fermuar kullanımı” konusunda bilgi istedim, havamı aldım. Elbette tekrar gönderdim; 3-4 hafta sonra geri geldi, galiba fermuarlardan birisini değiştirmişler; ama diğeri yine aynı durumda. Dördüncü kez gönderdiğimde ikinci fermuarı de değiştirdiler. Farklı bir fermuar kullanmışlar, iki fermuarın tutacak yerleri birbirinden farklı olmuş.Devamını oku→
|
25 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/ceket
|
Çok özet olarak, gömleklerde gördüğümüz “slim fit”, “regular fit” ibarelerine benzer şekilde, “drop” da ceketin farklı vücut tiplerine uygunluğunu belirtir.Aynı omuz genişliğine sahip sporcu (yağsız-kaslı) bir erkek ile, kocaman göbeği olan başka bir erkeğin aynı ceketi giymelerini bekleyemeyiz herhalde. Omuz genişlikleri (daha doğrusu göğüs çevreleri) aynı olduğuna göre, bu iki arkadaş aslında aynı beden ceket/takım elbise giyerler (Ceket bedeninin nasıl hesaplandığını aşağıda anlatacağım). Amma velakin ceketin düğmelerini iliklemeleri gerektiğinde; ceket ya birisine dar ya da ötekine bol gelecektir. Drop ibaresi, ceketin göbek bölgesindeki genişliğini gösterir; drop değeri ne kadar küçük olursa, göbek bölgesinde o kadar bol anlamına gelir. Ancak ülkemizdeki kullanımı biraz farklılaşmış durumda, yazının sonunda onu da açıklayacağım.Bir mühendis olarak böyle kuru kuruya ezbere bilgi vermek olmaz; bu değer nereden geliyor, nasıl hesaplanıyor onu da anlatayım:Bizim kullandığımız (Avrupa’nın çoğu ülkesinde olduğu gibi) bedenler şöyle hesaplanıyor: Göğüs çevrenizi ölçüyorsunuz, 4’ün katı olan en yakın sayıya yuvarlayıp 2’ye bölüyorsunuz. Örneğin ölçtünüz, 101 cm çıktı. 100’e yuvarlayıp 2’ye böldüğünüzde bulduğunuz“50”sayısı sizin ceket bedeniniz oluyor.Devamını oku→ Çok özet olarak, gömleklerde gördüğümüz “slim fit”, “regular fit” ibarelerine benzer şekilde, “drop” da ceketin farklı vücut tiplerine uygunluğunu belirtir. Aynı omuz genişliğine sahip sporcu (yağsız-kaslı) bir erkek ile, kocaman göbeği olan başka bir erkeğin aynı ceketi giymelerini bekleyemeyiz herhalde. Omuz genişlikleri (daha doğrusu göğüs çevreleri) aynı olduğuna göre, bu iki arkadaş aslında aynı beden ceket/takım elbise giyerler (Ceket bedeninin nasıl hesaplandığını aşağıda anlatacağım). Amma velakin ceketin düğmelerini iliklemeleri gerektiğinde; ceket ya birisine dar ya da ötekine bol gelecektir. Drop ibaresi, ceketin göbek bölgesindeki genişliğini gösterir; drop değeri ne kadar küçük olursa, göbek bölgesinde o kadar bol anlamına gelir. Ancak ülkemizdeki kullanımı biraz farklılaşmış durumda, yazının sonunda onu da açıklayacağım. Bir mühendis olarak böyle kuru kuruya ezbere bilgi vermek olmaz; bu değer nereden geliyor, nasıl hesaplanıyor onu da anlatayım: Bizim kullandığımız (Avrupa’nın çoğu ülkesinde olduğu gibi) bedenler şöyle hesaplanıyor: Göğüs çevrenizi ölçüyorsunuz, 4’ün katı olan en yakın sayıya yuvarlayıp 2’ye bölüyorsunuz. Örneğin ölçtünüz, 101 cm çıktı. 100’e yuvarlayıp 2’ye böldüğünüzde bulduğunuz“50”sayısı sizin ceket bedeniniz oluyor.Devamını oku→ Merhabalar, bir çaylak olarak (Üniversite 2. sınıf öğrencisiyim) siteniz o kadar şey öğretti ki bana, yıllarca uğraşsam öğrenemezdim düşüncesindeyim. Benim merak ettiğim asıl konu takım elbiseyi giydikten sonrası. Yani nerede ceket iliklenir, ceketin nerede çıkarılması gerekir; yani kısaca takım elbise ile nasıl hareket edilir, nasıl davranılır? Teşekkürler.(Berk A., İzmir)Öncelikle çok basit ve ana hatları ile özetleyeyim: Otururken ceket çıkarılır, ayakta iken düğmeleri iliklenir. Elbette istisnaları var, elbette uymayanı dövdükleri cinsten kurallar değil bunlar; ama mantıklı açıklamları var, onlardan bahsedeyim:Takım elbise şık görünmek için giyilir, haliyle ayakta iken düğmeleri iliklerseniz daha şık görünürsünüz. Ceket düğmelerinin de basit bir kuralı var, önceki bir yazımda bahsetmiştim: Ceketlerin en alt düğmesi iliklenmez. Üç düğmeli ceketlerde, dilerseniz en üst düğmeyi de iliklemeyebilirsiniz. Anlamsız ya da gereksiz görünebilir, ama kural böyle işte (Hikayeye göre, İngiliz kralı 7. Edward o kadar şişmanlamış ki, ceketinin en alt düğmesini ilikleyemez olmuş. Krala saygıdan, halkı da ceketlerinin en alt düğmesini iliklememeye başlamış ve bu gelenek günümüze kadar gelmiş).Devamını oku→ Öncelikle çok basit ve ana hatları ile özetleyeyim: Otururken ceket çıkarılır, ayakta iken düğmeleri iliklenir. Elbette istisnaları var, elbette uymayanı dövdükleri cinsten kurallar değil bunlar; ama mantıklı açıklamları var, onlardan bahsedeyim: Takım elbise şık görünmek için giyilir, haliyle ayakta iken düğmeleri iliklerseniz daha şık görünürsünüz. Ceket düğmelerinin de basit bir kuralı var, önceki bir yazımda bahsetmiştim: Ceketlerin en alt düğmesi iliklenmez. Üç düğmeli ceketlerde, dilerseniz en üst düğmeyi de iliklemeyebilirsiniz. Anlamsız ya da gereksiz görünebilir, ama kural böyle işte (Hikayeye göre, İngiliz kralı 7. Edward o kadar şişmanlamış ki, ceketinin en alt düğmesini ilikleyemez olmuş. Krala saygıdan, halkı da ceketlerinin en alt düğmesini iliklememeye başlamış ve bu gelenek günümüze kadar gelmiş).Devamını oku→ İşte geldik en önemli konuya. En iyi markanın en pahalı takım elbisesini alsanız, dünyanın parasını dökseniz bile; doğru bedeni almazsanız elbisenin üzerinizde sakil görünmesi kaçınılmazdır.Bu yüzden; eğer iyi bir terzi bulabilirseniz, bütçenize de uyarsa, bence en güzeli kendi beden ölçülerinize ve duruşunuza tam uyan bir elbise diktirmektir. Yine de beğendiğiniz tarz konusunda terzinizi bilgilendirmeniz ve yeri geldiğinde kendisini yönlendirmeniz gerektiğini hatırlatayım. Terzinizin zevkine göre değil, kendi zevkinize göre bir takım elbise diktiriyor olduğunuzu unutmayın.“Takım elbiseye tadilat yapılmaz, makas değen elbise adam olmaz” şeklinde yazılar okudum bir iki yerde. Eğer Adonis gibi ideal bir vücudunuz yoksa, hazır alınan bir takım elbisenin vücudunuza tam oturması pek mümkün değildir. Bu yüzden tadilattan geçirmeden giyeceğiniz bir takım elbise, hem kendinize hem de elbiseye hakaret olur. Düzgün bir terzinin elinde, her elbise adam gibi bir tadilattan geçer.Ayrıca, düzgün markaların hepsi ücretsiz tadilat hizmeti verirler. Ücretsiz tadilat hizmeti vermeyen markadan pek hayır gelmez, arkanızı dönüp uzaklaşmanızı tavsiye ederim. Tadilat dediğim de sadece pantolon paçası kısaltmaktan filan ibaret değildir. Daha önceki bir yazımda anlatmıştım, Brüksel Zegna’da benden yarım saat boyunca teyellemek suretiyle ölçü almışlardı. Ceketin kol ve etek boyu, bedeni, arkasındaki yırtmacı; pantolonun boyu, paçası, beli, vb. ile ilgili tadilat isteyebilirsiniz. İnsan vücudu tamamen simetrik değildir, ya da duruş bozukluğunuz olabilir; o yüzden ölçü alınırken tek taraflı ölçü alınmasına itiraz edin, her iki kol ya da paça için ayrı ayrı ölçü almalarını isteyin.Devamını oku→ İşte geldik en önemli konuya. En iyi markanın en pahalı takım elbisesini alsanız, dünyanın parasını dökseniz bile; doğru bedeni almazsanız elbisenin üzerinizde sakil görünmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden; eğer iyi bir terzi bulabilirseniz, bütçenize de uyarsa, bence en güzeli kendi beden ölçülerinize ve duruşunuza tam uyan bir elbise diktirmektir. Yine de beğendiğiniz tarz konusunda terzinizi bilgilendirmeniz ve yeri geldiğinde kendisini yönlendirmeniz gerektiğini hatırlatayım. Terzinizin zevkine göre değil, kendi zevkinize göre bir takım elbise diktiriyor olduğunuzu unutmayın. “Takım elbiseye tadilat yapılmaz, makas değen elbise adam olmaz” şeklinde yazılar okudum bir iki yerde. Eğer Adonis gibi ideal bir vücudunuz yoksa, hazır alınan bir takım elbisenin vücudunuza tam oturması pek mümkün değildir. Bu yüzden tadilattan geçirmeden giyeceğiniz bir takım elbise, hem kendinize hem de elbiseye hakaret olur. Düzgün bir terzinin elinde, her elbise adam gibi bir tadilattan geçer. Ayrıca, düzgün markaların hepsi ücretsiz tadilat hizmeti verirler. Ücretsiz tadilat hizmeti vermeyen markadan pek hayır gelmez, arkanızı dönüp uzaklaşmanızı tavsiye ederim. Tadilat dediğim de sadece pantolon paçası kısaltmaktan filan ibaret değildir. Daha önceki bir yazımda anlatmıştım, Brüksel Zegna’da benden yarım saat boyunca teyellemek suretiyle ölçü almışlardı. Ceketin kol ve etek boyu, bedeni, arkasındaki yırtmacı; pantolonun boyu, paçası, beli, vb. ile ilgili tadilat isteyebilirsiniz. İnsan vücudu tamamen simetrik değildir, ya da duruş bozukluğunuz olabilir; o yüzden ölçü alınırken tek taraflı ölçü alınmasına itiraz edin, her iki kol ya da paça için ayrı ayrı ölçü almalarını isteyin.Devamını oku→
|
26 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/ceket-pantolon-eslestirme
|
Benim kahverengi bir pantolonum var. Birlikte kullanmak için dirsekleri yamalı krem rengi bir ceket aldım. Buna uygun gömlek ve kravat önerileriniz nasıl olur? Bir de lacivert takımımın ceketiyle bir eşleştirme çirkin olur mu?(Mehmet Yılmaz, Ankara)Öncelikle ikinci sorunuzdan başlayayım. Bence takım elbisenizin ceketini yalnızca takım elbisenizin pantolonu ile kullanın. En basit gerekçe olarak, ceket yıprandığında ya da bir şekilde zarar gördüğünde takım elbisenizin kullanılmaz duruma geleceğini göstereyim. Bununla birlikte, tek ceketlerin takım elbise ceketlerinden kumaş, kesim ya da düğme tarzları olarak daha farklı olması gerektiğini düşünüyorum.Kahverengi bir pantolonu lacivert bir ceket ile giyebilirsiniz, çok da şık olur (Yine de kahverenginin tonuna bağlı olacak şekilde bir not düşeyim. Şahsen açık, sütlü kahve tonlarını tercih ettiğimi ekleyeyim). Hele yandaki resimdeki gibi kahverengi tonlarında düğmeleri olursa tadından yenmez olur.Lacivert ceket ve kahverengi pantolon için aşağıya çeşitli gömlek ve kravat kombinasyonlarını gösteren bir resim ekledim. Elbette daha birçok farklı kombinasyon yapılabilir, ben aklıma ilk gelenleri bir araya getirmeye çalıştım. Ek olarak, gömlekleri kravatsız olarak da kullanmanızın mümkün olduğunu belirtmek isterim.Devamını oku→ Öncelikle ikinci sorunuzdan başlayayım. Bence takım elbisenizin ceketini yalnızca takım elbisenizin pantolonu ile kullanın. En basit gerekçe olarak, ceket yıprandığında ya da bir şekilde zarar gördüğünde takım elbisenizin kullanılmaz duruma geleceğini göstereyim. Bununla birlikte, tek ceketlerin takım elbise ceketlerinden kumaş, kesim ya da düğme tarzları olarak daha farklı olması gerektiğini düşünüyorum. Kahverengi bir pantolonu lacivert bir ceket ile giyebilirsiniz, çok da şık olur (Yine de kahverenginin tonuna bağlı olacak şekilde bir not düşeyim. Şahsen açık, sütlü kahve tonlarını tercih ettiğimi ekleyeyim). Hele yandaki resimdeki gibi kahverengi tonlarında düğmeleri olursa tadından yenmez olur. Lacivert ceket ve kahverengi pantolon için aşağıya çeşitli gömlek ve kravat kombinasyonlarını gösteren bir resim ekledim. Elbette daha birçok farklı kombinasyon yapılabilir, ben aklıma ilk gelenleri bir araya getirmeye çalıştım. Ek olarak, gömlekleri kravatsız olarak da kullanmanızın mümkün olduğunu belirtmek isterim.Devamını oku→
|
27 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/cizgili-takim-elbise
|
İyi günler, yazılarınız çok güzel. Ben de bir soru sormak istiyorum: Çizgili bir siyah takım elbisem var (Çizgileri koyu renk, pek belli olmuyor). Bunun ceketinin altına nasıl pantolonlar giyilir? İlla ki çizgili pantolon mu giymek lazım?(Ahmet Kerem Yıldız, Trabzon)Takım elbisenizin ceketini mecbur kalmadıkça yalnızca takım elbisenin pantolonu ile giymenizi öneririm. Takım elbisenizin pantolonu kullanılmaz durumda ise, maalesef o takım elbisenin ömrü dolmuş gibi görünüyor.Takım elbiselerin pantolonları ceketlere göre daha hızlı yıprandığı için, takım elbiselerin ömürleri genellikle pantolonun ömrü ile sınırlı oluyor. Ancak, bazı markaların takım elbiselerle aynı kumaştan tek pantolon da sattıklarını hatırlatayım. Eğer pantolonlarınız çabuk yıpranıyorsa, takım elbise alırken ikinci bir pantolonu yedek olarak almanızı; hele ki takım elbiselerinizi özel olarak diktiriyorsanız, ikinci bir pantolonu ihmal etmemenizi öneririm.Çizgili siyah ceketinizi yine de bir şekilde kullanmak istiyorsanız; desensiz düz kumaştan üretilmiş, ceket ile arasında bariz bir ton farkı olan gri bir pantolonla giymenizi tavsiye ederim. Takım elbisenizin ceketini mecbur kalmadıkça yalnızca takım elbisenin pantolonu ile giymenizi öneririm. Takım elbisenizin pantolonu kullanılmaz durumda ise, maalesef o takım elbisenin ömrü dolmuş gibi görünüyor. Takım elbiselerin pantolonları ceketlere göre daha hızlı yıprandığı için, takım elbiselerin ömürleri genellikle pantolonun ömrü ile sınırlı oluyor. Ancak, bazı markaların takım elbiselerle aynı kumaştan tek pantolon da sattıklarını hatırlatayım. Eğer pantolonlarınız çabuk yıpranıyorsa, takım elbise alırken ikinci bir pantolonu yedek olarak almanızı; hele ki takım elbiselerinizi özel olarak diktiriyorsanız, ikinci bir pantolonu ihmal etmemenizi öneririm. Çizgili siyah ceketinizi yine de bir şekilde kullanmak istiyorsanız; desensiz düz kumaştan üretilmiş, ceket ile arasında bariz bir ton farkı olan gri bir pantolonla giymenizi tavsiye ederim. Kendime sıfırdan bir gardırop kuruyor olsam, ilk beş takım elbisemi düz renk ya da çok hafif desenli tercih ederdim. Nedeni de şudur: Takım elbisedeki desen ya da çizgilerin renkleri ile gömlek ve/veya kravattaki renkleri kesinlikle uydurmaya çalışırım. Örneğin mavi çizgili gri bir takım elbise ile yalnızca mavi gömlek giyerim. Haliyle bu çizgili takım elbise benim kombinasyon çeşitliliğimi kısıtlar. Az sayıda takım elbisem varken kendimi kısıtlamak istemem; bu yüzden başlangıç aşamasında düz renk takım elbise tercih ederim.Bazı kumaşlar tek renk iplikten dokunmuş olmasına rağmen, dokuma yöntemi sebebiyle (balık sırtı dokuma gibi), çizgili ya da desenli gibi görünebilir. Çok bariz olanları benim gözümü yorduğu için tercih etmem. Sadece yakından incelendiğinde belli olanlarla ilgili olarak da özel bir hissiyatım yoktur; özellikle aramam, gözüme hoş göründüğü sürece sorun etmem.Uzaktan tek renk gibi görünen, çok yakından bakıldığında birden fazla renkte iplikten dokunmuş kumaşları beğenirim. Bu dokuma ile özellikle gri takım elbiselerde karşılaşabilirsiniz. Bu kumaşa farklı bir görünüş verir, araba kaportası gibi boyanmış havası yoktur; dokumanın doğallığını hissedebilirsiniz. Bu tip dokunmuş gri takım elbiselerde, dokumanın içerisinde kahverengi tonlarının (belirgin olmayacak şekilde) bulunması ayrıca hoşuma gider (Hatta düğmeleri de hafif kahverengi tonlarında olacak şekilde). Böylece gri takım elbisenin kahverengi ayakkabı ve deri aksesuarlarla, hatta kahverengi tonlarındaki kravatlarla çok daha uyumlu bir şekilde kullanılmasını sağlar.Devamını oku→ Kendime sıfırdan bir gardırop kuruyor olsam, ilk beş takım elbisemi düz renk ya da çok hafif desenli tercih ederdim. Nedeni de şudur: Takım elbisedeki desen ya da çizgilerin renkleri ile gömlek ve/veya kravattaki renkleri kesinlikle uydurmaya çalışırım. Örneğin mavi çizgili gri bir takım elbise ile yalnızca mavi gömlek giyerim. Haliyle bu çizgili takım elbise benim kombinasyon çeşitliliğimi kısıtlar. Az sayıda takım elbisem varken kendimi kısıtlamak istemem; bu yüzden başlangıç aşamasında düz renk takım elbise tercih ederim. Bazı kumaşlar tek renk iplikten dokunmuş olmasına rağmen, dokuma yöntemi sebebiyle (balık sırtı dokuma gibi), çizgili ya da desenli gibi görünebilir. Çok bariz olanları benim gözümü yorduğu için tercih etmem. Sadece yakından incelendiğinde belli olanlarla ilgili olarak da özel bir hissiyatım yoktur; özellikle aramam, gözüme hoş göründüğü sürece sorun etmem. Uzaktan tek renk gibi görünen, çok yakından bakıldığında birden fazla renkte iplikten dokunmuş kumaşları beğenirim. Bu dokuma ile özellikle gri takım elbiselerde karşılaşabilirsiniz. Bu kumaşa farklı bir görünüş verir, araba kaportası gibi boyanmış havası yoktur; dokumanın doğallığını hissedebilirsiniz. Bu tip dokunmuş gri takım elbiselerde, dokumanın içerisinde kahverengi tonlarının (belirgin olmayacak şekilde) bulunması ayrıca hoşuma gider (Hatta düğmeleri de hafif kahverengi tonlarında olacak şekilde). Böylece gri takım elbisenin kahverengi ayakkabı ve deri aksesuarlarla, hatta kahverengi tonlarındaki kravatlarla çok daha uyumlu bir şekilde kullanılmasını sağlar.Devamını oku→
|
28 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/corap
|
Hocam, şu mübarek Ramazan ayında sormak isterim; bir erkeğin babet çorap giymesi caiz midir?(Anonim, Türkiye)Ben giymem! Güncel erkek modası yazılarında okuyacağınızın tersine; ayakkabının kenarından görünme riski bile giymemem için yeterli sebep. Fonksiyonel şeylere saygım sonsuz, ancak estetik olarak da uygun olmalı bence. Örneğin harika bir kaz tüyü yeleğim var, incecik; ama tutup da sıcak tutsun diye takım elbisenin içerisine giymiyorum. Çok soğuk günlerde, başka çözümler arıyorum. Bu da onun gibi bir şey işte. Görüntünün çirkinliği konusunda mutabıkız herhalde…Hep bahsederim ya “mış gibi” görünen şeylerden haz etmiyorum diye, böyle çıplak ayakmış gibi gösteren bu çoraplar da aynı kategoride benim için. Peki ne yapalım? Ben ne yapıyorum onu söyleyeyim. Öncelikle her ayakkabıyı çıplak ayakla giymeye çalışmıyorum. Zaten yaz gelse de çorapları atsam; yaldır yaldır çıplak ayak gezsem diyen birisi değilim. Pamuklu çoraplarım ile gayet rahat geçiriyorum yaz aylarını.Ben yalnızca şort giyeceğim zaman tekne ayakkabıları giyiyorum (Şu yazımabir bakın derim); onları da çıplak ayak giyiyorum. Zaten her gün ayaklarımı pudralıyorum, koku gibi bir derdim olmuyor. Ayakkabının vurması gibi bir derdim de hiç olmadı (Timberland’ın tekne ayakkabılarını 25 yıldır filan giyerim, bu konuda hiç üzmedi beni). Bu ayakkabılar zaten ıslak ortamlarda kullanılmak üzere üretilmiş, bu yüzden sorun yaşamazsınız. Ben denize, duşa filan bile giriyorum; o derece… Ama yine de giydiğiniz bir ayakkabıyı tekrar giymeden önce en az 24 saat dinlendirmeyi, aşırı ıslanan ayakkabıları uygun şekilde bakımdan geçirmeyi unutmayın (bkz.Ayakkabı bakımı konulu yazım). Ara ara da koku giderici, bakteri öldürücü spreyler kullanmanızda da fayda var.“Bütün gün giyip akşam çıkarınca kokar yahu”derseniz, eve gelir gelmez duşa giriverin. Başka yerde çıkaracaksanız, babet çorapla görünmek daha fena yahu. 🙂 Bu durumda da pamuklu güzel bir çorapla giyebileceğiniz bir ayakkabı tercih edin evden çıkarken.Eminim aranızda“Abi öyle bir çorap buldum ki, hayatta ayakkabının kenarından filan görünmüyor”diyenler olacaktır; giy abicim ne diyeyim… O da ayakkabıya saygımdan. 🙂Ha bir de bilek hizasındaki çoraplar var ki, benim için evlere şenlik. Yalnız spor yaparken giymek lazım demeye bile dilim varmıyor, ben asla giymiyorum (Sebebini bir sonraki yazımda bulabileceksiniz).Sonuç olarak yukarıdaki fotoğraftaki şekilde görünmektense, zırt pırt ayaklarımı yıkamayı/pudralamayı (ayak için özel pudralar olduğunu hatırlatayım); her seferinde ayakkabılarıma bakım yapmakla uğraşmayı tercih ettiğimi söyleyeyim.“Ama yeni moda böyle; kısa paçalı pantolonun altına kösele ayakkabıyı çıplak ayak giyiyorum, çorapsız rahatsız ediyor”konulu argüman konusunda ise güncel modaya mesafeli yaklaşan birisi olarak diyecek çok sözüm var, ama haydi bu konuyu da bir başka ramazan sohbetinde ele alalım. 🙂 Ben giymem! Güncel erkek modası yazılarında okuyacağınızın tersine; ayakkabının kenarından görünme riski bile giymemem için yeterli sebep. Fonksiyonel şeylere saygım sonsuz, ancak estetik olarak da uygun olmalı bence. Örneğin harika bir kaz tüyü yeleğim var, incecik; ama tutup da sıcak tutsun diye takım elbisenin içerisine giymiyorum. Çok soğuk günlerde, başka çözümler arıyorum. Bu da onun gibi bir şey işte. Görüntünün çirkinliği konusunda mutabıkız herhalde… Hep bahsederim ya “mış gibi” görünen şeylerden haz etmiyorum diye, böyle çıplak ayakmış gibi gösteren bu çoraplar da aynı kategoride benim için. Peki ne yapalım? Ben ne yapıyorum onu söyleyeyim. Öncelikle her ayakkabıyı çıplak ayakla giymeye çalışmıyorum. Zaten yaz gelse de çorapları atsam; yaldır yaldır çıplak ayak gezsem diyen birisi değilim. Pamuklu çoraplarım ile gayet rahat geçiriyorum yaz aylarını. Ben yalnızca şort giyeceğim zaman tekne ayakkabıları giyiyorum (Şu yazımabir bakın derim); onları da çıplak ayak giyiyorum. Zaten her gün ayaklarımı pudralıyorum, koku gibi bir derdim olmuyor. Ayakkabının vurması gibi bir derdim de hiç olmadı (Timberland’ın tekne ayakkabılarını 25 yıldır filan giyerim, bu konuda hiç üzmedi beni). Bu ayakkabılar zaten ıslak ortamlarda kullanılmak üzere üretilmiş, bu yüzden sorun yaşamazsınız. Ben denize, duşa filan bile giriyorum; o derece… Ama yine de giydiğiniz bir ayakkabıyı tekrar giymeden önce en az 24 saat dinlendirmeyi, aşırı ıslanan ayakkabıları uygun şekilde bakımdan geçirmeyi unutmayın (bkz.Ayakkabı bakımı konulu yazım). Ara ara da koku giderici, bakteri öldürücü spreyler kullanmanızda da fayda var. “Bütün gün giyip akşam çıkarınca kokar yahu”derseniz, eve gelir gelmez duşa giriverin. Başka yerde çıkaracaksanız, babet çorapla görünmek daha fena yahu. 🙂 Bu durumda da pamuklu güzel bir çorapla giyebileceğiniz bir ayakkabı tercih edin evden çıkarken. Eminim aranızda“Abi öyle bir çorap buldum ki, hayatta ayakkabının kenarından filan görünmüyor”diyenler olacaktır; giy abicim ne diyeyim… O da ayakkabıya saygımdan. 🙂 Ha bir de bilek hizasındaki çoraplar var ki, benim için evlere şenlik. Yalnız spor yaparken giymek lazım demeye bile dilim varmıyor, ben asla giymiyorum (Sebebini bir sonraki yazımda bulabileceksiniz). Sonuç olarak yukarıdaki fotoğraftaki şekilde görünmektense, zırt pırt ayaklarımı yıkamayı/pudralamayı (ayak için özel pudralar olduğunu hatırlatayım); her seferinde ayakkabılarıma bakım yapmakla uğraşmayı tercih ettiğimi söyleyeyim. “Ama yeni moda böyle; kısa paçalı pantolonun altına kösele ayakkabıyı çıplak ayak giyiyorum, çorapsız rahatsız ediyor”konulu argüman konusunda ise güncel modaya mesafeli yaklaşan birisi olarak diyecek çok sözüm var, ama haydi bu konuyu da bir başka ramazan sohbetinde ele alalım. 🙂 Burlington çorapları lise yıllarımdan beri (Vay be, yirmi beş yıl filan olmuş) kullanırım. O yaşlarda, baklava deseni ve parlak renkleri ile “farklı olma çabası” ile satın alırdım. Sonra mezun olup işe başladığımda, gömlek ve kravatlarımla renk eşleştirmeleri yapmak pek hoşuma giderdi. Lacivert takım elbisenin içine mavi gömlek ve kahverengi-mavi bir kravat taktığımda, yandaki gibi bir çorap giyerdim mesela. Gri-mavi-kırmızı, lacivert-mavi-yeşil, vb. her takım elbise-gömlek-kravat üçlüsüne denk gelen çoraplarım vardı. Şimdilerde de günlük hayatımda çoğunlukla renkli Burlington çorapları tercih etmekle birlikte, takım elbiseler ile genellikle düz renk çorap kullanıyorum (Ara sıra nostalji yapıyorum elbette 🙂 ).Devamını oku→ Öncelikle bu konudaki bazı kırmızı çizgilerden bahsedeyim. Çorap, bacağın hiçbir şekilde (Bacak bacak ütüne atıldığında bile) görünmeyeceği kadar uzun olmalı. Niye derseniz, bugüne kadar kıllı bacaklarınızla ilgili olarak bir kadından kaç kez iltifat aldınız diye ben sorayım. Kıllı erkek bacağı seksi bir şey olsa, göstermek için yüzyıllar içerisinde “pantolon paçası yırtmacı” gibi dahiyane buluşlara imza atardı girişimci bir modacı. Ben takım elbise altına bilek hizasındaki spor çoraplardan giyen adam bile gördüm, onun için bas bas bağırıyorum 🙂İkinci olarak da desenli çoraplar. Benim giydiğim tek desenli çorap baklava desenli çoraplardır (O da nadir artık), başkalarına tahammülüm bile yok. Enine ya da boyuna çizgili, puanlı, aman diyeyim karikatür işlemeli, leopar desenli, fileli filan (Ben abartmıyorum, abartan güzel insanlar var maalesef) çoraplar bana çok ters. Havlu spor çoraplar da elbette kapsama alanı dışında kalıyor.Marka, logo, vb. yazılar da alerji yapıyor bende. Jilet gibi siyah takım elbisenin altına düz siyah çorap giyen adam bir bacak bacak üstüne atıyor, aradan koca bir timsah göz kırpıyor. Aynı markanın timsahsız çorapları da var gözünüzü seveyim; çorapla da hava atmayıverin!Devamını oku→ Öncelikle bu konudaki bazı kırmızı çizgilerden bahsedeyim. Çorap, bacağın hiçbir şekilde (Bacak bacak ütüne atıldığında bile) görünmeyeceği kadar uzun olmalı. Niye derseniz, bugüne kadar kıllı bacaklarınızla ilgili olarak bir kadından kaç kez iltifat aldınız diye ben sorayım. Kıllı erkek bacağı seksi bir şey olsa, göstermek için yüzyıllar içerisinde “pantolon paçası yırtmacı” gibi dahiyane buluşlara imza atardı girişimci bir modacı. Ben takım elbise altına bilek hizasındaki spor çoraplardan giyen adam bile gördüm, onun için bas bas bağırıyorum 🙂 İkinci olarak da desenli çoraplar. Benim giydiğim tek desenli çorap baklava desenli çoraplardır (O da nadir artık), başkalarına tahammülüm bile yok. Enine ya da boyuna çizgili, puanlı, aman diyeyim karikatür işlemeli, leopar desenli, fileli filan (Ben abartmıyorum, abartan güzel insanlar var maalesef) çoraplar bana çok ters. Havlu spor çoraplar da elbette kapsama alanı dışında kalıyor. Marka, logo, vb. yazılar da alerji yapıyor bende. Jilet gibi siyah takım elbisenin altına düz siyah çorap giyen adam bir bacak bacak üstüne atıyor, aradan koca bir timsah göz kırpıyor. Aynı markanın timsahsız çorapları da var gözünüzü seveyim; çorapla da hava atmayıverin!Devamını oku→
|
29 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/dar-kesim-gomlek
|
Erkek gömleklerindeki “slim fit” ve “regular fit”in anlamı nedir? Gömleklerdeki yaka düğmeleri ne amaçlı? Son olarak da, hangi pantolon tarzında hangi gömlek dışarı çıkarılıyor veya pantolonun içine sokuluyor; kısaca bilgilendirir misiniz?(Ahmet Oğuz, İstanbul)Türkiye’de gömlekler genel olarak yaka ölçüsüne göre bedenlendiriliyorlar (41, 42, vb. şekilde. Detaylı bilgiyi şu yazımda bulabilirsiniz:Takım Elbise İçin Gömlek: Yaka Ölçüleri). Farklı bir örnek olarak Amerika’da ise biraz daha farklı; işin içine kol boyunu ekleyerek kişinin boyunu da hesaba katıyorlar. Bu şekilde kişinin “eni” ve “boyu” yaklaşık olarak tahmin edilmeye çalışılıyor. Ancak kişinin boyun çevresinden her zaman vücut genişliğine varmak mümkün değil, çeşit çeşit vücut tipi var. Omuzları geniş olan var, göbeği olan var, vs. Bu yüzden, bel ve göğüs genişliğini de hesaba katmak için üçüncü bir parametre gerekiyor. Bahsettiğiniz parametreler işte bu amaçla, gömlek kesimini ifade etmek üzere kullanılıyor. “Slim fit”, “Trim fit” ya da “Fitted” terimleri gömleğin atletik yapıdaki bir beden için (ve vücuda oturan bir tarzı tercih edenler için) dar kesim olarak üretildiğini belirtiyor. “Regular fit” biraz daha bol, “Loose fit” ya da “Relaxed fit” ise oldukça geniş olarak üretilmiş olduğunu gösteriyor.Devamını oku→ Türkiye’de gömlekler genel olarak yaka ölçüsüne göre bedenlendiriliyorlar (41, 42, vb. şekilde. Detaylı bilgiyi şu yazımda bulabilirsiniz:Takım Elbise İçin Gömlek: Yaka Ölçüleri). Farklı bir örnek olarak Amerika’da ise biraz daha farklı; işin içine kol boyunu ekleyerek kişinin boyunu da hesaba katıyorlar. Bu şekilde kişinin “eni” ve “boyu” yaklaşık olarak tahmin edilmeye çalışılıyor. Ancak kişinin boyun çevresinden her zaman vücut genişliğine varmak mümkün değil, çeşit çeşit vücut tipi var. Omuzları geniş olan var, göbeği olan var, vs. Bu yüzden, bel ve göğüs genişliğini de hesaba katmak için üçüncü bir parametre gerekiyor. Bahsettiğiniz parametreler işte bu amaçla, gömlek kesimini ifade etmek üzere kullanılıyor. “Slim fit”, “Trim fit” ya da “Fitted” terimleri gömleğin atletik yapıdaki bir beden için (ve vücuda oturan bir tarzı tercih edenler için) dar kesim olarak üretildiğini belirtiyor. “Regular fit” biraz daha bol, “Loose fit” ya da “Relaxed fit” ise oldukça geniş olarak üretilmiş olduğunu gösteriyor.Devamını oku→
|
30 |
http://adamgibigiyin.com/etiket/frak
|
Öncelikle siyah takım elbise, smokin ve frak arasındaki farkı anlatarak başlayayım:Siyah Takım Elbise:Adı üzerinde, siyah renkte takım elbise… 🙂Smokin:Siyah takım elbisenin daha resmi versiyonu. Klasik bir smokinin ceket yakaları, ceket düğmeleri, cep ağızları saten kaplı olur ve pantolonun yanlarında boydan boya siyah saten şeritler bulunur. Elbette bu tanımlamaya uymayan ya da dönemsel olarak moda olan (şu an için tamamen lacivert smokinler ya da lacivert saten yakalar gibi) modeller de bulunuyor, ancak takdir edersiniz ki ben her zamanki gibi smokinde de klasikçiyim… 🙂Frak:Smokinin de resmi versiyonu. Ceket önden daha kısa (bel hizasında), arkası kuyruklu.Devamını oku→ Öncelikle siyah takım elbise, smokin ve frak arasındaki farkı anlatarak başlayayım: Siyah Takım Elbise:Adı üzerinde, siyah renkte takım elbise… 🙂 Smokin:Siyah takım elbisenin daha resmi versiyonu. Klasik bir smokinin ceket yakaları, ceket düğmeleri, cep ağızları saten kaplı olur ve pantolonun yanlarında boydan boya siyah saten şeritler bulunur. Elbette bu tanımlamaya uymayan ya da dönemsel olarak moda olan (şu an için tamamen lacivert smokinler ya da lacivert saten yakalar gibi) modeller de bulunuyor, ancak takdir edersiniz ki ben her zamanki gibi smokinde de klasikçiyim… 🙂 Frak:Smokinin de resmi versiyonu. Ceket önden daha kısa (bel hizasında), arkası kuyruklu.Devamını oku→
|
End of preview. Expand
in Data Studio
README.md exists but content is empty.
- Downloads last month
- 12